Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm

@eliptikbisiklet

Elimdeki tabağı kaçıncıya sürttüğümü saymayı bırakmıştım artık. Bulaşık makinası dolduktan sonra kalanları da elimizde yıkıyorduk Mercanla. Masada Asiye teyzem söyleyeceklerini söyledikten sonra namaz kılmaya gitmişti. Kimse de benden bir cevap beklemediğinden bizde sofrayı toplamıştık.


"Çiçek abla burada kalman güzel bir şey değil mi? Ben bize de yakın olacaksın diye seviniyorum aslında." Bir de bu konu vardı tabi. Kutayların evi de buraya oldukça yakındı. Yüzsüz burada kalacağımı öğrendiğinden beri de komşuculuk oynamak istiyordu benimle.


Elimdeki sabunlu tabağı Mercanın önüne biraz sert bırakmış olmalıyım ki herkesin yüzü bana döndü birden.


"Ben kalabalığa alışkın olmadığım için evime gitmek istedim Ayşem. Yoksa hepinizi çok sevdim bende." Gülünce yanağında oluşan küçücük gamzesi nasıl hoşuma gidiyordu. Allah bahtını da güzel yazsın çok güzel kızdı Ayşem. Su gibi derler ya. Öyleydi işte.


Biz bulaşıkları yıkarken Ayşem çayları dağıtıp geldi. Zeynep ablayı yerinden kaldırmıyorduk yorulmasın diye. Sultan teyzeyle Asiyem buralarda olmadıklarına göre bahçeye çıkmışlardı. Yıkanacaklar bitince hepsini bahçeye gönderip tezgahla ocağı sildim. Kendimi elimdeki işe öyle kaptırmışım ki Kutay'ın mutfağa girdiğini bile çay bardağını tezgaha bıraktığında fark ettim.


"Naber komşu?" Ters bakışlarımdan zerre kadar etkilenmeyip dişlerini göstere göstere güldü yüzüme.


"Kutay uğraşma benimle. Bak canım burnumda zaten." Lavaboda bezi yıkıyordum ki çeneme dokunan el ile ne yaptığımı unuttum. Çenemden tutup yavaşça kendisine doğru çevirdi yüzümü.


"Burnun hâlâ çok küçük Çiçeğim. Canın buralara gelmemiş daha." Dalga geçer hali gitmiş yerine yine o bir sürü duyguyu yaşatan Kutay vardı karşımda. Onu itmek için kaldırdığım elimi havada yakalayıp kirli oluşuyla ilgilenmeden sol göğsünün üzerine koydu. Kendi elini de üstüne kapattı çekmiyeyim diye


"Yapma." Birileri duyar diye değil de beni bir tek Kutay duysun diye fısıldamıştım sanki. Alık alık bakıyordum yüzüne. Onun bakışları da göğsüne indirdiği kendi eliyle de kafese kapatır gibi kapattığı elimdeydi.


"Ben senin ya da bir başkasının Çiçeği olamam Kutay." Elimdeki baskıyı artırdı. Canımı yakmıyordu. Derdi yalnızca bana kendini hissettirmekti. Benimde içimde hiç oturmadan koşan bir kanguru var gibiydi. Bazen koşuyor bazen durmadan kalbimi sıkıyordu.


Yüzünü bana doğru çevirip alnını da alnıma yasladı. Bu yakınlık aldığım nefesleri bile bana haram edecek gibiydi. Dilim yapma diyordu ama bedenen kendimi Kutay'a sokulurken buluyordum. Diğer elini de belime dolayarak varla yok arası bir temas kurdu. Onun bu temasıyla bir kaç adım attım Kutay'a doğru. Dilim başka konuşuyordu bedenim bambaşka.


"Hayatımda açan ilk Çiçeksin sen. Tam da bu sebepten ben bu kapıyı çalar dururum." Gözlerimi açmaya cesaretim yoktu. Dışarıya hart hurt olan adam bana gelince şair oluyordu sanki. Böyle konuşmasın bana böyle bakmasın istiyordum. Sonra parmağının ucu değse ağzından çıkacak her kelimeyi merakla bekliyordum.


Elimi göğsünden indirmeye çalıştığımda önce direndi sonra izin verdi. Bakışlarımı gözlerine kaldırmadım ki beni ikna edemesin. "Sağır birisinin kapısını sonsuza kadar çalsan ne olur Kutay?" Bir soru değildi bu. O da elbet farkındaydı ona söylemek istediklerimin. İncilerini gözüme sokarcasına güldü yine. Ayşem'inki gibi olmasada o küçük gamzeler belirdi dudaklarının kenarında. "Belki çöp atmaya çıkarsın be Çiçek. Bendeki bu umut var ya yapay çiçeği bile sulatır bana."


O elindeki nereden bulup getirdiğini bilemediğim küçük papatyayı da saçlarımın arasına iliştiriverdi kaşla göz arasında. Daha ben bir cevap veremeden de fırtınasıyla esip geçti. Bir elim papatyada diğer elim depar yapmış gibi koşan kanguruda kalakaldım öyle.


Çay bulaşığı meyve bulaşığı derken kendimi mutfakta oyalayacak çok şey bulmuştum. Sen otur artık deseler de kimseyi dinlemeden koşup durdum mutfakla bahçe arasında. Kutaydan kaçarken çok hamarat olup Sultan teyzenin radarına takılmıştım. Ya anası ya oğlu bu akşam diken üstünde tutmuştu beni. Kutay da halime acıdığından mı bilinmez bir daha gelip yoklamadı. Yeterince aklım karışıktı zaten. Kendimle verdiğim savaşın içinde bir de Kutayla savaşmak akıl işi değildi.


Evli evine köylü köyüne dağılınca herkes odasına çekildi. Mercanla gece bakımlarımızı yapıyorduk. Kutayla olanları ona anlatmamak bir yüktü omuzlarımda. İki ucu boklu değnek dedikleri kesin buydu. Şimdi anlatsam iki saat aramızda bir şey olmadığına da ikna etmem gerekiyordu. Anlatmayınca da kendimi kötü hissediyordum.


"Çiçek yanağın aşınacak artık kuşum."


"Ne"


"Ohoo uçmuşsun. Aşık mısın kızım sen? İki saattir olmayan kremle yanağını ovalıyorsun?" Mercan böyke deyince elime baktım ki daha kremin kapağını bile açmamışım. Aşık değildim ama uçmuştum gerçekten. Bütün akşam bulaşık yıkamış olmaktan oluyordu bunlar. Deterjan kokusu beynimi uyuşturmuştu.


"Saçma sapan konuşma Mercan ne aşkı! İşi düşünüyordum. Asiye teyzem böyle veto etti beni ama nasıl olacak?" Şükür ki asla şüphe etmemişti. Benim burada kalmayı sorun ettiğimi bildiğinden hemen inanmıştı yavrum.


Saçına taktığı bandanayı düzeltip elindeki maskeyi yüzüne yerleştirdi.


"Biz zaten alışkınız aynı odayı paylaşmaya Çiçeğim ya. Hallederiz her şeyi sen canını sıkma." Dudaklarını oynatmadan konuşmak için mücadele verdiğinden sesi de bir tuhaf çıkmıştı. Yaşlandığımda ona teşekkür edeceğimi söyleye söyleye beni de alıştırmıştı bu işlere. Hoşuma da gidiyordu yalan yok. Ama Mercan benim bir kaç gömlek üstümdü kesinlikle.


Sabah hastaneye birlikte gelmiştik. Hızlı bir hazırlanış hızlı bir kahvaltı sonrası Mirsat abinin hadi hadi diye serzenişleriyle atmıştık kendimizi yola. Elimde olmadan geriliyordum. Yeni bir iş yeri yeni insanlar demekti. Bende aynı pandalar gibi konfor alanımdan ayrılınca huzursuz oluyordum. Mercan yöneticilerin düşündüğüm gibi olmadığını defalarca söylese de asla görmeden tanımadan ikna olamamıştım.


İdare katında Mercanla ayrılmıştı yollarımız. O acilde çalışıyordu ve beni tıpkı çocuğu ilk okula başlayan ebeveynler gibi müdürün kapısına kadar getirip bırakmıştı.


Şükür ki hiç bir şey benim düşündüğüm gibi olmamıştı. Önceki çalıştığım birimleri de göz önünde bulundurarak benim isteklerimi de sormuşlardı. Kendimi daha rahat hissedeceğimi düşündüğüm için yetişkin yoğun bakım istemiştim. Zordu. Hatta bazen çok zordu. Ama bizim için zor hemen olur imkansız zaman alırdı.


Yoğun bakım koordinatörünün yardımlarıyla çalışacağım yoğun bakıma kadar bile getirilmiştim. Hastane çok büyük değildi zaten. Kalabalık olmayan bir ekibe dahil olmuştum ve bundan oldukça mutluydum. Az insan çok huzurdu bana göre.


Yeni bir sisteme dahil olunca akşam nasıl oldu anlamamıştım. Yapılan iş aynı olsa da her yiğidin yoğurt yiyişi farklı olduğundan düzeni öğreneceğim diye her şeyi sorup durmuştum. Kötü niyetli drğil gibiydi tanıştıklarım. Onlar bana ne kadar yabancıysa bende onlara o kadar yabancıydım. İlk tanışmalar hep böyle herkesin birbirini inceleyip durmasıyla geçiyordu.


Mesaim bitip de kendimi hastanenin kapısına attığımda anlamıştım yorgunluğumu. Mercan bugün nöbetçi olduğundan onsuz dönecektim eve. Çıkarken bir bakmıştım ama inanılmaz yoğun olduklarından yalnızca karşıdan el sallayabilmiştik birbirimize.


Mirsat abi biraz gecikeceğim deyince hastane bahçesinde bir bankta oturmak banada iyi gelmişti. Biraz telefonumu kurcaladım. İzmir'den bir kaç arkadaşımla mesajlaştım. Sosyal medyads gezdim. Vakit öldürmek için elimden geleni yapıyordum ama Mirsat abi fazla geç kalmıştı. Ben beklerdim de kötü bir şey mi oldu diye tedirgin olmuştum. Bir kaç kez aradım aramalarıma da dönmeyince hepten felaket senaryolarını yazmaya başlamıştım. Kimi arasam sorsam diye düşündüm. Sonra ya bir şey yoksa diye boşuna kimseyi telaşa vermek de istemiyordum.


Bekleyişim sonunda Mirsat abinin çağrısıyla son buldu. Kadın doğum stajındayken bir ebe abla bebeğin kafası göründü mü ebe de gebe de bir oh der demişti. Bana da öyle bir rahatlama gelmişti valla.


"Efendim abi." Arkadan gelen bir kaç sesten anladığım kadarıyla kalabalık bir yerdeydi. Benimle konuşabilmek için de yürüyordu sanırım. Nefesleri soluk soluğaydı çünkü.


"Çiçek seni beklettim abim ama ben şu anda gelebilecek gibi değilim. Kutay'ı aradım geliyor." Haydaa. Ben daha dün akşam bu adamla yüz yüze gelmemek için bir kamyon bulaşık yıkamıştım yahu.


"Abi ben bir taksiye atlar giderim aslında."


"Sen böyle bir şey söylemedin. Bende duymadım Çiçek. Zaten eve geçecek seni de bırakır." Sorunda buydu zaten. Adam kapını aşındıracağım demişti dün akşam. Bugün kapıya birlikte gidiyorduk. Bunda evrenin bana götüyle gülme şekliydi sanırım.


Kendine dikkat et abim deyip cevabımı bile duymadan kapattı telefonu. Sende kendine dikkat et demek istemiştim mesela. Sevdiğim hayatıma dahil ettiğim herkesin kendisine dikkat etmesini istiyordum çünkü. Zaten zor bulmuştum asla kaybetmeye dayanamazdım. Sesi de bir tuhaf gelmişti kulağıma. Canı sıkkındı belli. Bir derdi varsa dermanı da olsun diye dua ettim içimden. Mirsat abi benim için abiydi işte. Ailem dediğim sayılı insanlardan biriydi. Hep de öyle kalmalıydı.


Merakla bekliyor gibi olmak istemiyordum ama içimdeki kanguru yine koşuyordu amaçsızca bir yerlere. Kendini de beni de yoruyordu. Ve farkına varsa iyi olurdu.


Gelen korna sesiyle başımı telefondan kaldırıp etrafıma bakındım. Başlıyordu benim mesai.


Yerimden kalkıp aheste aheste yürüdüm arabaya doğru. O bile beklemiyordu ağına bu kadar kolay düşmemi. Yine günlerce bir kovalamaca oynarız diye düşünüyordu bence. Ben öyle düşünmüştüm çünkü. En azından öyle olmasını umut etmiştim. Zaten komşuculuk gibi yeni bir oyunu da vardı. Meydanı boş bulup atını koşturuyordu işte.


Gözlüğünü de burnunun ucuna kadar indirip serseri bir gülüşle ona doğru yürümemi izledi. Köşeye sıkışmış gibi görünmemek için saçlarımı savurdum havalı bir girişim olsun diye. Tam da o anda bir rüzgar esti. Nasıl olduysa omzumdaki çantanın metal tokasına takıldı. Kader de gülecekmiş ne zaman diye şarkı söylemek istedim. Deve kuşu gibi kafamı gömmek bir toz tanesi olup rüzgarda savrulup gitmek istedim. Ama bunların yerine bir inilti döküldü dudaklarımdan. Şimdi burada oturup ağlasam Kutay delirdiğimi düşünür müydü acaba? Delirdiğimi düşünürse geri vites yapar mıydı?


Ben bir yandan saçımı kurtarmaya çalışırken bir yandan beyin fırtınası yapıyordum. Baktı ki ona ulaşamayacağım o kalktı geldi yanıma. Yine o görmemem gereken gülüşüyle.


Elleri önce saçlarımı sonra çantanın tokasını buldu. Benim asılıp durduğum saçlarımı kibarca kurtardı. Eli elime değmesin diye bende yalnızca çantayı sapından tutup havaya kaldırdım işini kolaylaştırmak için.


"Yazık değil mi bahar dallarına? Nasıl da böyle hiç acımadan çekiştiriyorsun Çiçek?" Şimdi Mercan burada olsa aayy Çiçek saçlarına bahar dalı diyor diye eriyip giderdi. Bir dizi yada film sahnesi olsa bende biraz etkilenirdim belki. Ama Kutay özel alanımı öyle ihlal ediyordu ki tamamen refleks olarak eline çat diye vurarken buldum kendimi. Deli gönül isterdi ki bir tane de ağzına vurayım ama her zaman her istediğimiz olmuyordu.


Ne yaptığımın farkında varınca da bir utandım. Yüzümde gördükleri onu epey eğlendirmişti anlaşılan. Zira yine böyle diş macunu reklamlarındaki oyuncular gibi gülmesinin başka bir açıklaması yoktu bana göre.


"Ben sana Çiçek diyorum bahar dalı diyorum. Sen de dikenini batıran bir kaktüs olma yolunda emin adımlarla ilerliyorsun be kızım." O böyle söyleyince de buz devrindeki sid geldi aklıma. Onlar vejetaryen diyorum hırr. Gel konuşalım diyorum cevabın hırr diyordu ya. Heh işte tam o sahnede gibiydik. Bende o dinozor oluyordum burada. Gözümün önünde canlanan görüntüyle kendimi tutamayıp güldüm. Kutay da bir mucizeye bakar gibi baktı bana.


"İşte şimdi yine baharı getirdin."


"Ay Kutay başladın yine kendi dilinde konuşmaya." Arkamdan geleceğini bildiğim içinde arabaya döndüm yönümü. Kendi tarafıma geçip oturdum. Bir de emniyet kemeri üzerinden romantik anlar yaşatma girişiminde bulunmasın diye kendi kemerimi kendim bağladım. Hemde asla o dizilerdeki gibi hızla çekip takamayan esas kız olmadım. Bir kere de yavaşça tık diye kavuşturdum yuvasına. Bununda bir mekanizması vardı sonuçta.


Kutay da kendi tarafına geçip oturunca yaylaya doğru yola çıktık. Bu insanların uzaklık algısı gerçekten bir tuhaftı. Bana kalsa bir gün daha kalmayıp dönerdim evime. Ama onlar gönüllü çekiyorlardı bu yolu hergün.


Yol boyu da Kutay'ın ilümünatik mesajlar veren türkülerini dinledik. Çoğu ona yar olmayanın ölmesini diliyordu. Benim hayat görüşümle asla ama asla uyuşmuyordu bu durum. Beni istemeyeni ben hiç istemezdim çünkü. Hoş beni isteyeni de istemiyordum ben.


"Sence de fazla abartılı değil mi şarkı sözleri?"


"Nasıl yani?"


Koltukta ona doğru döndüm. Başımı da koltuğa yaslayıp doğrudan Kutay'a bakıyordum. Yorgunluktan dik oturacak bile takatim yoktu. Bu durum onun hoşuna gitmiş olacak ki halime yarım ağız gülüp yeniden yola odaklandı.


"Başkasıyla evlenen sevdiğinin mezarını görmenin onu bu kadar üzmeyeceğini anlatıyor ya. Sence de bu durum fazla değil mi? Yani başkasıyla olacağına ölseydin diyor resmen."


Başını arkaya atıp ağız dolusu güldü dediklerime. Dişleri, ses tonu, güldükçe oynayan adem elması beni böyle etkilememeliydi. Kendimi tanımakta güçlük çekiyordum artık.


"Yavrum burası Karadeniz. Burada vurdu kırdı kaçma kaçırılma bitmez. Ama benim fikrimi sorarsan sevdamın başkasına yar olacağını da öldüğünü de görmektense kendim mezara girmeyi tercih ederim." Yandan attığı bakışlardan sonra yola dönmesi bile içimdeki kangurunun tetikleyicisi gibiydi. Zalimdi Kutay. Çok zalimdi. Ve içeride yarınlar yokmuşçasına koşturan kanguru bu adamın iş birlikçisiydi.


Zerre kadar mantıklı konuşmadığımdan emin olduğum bir kaç şey zırvalayıp Kutay'a arkamı döndüm. Doğa manzarasını izlemek belki biraz aklımı başıma getirirdi. Bolca oksijende iş görür diye düşünüp camı açtım. Yeşilin binbir tonu vardı. Sanki cennetten saklı bir köşede yaşıyordum. Yol boş olduğundan elimi camdan çıkarıp rüzgarı tenimde hissettim. Sonra daha fazlasını istediğim için kolumu biraz daha uzattım. Kutay da radyodaki şarkının sesini biraz daha açtı. Yolumuzun kalanı ölmek ve öldürmek mesajları içermeyen güzel türkülerle bitti.


Eve vardığımızda beni bırakıp gidecek zannetmiştim ama Mirsat abinin odasından bir kaç evrak alacağını söyleyip o da benimle birlikte bahçeye girdi. Doğru mu söylüyordu yoksa bir bahane miydi bilmiyorum ama her koşulda istediğini elde ediyordu adam.


Diğer günlerin aksine bahçe kapısı kapalıydı bugün. Asiye teyzemin bahçede çiçekleriyle konuşma saatiydi ama o da ortalıklarda yoktu. Bugün ev halkı bir tuhaftı gerçekten.


Bahçe kapısını aşıp eve yaklaştığımızda gelen bağırış sesleriyle Kutayla birbirimize bakakaldık. İşi olduğu için beni almaya gelemeyeceğini söyleyen Mirsat abi buradaydı. Ve bilmediğimiz bir sebepten Asiye teyzemle kavga ediyorlardı. Ayıptı dinlemek biliyorum ama bu ilginç olaylar silsilesi yüzünden kendimi kapıya biraz daha yaklaşırken bulmuştum.


"Senun ağzun ne deyi Mirsat. O adamu bul soyle. Onun kizu yoktur." Kimden bahsediyorlardı böyle. Bir an aklıma Seher geldi. Acaba ailesi buraya geldiğini duyup yeniden peşine mi düşmüştü? Ama Mercandan duyduğum kadarıyla Hasanla birlikte gitmişlerdi buradan.


"Söylemedim mi zannediyorsun ana? Adam burnumuzun dibine kadar gelmiş ruhumuz duymamış." Hangi adamdı bu kimin kızından bahsediyorlardı böyle. Bu konuya Mirsat abi ve Asiyem niye bu kadar öfkeliydi? Asla dindiremiyordum merakımı.


"Bunca yildur ha o aklu nerdeymuş? Kiz bunu duymaycak Mirsat. Sen götürüp getirecesun. O adam sari şekerumun yoluna çikmayacak."


Ay noluyo noluyo 🌼


Bir şafak operasyonuyla buradayız. ❤


Beğenileriniz ve yorumlarınızı eksik etmeyiniz. 🤗


Loading...
0%