@eliptikbisiklet
|
Üç gündür içim içimi yiyordu. Bu Seherin evlendiği Hasan benim çarpıştığım Hasan olabilir mi diye düşünmekten beynimi yakacaktım artık. E bu Seher hadi diyelim başka bir adama gönlünü verip Tahir'i de bırakıp gitti. Tahir bey o adamı yanında tutar mıydı? Bir de bu Hasan Tahir beye abi diyordu. Yok yok o Hasan bu Hasan olamazdı. Bananeyse kendi kendime dert ediniyordum. Aslında benim asıl dert edindiğim bazı şeyleri Mercandan saklamış olmaktı. Ben başta farklı yakıştırmalar yapıp beni kızdırmasın diye anlatmamıştım ama böyle de olunca huzursuz etmişti bu konu beni. Bugün Mercan başlayış yapacak olunca bende merkeze gelmiştim onunla. Bu üç gün Asiye teyzemin gazını almaya yetmişti. Mirsat abi Mercan'ı işe yetiştirecek olunca beni kapıdan evime bırakıp gitmişlerdi. Eve adımımı attığımdan beri temizlik yapıyordum. Bir kaç gündür gelinmeyince evin havası değişsin diye üstün körü bir şeyler yapayım diye başladığım temizlikte şu an cam siliyordum. Camı son kez kurulayıp eserime baktım gururla. Yapıyorduk bu sporu. Her şey istedişim gibi gidiyordu şükür. Evim küçücüktü tam istediğim gibi. Bir yatak odası bir de amerikan mutfaklı bir salonu vardı. Ama en sevdiğim yer şüphesiz oturma odasından çıktığım balkondu. Bu kadar küçük bir eve göre mükemmel sayılacak bir balkonum vardı. Oraya da bir oturma alanı yapmayı kafama koymuştum. Hatta temizlik işini baya ilerlettiğimi düşünüp ani bir kararla yatak odasındaki valizime koştum. Üstümdeki temizlik yaptığım kıyafetleri çıkarıp yazlık bir elbise giydim. Ayakkabılarımı giyip girişteki askıdan da çantamı kaptığım gibi kendimi dışarı attım. Ev hem hastaneye hem merkezi yerlere oldukça yakındı. Bilhassa böyle olsun istemiştim çünkü sürekli birilerinden yardım istemek hiç benlik değildi. Mirsat abi sabah beni eve bırakırken uzak sayılamayacak bir mesafede bir mobilya mağazası görmüştüm. Etrafı inceleyerek yürüdüm yolu. Mağazaya gelince balkonuma sığabileceğini düşündüğüm takımları inceledim. Para pul olmuştu gerçekten. Yalnız yaşayan bir kadın olmama rağmen zevkime göre değil de elimdeki paraya göre bir şeyler bakacaktım artık. "Ne baktun?" Başımı çevirip yaşlı bir amcanın bana doğru geldiğini gördüm. Hep mi aksi olurdu bu adamlar yahu. Hiç şaşırtmıyorlardı. Sanki parasıyla almayacaktım da üste para verecekti. "Ben bu balkon takımlarına bakıyorum. Şu gri olanı çok beğendim. Fiyatı nedir amca?" Ellerini belinde bağlayıp adımladı bana doğru. "Altı bindur. Sehpasuni da istersan beş yüz de ona verecesun." Elimi koltuğun minderinde gezdirdim yavaş yavaş. Sanki çok anlıyormuş gibi sağına soluna da baktım. Mirsat abiyle mi gelseydim acaba diye düşündüm bir an. Tamam maaşımızla geçiniyorduk da bir balkon takımına da bu kadar vermezdim ben. Ellerimi elbisemin eteklerine sürüp tatlı tatlı gülümsedim nemrut suratlı amcaya. "Ben yeni taşındım buraya amcacığım. Biraz yardımcı olamaz mısın? İkimiz ortada buluşsak olmaz mı?" Hiç sevimli değildi. Hiç. Biraz bile yunuşamadı tatlı olmaya çalışan halime. Kaşlarını kaldırıp indirdi. Ellerini bir an bile vicdanına koymuyordu bence. Ne o dediğinden vazgeçti ne de ben. Yaklaşık yirmi dakikadır inatlaşıyorduk balkon takımının başında. Ben beş bin olsun diyordum o altı binden bir kuruş inmiyordu. Birbirimizi de ikna edemiyorduk. İkimizde inada bindirmiştik artık bu işi. Etraftaki diğer esnaflar bile sesimize toplanmıştı buraya. "Buralarda inatlaşmaman gerektiğini söylemediler mi sana Çiçek?" Zaten kan beynime sıçramış bir hışım döndüm arkamı. Nezaket yoksunu da gelmişti işte. İnsan bir der ki bu kızcağız yeni geldi bir yardımcı olalım ama yok destek değil de köstek olmaya ant içmişti bu insan irisi. Daha o önüme tak diye koyulan valizi unutmamıştım ben. Bir de böyle yaparak hepten düşman ediyordu beni kendine. "Ne demek istediğini anlayamadım Kutay?" Adını biliyor olmama mı şarşırdı kinayeli konuşmamı bilmiyorum ama çoğu kadını bile kıskandıracak güzellikte bir kavisi olan kaşının birini havalandırdı. Havanın sıcağından takımın ceketini çıkarıp kolunda tutuyordu emaneten. Beyaz gömlek de yakışmıştı şimdi yalan yok. Serseri bir havası vardı dışarıdan bakılınca. İşten çıkmış gibi değil de okuldan kaçmış gibi duruyordu daha çok. Bir kaç adımla yanımıza yaklaştı. Ceketindeki olmayan tozları silkeleyip beni hiç umruna takmıyormuş gibi davrandı. "Karadenizde diyorum kimseyle inatlaşmaman gerektiğini bilmiyor musun?" Şimdi alay eder gibi bakma sırası bendeydi. Hayır ne sanıyordu ki onlar karadenizli deyip vazgeçeceğimi mi? "Uşak doğru deyi. İnad etma. Alacaksan fiyatu budur." Koltuğu okşayıp duran ellerimi göğsümün altında bağladım. Bir Kutay'a bir huysuz ihtiyara baktım ters ters. Omuzlarımı silkip kollarımı çözdüm. Kulpu dirseğime düşen çantamı omzuma çıkardım. Parmağımı uzatıp önce ihtıyarı sonra Kutay'ı gösterdim. "Sizin sarı inadından haberiniz var mı peki? Şu sözü hiç duydunuz mu? Sarıların sarı inadı olur derler bizim oralarda. Artık sen satmıyor değilsin ben almıyorum bey amca. Siz ve biz biraz uzak kalıyoruz mesafe olarak da o sebepten haberiniz yok. Aydındaki topuklu efeyi hiç duymamışsınız belli. Biz egeli kadınlar her birimiz birer topuklu efeyiz. Bilin istedim." Saçlarımı savura savura çıktım o dükkandan. Yol boyu bir sürü mobilyacı dükkanı vardı. Her birine girip fiyat sordum, ürünlerini inceledim. Şükür ki o huysuz ihtiyar gibi değildi hiç biri. Kararsız kalınca bir çay ocağına oturup soğuk bir limonata istedim. Küfretmişim gibi suratıma bakan garsonu saymazsak şu an için her şey sorunsuz ilerliyordu. Mercan'ı arayıp ilk iş gününün nasıl geçtiğini sordum. Sesi çok heyecanlıydı. Acil servise verilmiş bundan da mutluydu. O mutluysa bende mutluydum. İnsanların uzaylı görmüş gibi bakmalarına aldırmadan içtim limonatamı. Karşımdaki tabure çekilince başımı kaldırdım. Zerre kadar utanmadan gelip karşıma oturuyordu bir de. "Topuklu efeyi dinlemeye geldim. Anlat bakalım kimdir bu topuklu efe?" Pantolonunun paçalarını dizlerinden çekiştirip iyice yerleşti yerine. Benim bile zar zor sığdığım taburede o çok komik görünüyordu. Bardağımı aramızdaki sehpaya bırakıp yerimde dikeldim. "Kendin de araştırıp öğrenebilirdin gayette. Seni arkamdan buraya kadar getiren yalnızca topuklu efe mi? Benim rüzgarıma kapılmış olmayasın?" Öyle bir güldü ki dediklerime durmadan hareket eden adem elmasına istemeden de olsa gözüm kayıyordu. "Egenin havası karadeniz gibi değildir Kutay bey. Tatlı tatlı eser bir meltem. Çarpıldığını bile anlayamazsın. Benden sana tavsiye dikkat et kendine." Ellerini kemerinin üstüne koyup nefeslendi biraz. Hayır bu kadar komik ne söylemiş olabilirdim yani. Peşimden koştur koştur buraya gelen oydu işte. "Seninle hoş sohbet edemeyeceğimize göre bana müsade. Daha almam gereken bir balkon takımım var." Limonatanın parasını cüzdanımdan çıkarıp masaya bıraktım. Eteğimi düzelterek kalktım yerimden. Bir daha dönüp yüzüne bakmadım geldiğim yolu geri yürümeye başladım. En aklıma yatan mobilyacıya girip beni çok zora sokmayacak bir takım almayı koymuştum kafaya. Dükkanları geze geze yürürken bir sürü yöresel ürün de almıştım. Mercandan alışık olunca az çok hakimdim tatlarına. Beni neyin beklediğini biliyordum yani. Pazarlığa açık olduğunu düşündüğüm mobilya mağazasına girip yeniden baktım takımlara. Dükkan sahibinin kızı da hemşirelik okuyormuş Ankarada. Hemşire olduğumu duyunca bana bir güzellik yapmıştı. Ödemeyi de yapınca bir kaç güne teslim alacak olmanın sözünü alıp evime dönmek için çıktım. Markete uğrayıp evdeki eksikleri tamamlamaya çalıştım. Ben geleceğim diye bir çok alışveriş yapmış Asiye teyzemle Mercan. Görünce nasıl da ısınıvermişti yüreğim. Neyi nasıl seviyorsam öyle almış yerleştirmişler. Yine de eksik vardı işte. Elim kolum dolu zor yürüyordum ama bir şey de kalmamıştı eve kadar. "Hemşire maaşlarının bu kadar iyi olduğunu bilmiyordum." Bende senin bu ısrarının sebebini bilmiyorum be Kutay. Adamı orda öyle bırakıp kalkmamışım gibi arkamdan gelmiş bir de. Ters bakışlarımdan zerre etkilenmeden elimdeki poşetleri aldı. Hayır evimin adresini biliyormuş gibi önden önden de gidiyordu. Hiç sesimi çıkarmadan yürüdüm peşinden. O ağır poşetleri taşıp dursun dedim ama demekle kaldım. Bu kadar doğru gidiyor olması şans olabilir miydi? Evimin adresini biliyordu. Lanet olsun ki gerçekten evimin adresini biliyordu. Nereden bildiği konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Ama bu işin altında bir kasıt ararsam bu adamın biraz canını sıkacaktım artık. Apartmanın önüne gelince başıyla apartman kapısını işaret etti. Sanki onu dinlemek zorundaymışım gibi kendimi ona itaat ederken bulmuştum. Kapıyı açıp kenara çekildim geçebilmesi için. Asansöre binip dairenin kapısına gelince bu sefer ondan bir işaret beklemeden açtım kapıyı. Ayakkabılarımı çıkarıp alelacele girdim içeri. Elindeki poşetleri hiç bırakmadan bir ayağını diğerinin arkasına basarak çıkardı ayakkabılarını. Poşetleri direkt mutfak masasının üzerine bıraktı. Dairenin kapısını kapatınca bir aydınlanma geldi bana. Ben bu adamı ikinci kez görüyordum yahu. Şartsız şurtsuz evime almam hiç doğru değildi. Belki zararı dokunacak biri değildi ama benim hakkımda ne düşünürdü. Avucumdaki anahtarı sıkıp arkamı döndüm. "Sen benim evimin yerini nereden biliyorsun?" Aklım başıma yeni yeni geliyordu. Ve ben bu dalgın Çiçek'ten hiç hoşlanmamıştım. Her daim tetikte durmalıydım ki kimsenin beni gafil avlamasına izin vermeyeyim. Hiç ona sitem etmiyormuşum gibi rahat rahat yayıldı koltuğuma. "Çay olsa iyi olurdu ama şimdi onu beklemeyelim. Sen bana bir sade kahve yapar mısın? Kahvemi içerken ben sana evinin yerini nasıl bildiğimi anlatırım. Sende belki bana topuklu efeyi anlatırsın?" Ne gözlerimi devirmeme ne de ona olan bok gibi bakışlarıma aldırmadı. Her zaman gelip bende kahve içermiş rahatlığı vardı üstünde. E baktım ki kahvesini içmeden gitmeyecek içsin de bir an önce gitsin diye hızlı hızlı yaptım kahveyi. Onu tanıdığımdan beri o kadar çok kızdırmıştı ki beni. Bir ara çok küçücük bir an kahvesine tükürmeyi düşündüm. Sonra Asiye teyzemin nimetle oyun olmaz sözleri geldi kulağıma. Tövbe estağfurullah çeke çeke götürdüm kahvesini. Kendime de bir soğuk su doldurdum. Havanın sıcağı çok bunlatıcıydı bugün. Konuşmasını beklemiyormuşum gibi rahat rahat içmiyor muydu o kahveyi deliriyordum. Fincanı elinden aldığım gibi o kaynar kahveyi boğazından aşağı dökmeme az kalmıştı. Sonra aklıma hipokrat geldi, Florence Nightingale geldi. Ettiğimiz yeminler olmaz olasıca meslek etiği. Kendi kendini yaksa bile bir bakmam gerekirken bile isteye ben yaksam meslekten men olur muydun acaba? "Eee Kutay söyle artık. Nereden biliyorsun sen benim evimi?" Fincanı tabağa koyup sehpaya bıraktı. Ben dökeyim diye hayaller kurarken kendi kendine mi dökmüştü acaba. Ağzı demirden miydi bu adamın? Yoksa bu kadar çabuk içip bitirmesinin başka bir açıklaması yoktu bence. "Ziyade olsun. Eline sağlık." Tam karşısındaki berjere oturup onun aksina yudum yudum içtim suyumu. Onun hızına karşı benim yavaşlığımda onu sinir etmeye yetmişti ziyadesiyle. "Mercanla Asiye ablayı getirmiştim bir gün. O gün Mercan söylemişti senin evin olduğunu." İnsan bir kere geldiği yeri nasıl unutmazdı ki. Ben bile kaybolmamak adına yalnızca düz cadde üstünde dolaşıp gelmiştim. "Evimin adresini" elimdeki bardağı sehpaya bıratım. "Bu kadar aklında tutmuş olman" geriye yaslanıp sağ bacağımı da sol bacağımın üstüne attım. "Sence de biraz fazla değil mi?" Bacaklarımın hareketiyle elbisem biraz yukarı sıyrılmıştı ama benim rahatsız olacağım seviyede değildi. Bundan daha kısalarını da giyiyordum çünkü. Kutay açılan bacağıma baktı çok kısa bir an. Hatta direk yüzüne bakıyor olmasam belki yakalayamazdım bile bakışlarını. Boğazını temizleyip gözlerini kaçırdığına göre benimle aynı fikirde değildi. O zaman o gözlerine sahip çıkacaktı. Benlik bir sorun yoktu. "Öyle olsun mu isterdin?" "Ne münasebet." "Münasebetini sen bileceksin artık. Ama sorunun cevabı hayır ne yazık ki. Görsel hafızam çok iyi. Bir kez gördüğüm birini ya da bir yeri kolaylıkla unutmuyorum." Şimdi dönüp o zaman beni de evimi de o kadar detaylı incelemişsin demek vardı ama iş sidik yarıştırmaya gitsin istemediğimden sessiz kaldım. Kutay hiç rahatsızlık duymadan etrafı inceledi. Bende onu. Hemde bunu hiç saklamadan yapıyordum. O da bunun gayet farkındaydı. Yoksa bu yarım ağız gülen suratının koltuklarımı beğendiği için bu hale geldiğini düşünmüyordum. Etrafı incelemeyi bırakıp bana döndürdü bakışlarını. Kollarını da geriye doğru açıp koltuğun sırt kısmına yasladı. "Eee anlat bakalım şu topuklu efeyi." Anlatmadan gitmeyeceğinden emin olmuştum artık. Sanki devlet meselesiydi de böyle uzatıp duruyordu."Aydın belediye başkanı duymuşsundur belki. Aydın halkı verdi o ismi ona. Her türlü pis işin döndüğü bırak kadını çocuğu erkeklerin bile rahatlıkla gezemediği bir sokağı bütün tehditlere rağmen kaldırdı. Kadına tabut göndermişler ya inanabiliyor musun? Topuklu efem ne yapmış? Ben buna sığmam deyip geri göndermiş. Çok fazla tehdit ve saldırı girişimine maruz kaldı ama geri adım atmadı asla. İşte orada başlıyor topuklu efenin hikayesi. Yani sözün kısası size göre karadenizlilerin yıkılmaz bir laz damarı vardır ama bizimde her şeye rağmen geri adım atmayan bir inadımız var." Ben anlattıkça değişik bir parıltı geçti gözlerinden. Tanıştığımız süre boyunca yaptığı ipe sapa gelmez hareketleri olmasa bunu hayranlık olarak tanımlayabilirdim. Ama Kutay'ın bana hayranlıkla bakmayacağını bilecek kadar da şuurum yerindeydi şükür. Anlattımlarımdan sonra pek bir şey söylemedi. Evi yerleştirmede yardıma ihtiyacım olup olmadığını sordu. Her işimi kendi kendine yapabilme kabiliyetine sahip olalı çok oluyordu. Sarı saçlı mavi gözlü olunca barbie zannetmişti galiba beni. Ama her işimin üstesinden gelirdim ben evelallah. "Kahve için teşekkür ederim. Gurur haline getirme yapabileceğim bir şey olursa istemekten çekinme. Ben kalkayım artık. Ustaları görüp zorla şantiyeye götürmeye gelmiştim. Günü burada öldürdüm sayende." Ellerini dizlerine vurup kalkınca bende onunla birlikte ayaklandım. Sanki ben kolundan sürükleyip getirmiştim buraya bunu. Bir havalar da geziyordu da alırdık havasını nasılsa. "Hafif esen bir meltemde savrulmak üzere gibisiniz Kutay bey haberiniz olsun. Sonra uyarmadı demeyin" Alay ederek söylediklerimden zerre rahatsızlık duymadı. Ceketini üzerine geçirip ellerini saçlarının arasına daldırıp el yordamıyla düzeltti. Elini kapının kulpuna koyup yalnızca başıyla bana doğru döndü. "Sen benim fırtınalarımda savrulmaktan şikayet etmeyeceksen. Hafif meltemin başım gözüm üstüne." Tam o anda asla yapmaması gereken bir şey yaptı. Yok hayır öpmedi. Zaten öpecek öpüşülecek bir mevzu da yoktu ortada. Birbirimizle dalga geçiyorduk öylesine. Yani ben dalga geçiyordum. Kutay zaten en başından beri değişik bir havada olan adamın tekiydi. Kapının kulpunu indirdi ve biz şoktan kendini kaybetmek üzere olan Mercanla karşılaşmıştık. Kutayım da Kutayım ❤ Kutay'a da merhaba diyelim lütfen. ❤ |
0% |