@eliptikbisiklet
|
Hayatın normal akışında ilerlerken fark etmiyoruz etrafta olup bitenleri. Kimler geceyi sabah etmiş kimler gecenin karanlığında boğulmak için dua etmiş haberimiz olmuyor. Her anne baba çocuk büyütmenin zorluklarından yakınır ama en zoru da kendi çocukluğunu büyütmektir. Ben Ayşegül'e bakınca çok şanslıydım. Onun bana göre çok daha zor bir hayatı olmuştu. Kendi babasının vücudunda açtığı yaraları sarması mümkün değildi. Hâlâ yerli yerinde duruyordu her biri. Duygusal bir ilişkiyi geçtim daha bir erkekle tokalaşabildiğini bile görmemiştim. Ayşegül görsel olarak büyümüş olsa da içindeki gözleri yaşlı olan o kız çocuğunun korkularına engel olamıyordu. Benim gibi. Mirsat abi duyduklarını sindirsin diye ona zaman tanımak adına çıkıp gitmiştim o gece mutfaktan. Odaya çıktığımda kızları uykuya dalmış halde bulmuştum. Benim yatağımda yat diye ne kadar ısrar etsemde yerde yatmıştı Ayşegül. Hep böyleydi zaten. Birinin rahatı bozulacaksa bu hep o olmalıydı ona göre. Aç kalınacaksa o kalırdı. Azar işitilecekse bütün suçu üzerine alırdı. Yıllar sonra ona neden böyle yaptığını sorma cesareti bulduğumda cevabıyla darmadağın etmişti beni. Haketmiyorum demişti. Güzel olan iyi olan hiç bir şeyi haketmediğini düşünüyordu. Ayşegül'e göre temizlenmesi mümkün olmayan bir pisliğe bulanmıştı. Temizlenemeyeceğini düşündüğü içinde asla destek almak istemiyordu. Ben varlığından yıllar sonra haberim olan ailemden bile bahsedememiştim Ayşegül'e. Baba figüründe bir adamın belirdiğinden, abi diye hitap ettiğim bir başka adamın hayatımdaki yerinden haberdar olamadan gitmişti bir kaç gün önce. Söylemek için kendimi ikna etmeye çalışmıştım ama dilimin ucuna gelenleri dökmek mümkün olmamıştı. Beni yargılayacağını düşündüğümden değildi bu çekincem. Yalnızca onu tedirgin etmek istemiyordum. Üstelik hayatımdaki yerleri de kaygan bir zeminken, bazı şeyleri kendi içimde çözüp kafamda oturtmamışken bahsedemiyordum onlardan. Mirsat abi, Ayşegül hakkında duyduklarını duymamış gibi yaparak kız gidene kadar hayran bakışlarına devam etmişti. Üstelik vazgeçecek gibi de değildi. Tatlı bir ısrarı vardı. İşin ilginç tarafı Ayşegül bu ısrardan rahatsız olmuyor aksine bazen dudaklarında sıcacık bir gülümseme yer ediniyordu. Onları kendi haline bırakmayı tercih etmiştim bu sebepten. Belki de Mirsat abi bir mucizeye imza atardı. Bu süreçte Doğan abiyle telefonda görüşmeye devam etmiştik. Beni kendince sık boğaz etmeyecek bir sıklıkta arıyordu. Günde üç kez. Her aradığında da ilginç şeyler sorup beni güldürüyordu. Mesela dün gece tam yatacağım esnada arayınca bir tedirgim olmuştum. Ancak o dünyanın en normal şeyini sorarmış gibi acı yiyor musun diye sormuştu. Soru ne kadar saçma olursa olsun cevabını büyük bir ciddiyetle dinliyor hatta bazen arkadan gelen seslerden anladığım kadarıyla not alıyordu. Abisinin elinden tutmak için heyecandan kendini kaybedecek bir kız çocuğu gibiydim. Süha beyi de bir kez nöbet çıkışımda elinde simit ve poğaçalarla beni beklerken görmüştüm. Onu öyle yerinde duramaz bir halde bulunca dayanamayıp kabul etmiştim kahvaltı teklifini. Hangi meyve suyunu içmeyi sevdiğimi bilmediği için de her çeşitten almıştı. Şeftalili olana uzandığımda onun da benimle ilgili her bilgiyi aklında tutmaya çalıştığını anladım. Bana karşı attığı adımlara Doğan abiye verdiğim karşılığı veremiyordum. Yarım simiti zor yemiştim. Kalkmak istediğimde de ısrarcı olmamıştı. Doğan abiden isteyebilecekken nunaramı doğrudan benden istemesi de büyük bir nezaket örneğiydi. Numaramı vermeyi kabul ettiğimde gözlerinde gördüğüm o parıltı beni Süha beye itiyordu sanki. Ayşegül gideceği için Kutay ile görüşmelerimiz sekteye uğramıştı. Ben arkadaşım gidecek diye tüm vaktimi ona ayırmak istemiştim. Kutay da her akşam kapıdan beni görmeye gelerek Mirsat abinin hali hazırda ayakta bekleyen sinirlerini hoplatıp durmuştu. Evim hâlâ duruyordu. Açacak bir kapım olsun diye tamamen kapatmaya gönlüm razı gelmiyordu ancak biliyordum ki o eve bir daha içim rahat bir şekilde giremezdim. Ekonomik olarak da bana bir külfetti zaten. Bu konuya da yakın bir süreç de çözüm bulacaktım. Bugün yine Fuat abiyle nöbetçiydik. Yirmi dört saatlik nöbetin başlarındaydık ve ben şimdiden beynimin uyuştuğunu hissediyordum bu yaşlı kurt sayesinde. O bana yavru kurt diye hitap ettiği için bende artık kendisine yaşlı kurt diyordum. Mülteci bir hastamız vardı. Çat pat bir Türkçe ile anlaşmaya çalışıyorduk. Fuat abi sanki adam bizi duymuyormuş gibi bağırarak konuştuğundan hastamız onu ne zaman görse uyuyor numarası yapıyordu. Durmadan ekmek dediği için aç olduğunu düşünüp yiyecek bir şeyler vermiştik. Ancak asla kabul etmiyordu. Bilgisayardaki işlerimi bitirip başımı kaldırdığımda sessizce ağladığını gördüm. Oturduğum yerden kalkıp yanına yaklaştığımda göz altlarını kurulayıp ağladığını saklamaya çalıştı. "Ağrınız mı var?" Beni anlayabilmesi için yüzümü buruşturup elimi bel boşluğuma götürdüm. Kafasını iki yana sallayıp reddetti. "Ekmek." "Aç mısınız?" Bu defa da anlayabilmesi için midemi göstermiştim. Yine reddetti. Elini yeri gösteriyormuş gibi yaptığında ne demek istediğini anlamamıştım. Sonra beni gösterip yine elini alçalttı. "Çocuğunuz mu var?" Başını salladığında doğru yerden ilerlediğimi anladım. "Çocuk. Ekmek." Çocuğunun aç olduğunu anlatmaya çalışıyordu bize. Peki anneleri neredeydi bu çocuklarında bu adam hasta yatağında bile çocuklarını düşünüyordu. "Anneleri ilgileniyordur. Siz bunları düşünmeyin." "Anne vefat." Anne yoktu. Bu kadar dert ediyor olması ilginç gelmişti başlarda. Şimdi anlıyordum ki çocuklar yalnızdı. Ben halledeceğim deyip yanından ayrıldığımda soluğu sorumlumuz Arzu ablanın yanında almıştım. Ne yapabiliriz diye bir düşünüp yatış evraklarındaki bize verdiği adresi bulduk. Ne yapabiliriz diye bir kafa yorduk birlikte. Kaç yaşında olduğunu bilmediğimiz bir çocuk yalnız başına babasını bekliyordu. Bunu düşündükçe bir elin göğüs kafesimi sıktığını hissediyordum. Empati yapmanın sıradı değildi. Objektif bakıp faydalı olacak şeyler yapmam gerekiyordu. Fakar kendimi o çocuğun yerine koymadan duramıyordum. "Arzu abla bana saatlik izin versen de ben gidip bir baksam. Olmaz mı?" İyi olduğunu gözlerimle görmeden rahat edemeyecektim asla. Arzu abla da halimi anlamış olacak ki idareyle görüşüp iki saatlik bir izin ayarladı bana. Hastanenin şöförüyle gidip gelecektik. Çocuk gerçekten yalnızsa aile sosyal politikalar müdürlüğüne bildirip gelecektik. Bu kadar basitti. Vicdanımızı rahatlatacak etkili bir yoldu sonuçta. En azından babası sağlığına kavuşana kadar güvende olacaktı. Arzu abla şöför bahçede bekliyor deyince üzerimi değiştirip koştur koştur çıktım. Ben etrafa bakınırken bana dikkatle bakan adama doğru attım adımlarımı. Şöför buydu sanırım. Başka bekleyen de yoktu zaten. "Yoğun bakımdan Çiçek hemşire ben. Sizinle mi gidiyoruz?" Anlık bir şaşkınlık geçmişti yüzünden. Bir bana bir arabaya baktı. Neyi bekliyorduk ki? "Yalnız benim acelem var. Saatlik izin aldım. Geri dönmem gerekiyor." "Buyurun Çiçek hanım." Eliyle arabayı gösterince arka koltuğu açtığımda bir başkasının daha araçta beklediğini gördüm. "Ben yalnız gideceğim diye biliyordum. Yanlış mı oldu acaba?" Arabanın kapısındaki elimi indireceğim anda araçtaki kadın boğazını temizleyerek gülümsedi bana. "Buyurun lütfen. Benim acelem yok. Sizin işinize öncelik verelim." Kim olduğunu da bilmeyince gerim gerim gerilmiştim. Vaktim olmayınca saati kontrol edip bindim arabaya. Şöför de koltuğuna yerleşince trafiğe çıkmıştık. "Sizde adres var mı Çiçek hanım?" Telefonuma kaybettiğim adresi açıp gösterdiğimde onaylayan bir baş hareketiyle devam etmişti yola. Ben olsam elli kere sorardım neresiydi diye. Helal olsun adama bir kerede neresi olduğunu kazımıştı kafasına. Sonra kendi kendime güldüm. Tam da bu sebepten herkes kendi işini yapıyordu. Yol boyunca yanımdaki kadınla sohbet etmiştik. Nereye gittiğimi neden bu kadar uğraştığımı sorup durmuştu. Tek cevabım vardı. Vicdanım.. Dünya üzerindeki tek bir çocuğun dahi korkuyla geceyi yalnız geçirmesini istemiyordum. Kalabalıklar içinde yalnız kalmak da zordu ama yapayalnız olmak en zoruydu. Bir yerden sonra sorduğu sorulara suskunluğumla cevap verince irdelememişti. Muhattap olmamak için cevap vermiyor değildim. Yalnızca bu çocuğun yaraları yaralarıma denkti işte. Araba mahalle arası bir yerde durunca doğru yere gelip gelmediğimizi anlamaya çalışıyordum. Köhne bir çıkmaz sokaktı burası. Bir insanın yaşamını süremeyeceği kadar döküntüydü evler. Dışarıdan görsem burada çocuk olacağı aklıma gelmezdi. Şöför beni bekleyin Çiçek hanım dese de onu beklemeden indim arabadan. Telefonumdan adresi bir kez daha kontrol edip kapı numarasını buldum. Ne yalan söyleyeyim arkamdan gelen adım sesleri kendimi güvende hissettiriyordu. Yalnız gelsem içimdeki korkuyu yenip atamazdım bu güçlü adımları. Kapının önüne gelince bir kaç kez vurdum kapıya. Kapı hemen açılmayınca şöförde yaklaşmıştı yanıma. Kolumdan kibarca tutup arkasına çekti beni. Arabadaki adını neden sormadığımı bilmediğim o kadın da yanımızdaydı. Bu acıklı hikaye onu da etkilemişti sanırım. Kapı açılıp on yaşlarında bir kız çocuğu başını ürkekçe uzatınca hemen şöförün arkasından çıktım. Üstü başı pisti. Gözlerinin altı çökmüştü. Üzerindeki kıyafetler bile eminim ki bir çocuğa ait değildi. "Merhaba güzelim." Ben konuşunca kapıyı kapatacak gibi olmuştu. Hemen fırlayıp tuttum kapatamasın diye. "Bekle. Çiçek benim adım. Babanın hemşiresiyim." Babasından bahsettiğimi duyunca kapıyı itmeyi bıraktı. Kapı biraz daha açılınca içeriden gelen ağır kokuyla yüzümü buruşturdum. Buram buram çöp kokuyordu. Bu çocuk burada nasıl yaşıyordu? "Adın ne senin?" "Fatma." Gülümseyip elimi uzattığımda bir adım geriye çıktı. Ona zarar vermemden korkuyordu. Tutup bağrıma basmak istiyordum Fatma'yı. Öyle ürkek bir kuştu ki yüreğimi dağlıyordu. "Sen burada yalnız mı yaşıyorsun Fatma?" Kapıyı arkasına doğru açıp geri çekildi geçmem için. İçeriye doğru attığım adımla koluma bir el yapıştı. Gelen şöförün tuttuğunu görünce ters ters baktım yüzüne. Görevi beni buraya getirip götürmekti. Böyle bakıcımmış gibi davranmasına müsade edeceğimi düşünüyorsa yanılıyordu. Ters bakışlarım vermesi gereken mesajı yerine ulaştırmış olmalıydı ki mahcup bir halde bıraktı kolumu. Burnumdan nefes almamaya özen göstererek girdim içeri. Girer girmez iki çocuk daha görmek beklediğim bir şey değildi. Yalnızca Fatma yoktu. Fatma'nın kendisinden küçük iki kardeşi daha vardı. Durumu anlayınca hemen Arzu ablayı aramıştım koordinasyonu kurması için. Çocukların buradan alınıp bir sağlık taramasından geçmesi gerekiyordu. Hop oturup hop kalkmıştım ekipler gelene kadar. Arbadaki kadın çantasından çıkardığı kraker ve bisküvileri çocuklara verdiğinde günlerdir aç gibi yemişlerdi. Gibisi fazlaydı. Bu çocuklar günlerdir açtı. Bir küçük kardeşi çöpten bulduklarımızı yedik dediğinde Fatma hırslı bakışlarıyla vermişti karşılığını. İnsan çöpten bulduğunu nasıl yerdi? Hiç mi kimse çalmamıştı bu çocukların kapısını? Bizi buraya getiren şöför bir ara ortadan kaybolmuştu. Geriye döndüğünde elinde gördüğüm poşetlerle kendimi tutamayıp gülümsemiştim. Yiyecek bir şeyler ve temiz içme suyu getirmişti çocuklara. Kapıda yaptığı o densiz hareketi bile unutuvermiştim. Ekipler gelene kadar of demeden benimle beklemişlerdi. Çocukları sosyal hizmet uzmanlarına teslim ettiğimizde Fatma'nın gözlerinde gördüğüm korkuyu ölsem unutamazdım. Kardeşlerinden ayrılacağı için ayrı babasını bir daha göremeyeceği için ayrı üzülüyordu. Kardeşler olarak ayrılmayacaklarının sözünü almıştık neyseki. Çocuklar emin ellerde güvenli bir ortama gitmek için ayrıldığında bizde geldiğimiz arabaya geçmiştik. İster istemez kendimi Fatma'nın yerine koymuştum. O küçük yaşına rağmen günlerdir kardeşlerine bakıyordu. O da çocuktu. O da korkuyordu ama bunu gösterecek lüksü yoktu. "Siz çok merhametli bir kadınsınız Çiçek hanım." Bu serüvendeki ortağımdı yanı başımdaki kadın. En az benim kadar ilgilenmişti çocuklarla. Kokuyor dememişti pis burası dememişti canla başla çocuklar için bir şeyler yapmaya çalışmıştı. Üstünden başından zenginlik akıyordu. Belliydi yani iyi bir maddi duruma sahip olduğu. Ona rağmen elinden geleni fazlasıyla yapmıştı. "Görevim bu." "Yanılmıyorsam hemşiresiniz." "Evet öyle." "Öyleyse göreviniz babalarıyla ilgilenmekti. Evlatlarıyla değil. Mütevazı olmayın lütfen. Bu devirde çoğu insanın arkasını dönüp gideceği bir iyilik yaptınız." Ellerimi birbirine sürtüp gerginliğimi geçirmek istemiştim. Ancak başarılı olamamıştım. Aynı yerden kanıyordum ben bu çocuklarla. Tek farkı ben doğduğum gün atılmıştım bu çocuklar mecburiyetten bu durumdalardı. "İnsanlık vazifesi diyelim o zaman. Birazcık vicdan sahibi olan herkesin yapacağı şeyi yaptım." Yolun kalanında kimseden ses çıkmamıştı. Herkes payına düşen dersi alıyordu sanırım. Hastane bahçesine geldiğimizde arabadan inince ilk gördüğüm kişi Fuat abi olmuştu. Üzerime doğru attığı sert adımların sebebini merak ediyordum doğrusu. "Hayırdır yaşlı kurt yollarımı mı gözlüyorsun?" "Neredesin Çiçek sen? Telefonun nerede?" Ciddi ciddi ilk yükselişiydi sanırım bu? Geç mi kalmıştım acaba? Telefonumu çıkartıp ilk önce saate baktım. Daha bana verilen iznin sonuna bile gelmemiştim. Ancak defalarca aramışlardı beni. Fuat abi ayrı aramıştı Arzu abla ayrı. "Telefonum sessizde kalmış. Bir sıkıntı mı var? Babalarına mı bir şey oldu yoksa?" "Çiçek sen ne anlatıyorsun bana? Kiminle gittin sen bu eve?" Ne demek istiyordu bir de ben anlasaydım keşke. Arkamdaki arabayı gösterdim hiç dönmeden. "Şöförle gittim Fuat abi. Hayırdır ya. Ne oluyorsun sen?" "Kızım sen dalga mı geçiyorsun benimle? Arzuyla konuştuktan sonra yoğun bakıma geldi şöför. Seni beklemiş beklemiş gitmemişsin yanına." "Şöför burada işte Fuat abi. Başka şöför gelmiş olmasın. Gittik geldik işte biz." Arkamı dönüp şöföre baktığımda ceketinin önünü ilikliyordu. Fuat abi de benimle aynı yöne baktı sonra sebebini anlayamadığım bir şekilde güldü halime. "Çiçek sen saf mısın? Şu arabaya bir bak. Hangi kamu kurumunda Audi kullanılır?" Fuat abi diyene kadar dikkatimi çekmemişti ama haklıydı. Bu araba böyle getir götür yapacak bir araba gibi durmuyordu. Yaşadığım aydınlanmayla birlikte ağzım açık kalmıştı. E ben kiminle gidip gelmiştim. Bir de onca terslenmiştim adama başta. Hadi ben bir salaklık edip binmiştim de bunlar beni niye almıştı arabalarına? Şöför olan adam bana doğru adımlamaya başladığında geç kalan tanışma yaklaşıyordu. Tam önüme geldiğinde elini yumruk yapıp ağzına doğru yaklaştırdı. Yalandan bir kaç kez öksürüp boğazını temizledi. "Hakan Eroğlu." Ay Çiçeğim ya sen bu şokları yaşayacak kadın mıydın? 🌼 Arkadaşlar neden beğenmiyorsunuz? E bakıyorum yorum da yapmıyorsunuz. 👀 Yıldıza dokunalım lütfen. 😍 Yorum da yapsanız ef-sa-ne olur 🌼❤ |
0% |