
Duyduklarımı algılayamayacak bir mentale sahip olmak istedim. Ya da Bertan ailesinin bambaşka bir sarı şekeri daha olsun istedim. Ama hiç birinin imkanı yok gibiydi. Bahsettikleri kişinin var oluşuma gözle görülmeyecek bir katkısı bulunan adam olduğunu anladım. Ben baba diye tarifleyemedim. İçimden bile söyleyemedim o kelimeyi. Dilimin ucuna gelenler vardı ama dökülseler çok can yakardı. O sebeple en güzel yaptığım şeyi yapıp sustum.
Ne hissettiğimi düşündüm. Ölçtüm biçtim. Ama yoktu işte. Kocaman bir hissizlik vardı kaburgalarımın arasında. Ne bir adım ileri gidebiliyordum ne geri dönebiliyordum. Kutay'a dönüp baktığımda onun hâlâ kapıyla bakıştığını gördüm. Benim mental sağlığıma o da sahipti ki kalakalmıştı öylece.
Hâlâ sesler geliyordu içeriden. Fakat ben bunları algılayamayacak kadar kendi iç sesimle diyalogtaydım.
Elimi zile uzattığımda Kutay'ın koluma dokunduğunu hissettim. Ve bu his inanılmaz güç verdi bana. Başka bir vakitte olsak bana dokundu diye demediğimi bırakmazdım. Şimdi ise içten içe şükrediyordum varlığına.
"Gel seni biraz gezdireyim Çiçek. Hem açsan yemek de yeriz. Ne dersin?"
"Yüzleşmekten kaç diyorsun yani."
"Mirsat sana söylemesi gerekenleri vakti geldiğinde anlatacaktır. Öncesinde öğrenmen sana bir şey kazandırmaz. Bırak neyi yoluna koyması gerekiyorsa koysun öyle gelsin diyorum."
Belki haklıydı. Ama ben 26 yılımı hep kendim planlayarak yaşamıştım. Kontrol hep benim elimdeydi. Şimdi öylece ipleri Mirsat abiye bırakamazdım. Her ne oluyorsa şimdi öğrenip gidişata da kendim karar vermeliydim. Bu sebepten zile uzanan elim o zili çalıverdi.
Duyduğumdan bile kesin emin olamadığım bir küfür duydum yan tarafımdan. Dönüp gideyim olanı biteni hiç olmamış gibi yaşayayım istiyordu ama iç dünyam buna izin vermezdi. Biliyordum kendimi. Şimdi arkamı dönüp gitsem daha arabaya varamadan pişman olurdum.
Mirsat abi kapıyı açtığında beni görmeyi beklemiyor olacak ki renkten renge girdi karşımda. Kapıyı tamamen bile açamamıştı. Vücudunun yarısı görünüyordu sadece. Eli kapının pervazında bir bana bir içeriye baktı.
"Sen mi geldin abim?" Neden şimdi geldin der gibi sormasaydı keşke. Hiçbir şey duymamış olsam bile ses tonundan tedirgin halinden bir gariplik olduğunu anlardım. Altından böyle bir şey çıkacağını düşünmezdim asla. Buradaki varlığımdan rahatsız olduğunu düşünürdüm en basitinden. Ama şimdi neden beni almaya gelemediğini de kapıyı böyle tedirgin açmasının sebebini de biliyordum.
"Geldim abi."
Bir şey söylemesine müsade etmeden ayakkabılarımı çıkardığım gibi girdim içeri. Arkamdan anlamsızca bakıştıklarını görmesemde biliyordum. İlk defa bu eve girerken huzuru hissedemedim. Bana yaşattıkları sıcaklığın yerinde yeller esiyordu. İçten içe kızıyordum bu durumu benden saklamaya çalışmalarına. Çok iyi biliyorlardı benim en başından her şeyi en açık haliyle bilmek isteyeceğimi.
Asiye teyzemin sesleri mutfaktan gelince çantamı bile çıkarmadan oraya yürüdüm. Mutfak masasına oturmuş elini de kafasına dayayıp kara kara düşünüyordu. Gözlerinden belliydi ağladığı. Onu ağlatan şeyin beni perişan edeceğini düşünüyordu. Yanılıyordu ama. Ben aile kurumuna olan sempatimi onlarla kazanmıştım. 26yıllık yolculuğumda hep yalnızdım. Anne baba özlemi çekmedim desem yalan olurdu. Art niyeti olmadan bana destek olacak birilerinin varlığını aramıştım bir zamanlar. Ama çok geride kalmıştı o günler. Annesinin sıcaklığını arayacak babasının arkasına saklanacak o kız çocuğunu tek başıma büyütmüştüm ben.
Başını kaldırıp beni gördüğünde onun da bakışlarındaki korkuyu hissettim. Konuştuklarını duymamdan çok korkuyordu. Evrene gönderdiğimiz negatif enerji eninde sonunda geri dönüyordu bize.
"Geldun mi Çiçeğum?"
İşte gelenin ben olmamamı dileyen biri daha vardı.
Ne yazık ki gelmiştim.
"Geldim Asiyem."
Geldim. Duymamı asla istemediklerinizi de duydum diyemedim. Karşısındaki sandalyeye geçip oturunca kucağıma bastığım çantaya baktı. Sıkı sıkıya tutuyordum. Tutunacak konuşurken güç alacak bir şeylere ihtiyacım vardı. Tek dayanağımda çantam gibiydi şu anda.
Kutay yanında Mirsat abiyle içeri girince gergin bir hava oldu ortamda. İkisi konuşmuş muydu bilmiyorum ama ben konuşmadan konuşacak gibi değillerdi. Neyi ne kadar duyduğumu tartmak istiyordu. Bu sebepten benim konuşmamı bekliyordu sanırım.
"Beni nasıl bulmuş?" Evet en çok bunu merak ediyordum. Kim olduğuyla ya da şimdiye kadar bana neden ulaşmadığıyla değil de en çok bununla ilgileniyordum.
Mirsat abi tezgaha yaslandı. O da dayanacak bir yer arıyordu sanırım kendine. Ben öyle yorumlamıştım en azından.
"Oğlu emniyette çalışıyormuş. Geçen günkü olayda alınan dna örneklerinden alt yapıda tarama yapılınca ulaşmış sana." Oğlu vardı. Benim aksime iletişimde olduğu bir oğlu vardı. Belki daha fazla çocuğu vardı. Şimdiye kadar çöp kenarına atılmamla ilgili pek çok senaryo dönmüştü kafamda. Hiç birinde başka bir çocuk daha düşünmemiştim.
Başımı salladım yavaşça. Üçü de pür dikkat beni izliyordu bir tepki almak için. Bense sessizce devam etmesini bekliyordum.
"Karakolda çalışan polis bir arkadaşım ulaştı bana. Senin kimlik bilgilerine ulaşmaya çalıştığını söyledi. Mesele uzuyor ama asıl önemli olan seninle görüşmek istiyor Çiçek."
"Tamam"
Benden bir tamam duymayı beklemiyorlardı. Bağırıp çağırmamı belki ortalığı ayağa kaldırmamı hatta küfür etmemi bekliyorlardı. Ama bir tamam duymayı beklemiyorlardı. Madem yüzsüzce bir görüşme talebi vardı. Görüşürdük. Benim de bu meseleyi raftan alıp çöpe atmamın vakti gelmiş de geçiyordu zaten.
"Tamam nedur Çiçek? Oyle affedup görüşecek musun?"
"Affettiğim yok Asiyem. Tozlu raflardan alıp çöpe atacağım onları." Sandalyede yan dönerek bütün dikkatimi Mirsat abiye verdim. "Sen bir şeyler öğrenmişsin bu şahısla ilgili belli. Tam üç gün sonrasına bir görüşme ayarla lütfen. O gün döksün bakalım eteğindeki taşları."
Çantamı koluma asıp kalktım sandalyeden. Kutay hiç sesini çıkarmadan öylece boşluğa bakıyordu. Bilen bilecek bilmeyen de onun bir yerlerden bambaşka bir babası çıktı zannedecekti. Benden çok etkilenmiş görünüyordu.
Tam önüne gelip dikildiğimde bakışları beni buldu. Ağzımdan ne çıksa emir kabul edecek gibiydi. Hani desem ki Kutay şu adamı bulup da vuralım. Vuracak gibiydi. Bu haline bir ara kendimle baş başa kaldığımda gülecektim.
"Sende düş önüme. Şu verdiğin yemek sözünü tut. Açım ben."
Normalde olsa asla Asiye teyzemin yanında böyle bir şey yapamazdım. Zaten normal bir vakitte de değildik. O sebepten herkes normal karşıladı bu durumu. Nereye diyen bile olmadı. Kutay'a güvenmeleri de önemli bir etkendi tabi.
Ben önde Kutay arkamda yürüdük arabaya. Herkes yerine yerleşince inmeden önce dinlediğimiz türkü başladı yeniden. Biz arabadan indiğimiz psikolojide olmadığımızdan Kutay'ın eli kapatmak için uzandı. Hemen durdurdum onu. Ne kadar ses olursa o kadar iyiydi. Kafamın içinde durmadan konuşan Çiçeği birilerinin susturması gerekiyordu.
Nereye gittiğimizi hiç bilmeden ve asla sormadan devam ettim türkülerimi dinlemeye. Sessiz sakin bir yere geldiğimiz restorantın önünde indik birlikte. Ben konuşmuyordum. Kutay bir şey sormuyordu. İyi bir yol arkadaşı olmuştu bana. Merak ettiğinin farkındaydım elbette. Hakkımda neyi ne kadar biliyordu hiç bir fikrim yoktu ama bugün duydukları bile bana soru sorması için yeterliydi. Sormuyordu. Bu da benim için iyiydi.
Sakin bir köşede oturduğumuz masada yiyeceğimiz yemekler dışında farklı bir şey konuşmadık. Ne yalan söyleyeyim sessizlik iyi gelmişti. Ne düşündüğüm ne yapmaya çalıştığım konusunda durmadan sorular sorulmasındansa böylesini tercih ederdim. Bende çok karışıktım çünkü. Kendi iç dünyamda bile ne hissetmem gerektiğine karar verememiştim.
Yemeğimizi yerken hiçbir şey olmamış gibi havadan sudan konuştuk. İkimizde iş düzenimizle ilgili konulardan bahsettik. İnşaat mühendisiymiş Kutay. Hatta yüksek lisansı bile varmış. Bunu duyduğumda çok şaşırmıştım. Asla kalem tutup ders çalışırken hayal edemiyordum onu. İşine aşıktı. Benim gibi. Benim Mercanla olan okul maceralarımı bile hiç sıkılmadan büyük bir heyecanla dinlemişti.
Ona ilk aşkımı bile anlatmıştım. İlk aşkımın ilk okul yıllarında olması ve Kutay'ın buna rağmen durmadan onu sorması sonrasında görüşmeye devam edip etmediğimizi öğrenmeye çalışması dışında sıkıntı yoktu.
Kıskançtı. Gerçekten kıskannlık söz konusu olduğunda kanı ters akıyordu. Kardeşine küçük yaşta aitlik eki ile bir isim koyacak ve ileride bir başkasının yalnızca kendisine aitmiş gibi seslenmesine bile müsade etmeyecek kadar kıskançtı. Zeynep ablanın eşinden de iç güveysi diye bahsediyordu mesela.
Bugün öğrendiklerimden sonra asla böyle çok güldüğüm bir akşam geçireceğimi tahmin edemezdim. Kutay'ın soru sorduğu benim ters teptiğim belki ikimizinde burnundan gelecek bir akşam olabilirdi. Olmadı. Bu akşam için ona olan minnetimi anlatacak geniş bir kelime haznesine sahip değildim sanırım.
Eve dönünce kapıyı Merdan açtı bana. Her zamanki takılmalarına bakılırsa haberi yoktu hiçbir şeyden. Hepsi bir tepki arıyordu bende. Belki de olması gereken oydu. İsyan etmeli ağzıma geleni sayıp dökmeliydim. Ama bütün bunların bana bir şey kazandırmayacağının farkındaydım. Tepkimi hakedenlere göstermek için saklıyordum.
Yatağa uzanır uzanmaz doluştu olmaz olasıca düşünceler. Neden diyordu her biri. Neden şimdi? Neden en çok ihtiyacım olduğu zamanlarda değil. Kolay kolay ağlayabilen biri değildim. İçimde bir yerlerde binlerce çam parçası varmışcasına bir sızı hissediyordum. Gözlerimi dolduran da bu sızıydı yalnızca. Kimseye ihtiyacım yoktu. Hiç kimseye.
Geceyi hiç uyumadan sabah edip öyle işe gittim. Sessiz bir kahvaltı geçirmiştik. Mirsat abi bile hadi dememişti bana. Asiye teyzem yemem için zorlamamıştı. Onların da benden farkı yoktu. Hep birlikte yutkunarak bitirmiştik kahvaltı faslını. Hastane kapısında Mercan'ı görene kadar güçlü durmuştum. O benim aile olarak gördüğüm ilk kişiydi. İlk ailem Mercandı. Sonra kendi ailesiyle benim ailemi de genişletmişti. Bir gün yalnız başıma ölmeyeceksem bunun mimarı kesinlikle Mercandı. Ondan başka kimse bana tahammül edememişti çünkü. Benimle arkadaş olmak için verdiği mücadele ikimizin değil yalnız onun zaferiydi.
Kaburgalarımı birbirine geçirecek kadar çok sarmıştı beni. Şikayet edemezdim. Çok ihtiyacım vardı çünkü. Dün gece de keşke Mercan yanımda olsaydı demiştim defalarca. Kimden duymuştu bilmiyorum ama en az benim kadar hatta belki benden fazla sarsmıştı bu durum onu. Ben yanındayım kardeşim diye fısıldayıp saçlarımdan öpmüştü. O anda karar verdim. Bütün sular durulduğunda Kutay'ın saçlarıma bahar dalı dediğini söyleyecektim Mercan'a. O bana bu kadar şeffafken benim ondan bir şeyler saklamam ihanet gibi gelmişti.
Üç günü işe gidip gelerek geçirmiştim. Asla bana bir şey sormuyorlardı. Hayatımıza bomba gibi düşen bu bilgiye hiç sahip değilmişiz gibi davranıyorduk. Yaşayacağım yüzleşme öncesi sürekli sorguya çekilmektense bu dinginliğe ihtiyacım vardı. Her bir ferdiyle Bertan ailesi arkamdaydı. Ne yaşanırsa yaşansın benim onların ailesinin bir parçası olmaya devam edeceğimi çok net hissettirmişlerdi.
Sabah uyandığımdan beri gergin olmamak için elimden geleni yapıyordum. Gergin olmak yerine aklı selim davranıp sormak istediğim her şeyi sorup tek görüşmede bitirmeliydim bu süreci.
Kahvaltı boyunca bir bardak çay içmiş bir kaç tane de zeytin yiyebilmiştim. Ev halkının da benden bir farkı yoktu. Ellerinden geldiğince gerginliklerini bana çaktırmamaya çalışıyorlardı. Asiye teyzemin ara ara tülbentine sildiği göz yaşlarını görmesem inanırdım belki. Ya da Mirsat abinin asla şeker atmadan içemediği çayı hiç karıştırmadan içtiğini görmeseydim.
Zor şer yediğimiz bir kaç lokmadan sonra sofrayı kaldırırken Asiye teyzem sen bırak dese de onlara yardım etmiştim. Madem bu evin bir ferdiydim o zaman kötü gün demeyip işlerden kaçmayacaktım. Ellerimi havluyla kurulayıp artık göz yaşlarını benden saklamaktan vazgeçen Asiye teyzeme sarılıverdim. Böyle sevgi gösterisini görmeye alışık olmadığından şaşırsada hemen sardı belimi.
"Hiç darlanma Çiçeğum. Kafan attu mi kalk gel. Biz senu ha burda bıraktuğun gibi bekleruz."
Saçlarımda gezen elleri anne şefkatini her bir hücremde hissettirdi. Konuşmak istediğim her bir kelime diken olup batıyordu sanki. Başımı sallamakla yetindim. Ben konuşmadım ama o beni anladı.
Asiye teyzemle ayrılınca sırasını bekleyen kardeşime uzattım kollarımı. Birbirimizle bir yumak haline gelecek kadar sarıldık.
"Hep narin ol dediğimi unut. Canını sıkarlarsa kafalarına ayakkabını geçirmekte özgürsün." Bu durumda bile güldürüyordu beni deli. Gözyaşlarımı akıtmamak için verdiğim mücadeleyi kazanmıştım şükür.
Askere uğurlar gibi arabaya kadar da geçirdiler bizi. Mustafa amcam Merdan onlarda sayısız destekleyici cümle sıralamıştı. Hatta Merdan bizimle gelip canımı sıkacak bir durumda karşı tarafa kafa göz dalmayı bile teklif etmişti. Biraz ısrarcı olsa ikna olacak gibiydim aslında.
Arabaya binip yola koyulduğumuzda derin bir iç çektim. Sanki dağlar kadar derdim vardı.
"Sen böyle dertlenip durursan konuşmamıza gerek kalmayacak Çiçek. Ben başka bir yoldan anlaşacağım haberin olsun." Kutay yoktu ama Mirsat abi asla yokluğunu aratmıyordu. Sahi Kutay günlerdir yoktu. Ne yoluma çıkmış ne eve gelmişti. Ses seda yoktu adamdan. Onun defterini de ayrı dürecektim artık.
"Abi lütfen. Bak lütfen diyorum. Bu işi konuşarak atlatalım. Fiziksel şiddete karşıyım ben."
Manidar gülüşünü görmezden geldim. Bu konuyu medeni insanlar gibi çözecektik. Yani inşallah öyle çözecektik. En azından Kutay yoktu. Bu bile bir teselliydi benim için.
Gözlerden uzak bir çay bahçesine gelince kanguru acı acı koşmaya başladı. İlk defa elimi sokup onu bir durdurmak istedim. Amaçsız koşularına bir son vermeliydi.
Mirsat abi kapısını açtığında bende elimi uzatıp kapıyı açmak istedim. Kapı kulpuna uzanan elimin titrediğini gördüğümde kendimi tokatlama isteği doğdu içimde. Görmezden gelip hırsla indim arabadan. Mirsat abiyle yan yana yürüdük yolu. Ben buradayım der gibi elini sırtıma koydu. Kimi görecektik neye benziyordu hiç bilmeden gidiyorduk.
Bahçeden içeri girdiğimizde gözünü buradan ayırmayan iki adam görünce anladım bizi onların beklediğini. Mirsat abinin eli sırtımdan omzuna dolandı. Yüzümü ona çevirdiğimde onunda bana baktığını gördüm. Hiç konuşmasa da anlıyordum ben buradayım deyişini. Gözümü açıp kapattım varlığına şükrettiğimi anlasın diye.
Masaya yaklaştıkça dizlerimde bir titreme başladı. Soğuk kanlı olmak için kendime verdiğim telkinlerin yerinde yeller esiyordu. Mirsat abi omzumu sıkıp bırakınca kendime geldim. O da kendime gelmemi şimdiden su koyvermememi istiyordu.
50li yaşlarında bir adam pür dikkat beni izliyordu. Yanında da Mirsat abi ile yaşıt olduğunu düşündüğüm bir başka adam vardı. Biz masaya yaklaşınca ikiside ayağa kalktı. Duruşumu düzeltip elimden geldiğince titremelerime son verdim.
"Süha Eroğlu."
Bana uzattığı elini sıkma gereksiniminde bulunmadım. Yalnızca başımı salladım.
"Çiçek Yılmaz."
Uzatılan el karşılık bulamayınca yanındaki adamın omzunda aldı yerini.
"Oğlum. Doğan Eroğlu."
Bunun karşılığında bende elimle yanımdaki adamı gösterdim.
"Abim. Mirsat Bertan."
Herkes tanıştığına memnun olmuş muydu bilinmez ama bir baş herketiyle erkekçe selamlaştılar. Kimsenin karşı tarafla fiziksel temas kurmaması iyi olmuştu.
Karşılarındaki sandalyelere oturup birer çay istedik. Çaylar gelip garson yanımızdan uzaklaşana kadar kimse tek kelime etmedi. Ne zamanki garson gitti konuşmanın fitili ateşlendi.
"Aslında seninle yalnız görüşmek istemiştim Çiçek."
"Az öncede belirttiğim gibi kendisi abim olur. Anlatacaklarınız ailemden gizleyeceğim şeyler değil."
Kendimden yaşça büyük birine saygısızlık yapmak asla istemezdim ama herkes yerini bilecekti. Bu masada yabancı varsa karşımdaki bu iki adamdan başkası olamazdı.
Süha bey başını sallayarak kabullendi durumu. Diretseydi kalkıp giderdim zaten.
"Nasıl başlamam gerektiğini bilmiyorum. Neyi ne kadar bildiğinden de haberim yok açıkçası."
"Ben ikinizle ilgili de hiç bir bilgiye sahip değilim. En baştan başlayın lütfen."
Cümle içinde geçen ikinizin kimler olduğunu anlamış olmasını ümit ettim.
"Bundan tam 27yıl evvel dördüncü çocuğumuzu doğumda kaybettik." Zordu sanırım evlat kaybı yaşamak. Gözlerinden geçen kederi gördüm çünkü.
"Bebeğimizi kaybettik. Eşim ağır bir depresyona girdi. Ne yaptıysam onu toparlayamıyordum. Çok ağır ilaçlar kullanıyordu. Terapi görüyordu ama hiç ilerleme kat edemiyorduk." Doğan bey önündeki su şişesini açıp babasına uzattı. Zorlanıyordu anlatırken. Kaybettiği evladının yası hâlâ tazeydi anlaşılan.
"Çok alkol aldığım bir gece hiç hatırlamadığım bir birliktelik yaşadım. Sarhoştum hatırlamıyorum demek istemiyorum ama sabah uyandığımda gerçekten hiçbir şey hatırlamıyordum."
Bir yudum daha su içti. Hangisini anlatmak daha zor geliyordu onun için bilmiyorum. Anladığım kadarıyla ben tek gecelik bir birlikteliğin istenmeyen sonucuydum. Suyu Süha bey içti. Ben ondan çok yutkundum.
"Birlikte olduğum kadın bunun bir problem olmadığını söyledi. Nasıl söylerim bilmiyorum ama bu birliktelik için benden para talep etti."
Bir kurşun yedim tam beynimden. Mirsat abi elini sırtıma koyup varlığını hatırlattı. İyi ki vardı.
"Ben bu yaşadığımın vicdan azabını çekerken o eğlence mekanına sık gidip gelen bir arkadaşımdan annenin hamile olduğunu öğrendim. Çok küçük bir ihtimaldi ama yinede peşine düştüm."
İnsan kalbinin parçalandığını hisseder mi? Hissettim. Binlerce parçaya ayrılıyordum sanki.
"Zor da olsa buldum onu. Bebeğin benden olmadığını söyledi. Benim için zaten çok küçük bir ihtimaldi. Yinede onun ağzından duymak istedim."
"Sonra nasıl emin oldunuz peki?"
"Yine aynı arkadaşım o mekana gidiş gelişlerinde annenin oradan çıkmaya çalıştığını öğrenmiş. Orada görüştüğü bir kadından da annenin uzun zamandır direndiğini hiç kimseyle bir birliktelik yaşamadığını öğrenmiş. Benim dışımda."
Dizimin üzerinde bir temas hissettim. Benden bağımsız titreyen dizlerime hakim olmaya çalışıyordu Mirsat abi. Bana ağır gelen bu yükü paylaşmak istiyordu. Bende yalnız taşıyamıyordum zaten.
"Ben bunları öğrenip yeniden onu bulmaya çalıştığımda gitmişti. Uzun süre izini sürdüm. En sonunda buldum. Bulduğumda karnı burnundaydı. Bebeği benden kaçırmaya çalışıyordu. Her bulduğumda bambaşka yerlerde çıktı karşıma. Samimiyetime ne kadar inanırsın bilmem ama ben seni istedim Çiçek. Annen ister ya da istemez. Ben istedim kızım."
Kızım..
"Onu en son bulduğumda köhne bir yerde yaşıyordu. Çoktan doğum yapmıştı. Seni istedim ondan. Bakamayacaksan bana ver dedim. Karıma ihanet etmiştim. Affedilmem yıllarımı aldı. Ama o günlerde bile kucağımda bir bebekle gitsem kapısından çevirmezdi beni biliyorum. Çok ısrar ettim Çiçek. Yalvardım ona. Bana seni bir çöp kenarına bırakıp mahalleden birilerinin seni bulmasını sağladığını söyledi."
Ben hep bambaşka hikayeler düşünmüştüm. Para için birlikte olan eskort bir kadınla eşinin yasını tutmasına ortak olmak yerine sarhoşluğa sığınıp soluğu ihanetin kucağında alan bir adamın çocuğu olacağım hiç aklıma gelmezdi.
"Çok aradım. Şurası dediği her yere baktım. Her kapıyı çaldım. Ama bulamadım Çiçek. Bana asla doğruları anlatmadı. Yıllardır arıyorum seni. Girip çıkmadığım yer kalmadı. Başına gelen o talihsiz olayda alınan dna örnekleri olmasa belki hiç bulamazdım da."
Ne büyük ironi ama. Ben hayatımın kabuslarından birini yaşamıştım. Karşımdaki adam neredeyse şükredecekti o gece yaşandığı için.
"Beni buldunuz peki o kadın nerede?"
Bunca şey anlatmıştı. Ben yalnızca beni canice başından savan kadını merak ediyordum.
Suyundan bir kaç yudum aldı. Ne zaman söylemekte zorlanacağı bir şeyler anlatacak olsa su içiyordu.
"Doğan'dan onu da araştırmasını istedim. Belki karşına çıkıp o da af dilemek ister diye."
"Ne o yine mi bulamadınız yoksa?"
"Buldum Çiçek. Bu defa benden kaçamayacağı bir yerdeydi."
Ay çok melankolik bir bölüm oldu.
Çiçeğim çok kırık ama toparlayacağız ❤
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |