@eliptikbisiklet
|
"Yavru kurt! Bak buraya." İnsan kolay kolay çıldırmıyordu elbette. Her cinnet bir eşiğe gelince geçiriliyordu. Ve ben sanırım o cinneti geçirmeye çok yakındım. Fuat abi. Kendisi yeni çalışma arkadaşım olur. Şahsına münhasır değişik bir adam. Çok konuşuyor. Hatta asla susmuyor. Beni ilk tanıdığı günden beri de gözlerimden sebep yavru kurt diyor. Boynuma Fuatlar kapatılsın yazılı bir pankart asıp gezmeme az kalmıştı. Elimdeki telefonu cebime yerleştirip yapmacık olduğundan adım kadar emin olduğum bir gülümsemeyle salladım başımı. Ben ne var demek istiyordum hal ve hareketlerimle. Ancak o komik bulmuştu sanırım bu tavrımı. "Yavru kurt sen istesende korkunç görünemezsin. Zorlama istersen." Hem konuşup hemde gel anlamında elini sallayınca aheste aheste kalktım yerimden. "Fuat abi bana yavru kurt demesen mi acaba?" Yanına yaklaştığımda cebinden çıkardığı nikotin sakızını ağzına attı. Bence hiç bir işe de yaramıyordu o sakız. Zira sakızı çiğneyerek sigara içmeye gidiyordu. Bana doldurduğu çayı uzattı. Çay sevmiyorum diye açıklamış olmama rağmen inatla her seferinde tekrarlanıyordu bu hareket. İçmeme gibi bir lüksümde yoktu ayrıca. Bugünün yoğunluğu sebebiyle ilk molamızı veriyorduk. Hastalarımızı diğer arkadaşlara teslim edip bahçeye temiz hava almaya çıktık. Çıkar çıkmazda ağzındaki sakızı çöpe atıp bir sigara yaktı. "Sigara içmek için çıkarken nikotinin sakızı çiğnemenin mantıklı bir açıklaması var mı? Gerçekten merak ediyorum." Boştaki bir banka oturduğumuzda çay bardağını korka korka tutuyordum avucumda. Bir an önce içebileceğim bir soğukluğa gelmeliydi. "Hastane içinde sigara içmek yasak çünkü." Alık alık bakıyordum yüzüne. Hastane içerisinde sigara içmenin yasak olmasını nereye bağlayacağını merak ediyordum açıkçası. "Bahçeye kadar idare etsin diye işte yavru kurt." Bu savunmayı Sokrates görse ağlardı bence. Öyle bilime dayalı bir açıklamaydı ki çaresiz kaldım. Çok konuşuyor diye söyleniyordum ama inanılmaz kafamı dağıtıyordu. O buhranlı günü düşünmeme engel olduğu bir gerçekti. Biraz havadan sudan konuştuk. Ekibe kısa sürede uyum sağladığımdan beni sevdiklerinden bahsetti. Çalışma düzenimi de çok beğendiğini söylediğinde bir gururum okşanmadı desem yalan olurdu. Bu kısacık mola bile öyle iyi gelmişti ki tam içeriye geçeceğimiz zaman Doğan beyin sesiyle kalakaldım olduğum yerde. Fuat abinin bu hareketi Doğan beyin bakışlarındaki ateşi harlandırdı. En son Kutayla beni yan yana gördüğünde yakalamıştım bu alev atan bakışları. Fuat abi arkasından çıktığımda yandan bir bakışla yüzümü inceliyordu. Bir problem var mı yok mu anlamaya çalışıyordu sanırım. Sorun yok anlamında başımı salladım. Uzatmadan elimdeki bardağı alıp istediğin zaman gel ben seni idare ederim deyip yanımızdan ayrıldı. Aramızdaki sessizliği benim telefonuma gelen mesaj sesi bozdu. Formamın cebinden telefonu çıkarıp ekrandaki mesajı görünce elimde olmadan gülümsedim. Bir ihtiyaç olursa uluman yeterli yavru kurt yazmış. Deli herif. "Biraz konuşabilir miyiz Çiçek?" Doğan beyin sesiyle gerçek dünyaya döndüm. Neyi konuşmak istiyordu benimle? Bizim onunla konuşacak neyimiz olabilirdi? "Hangi konuda?" Elini ensesine atıp gergince ovaladı. Sanıyorum ki babasının gayri meşru çocuğuyla konuşmak onun içinde zordu. "Sencede konumuz belli değil mi?" Benim için kapanıp gitmişti o mesele. Gerekli konuşmayı yaptığımızı düşünüyordum. Kendinden taviz vermeyen duruşum dik konuşmalarım deli ediyordu onu. "Hayır ben anlamıyorum ki siz ne istiyorsunuz? Ben babanızın gayri meşru bir ilişkiden ortaya çıkan bir sonucum. Üstelik annenize de yapılmış bir ihanet var ortada. Siz benden ne istiyorsunuz Doğan bey?" Böyle alenen yüzüne vurmam zoruna gidiyordu. Ancak benimde yapacak pek bir şeyim yoktu. Ben tüm gerçeklerle yüzleşmiştim. Sindirmeye çalışıyordum olan biteni. Peki bunların derdi neydi? "Sadece konuşmak istiyorum." Dişlerini sıkmaktan kıracaktı sonunda. Asla kibar değildi hali tavrı. "Lütfen." Eliyle ilerideki bizim az önce kalktığımız boş bankı gösterdi. Başımı sallayıp önden yürüdüm. Ne söyleyecekse söylesin bir an önce gitsin istiyordum. Bankın bir ucuna ben bir ucuna o oturdu. Aramızdan tren geçecekti neredeyse. Birbirine dokunmaya bile tahammülü olmayan iki insandık biz. Oysa Mirsat abim olsa akşam üzeri olmuş bu saatte üşürsün deyip ceketini sarardı omuzlarıma. Ya da Mercan olsa sarmaş dolaş otururduk burada. Kan bağı her şey demek değildi işte. Ellerimi bacaklarımın arasına sıkıştırıp yalnızca başımı çevirdim Doğan beye doğru. Ben ona bakıyordum ama o doğrudan karşısına bakıyordu. Beni görmeye bile tahammülü olmayan bu adamın benim yanımda ne işi vardı? "Ben 34yaşındayım Çiçek." Benden sekiz yaş büyüktü. Hatta yaşıt olduğunu düşündüğüm Mirsat abiden de büyüktü. Dizlerine dayadığı dirsekleri titriyordu sanki. Üşüyor muydu? "Kardeşimi kaybettiğimiz günü de sonrasını da çok iyi hatırlıyorum. Zor günlerdi." Gözlerini kapatınca o günleri gözünün önüne getirdiğini anladım. Alnındaki damarı patlayacak hale gelmişti. Ellerini bembeyaz edecek kadar çok kenetlemişti birbirine. Bugün bile aynı acının ateşinde kavruluyordu. "Annem çok ileri seviyede bir depresyon geçirdi. Ona ihtiyacım olduğu dönemde ben annemin bakıcısı oldum Çiçek. Kendine bir şey yapmasın diye başını bekleyen gardiyanı oldum." Gözlerini açıp o da yalnızca başını çevirdi bana. Bana bakarken bakışlarındaki bu kederi anlayamıyordum. Diline dökemediklerini gözlerinden anlayayım istiyordu. O az konuşsun ben çok anlayayım istiyordu. Anlayamıyordum. Mercan olsa anlardım ama. "Çocukluğum annnemin kendine bir şey yapacağı korkusuyla geçti. O küçük yaşta bunu nasıl anladın deme. Çocuk deyip geçiliyor da çocuklar her şeyi anlıyor işte." Demezdim aslında. Onun yaşadıklarına bir anlam verdiği yaşlardan çok daha küçükken erişmiştim o olgunluğa. Ara ara kırpıp açtığı gözlerini bir an olsun ayırmıyordu üzerimden. Önceki görüşmemizdem farklıydı hali. Az önceki sert tutumu da yoktu. Düşünerek konuşuyor. Beyin süzgecinden geçirmeden bana ulaştırmıyordu kelimelerini. "Ergenliğimde de kardeşlerime baktım denilebilir. Bir küçüğüm Esatla dört yaş var aramızda. Onun küçüğü Hakanla da altı yaş var." Bana kardeşlerinden bahsetmek istiyordu. Belki tanışmamı bile isteyecekti. Kafamda çok soru işareti vardı. En kafa karıştıranıysa hangi sıfatla tanıştıracağıydı. Kardeşim mi diyecekti benim içinde. Demesindi. Kardeş değildik asla. "Bizim aramıza asla katılamamış olsada Hakan'ın küçüğü Güneş. Güneşi kardeşlerim hiç göremediler yaşları sebebiyle. Ancak ben gördüm." Hiç görememiş olsada Güneş'e olan sevgisi gözlerindeki buğulanmadan belliydi. Belki hiç elinden tutup gezdirememişti kardeşini. Ya da ne bileyim hiç parka götürememişti. İlk aşkını, ilk göz yaşını, ilk karnesini bir çok ilkini görmemişti. Fakat tüm bunlar Güneş'i sevmesine engel değildi. "Güneş'in saçları da sarı-" "Ben Güneş değilim Doğan bey." Beni Güneş'in yerine koymak gibi bir düşüncesi varsa söküp atmalıydı. Zira onların Çiçeği olamadığım gibi Güneşi de olamazdım. Kutay'ın Çiçeğiydim, Asiye teyzemin de sarı şekeriydim. Benim için kafiydi bu kadarı. Benim aniden lafını yarıda kesmem onun da söyleyeceklerini ağzına tıktı bir nevi. Ama böyle konuşursa alacağı cevaplar bundan başka olamazdı. "Yanlış anladın beni. Seni Güneş'in yerine koymaya çalışmıyorum. Ne ben ne babam böyle bir düşünce içinde değiliz." "Siz benden ne istiyorsunuz tam olarak? Benim nasıl bir ilişkiden olduğumun farkındasınız değil mi? Bunları açık açık konuşmaya gerek yok diye düşünüyorum." Ellerini yüzüne kapatıp bir kaç derin nefes aldı. Öfkesini kontrol etmeye çalışıyordu sanırım. Edemezse de problem değildi benim için. Etkilenmezdim çünkü. En fazla kalkar gider bir daha da bana yaklaşmasına derdini anlatmaya çalışmasına müsade etmezdim. Olur biterdi. Elinin birini ensesine atıp bir kaç kez vurdu. Sonra bedeniyle birlikte bana doğru döndü. Bu dönüş bizi birbirimize yaklaştırmıştı. Birazcık. Küçücük. "Çiçek bak ben seni anlamaya çalışıyorum. Haklısın. Sen ne yapsan ne desen haklısın. Haklısın da benim ne suçum var be kızım. Tüm bunlar yaşanırken ben daha çocuktum çocuk. Seni öğrendiğimde üniversitedeydim. Atam avradım olsun ki babamla birlikte aradım seni. Her taşın altına baktık. Girmediğim delik kalmadı benim Çiçek. Sen ne dersen de aynı spermmiş farklı dölmüş. Sıçarım öyle işe. Kardeşiz lan biz. Tövbe tövbe. Allah'ım yüz bin kere tövbe." Öfkelendiğinde hafif küfürlü konuştu diye tövbe çekiyordu. Farklı bir atmosferde olsaydık. Ya da gerçekten bir abi kardeş ilişkimiz olsaydı bu haline çok gülerdim. Hatta dalga konusu bile olabilirdi. "Neden yüz bin kere?" "Ne? " "Yüz bin kere tövbe dedin ya. Neden yüz bin? Seni yüz binde durduran ne?" Ben böyle sorunca ortamın gerginliği bir uçtu gitti. Dudağının köşesi kıvrılacak kadar gülümsedi. Keşke dedim içimden. Keşke bazı şeylerin bambaşka çözümleri olsa. "Ne bileyim Çiçek be. Babannem öyle derdi rahmetli." Demek babanne de yaşamıyordu artık. Hiç tanışmadığım akrabalarımın vefat haberlerini alıyordum dan diye. "Çiçek bak böyle damdan düşer gibi hayatına giriyoruz gibi görünüyor olabilir. Sen bunu böyle anlıyor olabilirsin ama değil. Bırak bir ailemizi anlatayım sana olmaz mı?" Böyle kibar kibar sorunca da nasıl anlatma diyeyim. O tedirgin her an kaçacak gibi olan oturmamı düzeltip arkama yaslandım. Bu bizi biraz daha yaklaştırdı birbirimize. Başımı salladım kabul ettiğimi anlasın diye. O da rahat bir pozisyona geçti ama asla yönünü benden çevirmedi. "Anlamışsındır artık polisim ben. Bir küçüğüm Esat avukat 2yıl önce evlendi. İçimizdeki tek evli olan o. Hakan'a sorarsan iç mimar bana sorarsan zengin kadınların her dediğine he deyip evlerini boka çeviren bir gavat." Ağzından kaçan kelimeyle anlık çatıldı kaşları. İçinden yüz bin kere tövbe dediğine emindim ama sorsam söylemezdi bence. Kendimi tutamayıp kıkırdadığımda neye güldüğümü anlamıştı bence. Ulan babanne diye söylenmesinin başka açıklaması olamazdı çünkü. "Annemden bahsetmemi de ister misin?" Onun annesiydi benim hiç bişeyim. Bu hikayedeki en masum kişilerden biri de oydu sanırım. Benim onunla bir derdim husumetim olamazdı. Fakat beni dünyaya getiren kadınla kocasının ihanetinin canlı örneğiydim ben. Belki onu tanımak isterdim. Hayat hikayesini dinlemek çektiği acıları onun ağzından duymak da isterdim ama o beni değil tanımak adımı bile öğrenmek istemezdi sanırım. Başımı salladım yeniden. Gerilmiştim. Hatta haddinden fazla gerilmiştim. Fakat yanımdaki adam bu kadar hevesliyken ortamı bozmak istemedim. "Annem Oya. Ev hanımı ama ben ona aslan terbiyecisi diyorum. Geçmişte geçirdiği o zor günler hiç yaşanmamış gibi şu anda. Güneş'i asla unutmadı. Yalnızca başka çocukları olduğunu da hatırladı. Hâlâ acısını yaşıyor görüyorum. Ancak en azından geç de olsa bizim farkımıza vardı." Annesi tarafından istenmeden de olsa ihmal edilmiş bir çocuktu Doğan bey. Çocukluğunu ergenliğini yaşıtları gibi yaşayamamıştı benim gibi. "Babam oto tamircisiydi. Sözde emekli oldu seneler önce. Büyük bir tamirhanesi var. Orayı ustalar idare ediyor. Babamda haftanın belli günleri gider gelir." Ortak paydamız aynı adamdı. Oya hanımdan bahsettiğinde bile gerginde olsa gülen yüzüm Süha beyden bahsedilirken gülmemişti. Suçluyordum onu. İçten içe bana geç kalmışlığına da öfkeliydim. Ama asıl öfkem karısına yaptığı ihaneteydi. Hiç bir kadın ihaneti haketmezdi. Üstelik bebeğini kaybetmiş yetmemiş aklını da kaybedecek noktaya gelmiş bir kadın asla haketmezdi. "Senin varlığını ve anneme yapılan ihaneti duyduğumda öfkemi çok zor kontrol ettim Çiçek. Karşımdaki babam olmasa emin ol farklı sonuçları olurdu. Beni asıl durduranda asla babam olmadı zaten. Belki sana şaka gibi gelecek ama benim asıl elimi kolumu bağlayan annemdi. Bunun ikisi arasında bir konu olduğunu bizi ilgilendirmediğini söyledi." Gerçek anneler böyle yapıyordu sanırım. Kocasıyla arasında yaşanılanların cezasını çocuklarına kesmemişti Oya hanım. Görmeden hayran olmuştum açıkçası. "Yaşım genç kanım deli laftan sözden anlamıyorum. Babamın yüzüne bakmadım uzun süre ama o benim babam işte Çiçek. Bir yanda perişan olan babam var diğer yanda siz karışmayın diyen annem. Bir süre sonra gardım düştü. Oturdum dinledim olan olmuştu artık. Olmuşla ölmüşe çare yok derdi babannem." Gerçenkten öyleydi. İnsan olana da ölene de çare olamıyordu. Babanne de süper babanne gibi bir şeydi sanırım. Laf çoktu maşallah. "İkna oldum diyemem Çiçek yalan yok. Anladım ama. Halini anladım. Bize hissettirmeden arıyormuş seni. Bildiklerini döktü banada. O saatten sonra bende düştüm peşine. Mesleki deformasyon işte öyle kötü düşünceler getiriyordu ki aklıma. Çok kadın cesedinin başına sen misin diye gittim ben." Acıyla kapattı gözlerini. Güneş'in kaybını anlatırken yaşadığı acı gibiydi sanki. "Neye benzediğini bile bilmeden sen olmaman için Allah'a yalvara yakara oturdum her birinin başına. Karakola gelen her tacize tecavüze uğramış kadına sen olabilir misin diye yüreğim ağzımda gittim ben. Çıkacak her dna sonucunu hop oturup hop kalkarak bekledim." Ellerini saçlarına daldırıp çekiştirdi. Kardeş olduğumuzdan emindi. Benden dna bile istemiyordu. Karakoldaki karşılaştırma yetmişti ona. Bir test yapalım belki değildir bile demiyordu. Elini tam kalbinin üzerine koydu. "Tam buramda hissediyorum Çiçek. Test mest hikaye be kızım. Sen bizimsin işte." Sağ gözümden akıp giden yaşı yanaklarımda yakalayacak Kutay da yoktu ki yanımda. Kimse yakalamayınca yüzsüzce döküldüler birer birer. Doğan bey dokunmadı ama gözleriyle sildi yanaklarımı. Korkuyordu. Bana dokunursa kalkıp gitmemden deli gibi korkuyordu. Uzanıp dokunmamak için sıkı sıkıya kapattı yumruklarını. Benim duygularımın tariflenebileceği bir kelime lügatımda yoktu. Karmakarışıktım. Elini uzatırsa tutar mıyım yoksa kalkar gider miyim. Bunu kendim bile bilemiyordum ki. "Sen eminim ki çok zor zamanlar geçirdin. Sana hak vermediğim tek bir anım yok Çiçek ama bitsin artık be kızım. Beni yüreğim ağzımda gezdirme artık. Gel yeni bir sayfa açalım. He de yenisini yazalım beraber. Kimi istersen onu alırız yanımıza. Kimi istemiyorsan da karşısında ilk ben dururum sana söz. Abi sözü." İstemeyeceğimi düşündüğü kişi Süha beydi sanırım. Diğerlerini de görmek tanımak istermiyim karar veremiyordum. Zaten Doğan beyin de benden şu anda bir cevap beklediğini düşünmüyordum. "Doğan bey-" "Kızım ben iki saattir kime dil döküyorum? Defter diyorum yenisini yazalım diyorum. Hâlâ Doğan bey diyorsun. Direkt abi deme de Doğan abi de en azından. He mi Çiçek?" Çocuk kandırır gibi konuştuğunun farkında mıydı acaba? O böyle konuşurken terslenmeye vicdanım el vermiyordu. Yaşanılanlarda onun da bir suçu yoktu ki. Bambaşka bir aile dramı yaşamıştı o da. "Tamam Doğan abi." Ağzımdan bey yerine abi çıkınca gözlerinde yıldızlar parladı sanki. Tişörtünün yakasını çekiştirip düzeltti. Yanıma kayıp iyice yanaştı. Birazı geçmişti artık. Kolu koluma değiyordu. Banka ilk oturduğumuzda bana dokunmak istemediğini görmeye bile tahammülünün olmadığını düşünmüştüm. Ancak öyle değildi. Temasının nelere sebep olacağını kestiremediğindem temkinli davranıyordu. Mirsat abi ya da Mercan bana dokunduğunda böyle hissetmiyordum. İtiraf etmek istemiyordum ama farklıydı işte. Ben onu kabuk etmekten değil de kaybetmekten korkuyordum. Bir gün dağ olup yanımda durur ertesi gün seninle mi uğraşacağım deyip arkasını dönerse yaşayacağım hayal kırıklığından korkuyordum. "Korkuyorum." Hiç yüzüne bakmadan söyledim hislerimi. Dönüp baksam söyleyemem gibi gelmişti. Benim için hislerimi dile dökmek hiç kolay değildi çünkü. Hiç beklemediğim bir şey yapıp kolunu omzuma doladı. Yine tek bir damlanın akıp gitmesine engel olamadım. "Biliyorum abim. Korkma. Korkanın çocuğu olmaz derdi babannem." Arkadaşlar geldik 🌼 Yani bu bölümde Kutay'ım yok. Kızacaksınız biliyorum. Ancak genel olarak önce bölümün ana konusuna karar veriyorum sonrasında çoğu şey yazarken gelişiyor. ❤ Yıldızda ve yorumlarda buluşalım. ❤ |
0% |