
Bundan çok değil altı ay önce bir ocak başında kahve yaparken yaprak gibi titreyeceksin deseler güler geçerdim. Hayat insana olmaz, ben onu yapmam dediği her şeyi yaptırıyordu. Üstelik bu kahveyi hayatıma aldığım, hayatımı adadığım adama yapıyordum.
Kutay bile bu kahveyi tuzlu içmeye gönüllüyken ben etrafımdaki onca ısrara kanmayıp orta şekerli yapmıştım. Yeterince kaçmıştı ağzımızın tadı, en çok da Kutay'ın. Tam da bu sebepten fazlasına hiç gerek yoktu. Üzerimdeki beyaz elbisenin hakkını vermek için elimden geleni yapacaktım bu akşam. Yepyeni bir sayfa açıyorduk sevdiğim adamla. Elbisem gibi geleceğimiz de bembeyaz olsun istiyordum.
Günler öyle hızlı geçmişti ki yetişememiştim bu tempoya. Kimi seviyorsam yanımdaydı. Ayşegül bile gelmişti. Bir de Doğan abi ve Süha bey vardı. Yalnızca ikisini kabul edebilmiştim. Fazlasını ne kabul edecek tahammülüm vardı ne de ufak bir pürüz çıkacak diye takatim. Kutay ve ailesi bir kez daha benim bu çarpık aile hayatım sebebiyle tatsızlık yaşamayacaktı.
Cezvenin içindeki kahve yükselmeye başlayınca Kutay için ayırdığım fincana dikkatlice doldurdum. Mutfaktaki herkes bir tarafa koştururken dan diye açılan kapı ile hepimiz yerimizde sıçradık. Mirsat abi kolunun altına sakladığı şişeyi içeriye girdikyen sonra gizleme gereksinimi duymadan çıkardı ortalığa.
"Abi hayır ya." Beni kolumdan tutup kenara çektiğinde bir el atsınlar diye etrafıma baktım nafile bir çabayla. Tek bir dostumuz kalmamıştı sanırım. Ayşem bile abisine ihanetin kucağına düşmekten geri durmuyordu.
İçerisine su doldurduğum kahve yanı bardağını alıp lavabonun içine bıraktı. Bardağın yenisini alıp elindeki şişeden rakı doldurdu.
"Sen çok konuşma. Ben o iti yeterince süründüremedim. Ama bu demek değil ki öyle bedavaya kız vereceğiz." Şişenin kapağını kapatıp yakalanmadan dolabın birine sakladı. Yeniden aynı şişeyle çıkıp yakalanmak yürek isterdi tabi. Asiyem damadını sarhoş edecek diye etini kemiğinden ayırırdı Mirsat abinin.
"Yavrum sen şimdi bu tepsiyi hiç renk vermeden götür koy Kutay efendinin önüne." Bir de omzumu pışpışlamıyormuydu nasihat verir gibi. Gözlerimi devirsemde tepsiyi elime aldım. Mercan benden önce çıkıp elindeki koca tepsiyle büyük bir başarı örneği gösterip sırayla kahveleri dağıtmaya başladı. Kız onca kahveyi tek bir damla dökmeden dağıtıyordu, bense bir fincanı Kutay'ın üzerine boca edecektim şimdi.
Hafif eğilip titreyen ellerimle küçük tepsiyi Kutay'ın önündeki sehpaya bıraktım. Herkesin içinde bana böyle bakmasa olmuyordu sanki. Yeterince gergin değilmişim gibi bir de bu bakışları alabora ediyordu beni.
Tepsiyi bırakıp yanındaki sandalyeye oturduğumda kafamı kaldırıp kimseye bakamadım. Uğultu gibi geliyordu konuşmalar kulağıma. Bedenen buradaydım da ruhum başka alemlerde geziyordu sanki.
Kutay fincana uzanıp ilk yudumunu aldığında beklediğini bulamayınca yandan bir bakış attı bana. Neydi bu tuzlu kahve isteği hiç anlamıyordum yani. İstiyordum işte ben Kutay'ı. Ne diye öyle saçma şeyler içirip ağzının tadını bozayım.
Kahvesi bittiğinde fincanı yerine bırakıp diğer bardağa uzandığında nefesimi tuttum. Sanki bardağı dudaklarına yaklaştırdığında o anason kokusunu almayacak mıydı?
Ne tepki verecek diye merak ettiğimden utancımı bir kenara bırakıp Kutay'a çevirdim bakışlarını. Bardak yaklaştıkça nefes alışlarım da düzensizleşiyordu. Kokuyu aldığında bir kaşı havaya kalktı. Önce bana sonra Mirsat abiye baktı. Konunun müsebbinin o olduğunu hemende anlamıştı. Bardağı dudaklarına yanaştırıp tek yudumda içti. Yüzü dahi buruşmamıştı. Bu defa Mirsat abiye baktım göz ucuyla sanki beklediği buymuş gibi yarım ağız gülüyordu o da.
"Ellerine sağlık güzelim." Son bardakda tepsideki yerini alınca arkasına yaslandı. Şimdi omuzlarımız birbirine değiyordu. Sanki hiç birbirimize dokunmamışız gibi heyecanlanmam olacak iş değildi. Daha bir kaç gün önce nefeslenmiştik alacağımız tek nefes oymuş gibi.
Yusuf amca kahvesini bitirdiğinde arkasına yaslandı. Bir boğaz temizleme sonrası Mustafa amcaya döndü.
"Yıllardır hem işimin hem aşımın ortağısın Mustafa. Rabbim bize bugünleri de görmeyi nasip etti çok şükür. İstemek olmuş adı ancak ben emanet istiyorum senden. Önce Allah'a sonra Kutay'a emanet edecek misin Çiçeği?" Mustafa amca Asiyeme baktı anlamadığım bir huzursuzlukla. Yerinde huzursuzca kıpırdanıp Süha beye baktığında yaşadığı ikilem anlamsız gelmişti bana. Tabikide ondan isteyeceklerdi beni. Mustafa amcaya soracaklardı veriyor musun diye aksi mümkün değildi.
Asiyem gerginliğini almak ister gibi elini kocasınım dizine koyup hafifçe sıktı. Mustafa amca beklediği buymuş gibi bana çevirdi bakışlarını. Onu rahatlatmak için gülümseyip bir kez açıp kapattım gözlerimi.
Her baba kızın yaşayacağı o duygusal anı yaşıyorduk sanırım. Mercan'ı isteseler aynı duygu yoğunluğunu yaşardı eminim ki. Onun gözlerindeki o doluluk anında bana sirayet etti. Ağlamamak için dişlerimi dudaklarıma geçirip gözlerimi kırpıştırdım.
"Çiçeğun gönlun var midur?" Konuşsam kesin ağlardım bu sebepten sessizce başımı sallamakla yetindim. Mustafa amcam elini karısının elinin üzerine koydu.
"Ben sevdum, anama rağmen da aldum Yusuf. Evlatlarumda sevduğunu alsun isterum. Benum sari şekerum Kutay'a gönluni vermuşsa bağa ancak ardunda durup alunu süruye süruye evumdan çikarmak kalur. Allah utandurmasun." Herkes birden ayaklanınca bende kalktım oturduğum yerden. Kutay cebinden çıkardığı kadife kutuyu babasına uzatınca içinde ne olduğunu anlamıştım. Pislik herif öyle ansızın yakalıyordu ki şu ortamda bana mı sordun da yüzük aldın diye cırlayamıyordum bile.
Yalnızca ailelerimiz vardı ama yinede ufak bir kalabalık oluşturmuştuk. Bir kaç kişiyi çekeliyerek yanımıza yaklaşan Mirsat abi ikimizin duyacağı şekilde yangından mal mı kaçırıyorsun it herif diye hırladı. Kutay ise bunu zerre kadar umursamadan müsamere çocuğu gibi üzerini düzeltip elini kaldırdı. Baktı ki ben olayın şokuyla salak salak bakınıyorum dirseğiyle beni dürtüp elini gösterdi çenesiyle. Titreyen elimi zor bela kaldırdığımda ölecek gibiydim. Adam evlilik kararı gibi nişana da kendisi karar vermişti.
Yusuf amca kutuyu açtığında bir el kurdele uzattı omzumun üzerinden. Şüphesiz bu el Ayşem'e aitti. Düzen kurulmuştu canım. Ayşem de alışmıştı nasılsa ihanete. Önce abisi, sonra ben.
Kutudan çıkartılan zarif iki altansa geçiriliverdi kurdele. Benim yüzüğümü Yusuf amca Kutay'ınkini de Mustafa amca taktı. Zarif bir seçimdi doğrusu. Kutay kendisinden beklenmeyecek ince bir alyans tercih etmişti. Oysaki ondan ay nalı gibi bir şey beklerdim. Öyle kıskançtı ki yüzüğün üzerine okunacak büyüklükte Kutay bile yazdırabilirdi ancak hiç birini yapmamıştı. Gayet kibar naif ince bir yüzüktü. Tam benim isteyebileceğim gibi...
Mustafa amca kendisine uzatılan makası boğazını temizleyip Süha beye uzattı. Öyle de kibardı işte. Eminim ki beni pndan istediler diye huzursuz olup üzülmüştü. Süha bey buradayken Yusuf amcanın onu muhattap alması huzursuz etmişti.
Kurdeleyi bile kesecek yakınlığımız yoktu bana göre ama ambiyans bozulmasın diye sesimi çıkarmadım. Ben sesimi çıkarmıyorum diye Kutay hoş karşılıyor değildi. Ne dediğini duyamasam da homur homur homurdanıyordu yanı başımda. Kurdelede kesilimce sırayla tebrikleri kabul edip herkesle sarıldık. Sonrası tam bir curcunaydı. Az önce gerilip duran bizler değilmişiz gibi herkes kendi içinde sohbete dalmıştı. Öyle samimi, öyle aile gibiydik ki kasıntı bir akşam olmasındansa böylesi benim için çok daha iyiydi.
Kutay da sanki yanından kalksam kaybolacakmışım gibi her yerimden kalkma teşebbüsümü baltalıyordu. Otur otur canım çıkmıştı burada. Gözü de yüzümde Mirsat abiye dönük olsada ilgisi hep benim üzerimdeydi. Mirsat abiyle konuşurken bile yüzüğümdeki kurdeleyle oynuyordu. Her kalkmaya çalıştığımda da bu kurdele ile çekeleyip oturtuyordu beni.
İş ile ilgili öyle derin konuşuyorlardı ki kurdelenin yüzükteki düğümünü çözdüğümü fark etmedi. Yerimden kalktığımda yeniden kurdeleyi çekti ama bu defa istediği gibi sonuçlanmamıştı. Boşa düşen kurdele onda kalırken ben sonunda yerimden kalkmayı başarmıştım. Bana kalkmayan bakışları elindeki kurdelenin ucunda oyalandı. Sanırım yüzüğü çıkardığımı düşünüp orada bir yüzük aradı ama biz bu yüzüğü kolay takmamıştık ki ha deyince çıkartalım. Bakışlarını bana kaldırdığında omuzlarımı silkeleyip zafer gülüşü attım. Ona nazlanan halime gülümseyip gözünü kırptığında içimdeki kanguru kendini hatırlatmaya gelmişti boğazıma doğru.
Kimseye bakmadan pıtı pıtı salondan çıktığımda dış kapının sesini duydum. Sanırım bu gürültüde kimse fark etmemişti. Aklımda hâlâ Kutay'ın arsızlıkları varken yüzümdeki gülümsemeyi durduramadan kapıyı açtım.
Yemin etmişlerdi. Karşımdaki bu insanlar bana her güzel anımı zehir etmeye yemin etmişlerdi, başka bir açıklaması olamazdı bu durumun. İstemediğimi söyelememe rağmen buradaki varlıklarını hiç bir gerekçe açıklayamazdı.
Yüzümde donup kalan gülümsem onları da huzursuz etmişti. İstenmediklerini bilmek ayrıydı ama görmek daha çok canlarını sıkmıştı sanırım.
"Hayırlı olsun."
"Olacak"
"Anlamadım."
"İzin verirseniz olacak diyorum." Sanki kapıma ben getirtmiştim bir de tavırlı tavırlı konuşuyordu Hakan efendi.
"Bu gece burada olmak bizimde hakkımızdı Çiçek." Sakin kalmak için fazlasıyla zorluyordum kendimi ama başarılı olamayacaktım sanırım. Ellerim önüme düşen saçlarıma daldırıp geriye doğru iteledim. Biraz olsun ferahlamaktı amacım.
"Size bu hakkı kim verdi pardon?" Benden böyle bir çıkış beklemiyorlardı tabi. Bugüne kadar söylediklerine ağlayan bir Çiçek görmüşlerdi hep. Karşılarında hakkı hukuku sorgulayacak bir Çiçek bulmak hoşlarına gitmemişti.
"Çiçek-"
"Oya hanım! Bu geceyi de mahvetmenize, sevdiğim adamla arama girmenize müsade etmeyeceğim. Lütfen. Lütfen gidin." Bir hemcinsime kırıcı bir şey söylemek asla benim yapacağım bir ley değildi. Özellikle bir anneyi üzecek tek kelime etmek istemezdim ama onlar üzülmesin derken ben çok üzülmüştüm. Yetmiyormuş gibi sevdiğim adamı da üzmüştüm.
Elimi kapıya koyup kapatma girişiminde bulunduğumda Hakam ayağını uzattı tam araya.
"Annem neyü mahvetmiş de sen böyle konuşuyorsum Çiçek?" Aradaki ayağına rağmen kapının kapanmayacağını zerre umursamadan bir kez daha zorladım. Kararlı olduğumu anlayıp gitsin istiyordum. Kutay çıkıp gelecek bunları burada görecek diye aklım gidiyordu.
Salondan sesler gelmeye başladığında kafamı arkama çevirip salonun kapısını kontrol ettim.
"Hakan bey. Bakın hâlâ bey diyorum. Beni daha fazla zorlamayın." Elini kapıya doğru uzatıp açmak için zorladığında böyle bir hamleyi beklemediğimden geriye doğru savruldum. Ayağımdaki Mecran'ın giymem için zorladığı ayakkabılar dengemi korumama asla yardımcı olmuyordu.
Düşecek gibi olduğum anda koluma dolanan el beni yere düşmekten kurtardı. Belimden tutup dengemi sağladığında hiç bakıp yanımdaki adamı görmek istemedim.
"Kutay-"
"Sen dur yavrum." Beni belimdeki ellerinin yardımıyla arkasına doğru alıp bütün gece üzerinden çıkarmadığı ceketini düzeltti. Dengede olduğumu anladığında da ellerini üzerimden çekip ceketini arkaya doğru savurdu. Ellerini bu defa kendi beline yerleştirdi.
"Hayırdır birader? Sen cami duvarıyla mı karıştırdın burayı?" Cami duvarı ne alakaydı şimdi? Hakan da benim gibi anlamamıştı sanırım Kutay'ın ne demek istediğini. Boş boş bakıyordu.
"Diyorum ki eceline mi susadın? Benim olana elini uzatacak dahası ona zarar verecek adamın o duvara işemek fantazisi olmalı." Oya hanım gerginliği tırmanacağını anlamış olacak ki oğlunu gitmek için ikna etme çabalarına girmişti. Çok haklıydı gitseler iyi olacak gibiydi. Zira söz konusu ben olduğumda Kutay'ın bir durak noktası yoktu.
"Biz bu geceye neden davet edilmedik Kutay bey? Babam içeride, abim içeride bizi dışarıda bırakacak sebep ne?"
"Keyfimin kahyası."
"Ne?"
"Ulan sen kimsin de bana hesap soruyorsun sen? Bir yerin olsa kapının dışında değil içinde olurdun. Hatrını sayacağımız adam olsan baş köşede misafir ederdik seni." Kutay gittikçe yükselen öfkesini asla dizginleyebilecek gibi değildi. Koluna uzamdığımda benden önce davranıp üzerindeki ceketi çıkarttı. Bende koluna yapışmak için uzandığım ceket ile kalakaldım.
"Düzgün konuş Kutay."
"Konuşmazsam ne olur birader?" Gömleğinin kollarını katlamaya başladığında ceketi arkama fırlatıp bu defa kolunu yakalamayı başardım. Aybı dakikalarda o da Hakan'ın yakasına yapıştı. "Ama sen önce şeyi anlat bana it herif. Sen Çiçeği nasıl ittin?" Sesindeki o ruhsuz ton dizlerimi titretiyordu.
"Kutay yapma. Yalvarırım-" Daha cümlemi tamamlayamadan ateş saçan gözleri bana döndü.
"Sus. Biri yalvaracaksa o da bu döl israfı." Hakan da Kutay'a atılınca attığım çığlık ev halkının koşturmasına sebep oldu. Bu ana kadar ne ses yüksekliği olmuştu. Ne de bir hır gür. Şimdi burun buruna gelen bu iki adam birbirlerine zarar vermeden nasıl ayrılacaktı.?
"Oya?"
"Hakan!?"
Süha bey ve Doğan abinin sesi aynı anda yankılandı koridorda. Burada olmalarını onlarda beklemiyor olacaklar ki şokla bakıyorlardı diğer aile fertlerine.
"Hakan! Çabuk bırak Kutay'ı." Hakan adeta bir boğa gibi hırlayıp elini indirdi Kutay'ın yakasından. E Kutay'ı kim ikna edecekti şimdi? Bir kez araya girmeye çalışıp ateşi daha da körüklemiştim ben.
Yanımıza yaklaşan beden Kutay'ın omzuna elini koyup dikkatini kendisine çekti. Bu cesareti gösterebilecek bir tek Yusuf amca vardı.
"Kutay yapma oğlum." Kutay deliye dönmüş bakışlarını Hakan'ın gözlerinden ayırmadan bakıyordu.
Yusuf amca bir kez da hadi dedi oğluna. Kutay bu defa hırsla itti Hakan'ı.
"Biz bu muameleyi hakedecek ne yaptık Çiçek?." Hakan'ın hedefi yeniden ben olunca Kutay bir adım atıp önüme dikildi. Bir dağ gibi...
"Bana bakacaksın Hakan. Benimle konuşacaksın." Dişlerini sıkarak konuşması Hakan'ı zerre kadar etkilemişe benzemiyordu. Gevşek gevşek güldü karşısında.
"Kim olarak birader?" Birader kelimesini öyle bir söylemişti ki Kutay deliye dönüp her an burnuna kafasını geçirecek gibiydi.
Kutay bir kaç derin nefes alıp eliyle burun kemerini sıktı. Sonra anlamadığım bir anda elini Hakan'ın omzuna vura vura konuştu.
"Her şeyi olarak birader. Yeri gelir babası olurum, yeri gelir abisi ama Hakan en önemlisi de ne biliyor musun?" Çok kısa bir an başını omzunun üzerinden bana çevirdi. Kaybolup gitmek istedim gözlerinde. Hakan'a ruhsuz bakan gözler bana hazineymişim gibi bakıyordu.
"Yakında, çok yakında da kocası olacağım."
Ay noluyor ya 🌼🤣
Bir durun kardeşim kalp bu da dayanmıyor 🌼🌺
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |