
"Çiçek, iyi misin kardeşim?" Kafamın içinde dönüp duran bir öpüşme sahnesi vardı, nasıl iyi olmazdım ki. Tahir bey ve Mercan'ın hangi şartlarda bir araya geldiğini ve öpüşecek kadar neden yakınlaştıklarını asla anlayamıyordum. Hayâl aleminde bile yan yana düşünemiyordum.
"Çiçek kızdın mı? Tamam haklısın, ne desen haklısın. Ben utancımdan ölecek gibiyim zaten." Az önce gelinlikle üzerinde durduğum platforma kendini burakıverdiğinde kendime geldim. Ellerini saçlarının arasına daldırıp çekiştirdi bir kaç kez, sonrasında saçlarını tarar gibi yapıp duruşunu düzeltti. Bir felakete bakar gibi bakıyordu bana. Ne söyleyeceğime, nasıl tepki vereceğime asla karar veremiyordum.
"Nasıl oldu Mercan?" Saçımı kulağımın arkasına sıkıştırıp tam önüne dizlerimin üzerine çöktüm. "Yani sen abi diyordun bu adama, hoş hâlâ öyle diyorsun. Bir araya nasıl geldiğinizi, öpüşecek kadar nasıl yakınlaştığınızı merak ediyorum." Elimi yanağına uzatıp göz altlarındaki yorgunluğu alabilecekmişim gibi varla yok arası bir temas ile dokundum. "Seni yargılamak, suçlu çıkarmak gibi bir derdim yok ama nasıl oldu kardeşim?" Sanki benden bunları duymayı bekliyormuş gibi sabırsızca dökülen yaşları görmek içimde bir yerlerde hakimiyet kuramadığım huzursuz bir his peydah etti.
Omuzlarımdan kendime doğru çekip sıkıca sardım kardeşimi. Kalbi kuş gibi atıyordu sanki avuçlarımda. Eminim dışarıda bizi bekliyorlardı, buradan her çıkmadığımız dakika içeriye ansızın birinin girmesi demekti. Özellikle Asiyem'i kimse tutamazdı içine bir kurt düştüğünde. Kendimi geriye çekip ellerimi yanaklarına yasladım. Gözüme bakmamak için elinden geleni yapıyordu. Hâlâ mı be Mercan diye haykırmak istiyordum yüzüne.
"Yani biz bir kaç kez karşılaştık Tahir abi-" diye devam edecekken ona da saçma gelmiş olmalı ki bitirmedi cümlesini. Yutkunup devam etti olması gerektiği gibi. "Tahirle karşılaştık. Onunda aklında böyle bir şey yoktu bence. Hastane yaylaya uzak biliyorsun. Mesaiden çıktığım bir gün beni yolda görünce durdu. Başta yok dedim ama havada yağacak gibi olunca bindim mecbur. Yokuşu tırmanırken arabası arızalandı. Kendisi uğraştı ama çözülecek gibi değildi sorun. Yoldan geçen birinden yardım isteyelim diye bekledik, e gelen yok giden yok. Annem desen durmadan arıyor eve geç kaldım çünkü. Açıp Tahir'in yanında olduğumu da söyleyemedim. Biliyorsun canıma okur. Çekici çağırdı zaten ne olduysa o ara oldu." Bir gözlerimde bir ellerinde gezdirdiği bakışları ne kadar zorlandığını anlatıyordu bana. Yerinde kıvranıp durması beni bu kadar huzursuz ederken canım kardeşim kim bilir neler hissediyordu.
"Sonra ben yürüyerek gitmek gibi saçma bir fikirle kendimi arabadan attım." Gerçekten mi Mercan diye dalga geçmemek için kendimi zor tutuyordum. Onca yolu yürüyerek gelmek saatlerini alırdı yahu.
"Bakma öyle, şimdi anlatırken bana da dünyanın en saçma fikri gibi geliyor ama o an için öyle değildi işte. Annem ya da abim benim Tahir'in yanında olduğumu duyması bir felaket olurdu. Anlıyorsun beni değil mi?" Anlıyordum ne yazık ki. Yalnız bunu değil Kutay'dan çekinmesini de anlıyordum. Bana bakarken hissettiği o vicdan azabını da anlıyordum.
Ellerini kucağında birleştirip durgunlaştı hali. İçimi böyle burkmasa olmuyor muydu?
"Sonra işte onun beni ikna etmeye çalıştığı benim delirmiş gibi gideceğim diye tutturmalarıma dönüştü. Bir baktım ikimiz deli gibi tartışıyoruz. Onunla görünmek istemediğimi mi anladı yoksa yalnız kalışımızdan rahatsız olduğumu mu düşündü bilmiyorum ama o hengamede fazla yaklaşmışız birbirimize. Ben ya susayım diye ya da durayım diye birden öptü beni." Fısıltıyla söylediği halde o sesindeki heyecanı hissediyordum. Belki aklında hiç yoktu böyle bir şey ama yine de bu durum etkilenmesine engel olamamıştı belli ki.
"Ne hissediyorsun peki?"
"Çiçek. Ben bilmiyorum. Yani Tahir düne kadar abi dediğim bir adamdı bir de üzerine Kutay abiyle durumlarını biliyor-"
"Bırak şimdi Kutay'ı. Sen ne hissettin seni öptüğünde?" Anlık olarak kovrılan dudakları yanlış bir şey yaparken yakalanmış gibi eski halini aldı hemen.
Tam bana cevap verecekken Asiye teyzemin sesini duyduk dışarıdan. Niye çikmayi bunlar diye söylenmeye başlamıştı. Mercan'dan uzaklaşıp perdenin ucuna geldim hızlıca. Yalnızca kafamı dışarıya çıkartıp bir etrafa bakındım. Bile isteye beklettik diye de kendimi bir kötü hissettim. Ancak Mercan bekleyemezdi daha fazla. Bu konuyu konuşup bitirmemiz lazımdı bir an önce.
"Asiye teyzem siz şu diğer alınacakları halletseniz, biz Mercan'la bir yete uğrayıp geleceğiz." Bütün sevimliliğimi kullanıp ikna etmek içinde elimden geleni yaptım. Karşımızda Asiye sultan vardı işte o da hemen ikna edilebilecek kadar kolay değildi.
"Düğune ne kaldu Çiçek. Ne işuymuş ha o?" Göz açıp kapayıncaya kadar düşünecek vaktim vardı yalnızca.
"Özel." diye çırpındım yerimde. Şimdi ne özeli dese cevabım yoktu ki sevgili kayınvalidem yetişti imdadıma.
"Kizlar iç dış bir şey bakacaktur Asiye. Senlen benlen mi gitsunlar." Şimdi akıllarından geçen iç dışın ne olduğunu asla tahmin etmek istemiyordum. Utancımdan yerin dibine girmeyi göze almıştım. Bu Mercan benim hakkımı zor öderdi.
Ayşem kıs kıs gülerek en önden çıktı mağazadan. Sultan annem de Asiyem'i koluna takıp sürükledi yanında. Her ne kadar giyeceğim geceliği, sütyeni düşünmelerini istemezdim ama yapacak bir şey yoktu.
Herkesin gittiğine ikna olunca kafamı içeriye sokup Mercan'a döndüm. Zavallım o kadar dünyadan bir haberdi ki bomboş bakıyordu etrafa. Üzerimi düzeltip çantamı da alınca Mercan'ı kaldırdım çöktüğü yerden. Kabinden çıkartıp yardımcı olan kızlara teşekkür ettim. Etrafa dikkatlice bakıp sessiz konuşabileceğimiz bir yer aradı gözlerim.
Kurbanlık koyun gibi yanımda sürüdüğüm arkadaşım itiraz dahi edemiyordu. O kadar kabullenmişti başına gelecekleri. Biraz yürüdükten sonra ilerideki sakin bankları görünce hedefe kilitlenip hızlandırdım ikimizide.
Yan yana oturduğumuzda bu kızı dövmek istiyordum. Çok büyük bir günah işlemiş gibi oluşu deli ediyordu beni. Tahir'e aşık bile olsa yargılamazdım ki ben onu, kimsenin bir şey demesine de müsade etmezdim. Gönül kimi seveceğini seçemiyordu sonuçta. Hem Tahir bey yargılanıp da beraat almıştı kafalarımızdaki mahkemelerde. Çözüm yolu yanlış olabilirdi ama amacı art niyetli değildi sonuçta.
"Mercan'ım böyle durma be. Ne var yani öpüştüyseniz. Anlık bir yükselme olmuş olabilir. Ne bileyim hormonlarınız sizi ele geçirmiş olabilir. Sonunda ölüm yok ya. Madem birilerinin duymasından çekiniyorsun bizimle mezara gider bu sır. Tahir bey de öyle ona buna anlatacak bir adam değil ki. Eminim o da anlayışla karşılayacaktır durumu. Öyle değil mi güzelim?"
"Değil."
"Nasıl değil?" Ne olsun istiyordu bu kız? Ah bir de ne istediğini anlasaydım hayat daha kolay olacaktı.
Çantasının fermuarıyla oynayıp duran parmakları sinirimi bozmaya başlamıştı artık. Çantasını kucağından çekip rik dik baktım suratına.
"Ikınıp sıkınıp durma. Söyle artık şu derdini."
"Tahir."
"Ne olmuş Tahir'e?"
"Tahir sanki namusuna leke sürmüşüm gibi davranıyor Çiçek." Ağzım açık kalmıştı söylediklediklerine. Tamam alelade bir şey diyemezdik öpüşmek için ama namus meselesi haline gelecek bir şey de değildi bence. Hem sanki Mercan mı onu öpmüştü canım.
Konuyu daha iyi anlayanilmek adına işitme problemlerim olduğunu düşünüp biraz daha kaydım bankta. İyice dibine girip yanaklarından yüzüme çevirdim yüzünü.
"Sen şu işi bir düzgün anlat bana artık. Ne dedi sana? Bak geçiştirip durma beni ne dediyse olduğu gibi söyle." Yanaklarındaki ellerimi yüzünden indirip o da bana yanaştı sanki sır verecek gibi.
"El değmemiş dudaklarımın büyüsünü bozdun bedelini ödemen lazım dedi."
"Ne!" Sesim kontrolüm dışında yüksek çıktığı içim bir fiske vurdu koluma.
"Biraz daha bağır Çiçek." Bana vurduğu elini tutup öptüm hemen. Ay aklıma gelen başıma mı geliyordu yoksa. Tahir bey Mercan'a mı yürüyordu acaba?
"Mercan"
"Hmm"
"Kız bu Tahir bey sana yürüyor olabilir mi?" Daha cümlem bitemeden ok gibi sapladı bakışlarını yüzüme. Ne yani bu aklına gelmemiş miydi?
"Sakın bana ben bu ihtimali düşünmedim deme." Ellerini saçlarına daldırıp düzeltti bir kaç kez. Dudaklarını kopartacak gibi ısırıp durmaya devam ederse bir tane ağzına vurmak zorunda kalacaktım.
"Mercan, hani belki bu adam sana bir şeyler hissediyor olabilir mi? Bu da bir ihtimal biliyorsun değil mi?" Elimi omzuna sarıp yakınlığımı hissettirmek istedim. Yalnız olmadığını, yanında olduğumu hissetsin istedim. Kardeşim yeterince yalnız ve çaresiz kalmıştı zaten.
"Gel eve gidelim artık. Sen biraz dinlen, söylediklerimi bir düşün. Sonra yeniden konuşalım olur mu?" Başını salladığında yerimizden kalkıp bir taksi bulmak için çaba harcadık. Yol boyıncada eve gidince dikkat çekecek şeyler yapmaması için uyarıp durdum. Biliyorum ki Asiyem biraz bile olsa şüphelense peşimizi bırakmazdı.
Ben önde Mercan arkamda eve girdiğimizde yüzümüzdeki hiç bir şey olmadı maskelerimizi takındık. Şükürki belli etmiyordul ikimizde.
"Bir şey almadunuz mu?" Asiye teyzemin sorusuyla ne alacağımızı düşündüm. Almamız gereken bir şey vardı da biz mi unutmuştuk?
"Kizum don mon bir şey alacaktunuz ya? Ne etmeye gittunuz siz?" Bir bana bir Mercan'a bakan o şüpheli gözler açık arıyordu. Sonra aklıma gelenlerle ne almadığımızı hatırladım.
"Ha sen onu diyorsun Asiye teyzem. Baktık da bedenini tutturamadık. Bende biraz bunaldım bu ara koşturmaktan. Mercan'la dolaşalım kafamız dağılsın dedik." Bu ara ne kadar yorulduğumu bildiği için sesini çıkarmadı ama tam olarakta inanmamıştı bence.
"E hayde elunuzu yikayup gelun, sofra hazur." Aldığımız direktifle koştur koştur elimizi yıkayıp mutfakta aldık soluğu. Yemek yendikten sonra ortalığı toparlayıp odaya çıktık. Yalanı doğruyu bilmem ama ben gerçekten çok yorulmuştum. Kutay'ın da bugün hiç sesi çıkmamıştı. Başka zaman olsa beni aramadı diye bir bozulurdum ama onunda düğün için uğraştığını bildiğimden sesimi çıkarmadım.
Üzerimdekilerden kurtulup pijamalarımı giyerken Mercan duşa gireceğim deyip çıktı odadan. Ne bornozunu almıştı ne kıyafetlerini. Elinde telefonla yıkanmaya gidiyor oluşu çok mantıklı gelmese de üzerine düşmedim. Bir nefes almaya ihtiyacı vardı. Kendisini kötü hissetmesi en son isteyeceğim şey bile olmazdı.
Elimde telefonla Kutay'ı bir arayıp aramamakta kararsız kalmıştım. Aman benim kocam olacaktı sonuçta. Darlıyorsam da darlıyordum yani, kime ne. Tam arayacakken tıklatılan kapıyla telefonu yatağın üzerine bırakıp kapıya adımladım. Mercan olamayacağına göre Asiyem de kapıyı çalmazdı sağolsun. Geriye aklıma gelen ihtimaller çok sıbırlıyken kapıyı araladığımda ne görmeyi bekledim bilmiyorum ama kucağında kocam bir kutuyla kapımda dikileb müstakbel kocamı beklemiyordum.
"Kutay!" Şaşkınlıktan kapıdan çekilip kafamı içeriye bile almadığım için o kendine yer açarak girmeyi tercih etmişti. İçeriye girdiğinde benim alıklığım sebebiyle ayağının ucuyla da açık olan kapıyı kapattı.
"Nereden çıktın sen?" Ayşegül resmen travmamdı. Yine de vazgeçmiyordum bu sorudan.
Kutay elindeki kutuyu yere bırakıp doğrulduğunda ellerini belinin iki yanına koyup nefeslendi. Üzerime doğru attığı birkaç adım ile dibimde bitmişti. Kollarını omuzlarıma sarıp beni tarlalarım ile kavuşturdu. Bu huzuru yaşamayı ne kadar özlediğimi şimdi daha iyi anlıyordum.
"Dediler ki Çiçek kına yakmadan gelin oluyor, bende gerekeni yaptım yavrum." Başımı kaldırıp doğrudan yüzüne baktığımda yanlış anladığımı düşündüm önce. Ya da öyle olsun istemiştim. Kına istemediğimi defalarca söylemiş olmama rağmen niyeydi ki bu ısrar. Zaten şuradan ne kadar uzaklıktaki eve gelin gidiyordum ki. Şimdi gereksiz bir duygusallık yaşanacaktı, ağlayanları gördükçe sinirlerim bozulacaktı. Ne gerek vardı ki tüm bunlara?
Elimden tutup kutunun yanına yaklaştırdı ikimizi. İçini açıp ne görecektim merak ediyordum açıkçası.
"Her şey eksiksiz olmalı yavrum. Gelinliğini istediğin gibi seçip beni delirtecek her şeyi göze aldığını tahmin ettiğim için bindallı işini kendi zevkime bıraktım." Ay bir de bindallı diyordu yahu. Düğün bile gereksiz geliyorken ne kınasıydı Allah aşkına.
Kutunun kapağına Kutay'dan önce uzanıp kaldırdığımda gördüklerimi görmemeyi tercih ederdim. Bana kırmızı bindallı almıştı..
Kırmızı...
Alev ateş bir renkti belki çok da yakışırdı bana ancak bunu bilemeyecektik ne yazık ki. Ben kırmızı giymezdim. Her şeye okeydim, kınaya bile. Kırmızı olmazdı.
Sanki kapağı hiç açmamış, içindekileri hiç görmemiş gibi geri kapattım. "Olmaz Kutay. Kırmızı giymem." Yüzündeki allak bullak hali beni de üzmüştü. Hem gördüğüm renge bulanmıştı beynim hem de Kutay karartmıştı yüreğimi.
"Yavrum neden? Hayır bir açıp baksan beğenmesen anlayacağım da gözünün ucuyla bile bakmadınki." Bakamazdım. Başkasında görünce bile daralıyorken elime alıp ayrıntılarına bakamazdım bir de.
"Kınaya filan gerek yok Kutay. Boşuna zaman kaybı." Elimle kutunun ucunu gösterip devam ettim. "Giymem ben bunu." Yanımdan bir hırsla uzanıp kutuyu açtığında bu kadarıyla sınırlı kalacak zannetmiştim. Söz konusu Kutay ise yaşanacak her şeye hazır olmak gerekiyordu.
Bindallıyı nazikçe kutusundan çıkardığında elinde bir bomda taşıyor olsa bu kadar gerilmezdim. Ne zamanki elindekini üzerime yaklaştırmaya niyet etti kendimi geri çektim. Hareketlerime de boş bakışlarıma da anlam veremiyordu. Gözlerinde kırgınlıktan anlıyordum. Anlıyordum da kimsenin hatırı için giyemezdim bunu.
"Ne oluyor Çiçek sana? Günün yorgunluğundan, düğün tarihinin yaklaşmasından diyeceğim ama odaya ilk girdiğimde böyle değildin." Tek kaşı havada yalansız dolansız bir açıklama beklediğinde ne diyeceğimi bilemedim. Gözlerim bir Kutayda bir bindallıda olunca elindekini kutudan çıkarışının aksine sertçe soktu yerine.
"Biri seni kızdıracak bir şey mi söyledi. Annem mi ya da Ayşem? He güzelim. Yoksa o Hakan iti mi karşına çıktı?"
"Hayır Kutay. Kimse bir şey demedi."
"E demedi de ne bu halin Çiçek? Yok kına istemem yok bindallı giymem. Ulan hani benim neye hevesim varsa olacaktı. Seni bu bindallıyla kınalanmış görmek istiyorum ben." Ne dese haklıydı, ona bu hakkı ben vermiştim. Ne istiyorsan o olsun demiştim ancak bindallı giymemi isteyeceği aklıma gelmezdi ki. Hele ki kırmızı olması.
Öfkesi harlanmasın diye küçük küçük yanaştım yanına. Kolundan tutup yatağın ucuna oturtuverdim ikimizi. O benim diğer yarımdı. Her şeyi bilmeli beni belki de biraz olsun anlamalıydı. Başımı omzuna yasladığımda önce gerilir gibi olsada sonra huzurla açtı bana kollarını.
"Yuvada bazen hayırseverlerin aldığı oyuncaklar, kıyafetler, tatlılar dağıtılırdı." Yuvadan bahsetmem onu da üzmüş olacakki omuzları düşüverdi hemen. "Yaşım beş yada altıydı sanırım bayram öncesi elbise dağıttılar bize. Çok uzaktan kırmızı bir elbise gördüm Kutay. Küçük çiçeklerle süslenmişti üst tarafı. Etekleri uçuş uçuş, nasıl güzel. Çok istedim o elbiseyi. Sanki benim olursa bayramda ziyaretimize gelen aileler beni evlerine götürmek isterler diye düşünmüştüm. Kendimi beğendirip bir aile edinecektim aklımca. Öyle kısa bir anda karar verdim ki anlayamazsın. Elbise bana bir aile verecekti her şey tamamdı kafamda. Benden bir kaç sıra önceki başka bir kıza verdiler elbiseyi." Hiç sırası değildi ama akıp giden o tek yaşı durduramadım.
"Çok ağladım, çok bağırdım ama o kız baba elbiseyi vermeye yanaşmadı. E hangi birimizin nazını çeksinler orada. Susturmak için elime başka bir elbise tutuşturup yatakhaneye şutladılar beni. Bütün bayramı yatarak geçirdim. Yemekhaneye bile herkesten önce gidip hızlı hızlı yiyordum yemeğimi. Gelen hiç bir ziyaretçiye çıkmadım." Burnumu beni deli eden kokunun kaynağına yanaştırıp derince bir iç çektim. Buradasın Çiçek. Yuvada değil artık kendi yuvandasın. Bunu kabul etmem için defalarca kez tekrar etmem gerekti. Sonra beni asıl kırmızı renkten soğutan nedenler döküldü dudaklarımdan.
"O kırmızı elbiseyi alan kız bir sonraki bayramda yuvada değildi. O bayram ziyarete gelen bir aile çok uğraşıp almıştı o kızı. İşte ben kırmızıdan öyle vazgeçtim anlayacağın." Boyun girintisindeki yüzümü parmak uçlarıyla kaldırdı. Çok ağlamamıştım ama burnumun ucu, gözlerimin içi kızarmıştı eminimki. Uzun uzun yüzümü izledi önce, sonra dudaklarıma kısa ama etkili bir öpücük bıraktı.
"Aklındakileri unut gitsin güzelim. O kırmızıyı giy sonra benim ol. Senin ailen olmak için sabırsızlanan bu adam bırak da kırmızının kör talihini değiştirsin."
Yıldıza dokunalım lütfen.
Bir de yorumlar diyorum.
Final için hazır mıyız?
Bir sonraki bölümde düğünümüz var. Bir de kavuşma 🙈
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |