Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@eliptikbisiklet

Arabaya bindiğimizden beri aynı türküyü söylüyordu Mercan. Sen Tahir abiyi nerden tanıyorsun? Her şeyi olmasa da bilmesi gereken kadarını anlatmış olmama rağmen asla tatmin olmuyordu. "Mercan güzel kardeşim tanımıyorum diyorum sana. Uçakta yan yanaydı koltuklarımız. İnince de valizimi almama yardımcı oldu. Bu kadar. Bütün tanışıklığımız bundan ibaret."


Şimdi Mercan'a lavaboda olanları anlatsam bu adamın benim hayatımın aşkı olduğunu düşünürdü. Kendimi gereksiz konuşmaların içinde bulmamak adına o kadarcığını kendime sakladım.


"Çiçeğim Tahir abi sana sevdalanmış olmasın?" Al işte ben malımı biliyorum çünkü. Benim ters bakışlarımdan gram etkilenmeden kafasındaki masalı kurguluyordu.


"Nezaket diyorlar bunun adına. Sende bi öğren istersen." Bende yeni öğrenmiştim ama bunu Mercan'ın bilmesime gerek yoktu. Mercan gözlerini devirip camdan dışarıya döndü. Şöför koltuğundaki adamın Tahir beyi gördüğümüzden beri yenemediği öfkesi elle tutulur hâle gelmişti adeta. Uçakla bu kadar hızlı yolculuk yapmamıştım ben herhalde.


Mercanlara varana kadar kimsenin ağzını bıçak açmadı. Benimde işime gelmişti açıkçası. Temcit pilavı gibi durup durup önüme Tahir meselesini açacak diye sıkıntı basmıştı. Araba ani bi frenle savrulup durunca bi gidip gelmiştim kapıya doğru. İçimden saydırdıklarıma bi ara vermem gerekiyordu yoksa dilime de döküleceklerdi zira.


Baktım ki Mercan bi şey demeden kuzu kuzu iniyor bende dakika bir gol bir başlamamak adına dilimin ucunu ısırıp indim. Bagajdan valizimde bir hışım çıkarılıp tak diye konuldu önüme. "Yavaş"


Tamam anladık Tahir beyle bir problemi vardı ama bu beni zerre ilgilendirmezdi. Bana böyle hart hurt davranmasına müsade edeceğimi ona düşündüren neydi bilmiyorum da bu tavırlarına susup kenara çekilecek değildim. Ters bakışlarına bende aynı şekilde karşılık verdim. Bende de geri vites olmadığını anlardı böyle.


"Kutay abiciğim teşekkür ederim." Mercanda aradaki gerilimi azaltmak adına yumoş yumoş davranmıyor muydu ona da bir tane vurasım geliyordu. Sanki ben yalvardım yakardım gel beni al diye. Pek âlâ kendim de taksiyle gelebilirdim bu yolu. Üstelik böyle başıma çalar gibi atılmazdı valizimde.


Nezaketten asla nasibini alamamış olacak ki yine bir baş selamıyla arabasını bağırta bağırta gitti. Günüm nezaket dersi vermeye çalışan ve nezaketten hiç anlamayan iki adam sayesinde bok oluyordu.


"Uyy benum sari şekerum gelmuş." Asiye teyzenin koştur koştur bize doğru gelmesiyle yüzümdeki nemrutluğu bir kenara bırakıp kendimi bana doğru koşan kadının kollarına attım.


Bütün çocukları esmer olduğundan benim sarılığım onun için çok değerliydi. Asiye teyzem kendisi sarışın bir kadın olmasına rağmen bütün çocukları esmer olduğundan bir sarı bebek özlemiyle tutuşmuş. Ancak tekne kazıntısı Merdan bile esmerdi. Biz Mercanla tanışıp arayı da ısıtınca annesini arayıp müjdelemişti ona bir sarı şeker bulduğunu. Beni ilk gördüğünde de asla bıkmadan sarı saçlarımı sevmişti. O zamanlar bu sevgi gösterileri bana fazla geldiği için ona da boka bakar gibi bakmış olmalıyım ki ilk anne azarını da o zaman yemiştim.


"Hasret bitti artık Asiyem. Turşumu kurmaya hazır mısın?" Asiye teyzem kendi evlatları da dahil hiç birimizi evlendirememenin acısını çok derin yaşıyordu. "Ne turşusu kiz? Bunlaru everemedum ya seni evereceğum alimallah."


Sarmaş dolaş yürüdük eve doğru. Asiye teyzeyle inatlaşmamayı öğreneli çok oldu


Öyle takıktı ki bu evlilik işine. Az darlamamıştı bizi. Konudan komşudan bulduğu içine sinen ne kadar damat adayı varsa hiç üşenmeden önümüze sermişti. Mercan annesini bana kaptırmanın kıskançlığıyla elindeki valizimle söylene söylene geliyordu arkamızdan.


Evleri yayladaydı. Herkesin iş yeri bu kadar merkezdeyken neden burada yaşadıklarını hiç anlamamakla birlikte burayı çok seviyordum. Mis gibi bir hava, yemyeşil doğa, her şeyin en doğalı vardı burada. Asiye teyzem de konşularıyla çok bağlı olduğundan kopamıyordu buradan. Mustafa amcayla zamanında kaçarak evlenmişler. Ne düğünleri olmuş ne adet gelenek göreneklere göre bir kına gecesi. Kaçıp evlendilet diye kaynanası kaçan geline bu bile çok deyip tenekeden iki bilezikle almış evine. Yani bunlar Asiye teyzemin anlattıkları. Zaten Mercan'ın anlattığına göre buralarda kaçmadan evlenenlerin sayısı kaçarak evlenenlere göre parmakla sayılacak kadar azmış. Bi ben mi kaçmuşum da iki tenekeye aldunuz beni diye hâlâ Mustafa amcanın başının etini yediği doğrudur. O sebepten kimi getirseler kabul edip kucak açacak gibiydi.


Eve girdiğimiz gibi etraftaki yemek kokularını duyunca daha çok sardım kolumu omzuna. O da elini belime atıp iyice yanaştırdı ikimizi. Biz eve girer girmez koşarak merdivenlerden inen Merdanla karşılaştık. Kendisi yıllardır platonik aşıktı bana. Tek sorun aramızdaki on yaş farktı. Ona göre bu da bir sorun teşkil etmiyormuş. Ne zaman istersem kıyarmış nikahı.


"Çiçeğim hoşgeldin." Hiç bu kadın benim ablamla yaşıt deyip abla sıfatını eklemedi adımın yanına. Bacak kadardı ilk tanıştığımızda. Ona rağmen beni ilk gördüğü günden beri benimle evlenmenin hayalini kuruyordu kendisi.


Hiç de kibar olmayacak şekilde yanağımdan makas alınca canımın acısıyla bir tane vurdum eline. "Şu eline koluna bir sahip çık Merdan. Bak dayak yiyeceksin gelir gelmez." Bu da ablası gibi iltifat almışcasına sırıttı yüzüme yüzüme. "Senin elin bana değecekse ben her şeye razıyım be Çiçek." Hiç ümidini kesmiyordu. Hiç.


"Abla diyecesun Merdan. Çiçek belki kiyamaz sana ama ben döverum." Annesinden aldığı ültimatom ile bir adım geri bastı. Çünkü herkes bilirdi ki Asiye Bertan'ın şakası olmazdı. Tersi pis bir kadındı kendisi. Kötü olmayı asla göze alamayacağınız cinsten.


Mercan valizi Merdan'a devredip bizimle birlikte mutfağa doğru yürüdü. Gördüklerim karşısında bir oha deyince Asiye teyzemin o alev ateş bakışlarıyla karşılaşmıştım. Nimete yapılan saygısızlığa da affı yoktu. Zaten onu affının olduğu şeyler bir elin beş parmağını geçmiyordu sanırım.


Aç gelmuşsundur onu da ye ha bunu da ye derken tıka basa doyurmuştu beni. Hayır akşam yemeğinde yine aynı muameleyi görmeyecek olsam yerdim de bunun bir de akşamı vardı. "Gitmak için acele etmeyesun Çiçek. Kendi ellerumle besleyeceğum seni. Şua bak kemiklerin sayılayi."


Bir de bu mesele vardı ki asla ama asla aksini kabul etmiyordu. Bilseydi ki ben bu formumu korumak için ne detoks suları içiyorum. İşte o sularda boğardı beni. "Asiye teyzem kalamam biliyorsun mehil müddetim bitmeden yerleşmem lazım."


Haşin bakışlım yine itiraz istemeyen bir numaralı bakışlarıyla anlattı söylemek istediklerini. "Yerleşecek deduğun çul çabuttur. Ha oni da Mercanla sokarsunuz dolaba. Terliği elima aldirma Çiçek."


Mercanın ben sana dedim bakışlarını gördüm. Kaşıyla gözüyle anlatıyordu her şeyi sağolsun. "Kaşin gözün oynamasin Mercan. De hayde nimetu oyun etmeyun."


Süt dökmüş kedi gibi önümüze dönüp tabaklarımıza ne konulduysa bitirdik. Ben zaten yurttan gelen bir alışkanlıkla tabağıma aldığım her şeyi bitiriyordum sonumu hiç düşünmeden. Mercan da annesinden korkusuna yedi. Dağıttıklarımızı da toplayıp mutfağı terk ettik. Yoksa Asiye teyzem ondan yemedun onu da ye diye sokardı boğazıma kadar.


Hiç şaşmayan bir karadeniz klasiğiyle Mustafa amca ve Mirsat abi bir müteahhit firması yönetiyorlardı. Ortakları da vardı ama ben onlarla hiç tanışamamıştım. Buraya her geldiğimde gezmekten fırsat kalmıyordu çünkü. Yağmurun yağmadığı her anı bu muhteşem doğa harikasını karış karış gezmeye adıyordum. Bir daha görmeyeceğim insanları da tanımasam da olurdu bence. Ama Asiye teyzem öyle düşünmüyordu elbette. Ortaklarının bir oğlu varmış. Aman çok efendu uşaktur işinde gücünde saygiludur diye diye methediyordu bana. Ben onun bana vermeye çalıştığı mesajı almamakta direnince bir süre sonra kendiliğinden vazgeçmişti.


Akşam yemeğine kadar beni sorguya çekmişti her şeyi ıncık gıncık bilmesine rağmen. Sevduğun var midur hiç beğenduğun da mi olmayi diye sıkıştırıp durmuştu beni. Yok kelimesinin onun lügatında bir karşılığı yoktu.


Sofrayı da el birliği ile kurmuştuk. Bu birlikte Merdan da vardı. Çünkü Asiye teyzemin asla çalışmayan adama tahammülü yoktu. Evde sofraya tabak taşımayan bir Allah'ın kuluna nefes aldırmazdı. Mirsat abiyi geçtim Mustafa amca bile en kötü iş yapmış gibi görünmek için ekmek sepetini götürürdü sofraya.


Kapı çalınca herkesi durdurup ben koştum kapıya. Gelenleri de en az gördüklerim kadar özlemiştim çünkü. Kapıyı açınca beni görmeyi beklemediklerinden önce bir şaşırdılar ama bana kollarını açan Mirsat abiye sığındım hemen. "Hoşgeldin anamın sarı şekeri."


Başımı kaldırıp gülen gözlerine aynı şekilde karşılık verdim bende. "Hoşbulduk Mirsat abi." Kızacağımı düşündüğünden saçlarımı karıştırıp ayrıldı benden. Kızmamıştım ama. Benim bu evin içinde nefes alan herhangi birine kızmamın imkanı yoktu. Aile nedir bilmediğim hayatımın miladıydı onlar. Kimdir kimlerdendir hırlı mıdır hırsız mıdır demeyip bağırlarına basmışlardı beni. İzmir'e Mercan'ı her görmeye geldiklerinde siz ailece vakit geçirin dediğimde azar işitirdim her birinden. İlk anne terliğinin tadına da o zaman bakmıştım tabi. Asiyemin nankörlüğe de affı yoktu. Ona göre benim kendimi onlardan ayrı tutmam büyük günahlardan biriydi ve bunun bedelini ödetmekten de asla geri durmazdı.


"Sari çiçek geldun mi sonunda?" Asiye teyzem ne kadar diktatörse Mustafa amcam da o kadar pamuktu. Böyle böyle dengeliyorlardı birbirlerini. "Geldim ya. Başınızın ağrımasına hazır mısınız Mustafa beyciğim?"


"Aman benu Asiyemle ters etmeyun." Manidar gülüşmemizi kimse anlamamıştı. Buradaki üç kişi dışında. Mercanla üniversite zamanımızda yine Mercan'ın eğlence anlayışı sayesinde karakola düşmüştük. O absürt yere gitmemiz çok normalmiş gibi Mercan'a asılan adamın kafasına bardak fırlatıp birazcık kaşını yardım diye ben suçlu olmuştum. Herifin yaptıklarında bir kusur yokmuş gibi bir de bizden şikayetçi olmuştu. Kimi arasak diye kara kara düşünürken Mercan babasını aramanın en doğru karar olduğunu düşündü. Şükür ki Mustafa amca birkaç tanıdık sayesinde bizi o nezarethaneden kurtarmıştı. O kara gün de Asiye teyzem olan biteni duymasın diye üçümüzün arasında bir sır olarak kalmıştı.


Mustafa amca hem enine hem boyuna bir adamdı maşallah. Asiyem ona iyi bakıyordu o da bunu inkar etmiyordu. Mustafa amcamın kanatlarının altında girmiştim içeri. Asiye teyzem hayde deyince elini yıkayan sofraya koştu. Özlemiştim. Çok özlemiştim. İnkar edemeyecek bu sevgi selinde boğulmaktan rahatsız olmayacak kadar çok özlemiştim.


"Ha o tabağu bitireceksun Çiçek. Daha tatlu yapmuş komşi. Oni da yiyecesun." Muhtemelen beni kocasıyla aynı kefeye koyuyordu. Zira ikimizin tabağına koyulanların aynı olmasının başka bşr açıklaması yoktu. "Asiye teyzem kıtlıktan çıkmadım ya ben. İzmirde de yemek vardı şükür."


Ha onlar ana yemeğumidur yiyecesun deduysam yiyecesun Çiçek diye diye ben tabağı yemiştim. O da beynimin etini. Yemekler yenildi herkes sofradan üç beş tabak taşıdı bizde Mercanla bulaşığı halletmiştik. Daha biz sofrayı taşımaya başladığımız an koyulmuştu çay ocağa. Çay sevdaları tartışmaya kapalıydı.


"Sen ne zaman başlıyorsun Mercan?"


Elindeki tabağı da bulaşık makinesine yerleştirip doğruldu. Evrak işlerini hallettiğini biliyordum ama başlayış tarihi belli olmuş muydu merak ettiğim oydu. "Üç gün sonra başlıyorum. Bakalım neresi olacak. Belki aynı birime verirler ikimizi."


Dudağımı büzdüm belirsizlikle. Ben henüz gidip yüz yüze görüşememiştim. Benim başlayış tarihime de daha on gün vardı zaten. En yakın sürede evime kavuşup biraz dinlenmek istiyordum. İzmirdeki hastane işleri evi devretmek derken koşturup durmuş asla istediğim kadar dinlenememiştim. Bu on gün ile ilgili tek hayalim kesintisiz uyumaktı. Böyle delice fikirlerim vardı ama onları burada gerçekleştiremezdim. Asiyem sabah namazından sonra uyumuyor kimseyi de uyutmuyordu.


Mercan tezgahı silerken bende çay bardaklarını hazırlayıp çayları doldurdum. Çay tepsisini de elime alıp içeriye doğru adımladım yavaş yavaş. En korktuğum şey olabilirdi bu sıcak çay taşıma işi. Bir demlik kaynar çay ile yanıp ikinci derece yanıkları olan o kadını gördüğümden beri bir tedirgin yaklaşıyordum bu işe ama Trabzonlu bir ailenin ayrık otu olmak istemediğim için katlanıyordum mecbur.


"Bu günlerude mi göreceğuduk? İstema gahveleruni dağuttuğunu da göstersun Rabbum." Herkes bir ağızdan amin deyince Mirsat abiye baktım ters ters. Hayır bu işler sırayla olmuyor muydu yahu. Bizim abimiz vardı daha önümüzde. "Mirsat abicim seninde tuzlu kahveler içtiğini gösterir mi Rabbum?"


Boğazına dizdiğim sıcak çayla haşlamıştım adamı. E haketmişti ama. Durduk yere çıkarmıyordum dikenlerimi. O da Asiye teyzemin yanında bilerek yapıyordu. Uzaktan yeterince evlilikle darlanmamışım gibi buraya geldik sil baştan başlıyordu bu mevzu.


"Sari şekerum haklidur. Sağa bi kiz buldum Mirsat. Onunla da görüşmezsan sütümü sana haramdur." İşler nasıl güzel tersine dönmüştü ama. Bu defa çayını keyifle höpürdeten taraf bendim. Mirsat abi elindeki bardağı sehpaya bırakıp önce bana sonra Asiye teyzeme döndü. "Anam sen ne bunun gazına geliyorsun? Hem sen kaynana olmak için daha gençsin."


Asiyem elindeki çay bardağını tabağına tak diye koydu. Hep birlikte nefes dahi almadan bekliyorduk olacakları. "Sen benum yaşuma karuşma Mirsat. Bu eve gelun lazimdur uşak lazimdur. Ha bu bubanın mezarda ters dönesica anasi bile benim yaşumdan genç idi biz evlenduğumuzda."


Olan Mustafa amcanın rahmetli anasına olmuştu yine. Asiye teyzemin bu hayatta affetmediği ve affedemeyeceği tek insan kaynanasıydı. Ben tanışma şerefine nail olamamıştım hiç. Anlatılanlara göre de gerçekten mezarında ters dönecek bir kadınmış.


"Konu benum anama ne ara geldu. Durduk yere rahmetlinin ardundan boyle konuşman yakuşuk almaz Asiye." Olmamıştı. Bu hiç olmamıştı. Mustafa amca dışında hepimiz olmadığının farkındaydık ama o bir anlık gaflet ile affı olmayan bir hata yapmıştı. Dönüşü olmayan bir yola girmişti kendi diliyle.


"Senun anana hiç Rabbum rahmet eder mu Mustafa? Senun anan şeytanun sol bacağu idu. Olanı bitenu ne çabuk unuttin? Benim hatırımdan hiç çıkmayi. O koca karinin ettikleruni ben unutmayim Mustafa. Sen ha bu koltikta yat bu gece da bi ananu düşun." Ve bombayı salonun ortasına bırakıp gitmişti Asiye teyzem. Gülmemek için kendimizi zor tutuyorduk resmen. E Asiyemin sözünün üstüne söz de söylenmiyordu. Mercanla yüzümüzü eğip boş bardakları toplamaya başladık. Mustafa amca da bu gece anasını düşünecekti mecbur.


Son bardakları da makinaya koyup sesimizi çıkarmadan Mercanın odasına çıktık. Buraya her geldiğimde olduğu gibi yer yatağımız hazırdı. Mercan yatağını iyice cam kenarına itelemiş ikimiz için yere mis gibi beyaz sabun kokan yer yatağımızı yapmıştı. Beyaz sabuna olan zaafımı da hiç unutmuyordu canım merom.


Sırayla banyodaki işlerimizi halledip pijamalarımızı giydik. Eskiden yaptığımız gibi birbirimizin saçlarını taradık. Mercan'ın saçının taranmasına ihtiyacı yoktu belki ama benim boşluğumu yüzüme vurmadan doldurmak için yıllar evvel teklif etmişti bunu bana. O günden beri de her birlikte kaldığımız gün birbirimizin saçını taradık.


Herkes kendi tarafına geçip yatınca Mercan çenesi hiç durmadığından sürekli bir şeyler anlatıyordu. Birden aklıma gelenle gözlerimi açıp başımı ondan tarafa çevirdim. "Mercan hani bugün beni birlikte almaya gelen adam var ya."


Mercan da başını bans çevirip merakla yüzüme bakıyordu. Normalde kimsenin hayatına karışmayan hiç bir şeyi sormayıp merak etmeyen biri olduğumdan ona neyi sormaya çalıştığımı merak ediyordu elbette. Hmm diye cevap verdi bana. Araya bir şey sokup kaynatmak istememişti.


"Tahir beyle birbirlerini görünce neden öyle bir tepki verdiler?" Gerçekten metak etmiştim. Sonuçta adam her ne sebepten olursa olsun Tahir beye olan öfkesini bizden çıkarmaya çalışmıştı adeta.


Mercan yerinde doğrulup yastığını da düzeltti. Sırtını yastığına yaslayıp ellerini kucağında birleştirdi. "İki ailenin arasında yıllardır süre gelen bir çatışma var zaten. Dedelerden geliyor. Beş yıl önce filandı sanırım. Seher diye bir kız vardı. Bu kızı hem Tahir abiye hem Kutay abiye istiyorlar. Aslında kızın istendiğinden ikisininde haberi yok. Ailelerin iş güzarlığı işte. Sonra bu Seheri Kutay abiye verdiler. E Seher'in de Tahir abi de gönlü varmış sanırım ona haber gönderiyor ben seni istiyorum diye. Tahir abi de Seheri kaçırıyor düğüne az bir zaman kala. Beş yıldır yoktu ortalıkta ikisi de. Tahir abi dönmüş demek ki."


Ay insanlar bir de aşk-ı memnuya laf ediyordu. En azından orada tasvip etmesek de sadece bihterle behlülün aşkı vardı. Bunlarda kimin eli kimin cebinde belli değildi yahu. "Seherle Tahir bey evlendi o zaman. Kutay da aşk acısı mı çekiyor. Bundan dolayı mı öyle baktılar birbirlerine? "


Mercan aklıns gelenle gülmeye başladı. Başını da olumsuz anlamda ikiye sallıyordu. Neye bu kadar gülmüştü bir de ben anlasaydım. " Yok be çiçeğim. Kutay abinin Seher gitti diye bir zil çalıp oynamadığı kaldı. Bir kere tamam dedim dönemem diye evleniyordu garip. Ama bütün Trabzon da duydu tabi Seher'in Tahir abiye kaçtığını adamın gururu kırıldı. Ondan öyle köpürdü bugün de."


E adam haklıydı yerden göğe kadar. Ben olsam bu kadar sakin bile kalamazdım sanırım. "Tahir bey Seheri de getirecek mi acaba buraya? O zaman daha çok karışmasın ortalık."


Bu defa ilkine nazaran daha çok güldü dediğime. Noluyorsun Mercan bana da anlat bende güleyim diyordum ama o nefes almadan gülmeyi tercih ediyordu. Kahkahası yavaş yavaş sakinleyince bir nefeslendi.


"Ay bu Seher Tahir abiyle de evlenmedi ki. Burdan kaçıp gittikten sonra Hasan diye başka bir adamla evlenmiş."


Yepisyeni bölümünüzle karşınızdayız efenim 🌼


Beni takip etmeyi yıldıza dokunmayı ve yorum yapmayı unutmayın ❤


Yeni bölüm içinde bekleyin anacım.❤


Loading...
0%