Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18. Bölüm

@eliptikbisiklet

Elimdeki bardağı bilmem kaçıncı kez yanaştırdım dudaklarıma. Bir yudum suyu zor yutuyordum. Doğan abi aracılığıyla kararlaştırdığımız restoranta önceden gelip oturmuştum bok var gibi. Geldiğimden beri de durmadan su içiyordum. Hiç bir şey olmasa altıma işerdim artık.

 

Asiye teyzemin söyledikleri kulağıma küpeydi ama içimdeki telaşı durduramıyordum. Utanmasam eteklerimi tutup bir aşağı bir yukarı koşacak gibiydim. Kutay halimi anlamasın diye sadece bir mesaj atıp haberdar etmiştim onu da. Tatlı su balığını tuzlu suya atmışlar gibi hissediyordum. Her aldığım nefeste ciğerlerim batıyordu sanki.

 

Varlığından haberdar olduğumda da görüşmek istediğinde de Süha bey için hissetmemiştim bu telaşı. Doğan abiyle ilk baş başa kaldığımızda bir ufak gerilmiştim ama onunla bile böyle olmamıştım.

 

"Çiçek." Oya hanımın sesini duyunca sandalyemden kalkıp karşıladım onları. Yanında da Hakan vardı. Sabahkine nazaran daha ciddi duruyordu tavrı. Lakayt haline verdiği çeki düzenin mimarı annesi miydi yoksa Doğan abi miydi bilemedim.

 

Oya hanımın bana uzattığı elini havada bırakmadan sıkıp hoşgeldiniz diyebildim. Ben yerime oturunca ikisi karşıma geçip yan yana oturdular.

 

Bir fasıl nasılsınız iyiymisiniz muhabbeti döndü aramızda. Hepimiz iyi olduğumuza ikna olunca bir de yorgun olup olmadığımı sordular. Gönül yorgunluğumdan beden yorgunluğuma fırsat kalmıyordu ki.

 

Yemeklerimiz gelince bir sessizlik oldu ortamda. Son dileği yerine getirilen idam mahkumu gibi sakince yemek yememe müsade ediyordu sanki Oya hanım.

 

Bir kaç lokmayı zor bela yuttuktan sonra Hakan'ın yemeğine hiç dokunmadığını fark ettim. Nutku tutulmuş gibi beni izliyordu. Bir peçete ile dudaklarımı silip huzursuzca gülümsedim. Asla mimik oynamıyordu yüzünde. Öylece beni izliyordu.

 

"Bir sorun mu var?"

 

"Güzelliğin dışında mı?"

 

"Anlamadım."

 

"Bende anlamıyorum." Oya hanımda benim gibi oğlunun ne demeye çalıştığına bir anlam veremiyor olacak ki çatalını tabağının kenarına bırakıp bizi izlemeye başladı.

 

"Hakan bey-"

 

"Çiçek, bırak artık bu beyleri hanımları kızım ya." Bardağındaki suyu nefes almadan içip bıraktı. Sönmeyen hararetini azaltmaya çalışıyordu sanırım o da benim gibi.

 

"Bak Çiçek ben yani biz." Böyle ne diyeceğini nereden başlayacağını bilemiyor oluşu bir tuhaf gelmişti gözüme. Onlar da en az benim kadar gerginlerdi.

 

"Bizi kabul etmen kolay değil. Biliyorum. Seni yürekten anlıyorum. Ama o duvarları örme aramıza. İster abi de ister Hakan de. Bana bey deme." Sandalyesini masaya biraz daha yaklaştırıp dibime girdi iyice.

 

"Sen benim kardeşimsin Çiçek. Bizimsin." Parmağıyla restorantın kapısını gösterdi. "Şu kapıdan girdiğimden beri seni böyle diken üstünde gibi görüyorum ya bitirdin beni." Elini saçlarına daldırıp tek hareketle karıştırıp çıkardı.

 

"Böyle her an kalkıp gidecek gibi durma karşımda. Benden rahatsız mı oldun?" Bu defa kapıyı gösteren parmağı kendisini gösteriyordu. "Siktir olur giderim buradan. Yeterki sen böyle kırık dökük bakma bana."

 

Ağzından çıkam küfürle anlık yüzüm buruştu. Sandalyesini geriye çekince kalkıp gidecek zannetmiştim. Aptal gibi panikle eline uzandım. Sonra ne yaptığımı fark edip çektim hemen elimi.

 

"Hakan bey-" dil alışkanlığı öyle ha deyince de geçmiyordu ki. Yüzümü buruşturup dilimin ucunu ısırdım.

 

"Hakan. Evet Hakan. Otur lütfen."

 

"Abiyi tercih ederdim ama buna da şükür." Böyle bir hareketi o da beklemiyor olacak ki bir şaşırsada dikkat çekmemek adına yeniden oturdu sandalyesine.

 

"Şovun bitti mi çocuğum?" Hakan da bende aynı anda Oya hanıma çevirdik başımızı.

 

"Anne ayıp oluyor."

 

"Sus. Sizin ayıplarınızdan benimkine sıra bile gelmez." Oya hanım Hakan'a bakarken söykedikleriyle benim anlayamadığım bir mesaj veriyordu. Neyseki mesajı alması gereken ben değildim. Boğazını temizleyip bana döndü yüzünü. Yüzündeki o anlık değişimi görmemek için kör olmak gerekirdi.

 

"Sen bu densizin kusuruna bakma kızım." Çatal ve bıçağını tabağının içine koyarak devam etmeyeceğinin sinyalini de verdi. Zaten hiç kimse yemek yeme havasında değildi. Düne göre üzerimizde anlamsız bir gerginlik vardı.

 

"Geçmiş konusunda az çok bilgi sahibisin belli." Sandalyesine biraz daha yaslanıp bakışlarını doğrudan gözlerime kenetledi.

 

"Kocam ile yaşadıklarımız bizim sorunumuz" Gözlerini kısa bir an kapattığında anladım ki o günleri getiriyordu gözünün önüne. Bekara karı boşamak kolay dedikleri bu olsa gerekti.

 

Nasıl affetmiş?

 

Nasıl devam etmiş?

 

Güneş'i gerçekten unutup hemen kocasının derdine mi düşmüş?

 

İçeriyi görmeyen dışarıdan bakan herkesin aklındaki soruları bende soruyordum elbette kendi kendime.

 

"Süha bey gözlerime her baktığında aradığını bulamayıp yaptığı yanlışın bedelini bir ömür ödeyecek. Bir bedel de siz ödetmeyin." Kocasına gerçekten aşık muydı yoksa boşanmayıp ona işkence ederek mi intikam alıyordu karar veremedim. Süha beyden bahsederken bakışları hem kırıktı hem de fazlasıyla duygulu.

 

"Zamanında kendi evlatlarımın da önünde durdum bu konuda. Senden ricam lütfen yalnızca kendi kalbinin sesini dinle yavrum." Sesi itiraz istemez bir netlikteydi. Kendi kendimi yiyip bitirdiğim konuları konuşmayacaktı bile belli ki.

 

"Sen bizim ailemizin bir parçasısın Çiçek. Benimle bir kan bağın olmasa da bende senin ailendenim" Sen benin ailemdensin demiyordu. Ben senin ailendenim diyordu. İnce bir ayrıntıydı belki ama gönül kuşumun kanat çırpmasına yetmişti.

 

"Doğan ve Süha bey seni bulduklarını söylediklerinden beri zor durduk Kayseri'de. Buraya geldiğimizden haberleri dahi yoktu." Avuç içlerinin birbirine sürtüp elinin birini farkında bile olmadığım elimin üzerine koydu. Adeta tüm vücudum buz tutmuştu da Oya hanım bana dokunduğunda çözünmeye başlamıştım sanki.

 

"Bu dünyada gönül yaram bambaşka benim. Heveslerimin yarım kaldığı, gönlümün burkulduğu, hatırlamaktan korktuğum ama bir an olsun aklımdan çıkaramadığım bir evladım var."

 

Güneş'ten bahsediyordu.

 

Bunu anlamak buruk bir tat bıraktı agzımda. Hani ayva yersin yutamazsın. Aslında orada bile değildir ama yutamamışsın da boğazında takılı kalmış gibi bir his oluşur ya. Öyleydim işte.

 

"Seni tüm kalbimle istiyorum Çiçek. Yaşanan hiç bir şeyin günahını sana yükleyemem." Bana lanetler etmesini beklediğim kadın beni daha büyük bir duygu karmaşasına sürüklüyordu. Elimin üstündeki eli yük oldu sanki bana. Ayıp olacaktı belki ancak daha fazla dayanamadan çektim elimi. Dokunuşu farklı hissettirmişti çünkü. Sanki bende Güneş'i arıyordu. Bana dokunurken Güneş'e dokunuyor gibi hissetmek istediğini düşündüm. Bu inanılmaz bir mide bulantısı ekledi bana.

 

"Rabbim bir evlat kaybetmişken başka bir melek-" Aniden ayağa kalkmamla sandalyem geriye doğru sürüklenip düştü.

 

Oya hanım beni Güneş'in yerine koymak istiyordu. Bu farkındalık az önce erimeye başladığını söylediğim buz kütlesini paramparça etmişti.

 

Ben kimsenin Güneş'i değildim. Olmaya da niyetim yoktu.

 

"Siz beni oyuncağınız mı zannettiniz?" İkisi de şok olmuş gözlerle izliyordu beni. Hakan bey yerinden kalkıp bana doğru uzanmak istedi. Elimi kaldırıp durması için son bir uyarıda bulundum.

 

"Kendimi yedim bitirdim ben dünden beri. Bu kadın beni gördüğü anda nasıl tokatı basıp hakaret etmek yerine böyle konuşur diye." Çantamı omzuma asmaya çalıştım bir kaç kez. Ben ne kadar inat etsemde titremelerim çantanın omzumda durmasına müsade etmiyordu

Her daim bileğimde bulunan siyah lastik tokayı saçlarıma dolayıp topladım kafamın tepesinde.

 

Elimin tersini bir kez göğsüme vurdum. Canımın yanacağını biraz bile umursamadan.

 

"Sokak köpeği mi sandınız siz beni? " Beynim uyuşuyordu adeta. Tıbben bir açıklaması yoktu eminim ki şu an yaşadıklarımın. Sağlıkçı olması gerek yoktu. Hastanenin önünden geçmiş birine bile beynim uyuştu desem ne diyor bu diye bakardı yüzüme.

 

"Siz kendinizi kandırarak gelmişsiniz buraya belli. Benimde oyununuza ayak uyduracağım umuduyla bunca yolu tepmişssiniz." Yersizdi belki ama deli bir kahkaha attım. Kesin aklımı yitirdiğimi düşünüyorlardı.

 

"Size kötü bir haberim var Oya hanım. Ben evlat edinilecek yaşı geçeli çok oluyur."

 

Yuvada ara ara evlat edinmeye gelen aileler olurdu. Neye göre karar verilirdi bilmiyordum o zamanlar. Ancak ben hiç o soğuk binayı sevgi dolu iki insanın elini tutarak çıkamamıştım. Çıkanlar aradıklarını bulmuşmuydu orası da muammaydı zaten.

 

İlk adımı atmaya çalıştığımda sendeledim ama düşmemiştim. Çantam ikimizin yerine de soluğu yerde almıştı. Daha ne kadar rezil edecektim kendimi? Kolumdaki çantaya sahip çıkamıyordum.

 

"Çiçek-"

 

"ÇİÇEK DEME BANA."

 

"Güzelim dur bak yanlış-" Yere düşen çantamı bir hışım elime alıp kendimi restorantın dışına doğru attım.

 

"Çiçek dur diyorum. Bir açıklayalım kendimizi." Arkamdan ikisi de dışarıya çıkmıştı. Restorandaki müşteriler, çalışanlar, yoldan geçenler öylece durmuş bizi izliyorlardı.

 

"Dur dedim sana. Sakın bir adım daha atayım deme. " Gözümden akan yaşları dahi silme gereksinimi duymuyordum. Onlar bana bir kaç adım atınca bende aynı şekilde geriye doğru adımlamıştım.

 

"ÇİÇEK DUR ARTIK YOLA ÇIKACAKSIN." Hakan bu kadar bağırmasa yoldan vızır vızır geçen arabaları dahi fark etmeyebilirdim.

 

"Yanlış anladın sen. Güneş-"

 

"BEN GÜNEŞ DEĞİLİM." Hakan'ın bana attığı bir adıma yine geriye doğru attığım adımla karşılık verince çıldırdı sanki.

 

"Tamam gelmiyorum. Tamam." Delirmiş gibi olduğu yerde dönüp duruyordu. Oya hanım da hemen arkasında bir şeyler söylüyordu ancak beynim adeta onu duymamak için şartelleri kapatmış gibiydi.

 

"Ben Güneş değilim. Ben sizin hiç bir şeyiniz değilim. Anladın mı beni?" Kucağıma bastığım çantamı açıp elimi içine daldırdım. Tek istediğim telefonumu bulup Kutay'ı aramaktı.

 

Ellerim öyle çok titriyordu ki Kutay'ı aramayı başardığımda gecenin ilk gerçek mutluluğunu yaşamıştım.

 

"Çiçek?" Daha ilk çalışta açmış olması müsait bir vakitte sevinecektim. Buraya geldiğimi bildiği için tetikte bekliyordu resmen.

 

"Kutay beni almaya gelir misin?" Sesimden ağladığımı anlamaması için aptal olması gerekirdi. Kutay'ın aptal olmayışına üzülemiyordum.

 

"Geliyorum." Sesi telefonu açtığı gibi değildi. Çiçek derken tereddütlüydü ama şimdi titreyen sesim onu öfkelendirmişti

 

Nerede olduğumu tabiki biliyordu. Buraya gelene kadar milyon kere sormuştu emin misin diye. En azından nerede olduğumu bilmek istemesine anlayış gösterip hangi restoranta gideceğimizi mesaj atmıştım.

 

Çantamı kucağıma basıp yolun karşısındaki kaldırıma oturmuştum. Hakan da Oya hanımda çok dil dökmüşlerdi onları dinlemem için. Bir ara bağırarak istiklal marşı okumaya başladığımda akli melekelerimi yitirdiğimi düşündükleri için sanırım üstüme gelmeyi kesmişlerdi.

 

Şimdi aramızdan vızır vızır geçen onca arabaya rağmen ana yolun karşılıklı kaldırımlarında oturuyorduk. Yanlış saymadıysam Hakan yedinci sigarasını içiyordu. Oya hanım belki de hayatında ilk kez bir kaldırım taşında oturuyordu. Omuzlarımı silkip onları düşünmeyi bırakmaya çalıştım.

 

Tam arkamdaki yere ani bir frenle park eden arabanın Kutay'a ait olduğunu anlamam uzun sürmedi. Pazarda annesinin elini bırakıp kaybolmuş çocuğun annesini bulduğunda yaşadığı o mutluluğu yaşıyordum şimdi.

 

Arabanın kapısını kıracak gibi kapatıp hatırı satılacak yükseklikte duvarı atladığı gibi yanıma doğru adımladı. Kenardan yürüyüp gelecek kadar ile tahammülü yoktu.

 

Geldiğini hissetmek başkadı ancak varlığını gözlerimle gördüğüm anda ayağa kalktım. Kucağımdaki çanta bu gece bir kez daha yeri boyladı. Zerre kadar önemsemeden çantanın üzerinden bir adım atıp Kutay'ın kollarında aldım soluğumu.

 

Öyle sert bırakmıştım ki kendimi gömleğinin düğmesi gözümün kenarını acıtmıştı. Gözüm bile çıkabilirdi. Hiç umrumda değildi. Kendimi güvendiğim kollara bırakınca durulan ağlama krizim yeniden atağa geçti.

 

Ben sakinleyip kendi isteğimle ağlamamı durdurana kadar yalnızca sırtımı sıvazladı. Saçımdaki tokayı çıkartıp bahar dallarına istediği özgürlüğü verdi yeniden. Elini saçlarımın arasına daldırıp hafif hafif masaj yaptı. Öyle iyi gelmişti ki onca ağlamanın üzerine mayışmıştım kollarından. Biraz daha devam ederse uyurdum bile.

 

"Dallarımı kırmışlar Çiçek. Denizlerim hiç olmadığı kadar dalgalı. Şimdi ya sen bir açıklama yap ya da al şu arabanın anahtarını beni arabada bekle."

 

"Sen nereye gideceksin?"

 

Beni bırakıp gidecek diye aklım çıkıyordu.

 

"Karşımdaki puştun yüzünde bir kaç sanatsal çalışma yapacağım." Daha ne olduğunu bilmeden benim tarafımı tutuyor olması gururumu okşuyordu ama şimdi yumruklaşmaya ne gerek vardı.

 

Göğsünden ayrılmadan başımı kaldırıp yüzüne baktım. Ben ona bakıyordum. O arkamdaki ikiliye dikmişti bakışlarını. Çoğu zaman beni yumuşatmaya çalışıyordu Eroğlu ailesi konusunda. Şimdi bu bakışlar asla anlayış gösteren bir adama ait değildi. Onun sınırı ben göz yaşı dökene kadardı. Duygu karmaşasından ağlamıyordum da bu defa. Kırılmıştım..

 

"Daha fazlasını kaldıramam Kutay. Götür beni buradan." Bakışlarını bana indirip yukarıdan baktığında gözlerimde gördüğü hüzün dalgası onu istemese de etkiliyordu.

 

"Şu karşımdaki itin bu gece vücut bütünlüğü bozulsun istemiyorsan bana böyle bakma." Gözlerimi kapatıp alnımı göğsüne yasladım. En azından böyle görmüyordu. Beklemeden kolunu omzuma sarıp ikimizi arabaya doğru yönlendirdi. Arkamızda kalanların defalarca adımı seslenmelerini duymazlıktan gelip yürüdük.

 

Arabaya bindiğimizde kemerini takıp başıyla bana da işaret etti. Sessizdi. Öyle sessizdi ki bu beni korkutuyordu. Başka bir zamanda bambaşka insalar olsaydı öfkesini atana kadar kavga ederdi. Şimdi bana rağmen benim için öfkesini kontrol ediyordu.

 

Nereye gittiğimizi bilmeden asla da sorgulamadan kafamı cama yaslayıp yolu izledim. Nereye dese oraya giderdim Kutay'la.

 

Araba şantiye alanında durunca şaşırmadım desem yalan olurdu. Kafamı camdan kaldırıp Kutay'a baktığımda o zaten bana bakıyordu.

 

"İn güzelim." Şaşkınlığımı fark etsede bir şey söylemeden arabadan indi. Bende bu komutu bekliyormuş gibi arkasından takip ettim onu. Etraf oldukça sessiz olunca yamacına yanaşıp elini tuttum.

 

"Böyle bana sokuluyor olmandan rahatsız değilim ama yanımda korkmana gerek yok Çiçek. Seni tedirgin edecek bir şey yapmam ya da tedirgin olacağın bir ortama sokmam." Yine de ıssız olması tedirgin ediyordu beni.

 

İkimizi bir konteynırın önüme getirdiğinde elimi bırakmadan cebinden bir anahtar çıkardı. Konteynırın kapısını açtığında onun yaptığı gibi ayakkabılarımı çıkarttım. İkimizde içieri girdiğimizde ayakkabılarımızı alıp kapının arkasındaki kartonun üzerine bıraktı. Yerde ince bir halı vardı. Köşede tek kişilik bir yatak ve mutfak demeye bin şahit isteyecek derme çatma bir tezgah vardı.

 

Sırtımızı duvara yaslayıp yatağın üzerine oturduk yan yana. Konuşmaya başlamadan Mercan'a bir mesaj atıp Kutay'ın yanında olduğumun haberini verdim. Sonrasında o buraya gelişimize nazaran daha sakin bir halde beni dinledi. Konuşulanları, hislerimi, beynimi adeta kemiren bütün düşüncelerimi döktüm. Beni yargılamayacağını bilmek eşsiz bir duyguydu. Hiç konuşmadan yalnızca dinledi. Kutay iyi bir dinleyiciydi.

 

Ellerini kucağında birleştirip baş parmaklarını durmadan birbirine dolayıp durdu.

 

"Bir şey söylemeyecek misin?" Sanki yanımda değilde bambaşka diyarlardaymış da ben konuşunca buraya dönmüş gibi parmaklarının hareketini durdurdu.

 

"Çok hassas bir konu Çiçek. Sen de fazlasıyla duygusalsın ama ben dışarıdan bir göz olarak düşüncelerimi paylaşmak isterim. Tabi sende müsade edersen."

 

İstediğim tam da buydu zaten. Elbette benim tarafımı tutsun isterdim. Ancak benim bir de olayı dışarıdan gören ve tarafsız değerlendirebilen bir göze ihtiyacım vardı. Usul usul başımı sallayıp onayladım onu.

 

"Senin korkun yara bandı olmak Çiçek." Öyle mi der gibi yüzüme baktığında dudağımı büzüp başımı salladım. Doğru söylüyordu. Yara bandı olmak istemiyordum.

 

"Beni Güneş'in yerine mi koymaya çalışıyorlar diye düşünmekten kendine ördüğün duvarların farkında değilsin." Uzanıp elini yanağıma koydu. Baş parmağı usul usul sevdi olduğu yeri.

 

"Allah biliyor ya beni öyle ağlayarak aradığında sana kötü bir şey söylediler diye düşündüm. Annenin-"

 

"O kadın benim annem değil."

 

"Seni doğuran kadının diyeyim o zaman. Onun cezasını sana kesiyorlar zannettim." Bu defa dudakları uzandı bana. Alnıma konan tüy gibi öpücükle kanguru yerini aldı hemen. Yine bir olimpiyat koşusundaydı.

 

Dudakları alnımdan ayrıldığında sıcaklığını aradım. Utanmasam öpsün diye bir kez de ben yanaşırdım.

 

"Güzelim sen çok kıymetlisin. Benim için, Mercan için. Asiye teyzeleri saymıyorum bile. Damarıma bassa da Merdan için de çok kıymetlisin." Küçücük çocuğu kıskanmaya da utanmıyordu.

 

"Sen ne kadar sert görünmeye çalışsanda ben içindeki o hassas kızı görüyorum. Söyle ona artık senin kıymetini biraz da o bilsin." Derin bir nefes alıp göğsüne çekti beni. Saçlarımda usul usul gezdi elleri. "Çiçeklerimi sulamana gerek yok yavrum." Başta ne demek istediğini anlayamamıştım. Başımı kaldırmak istediğimde izin vermedi. Saçlarımın arasına sıkı bir öpücük bıraktı. Parmak uçları yanağıma dokunduğunda anlamıştım ağladığımı.

 

Başta izin vermese de o çok sevdiğim yerimden kalkıp yüzüne baktım. İçimi titretiyordu böyle baktığında. Yüzüne doğru yaklaşıp önce sağ gözünden sonra sol gözünden öptüm Kutay'ı. Dudaklarım müptelasıymış gibi vazgeçemiyordu teninden. Sonraki durağım yanakları oldu. Adım adım yaklaşıyordum yanıp kavrulduğum dudaklarına.

 

Ona olan hislerim gibi önce minicik bir öpücük bıraktım. Sonra ayrılmama izin vermeden o çekti beni kendine. Enseme kayan eli daha bir harladı aramızdaki ateşi.

 

Dudaklarının arasından ağzımın içine sızan dili dizlerimi titretti. Bu titremeleri Kutay da hissediyor muydu? Kuş gibi çırpınıyordum ellerinde. O da asla acımıyordu bu biçare halime.

 

İlk değildi son da olmayacaktı ancak her defasında ilkmiş gibi heyecandan duramıyor sonmuş gibi bitmesin istiyordum.

 

Anlık nefes almak için ayrılan dudaklarımızı ben birleştirdim yeniden. Ne yaptığımız konusunda hiç bir fikrim yoktu. Kendimi yalnızca içimi gıdıklayan duygu seline bırakmıştım. Hafifçe üzerime eğilince öpüşü sertleşti. Birbirimizin nefesini soluyorduk. Yalnızca burnumdan aldığım nefes yetmiyordu. Ciğerlerimin yandığını hissediyordum ancak kendimi Kutay'dan ayıramıyordum.

 

Ellerimin ne ara Kutay'ın gömleğine gidip ilk düğmesini açtığını hiç anlamadım. Ta ki Kutay'ın elini elimin üzerinden çekene kadar. Dudaklarını gürültülü bir öpücükle ayırdı benden.

 

"Yapma." O nefes düzensizliğine rağmen net çıkmıştı sesi. Dudakları kıpırdadığında yine dudaklarıma dokunmuştu. Karnımdaki hareketlenme daha da arttı böyle yapınca. Yeniden dudaklarına uzandığımda önce başını geriye çekti sonra alnını göğsüme yasladı.

 

İtiraf ediyorum bozulmuştum.

 

"Çiçek ben irademe hakim olmaya çalıştıkça beni zorluyorsun." Göğsüme yaslı olduğundan sesi olması gerekenden daha boğuk çıkıyordu.

 

Tamam bende aramızda yaşanılanların bu kadar ileri gideceğini düşünmemiştim ama bu geri çekilmesi de kendimi kötü hissetmeme sebep olmuştu.

 

Başını göğsümden kaldırıp yüzüme baktı. Kırgınlığımı anlamıştı. Yine..

 

"Bir adım ilerisinde kendime hakim olamamaktan korkuyorum Çiçek. Beni de anla." Burnunu burnuma sürtüp nefesimi içine çekti. İhtiyacı olan tam da buymuş gibi.

 

"Ben seni kendime katmayı deli gibi isterim. Ama olmaz Çiçek. Böyle değil." Üzerimden kalkıp kendini yanıma attığında bende toparlanıp oturdum. Resmen reddedilmiştim. Üstelik ne istediğimi bile bilmiyordum.

 

Bir süre gözlerini kapatıp kendine gelmeye çalıştı. Sonra söyledikleriyle ben Kutay'a bu gece yeniden aşık oldum.

 

"Ben yarın sabah bu yataktan pişman kalkmam Çiçek. Yaşadığımız hiç bir şeyden pişman olmam. Seninde yarı yolda bırakacak adam değilim ben." Sonra yutkunup gözlerini açtı. Neler geçiyordu aklından da böyle dert sahibi yapmıştı ikimizi de.

 

"Ama ölüm var be yavrum. Senin hikayende Süha Eroğlu olamam ben."

 

 

Yaa Kutay sen ne yapıyorsun bize ❤

Loading...
0%