@eliptikbisiklet
|
Seher'in ağzından çıkanlar Kutayın asla duymak istediği şeyler olamazdı bence. Çünkü kim olsa nişanlısının onunla nişanlıyken bir başkasından hamile kaldığını duymak istemezdi. Kutay öfkeden deliye dönmek üzereydi artık. Sanki her şey üst üste gelmiyormuş gibi bir de bu duydukları bardağı taşırmak üzereydi. Aldığı sert solukların içi kızarmış gözlerinin başka bir açıklaması olamazdı. Başını sert sert sallayıp Seher'e doğru döndü. Yeterince şey yaşamamışız gibi yıllar önce olması gereken yüzleşmeye de bu gece hep birlikte tanık olacaktık galiba. "Hamileydin." Duyduklarını kabul etmeye çalışıyordu sanırım. Öfkeli hali daha az korkunçtu bence. "Hangisinden hamileydin? Ulan sen çok normal bir şeyden bahseder gibi ne anlatıyorsun bana?"Acımasızca sarf ettiği cümlelerin Seher'i ne hale getireceği zerre kadar umrunda değildi. Seher de zaten sanıyorum ki bunları duymayı kabul ederek gelmişti ki yalnızca ağlamakla yetiniyordu. "Benim başkasına sevdalı olduğumu bile bile verdiler beni sana Kutay. Lafımın sözümün değeri olmadı hiç. Seninde beni istemediğini duydum. Tek ümidim de buydu ama tamam demiştin sende. Kim ne dese tamam diyordun. Gelip anlatamadım sana ben başkasına sevdalıyım diye." Seher komik bir şey asla söylemiyordu ama Kutay hayatında duyduğu en komik şey Seherden duyduklarıymış gibi gülüyordu sadece. Kutay güldükçe Seher daha çok ağladı. Sanırım adamın devrelerini tamamen yakmış olduğunu düşünüyordu. Zira ben öyle düşünüyordum. Neye gülüyordu bu kadar? "Ulan ben sana sevdalandığımdan mı tamam dedim sanıyorsun? Bıktım anladın mı bıktım. Sabah akşam aynı hikayeyi dinlemekten bıktığım için tamam dedim." Eliyle kendini gösterip yeniden başladı konuşmaya. "O anamdan emdiğim süt var ya burnumdan geleceğine haram olsaydı keşke. En başında olmaz deyip duvar gibi dursaydım herkesin karşısında bu ahlaksız oyunlarına gelmezdim." Eliyle yüzünü sıvazladı. Bu kadar sert davranırsa ya burnunu kıracaktı ya gözünü çıkartacaktı yerinden. Çaresizce iki yana açtı ellerini. Karşısındaki Seher değilde bir erkek olsa şimdiye yumruklaşma başlardı ama başlayamıyordu işte. Kutay da bu gece ellerini yumruk atmanın dışında kullanmadığından nereye koyacağını bilemiyordu. "Her şeye tamam Seher. Bak her şeye tamam. Gelip bana neden söylemedin? Tahire kaçmak yerine bana gelseydin. Ben bir yolunu bulurdum bu işi bitirecek." Elini göğsüne öyle bir vurdu ki uzanıp tutmak istedim devam etmesin diye. Benim bile canım yanmıştı ama o yıllar öncesinin acısını yaşamaktan bugünü hissedemiyordu sanırım. "ULAN ALDINIZ BAŞINIZI SİKTİR OLUP GİTTİNİZ. ŞU TRABZONDA NE KADAR ADAM VARSA GÖTÜYLE GÜLDÜ BE HALİME. " Kutayın sesi yükselince Hasan bize doğru adımlamaya başladı. Seher gelenin Hasan olduğunu anladığından mı bilmem ama sanırım durdurmak amaçlı elini kaldırdı. Bize doğru yaklaşan Hasan'ı karısının elini kaldırması gerçekten de durdurdu. Koskoca adamı bir el hareketiyle olduğu yere dikti kadın. "Bebeğin babası Hasandı. Sevdiğim adam da öyle." Bu gece daha ne kadar şaşırabilirsek o kadar şaşırıyorduk. Kendimi tutmasam araya gitecektim artık. Be güzel bacım madem bebeğin babası Hasandı da Tahir'i niye karıştırdın diye. "Hasan ben hamile olduğumu öğrendiğimde cezaevine girmişti Kutay. Babamın gerçek yüzünü kimse bilmez ama leş gibi bir adamdır. Seninle evlenmeyi kabul edene kadar Hasan'ı öldürmekle tehdit etti beni." Yavaş başlayan ağlayışları hıçkırıklara döndü. Kadın olmanın verdiği o boktan duygusallık sebebiyle benimde gözlerim dolmuştu artık. İçimde bir yerde küçücük bir cız sesi vardı sanki. Kutay asla tepki vermeden Seher'e bakıyordu. Bende Kutay'a. Gözlerindeki öfke kaybolmuş yerini derin bir hissizliğe bırakmıştı. "Sana gelemezdim. Tamam aramızda duygusal bir ilişki yoktu. Senin beni sevdiğini ya da canı gönülden istediğini de düşünmüyordum ama kabul edersin ki insan böyle bir şeyi nişanlısına anlatamaz. Bende sana anlatamadım işte." Elleriyle yaşlarını silip arkasına hafifçe meyledip minnetle Tahir'e baktı. Buruk bir gülümsemeyle yalnızca bir kez kapatıp açtı gözlerini. "Ben bu çıkmazda o kadar yalnız kaldım ki tek çıkar yolun canıma kıymak olduğunu düşündüm." Vücudumda ne kadar tüy varsa hepsi diken diken olmuştu. Onun o günlerdeki çaresizliğini iliklerime kadar hissettim. Gözlerimden süzülen yaşları kimseye göstermeden hızla sildim. "Beni uçurumun kenarından aldı Tahir. Son anlarım olduğunu düşündüğüm için de herşeyi anlattım ona." Ayakta durmaktan zorlanıyor olacak ki dizlerinin üstüne çöktü yavaşça. Hasan onun halini görünce hemen koşup geldi yanına. Karısını kollarının arasına alıp susması için yalvardı ama Seher'in artık susmak istemediği o kadar belliydi ki. Hasan'ın kolunu okşayıp yavaşça ayrıldı kocasından. "Yani öyle düşündüğün gibi durup dururken gidip Tahir'den yardım istemedim. Çaresizdim Kutay. Bebek olmasa bir an düşünmeden atardım kendimi o uçuruma ama yapamadım." "Tahir de sırf bebek için yardım etti bana. Benim kaçmama yardım ettikten sonra Hasan cezaevinden çıkana kadar kol kanat gerdi. Kendi abimden çok sahip çıktı." En çok da bu canını yakıyormuş gibi burada daha da şiddetlendi ağlaması. "Kendi ailem durumumu öğrenince beni de bebeği de öldürmek istedi." Gözümü bile kırpmadan Seher'i dinliyordum. Allah'ım ben bu kadının kötü olduğunu düşünmüştüm. Ayran gönüllü olduğunu daldan dala atladığını bile düşünmüştüm. Ne maymun iştahlı erkek delisi kadınmış memleketi birbirine katmış demiştim. Allah gerçekten hem verip sınıyordu insanı hem de vermeyip. Seher var olan ailesiyle sınanıyordu ben hiç olmamış ailemle. "Bir şekilde izimi kaybettirdik bizimkilere. Hasan cezaevinden çıktığında doğurmak üzereydim. İster inan ister inanma ama o gün tanıdılar birbirlerini. O günden beri de ne ben ne Hasan vefa borcumuzu ödeyemedik Tahir'e. Ödeyemeyiz de. " Demek ki Hasan yaşça büyük olmasına rağmen bu sebepten abi diyordu Tahir'e. Kendini Tahir'e borçlu hissediyordu. Bir yerde de borçlu sayılırdı zaten. Bugün sevdiği kadın hayatta ve yanındaysa bunu Tahir'e borçluydu. "Belki de senin ahını almış olmanın cezasıydı bilmiyorum ama doğumda bebeğimi kaybettim." Kutay onca kızgınlığını unutup bebeğin yaşamadığını öğrendiğinde yıkıldı. Göz bebeklerinin titrediğine birebir şahit oldum. Ellerini toprağa sürüp birkaç kez de vurdu Seher. "Beni affet diyemem Kutay ama ahını al artık boynumdan. Benim dayanacak gücüm kalmadı." Bunları söylerken belki de farkında bile olmadan ellerini ara ara karnında gezdirdi. Kucağına alamadığı bebeğini en son hissettiği yer karnı olduğundan eli sürekli aynı yerlerde geziniyordu. İçim parçalandı sanki onu böyle görünce. Kutay Seher'in anlatacakları bitene kadar hiç müdahale etmedi. Belki o bile acımıştı onun haline. Eminim ki o da çok sıkıntı çekmişti, lafa söze maruz kalmıştı üstüne gururu kırılmıştı ama yapacak bir şey yoktu artık. Seher asla haklı değildi ama çaresizdi. Ve çaresizliği de çaresiz kalmamış birinin anlaması asla mümkün değildi. Kutay Seher'i affetmezdi ama en azından artık öfkesini küllendirebilirdi. Yaşanılanların altından onun düşündüğü gibi bir ahlaksızlık çıkmamıştı. Tamam hamile olduğunu bilirken bazı şeylere engel olması gerekirdi ama malesef ki bu da onun tercihi değil esareti olmuştu bir yerde. Hasan karısını kollarından tuttuğu gibi yerden kaldırıp sardı. O da kendi içinde kendisini suçluyordu belki de cezaevine girdiği için. Tüm bunlar yaşanırken Seher'i istemeden yalnız bırakmıştı. Kutay hiç bir şey söylemeden arabasına doğru yürüyünce Mirsat abinin kafa işaretiyle bende arabaya doğru yürüdüm. Karadenizin fırtınası Kutaydı bana göre. Hırçın dalgaları asla dinginleşmiyordu. Buraya nasıl geldiyse aynı o şekilde binip gitti arabasına. Gidişi de gelişi gibi tozu dumana katmıştı. Mirsat abi kendi haline bırakalım deyince kuzu kuzu bindim arabaya. Seher'e bakarken asla bir kıskançlık görmemiştim gözlerinde. Gerçekten ona karşı hiç bir şey hissetmemiş miydi? Kafamı cama yaslayıp yolu izledim bir süre. Zifiri karanlıkta arabanın farları olmasa burnumuzun dibini göremezdik. Kutay nasıl böyle deli gibi gitmişti burayı. Gerçekten öfkesi gözünü kör ediyordu. "Yol çok karanlık değil mi Mirsat abi? Keşke Kutay'ı öyke bırakmasaydık." Sanki az önce mahşer yerinden çıkıp gelmemişiz gibi yarım ağız güldü dediklerime. Çenesiyle yolu işaret etti. "O it bu yolu gözü kapalı bile gider. Sen merak etme." Sen öyle diyorsan deyip kapattım konuyu. Nasıl bir akşam olmuştu böyle. Seher'e üzüleceğim aklımın ucundan geçmezdi ama bu akşam olmaz diyebileceğim çok şey olmuştu. Ve ben Sehere de üzülmüştüm. O perişan hali gözümün önünden gtimiyordu. Ailesiyle verdiği mücadele onu evladından etmişti. Kızlarına sahip çıksalar herkesin hayatı çok farklı olabilirdi şu anda. Belki Kutay yine annesinin sütünü işin içine kattığı bir evlilik yapmış olurdu. Küçücük bir an Kutay'ın evli olduğunu düşündüm. Oturduğum koltuk batıyormuş gibi kıpırdandım yerimde. Kaç kez yutkunduysam geçmedi boğazımdaki yumru. Sonra Kutay'ın annesini sütünü haram etmesini de göze alarak bekar kalmayı tercih ettiğini hatırlayarak rahatladım. Ne de güzel söylemişti öyle. Annemin sütü burnumdan geleceğine haram olsaydı diye. Demek ki anne sütü insanın başına bela olabiliyordu. Evimin önüne gelince Mirsat abiyle kısaca vedalaşıp ayrıldık. O da çok gerilmişti bu akşam. Eminim ki beni bıraktıktan sonra da bir gidip Kutay'a bakacaktı. Eve girer girmez hızlıca bir duş alıp yatağıma uzandım. Saat çok geç olmasına rağmen düşüncelerimi susturamadığımdan gözüme uyku girmiyordu. Bir sağa bir sola dönerken ne ara uykuya daldığımı bile anlayamadım. Uykumun arasında içeriden gelen bir tıkırtı sesine gözümü açtım. Kısa bir an hayatı sorgulayıp nerede olduğumu anlamaya çalıştım. İçerideki sesler artmaya başlayınca fırlayıp çıktım yataktan. Sakin olmak için kendi kendime telkin variyordum ama nafile. Kalbim ağzımdan çıkacak gibi atıyordu. Telefonumu elime alıp odanın en köşesine koştum. Gardropla pencerenin arasındaki boşluğa attım kendimi. Bir beyin fırtınası yapıp kimi arasam diye düşündüm. Mirsat abi bu gece yeterince şey yaşamıştı zaten. E başka da koş gel diyeceğim kimse yoktu burada. Polisi arayıp kısık bir sesle olan biteni anlattım. Yapabilirsem odanın kapısını kilitlememi ve sakin bir şekilde gelecek ekibi beklememi söyledi telefondaki memur. Telefonu kapatınca bir süre kalkıp kapıya gitmeye cesaret edemedim. Ama böyle de çok savunmasızdım. Hadi Çiçek sen yaparsın diye kendimi gazlaya gazlaya yürüdüm kapıya. Tek yapmam gereken zaten anahtar deliğinde duran anahtarı çevirmekti. Sayısız trafik kazası görmüştüm. Çok fazla yaraya dikiş atmıştım. Kopan uzuvlara bile bakarken yüzümü buruşturmamış böyle stres olmamıştım. Olaylara karşı soğuk kanlı oluşumla her zaman övünen ben şu an da yere oturup çocuk gibi dövüne dövüne ağlamak istiyordum. Elim o kadar çok titriyordu ki anahtara yaklaştıramıyordum bile. Elimi uzatmaya başladığım an da kapı dışarıdan açıldı. Kapıdaki de beni böyle hazır olda bekler gibi bulmayı beklemediğinden ikimizde bir geri sıçradık. Ben girdiğim şoktan çıkamıyordum zira elimi bile indirememiştim hâlâ. "Vay vay vay bakın burada ne varmış." Tepeden tırnağa yiyecek gibi inceledi beni. Elini saçlarıma uzatmaya yeltenince bir adım geri çekildim. Bu daha çok eğlendirmişti onu. Benim kaçmaya çalışıyor oluşum ayrı bir zevk veriyordu. "Ah be yavrum barbi gibisin. Elim boş dönecek zannettim ama asıl hazine burdaymış." O bana bir adım geliyordu. Ben bir adım geri gidiyordum. Arkamda sonsuz bir yol yoktu farkındaydım ama olsun istiyordum. Korkudan öyle çok titriyordum ki birbirine çarpan dişlerime bile engel olamıyordum. "Çantam-" titreyen elimle gardrobun kulpuna astığım çantayı işaret ettim. "Çantamda para var. Kartlarımda var." Alsın ve gitsin istiyordum ama artık onun amacı para pul değil gibiydi. Niyeti bozmuştu adi şerefsiz. Gösterdiğim yere kısa bir an bakıp alay eder bi ifadeyle geri döndü bana. "Artık çerez parası aramıyorum güzellik. Başka türlü eğlendireceksin beni." Biraz kendime gelebilsem belki bir savunmaya geçerdim ama öyle çok titriyordum ki bu beni daha savunmasız yapıyordu. Kaçacak yer kalmayınca beni duvarla arasında sıkıştırdı. Yapma diye yalvarıyordum ama o yalvarışlarımdan daha fazla memnun oluyordu. Var gücümle göğsünden itmeye çalıştım ama başarılı olduğum söylenemezdi. Neredeyse benim iki katım kadardı. Benim bu adamı yerinden oynatmam imkansız gibiydi. Debelenirken elimden fırlayıp giden telefonumun arkasından hüzünle baktım. Tek umudum da ellerimin arasından kayıp gitmişti. Elini saçlarıma doladığı gibi burnuna yaklaştırdı. Durmadan koklayıp kendini bana sürtmeye çalışıyordu. "Ulan ne zamandır karı görmüyom haberin var mı? Bulmuşum senin gibi tazeyi sikmeden bırakır mıyım" O an da kan beynime sıçradı. En hassas noktasına çalışıp onu kendimden uzaklaştırmayı hedefledim. Bacak arasına tüm güzümle bir tekme attım. Hayvan gibi böğürüp ellerini benden çekip kasıklarını tuttu. O fırsatı değerlendirip kaçmaya çalıştım. Çalıştım diyorum çünkü bu hamlem işe yaramadı. Beni ayağımdan asıldığı gibi yere düşürdü. Düşerken de başımı bazanın köşesine çarptım. Elim refleks olarak başımı vurduğum bölgeye gitti. Bir ıslaklık fark edince daha çok ağladım. Kaşımdan oluk oluk süzülen kanı avuç içimi bastırarak durdurmaya çalıştım ama nafile bir çabaydı. Kolumdan tuttuğu gibi kendine çevirdi beni. Ne ara eline geçirdiğini hiç anlamadığım bıçağı önce boynuma dayadı. Avaz avaza bağırıyordum sesimi bi duyan gelip kapıya dayansın diye. Bıçağı tenime sürte sürte aşağı indirmeye başladı. Bıçağı omzuma biraz bastırdığında daha çok bağırdım. Beni dışarı çekip apartmanın dışına çıkardı biri. Polis arabasına oturtup su uzattı. Bir şeyler söylüyordu ama kalbimin sesinden onun sesini duyamıyordum. Aradan ne kadar vakit geçti bilmiyorum. O pisliği yaka paça çıkardılar, diğer polis arabasına ellerinde kelepçeyle bindirildi. Sonra onu nezarete beni hastaneye götürdüler. Kaşıma 3,koluma 7dikiş atıldı. Pansumanımı yaptılar. Kesilen bıçak nerelerde kullanıldığı bilinmediği için bir de tetanoz aşı yaptılar. Vücudumdaki her bir izin tek tek kaydedildiği darp raporu verdiler. Hastanede işimiz bitince polis merkezine geldik birlikte. Biraz beklemem gerektiğini söylediler. Bekleme koltuklarına oturtup bir karton bardakta çay bir de su şişesi verdiler elime. Polis memurlarından biri telefonumu getirdi. Uzun süre boş boş telefona baktım. En doğru tercihin de Mirsat abi olduğuna karar verdim. Sesinde hiç uyku sersemliği olmadan açtı telefonu. "Çiçek? Hayırdır güzelim?" Bir kaç kez yutkunup konuşmaya zorladım kendimi. "Abi ben karakoldayım." Ağlamaktan çatallaşan sesim daha da çıkmaza sokuyordu durumu. "Anlamadım abim. Karakoldayım mı dedin?" Daha bir kaç saat önce sağ salim evime bıraktığı için şimdi karakolda ne işim olduğunu anlayamaması normaldi elbette. "Evet abi. Meydandaki merkez polis merkezindeyim. Gelebilir misin buraya?" Arkadan duyduğum birkaç sesten sonra geliyorum deyip kapattı telefonu. Karton bardakta verdikleri çay aynı duruyordu. Değil bir yudum içmek kaldırıp bir köşeye bile koyamamıştım. Yalnız olmak benim tercihim değildi ama yalnız yaşayan onca kadın vardı. Hiç mi kimse duymamıştı sesimi. O kadar bağırış çağırışa da bir Allah'ın kulu ne oluyor deyip gelmemişti. Ne arayıp çağırdığımda koştur koştur gelecek bir babam ne de dizinde ağlayabileceğim bir annem vardı. Bana verilmeyen onca şey başkalarına da altın tepsi de sunulmuyordu. Bu halde bile olmayışlarına şükrediyordum Seherden sonra. Gözümü hiç ayırmadan kapıya baktığım için Mirsat abiyi girdiği an gördüm. Ben onu görmeyi dört gözle bekliyordum ama o beni böyle bulmayı beklemediği için ilk adımlarından sonra yerinde dikilip kaldı. Kaşımda ve omzumda bir bandaj üstüm başım kendi kanıma bulanmış halim onu olduğu yere dikmişti. Bana koşmak istediğini biliyordum ama bu halimin onu korluttuğunun da farkındaydım. Bu hale nasıl geldiğimi anlamaya çalışır gibi bakıyordu. Benim ona attığım bir kaç adımla o bana koşmaya başladı. İşte şimdi yanımda ailemden biri olduğu için özgürce ağlayabilirdim. Artık yaşlarımı silecek beni teselli edip korkularımı gidermek için elinden geleni yapacak biri vardı yanımda. Uzun uzun sarıldık orada. Ben sakinleyip ağlamayı bırakana kadar saçlarımı okşamayı bırakmadı. İyi olduğumu hissettiğimde ben ayrıldım kollarından. Parmak uçları yaşlarımı sildi. O sordu ben anlattım. Her şeyi o kadar ayrıntılı soruyordu ki cevap vermemek gibi bir lüksüm yoktu. Utana sıkıla döküldüm olan biteni. Hop oturup hop kalkıyor durmadan küfredip duruyordu. Karakolda bir kaç arkadaşı olunca benim ifade işi hızlandırıldı. İfademi verip birkaç belge imzaladıktan sonra burada işimiz bitmişti. Karakoldan çıkınca nöbetçi eczaneden ilaçlarımı aldık. Olanlardan kimsenin haberi olmadığından sessiz sedasız gittik yaylaya. Mirsat abi beni kendi odasına çıkartıp salona yatmaya gitti. Odanın kapısını açıp girdiğimde Kutay'ı burada bulmayı asla beklemiyordum. Ben geriye doğru sıçrayınca o da oturduğu koltuktan kalktı. "Komşuları gürültü yapmış Kutay. Yaramaz bir durum varsa ben seni ararım Kutay. Kızı iiyice korkutmayalım Kutay. Ulan Mirsat sana güvenen aklımı sikeyim ben." Daha ben burada olmasının şokunu atlatamamışken bir de deli gelmiş gibi bağırıp duruyordu. Fırlayıp kapattım ağzını elimle. Aniden hareket edince omzumdaki dikişlerim fena sızlamıştı. Ben ona doğru koşunca o da refleks olarak elini belime sardı. Yine gereksiz bir yakınlık içine sokmuştum bizi. "Şimdi bi duyan olacak Kutay. Ne bağırıp duruyorsun? Hem senin ne işin var burada?" Gözüyle sevimli sevimli elimi işaret edince hemen çektim elimi ağzından. Ama o hâlâ eliyle belimi sarıyordu. "O it bana bir durum yok dedi Çiçek. Komşuları gürültü yapmış biraz tartışmışlar gidip halledicem dedi." Belimdeki elini açtırıp kurtuldum esaretinden. "Ee yani?" "Hasbinallah. Şu haline bir bak. Döl israfının teki içinden geçmiş. Tövbe tövbe Allah'ım tövbe." Beni bu kadar merak etmesi içimden ılık bir şeyleri akıttı sanki. Hani böyle kalbim o an daha çok kan akışı sağlamış gibi oldu. Damarlarımın bile ısındığını düşündüm bir anlığına. "Sende zor bir gece geçirdin Kutay. Daha fazla yormak istememiştir seni. Hem sen nasıl geldin buraya?" Arkasındaki camı gösterdi. Ay yok artık. Kutay'ın içinde olduğu hiç bir şeye şaşırmamam getektiğini öğrenememiştim daha. "Hadi şansın yaver gitti çıktın da nasıl gideceksin sen şimdi?" Burada tutamazdım ki onu. Sabah Asiyem bizi burada yakaladı mı öğlene kıyardı nikahımızı. "Giderim ben. Sen onu bunu bırak da söyle bakayım. İyi misin?" Başımı salladım usul usul. Niyeyse bir gözlerim dolmuştu durduk yere. Kutay bana böyle baksın böyle halimi hatrımı sorsun diye beklemiş gibiydim. Hiç hakkım olmamasına rağmen bak burama da vurdu deyip yara bere içindeki her yanımı göstermek istiyordum ona. Ben ne olduğunu anlayamadan elini enseme attığı gibi beni kendine çekip sardı. Ne sarılışına karşılık verebiliyordum. Ne de itiyordum onu. Böyle hissetmek istemiyordum ama tamamlanmış hissediyordum kendimi. Canımı yakmaktan korkarcasına dokundu saçlarıma. Parmaklarının ucu ya değiyordu ya teğet geçiyordu. "Benim Çiçeğime dokunanın köklerini kurutacağım. Ağlama." Kutay beyciğim alev misiniz ateş misiniz? ❤ Geldiiiikkk❤🌼 |
0% |