@eliptikbisiklet
|
Evime geldiğim ilk gün kapıyı yabancı bir erkeğin açacağını düşünmemiştim. Hele Kutay'ın açacağını asla düşünmemiştim. Mercan da benimle aynı fikirde olmalı ki bomboş gözlerle bir bana bir Kutay'a bakmıştı. Kapıda geçirdiği şoktan sonra bağırıp çağırıp bizi bütün apartmana reklam etmesin diye kolundan tuttuğum gibi içeri çektim onu. Kutay acelesi olduğunu söyleyip çok durmadan Mercan'ı bana bırakıp gitmişti. "Mercan iyi misin benim güzel kardeşim. Artık korkmaya başlıyorum. Bir şey söylemeyecek misin?" Uçan inek görmüş gibi davranıyordu adeta. Tamam biz yan yana gelmesi mümkün bir denklem değildik de bu kadar da tepki vermeye gerek var mıydı? "Kutay abinin neden burada olduğuyla ilgili beni tatmin edecek bir şey söyle." Ne desem tatmin olur diye bir düşündüm. Adam tesisatçı da değildi ki musluk bozuldu onu yaptırdım desem. Neresinden tutsam elimde kalacak gibiydi. Benim sessizliğimi hayra yormadığı da halinden belli oluyordu. "Adama bir de kahve mi yaptın?" O kahve fincanını bu şaşkınlıkla nasıl fark etti bilmiyorum ama çok doğru yerden ilerliyordu. Ve ben bu ilerleyişin tedirginliğini asla yaşamak istemesem de yaşıyordum galiba. "Ay Çiçek şükürler olsun mu? Birileri kabuğunu kırabilmeyi başarıyor mu yoksa? Müzmin bekarlığın son mu buluyor?" Yok deve. Sanki adamla beni koyun koyuna basmış gibi konuşuyordu ya Kutay'ı haşlayamamıştım ama Mercan'ı haşlayacaktım galiba. Sehpanın üstündeki fincanı elime alıp mutfak tezgahına fırlatmak istemem normal miydi acaba? "Saçma sapan konuşma. Ben alışverişe çıkmıştım. Kutay'la marketin önünde karşılaştık. Elim kolum da dolu olunca yardım etti. Kahve de teşekkür mahiyetinde işte." Bu fıldır fıştır dönen gözlerini oyup eline verecektim şimdi. "Kutay yani." E adamın adı buydu ya. Murtaza mı deseydim. Ne anlamsız cünleler kuruyordu bu kız böyle. Yerimden kalkıp fincanı gerçekten elime aldım. Lavabonun içine koyup bi su tuttum sonra yıkamak zor olmasın diye. "Kutay'a Kutay dememin neresi seni bu kadar etkiledi anlayamadım. Beni bir aydınlatmak ister misin?" Bir şok dalgasıyla benim savurup oturttuğum koltuktan kalkıp yanıma geldi o da. Ben hiç umruma takmadan aldıklarımı yerleştiriyordum. "Yavrum bu adam abimle yaşıt ya hani. Ben abi diyorum sen benim abime abi diyorsun. Ama Kutay abiye Kutay diyorsun." Sanırsın atomu parçalıyordu şu an. Öyle bir ciddiyetle anlatıyordu bu durumu. "Kaç yaşında ne bileyim ben Mercan. Bir daha karşılaşırsak abi derim merak etme." Ağzının içinde cık cıklayıp elimdeki poşeti aldığı gibi masanın üstüne geri koydu. Hayır ne istiyordu şu an benden. Tamam benim içinde garip bir durumdu da Mercan abartıyordu artık. "Yok yok abi deme artık. Bakarsın lazım olur." Ters ters bakıp elimden aldığı poşeti karıştırmaya başladım yeniden. Sanki bu konudaki hassasiyetimi bilmiyormuş gibi konuşuyordu bir de. Bir an hiç bitmeyecekmiş gibi gelse de Mercan'ın beni darlamaları bitince birlikte yiyecek bir şeyler hazırlayıp günlük hayatımıza dönebildik şükür. Bütün akşam bana hastaneyi anlattı. Benim özel hastane tecrübem olmayınca onu çok anlayamıyordum o zamanlar ama Mercan çok çekmişti o dönemlerde. Şimdi de cennete kavuşmuş gibiydi. Sırf beni yalnız bırakmamak için yanımda kaldığını bildiğimden bir yanım hep buruktu ona karşı. Aynı mesleğin mensubuyduk ama benim sahip olduğum sosyal hakların o yakınından bile geçemiyordu. Aldığı maaş da anca Mercanın gezip tozmasına yetiyordu. Ailesinin onu maddi olarak da desteklediğini benden gizleyebildiğini düşünüyordu ama benimde az buçuk bir matematik bilgim vardı elbet. İnsan bir de oldukça hoyrat yaşayınca haydan gelen huya gidiyordu. Geç oldu gitme burda kal desemde Mirsat abi almaya geldiğinde onunla döndü evine. İnsanoğlu çok çabuk alışıyordu rahata, kalabalığa. Her şeyden çok yemek masasındaki sayının birden fazla olması bile bir nimetti bana göre. Yeni bir ev yeni bir şehir ister istemez ilk yalnız gecemde biraz tedirgin etmişti beni. Sabaha kadar dönüp durmuş en son sabah ezanları okunurken uyuyakalmıştım. Uyku ile uyanıklık arasında durmadan çalan telefonuma el yordamı ile uzandım. "Evet?" "Ha bu saate kadar uykuda mi kaldin Çiçek?" Gözümün birini zor şer açıp doğruldum yerimde. Asiyem aynı evin içinde olmasak da beni uyutmamaya ant içmişti anlaşılan. "Bakh hiç cevap vermeyi. Telefoni da açip mi uyudu kapandu mu bi bak şuna Merdan?" Sanki beni görecekmiş gibi aceleyle fırlayıp çıktım yataktan. Daha ben dur Asiye teyzem kalktım demeye kalmadan bir haşırtı huşurtu sesiyle telefon başkasına geçti. "Sen gözünü açmayınca gün doğmadı sandık Çiçeğim." Hiç de utanmıyordu ki arsız. Boğazımı temizledim biraz durulmasını umut ederek. "Hayırdır Merdan? Beni rüyanızda görmediyseniz bu muhteşem uyandırılmayı neye borçluyum?" "Keşke Çiçek be. Keşke rüyalarıma gelsen. Sahi sen benim rüyalarıma neden gelmiyorsun?" Benim cevap vermeme gerek kalmadan kafasına yediğine emin olduğum bir darbe ile başarılı bir şekilde susturulmuştu. "Edepsuz. Ablan yaşinadur bu kiz. Sen bunun kusuruna bakmayasun Çiçek. Hayde kalktuysan hazurlan. Bize gelecesun. Akşama mangal edeceğuk. Hiç vir vir edup da benu dellendurma." Diyeceğini deyip yüzüme telefonu kapatmış olması itiraz hakkımın olmamasındandı sanırım. Şimdi arayıp ben gelmiyeyim desem yine affı olmayan şeylerden birini yapmış olabilirdim. Buna cesaretim olmadığından mecbur kalktım muhteşem yatağımdan. Bana anneliği çok yakından tattıran bu kadını üzmek isteyeceğim son şey bile olamazdı. Zaten onlar beni düşünüp bir şey yaptıklarında ne zaman reddedecek olsam büyük bir vicdan azabı yaşıyordum. Nankörlük ediyormuşum gibi hissetmem belki de doğru değildi ama yakama yapışmış bu lanet histen kurtulamıyordum. Bana bir veriyorlarsa binle geri dönmek istiyordum. Bana yürüyorlarsa ben onlar için koşmak istiyordum. Belki zaman zaman sevgimi çok açık gösteremiyordum ama aile ne demek ben onlarda görmüştüm. Beni incitmeden kırıp dökmeden koruyup kollamaya çalışmalarına ya da kimsesizliğimi yüzüme vurmadan arkamda duruşlarına yaşadığım müddetçe minnettar kalacaktım. Kendi kendimi soktuğum tripten kurtulup geciktiğin her bir dakikanın aleyhime işlediğinin bilinciyle koştur koştur hazırlandım. Tam evden çıkarken elimde ayakkabıyla yaşadığım aydınlanma yerime çaktı beni. E ben geleyim demiştim de yaylaya nasıl gidecektim. Yer yön bilgisi sıfır olan bir insana yeni yerleştiği bir yerde hadi atla gel demek çölde kutup ayısı beklemekle eş değerdi bana göre. Şimdi Asiye teyzemi arasam işi gücü bıraktırır Mirsat abiyi gönderirdi. Daha çok getir götürümü yapardı adamı şimdiden bıktırmanın alemi yoktu. Ya hak deyip çıktım evden. Sora sora bağdat bulunurdu sonuçta. Apartmandan çıkıp telefondan taksi duraklarına baktım. Mercan'ı arayıp adresi şöföre tarif etmesini isteyecektim. Durmadan gelen korna sesine başımı kaldırıp baktım. Bakmaz olaydım. Gördüğümü görmez olaydım. Yüzümdeki şaşkınlık onu memnun etmişe benziyordu. İki parmağını bana doğru uzatıp sonra gel işareti yaptı. Bende bunu bekliyormuş gibi kendimi Kutay'a doğru yürürken buldum. Güneş gözlüklerini çıkarıp asi saçlarının arasına bıraktı. "Seni kapıma getiren nedir Kutay? Hem sen ne ayaksın ya? Dışarı çıkacağımı nereden bildin? Burda böyle pusuya yatmış beni bekliyor olamazsın heralde." Tek kaşımı kaldırıp sorduklarım yüzündeki serseri gülüşü hiç bozamadı. Aksine havalanan kaşıma bakım daha çok güldü. Yüzünü diğer tarafa çevirip gülüşünü gizlemeye çalıştı ama o bembeyaz dişler asla gözümden kaçmadı. Vicdansızın ne güzel dişleri vardı. Biraz dışarı çıkık olan köpek dişlerimden sebep öyle büyük gülmekten pek hazmetmezdim ben. Mercan bana yakıştığını söylese de ilgilenip bir diş hekimine götürecek ana baba olmayınca böyle kalmıştı. Bu dişimi her aynada gördüğümde hatırlıyordum kimsesizliğimi. İlk okula giderken sınıftaki bir kıza diş teli takılmıştı. Annem beni diş doktoruna götürdü diye ballandıra ballandıra anlatmıştı. Üstelik dişlerinde benimki kadar bile şekil bozukluğu yoktu. Kendi paramı kazanıp yaptırabileceğim zamanda ben yaptırmak istemedim. Baktıkça hayırlayayım istedim. Hatırlayayım ki asla kendimi rehavete kaptırmayayım. "Çok konuşma da atla sarı Çiçek. Emir büyük yerden seni sağ salim teslim etmem gerek." Anlaşılan Asiye teyzem göndermişti Kutay'ı. Valla benimde işime gelirdi taksiydi elin şoförüydü uğraşmazdım. Bir de dünya para tutardı zaten yayla evi. Gözlerimi devirip geçip oturdum yerime. Dün Mercanla ne yaptığımızı sordu. Yanlış anlaşılamayı hallettiğimi söyleyince de ağzında bir şeyler geveledi durdu. Sesli konuş anlamıyorum deyince de radyonun sesini yükseltti. Sanırım duymamam gereken şeyleri söylemeye devam edecekti. Çocuk gibi davranışına gülüp camdan dışarıyı izlemeye başladım. Muhteşemdi tek kelimeyle. Aklıma takılanla radyoya uzanıp birbirimizi duyabileceğimiz seviyeye gelene kadar kıstım sesini. Kutay ben hareketlenince önce elime sonra yüzüme baktı. Göz kırpıp ne oldu dercesine başını sallayınca bakışlarım dudağının kenarındaki belli belirsiz çukurlara kaydı. Her iki dudak kenarında da belli belirsiz gamzeleri vardı. Hatta sağ tarafta altlı üstlü iki taneydiler. Bakışlarımı yanlış yorumlamasın diye bakışlarımı gözlerine çıkarıp boğazımı temizledim. "Dişlerin için tedavi gördün mü?" "Ne?" "Dişlerin diyorum. Çok beyaz çok düzgün duruyor. Bir tedavi gördün mü bunun için?" Ciddi miyim diye bir bana bir yola baktı. Bu konuya nereden geldiğimi merak ediyordu haklı olarak. "Ay ne alık alık bakıyorsun Kutay? Alt tarafı dişini sordum." Sırtını koltuğa yaslayıp yerinde dikleşti. Sonra aynadan dişlerine baktı. Neyini bu kadar merak ettiğimi anlamaya çalışıyordu sanırım. "Tedavi falan görmedim. Normal diş işte Çiçek." Hayır ne kadar şanslı olduğunun asla farkında değildi. Hem şanslıydı hem nankör. Ben fotoğraf çekilirken köpek dişlerim görünmesin diye şekilden şekile girerken ıkınıyor gibi çıkıyordum genelde. Adam şu ağzındaki mucizenin ya farkında değildi ya da kördü. Emniyet kemerinin müsade ettiği kadarıyla yönümü ona doğru dönüp üst dudağımı parmaklarımla kaldırıp ona dişlerimi gösterdim. Sonra gülümsedim. "Bak benim dişlerimi görüyor musun? Ben fotoğraf çekilirken bile rahatça gülemiyorum sende normal diş işte mi diyorsun yani. İnsanlar dişleri böyle düzgün olsun diye servet harcıyorlar servet. Haberin var mı?" Dişlerime dudamlarıma konuştukça ara ara görünen dilime bakıp yutkundu. Aynı anda onun eli gömleğinin düğmesine gitti bende kendimi geri çektim. Dişimi göstereceğim derken adamın bu kadar dibine girdiğimi fark edememiştim bile. Dönüp bakmaya bile cesaretim olmadığından sadece başımı sallayıp dışarıyı izledim. Yol boyu da arka planda çalan sakin şarkılar eşliğinde geldik yayla evine. İkimizde yaşanan durumun tuhaflığından bir daha konuşmaya yeltenmemiştik. Araba toprak yolda durunca varla yok arası bir sesle teşekkür edip indim arabadan. Hayır elin adamına dişimi göstermeme ne gerek vardıysa artık. İkimizi de zor durumda bırakmıştım. Zili çalınca koşa koşa kapıyı açtı Asiye teyzem. Bir hoşgeldin beş gittin dedikten sonra kolumdan tuttuğu gibi mutfağa sürüdü beni. Başıma da bir keşan yazmadı bağladı. Akşama ortakları da gelecekmiş bir oraya bir buraya koştuk durduk ikimiz. Git gel olmasın diye Mercan Mirsat abiyle geliyordu. Her şeyin hazırına konacaktı şanslı köpek. Akşama Asiye teyzemin annesi de geliyormuş. Zehra nene eli maşalı lafını sözünü esirgemeyen tam bir karadeniz kadınıydı. Beni de çok severdi. Sarı sevdası onda da vardı işte. Akşama doğru evin sakinleri yavaş yavaş dökülmeye başladılar. Mirsat abi Mercanla Merdan'ı toplamış getirmiş. Mustafa amca da köyden Zehra neneyi getirmişti. Bana evimden burası uzak geliyordu ama onların uzak algısıyla beninki bir değildi. Her gün bu yolu nasıl çekiyorlardı hiç anlamıyordum. "Aman benum sari Çiçeğum gelmuş. Toprağumuza kök salacamusun Çiçek?" Yani diyor ki seni buralara gelin ediyor muyuz? Anlamazlıktan gelip elini öpüp sarıldım sıkıca. Şimdi hiç münakaşa etmeye gerek yoktu. Kazanamayacağımız savaşa girmemek hayatta verilecek en akıllıca karardı. Mercan'ım da gelince mutfağa koştuk hemen. El birliğiyle her işi halledip bahçeye sofrayı kurduk. Mustafa amcayla Mirsat abi mangalın başına geçmişti şimdiden. Geleceklerin eli kulağındaydı demek ki. Mercan masa düzenini ayarlarken bende mutfakti kalan bulaşıkları yıkadım. Dışarıdan gelen sesleri duyunca misafirlerin geldiğini anladım. Elimdeki sabunu durulayıp mutfak havlusuna sildim. Bahçeye çıkıp toplu olarak hoşgeldiniz dedim. Herkesin üzerinde tek tek gözlerimi gezdirirken Kutay'la birleşen bakışlarımız beni olduğum yere çaktı. Benim bakışlarımda onu bugün ikinci kez görmenin şaşkınlığı varken o bana beni burda gördüğüne memnun olmuş gibi bakıyordu. Hiç kimse neden bana bu ortakların Kutay ve ailesi olduğundan bahsetmemişti acaba. E biz bu adamla daha çok karşılaşırdık bendeki bu şansla. Nereye koyacağımı bilemediğim ellerimi üstümdeki kotuma sürttüm istemsizce. "Gel Çiçeğum seni ahiretluğumla tanuşturayum." Asiye teyzenin beni birileriyle tanıştıracağına bu kadar sevineceğim aklımın ucundan bile geçmezdi ama beni o girdaptan kurtarmış olmasına minnettardım. Tanıştığım insanlar Kutayın ailesiydi ama onun ekseninden çıkmış olmak bile şükür sebebiydi şu an benim için. Bir kız kardeşi bir de ablası vardı Kutay'ın. Hepsi de içten samimi oldukları için çok çabuk ısınmıştık birbirimize. Annesi geldiğinden beri beni süzüyordu. Sanırım bunu da çaktırmadığını düşünüyordu. Erkekler mangal başına geçince bizde masaya yerleşip havadan sudan konuşmaya başladık. Zeynep abla asla beni muhabbet dışı bırakmıyordu. Çok tatlı kadındı. Tatlılığını bir de hamilelikle taçlandırmıştı. Anladığım kadarıyla o da eşiyle kaçarak evlenmiş ama onların durum biraz karışıktı. Zeynep abla da o kadar hoş anlatıyordu ki gözümden yaş gelmişti gülerken. Eşi Zeynep ablayı değil de Zeynep abla eşini kaçırmış. Bu sebepten ailesiyle görüşmüyormuş enişte bey. Çok ayrıntısını sormadım ama onlar bu durundan rahatsız gibi de değillerdi. Yemek hazır olunca herkes asıl yerine oturdu. Ben Mercanla Mirsat abinin arasında oturuyordum. Şükür ki Kutayla birbirimize yakın oturmuyorduk. Ama yemek boyunca sürekli benden bir şeyler isteyip durmuştu. Tuzluğu uzatır mısın Çiçek ekmek bana uzak kalmış çiçek. Hiç derdi bitmiyordu. Hiç. Yemekten sonra el birliğiyle topladık sofrayı. Kutay da Asiye teyzemin kurallarını biliyor olmalı ki o da mutafağa bir kaç şey götürerek yardım etmişti. Zehra nenem bile ekmek sepetini eline alıp öyle gitmişti namaz kılmaya. Bu iş ahlakı anadan geçiyordu demek ki onlarda. Mercanımla bulaşığa durunca Asiyem gururla baktı ikimize. Onun için kız evlat has evlattı. Oğullarına terliğini gösterir bize sadece kaşını çatardı. Zeynep abla kimseye bir şey sormadan kahve yapmaya başlayınca anladım ki baya sık gelip gidiyorlardı buraya. İşimiz bitince kahve tepsilerinden birini alıp Zeynep ablanın arkasından bahçeye yürüdüm. Herkes yerine yerleşince sırayla kahveleri dağıttık. Kutaya vermemek için tepsimdeki bütün kahveler bitene kadar o tarafa dönmedim. En son Mirsat abiye de kahvesini verip boş bir yere oturdum. "İsteme-" "İçmeyiz abi." Birden yükselen sesimle bakışlar bana döndü tabi. Az buçuk neyin önünü kestiğimi anlayanlar bıyık altı gülüyordu halimize. Elimden her içtiği kahveden sonra konuyu buraya getirmesi kendi sonunu getirecekti haberi yoktu. Sarıların sarı inadı olur dedik kimseyi ikna edemedik. Uygulamalı gösterecektik artık. Kahve bardaklarının boşlarını toplayıp boş çay bardaklarını getirdik. Mirsat abim efsane semaver çayı demlerdi bugün de çaylar ondandı. Herkes bardağını alıp yerine geçince Zehra nenem zor bela öğrendiği telefonuyla konuşa konuşa geliyordu yanımıza. "Tamam Fadime ben söylerum. Sonrasuna karuşmam. Kiz kendu bilur." Zehra nenenin söylediklerini duyanın yüzü attı. Fadime kimdir nedir bilmediğim için bir ben fransızdım konuya. Çayımdan bir yudum alıp arkama yaslandım. Zehra nene de gelip yanımdaki sandalyeye oturdu. "Fadime abla ne deyi ana?" Binlerce yürek akıllarda tek soru dedikleri buydu. Benden başka çayını içmeye bile devam eden yoktu. Nefes almadan gelecek cevabı bekliyorlardı sanki. "Ulusoylar haber göndermuş. Çiçeğu Tahire isteyler." Bombayı bıraktık ortaya. Yeni bölüme kadar sevgiyle kalın. ❤❤🌼 |
0% |