@elisaayza
|
Anka misali... Bu son ikazı olmuştu tek bir şey daha söyleyemezdim. Mutfağa gidip kuru ekmek ve biraz su almıştım. Geri döndüğümde annem hazırdı elimdekileri alıp çantanın üstüne koydu. Elimden tutup evin arka kapısından çıkardı. Arkama dönüp kasabaya baktığımda büyük bir çoğunluğunun alevler içerisinde yandığını gördüm. Üstünde yükselen büyük kırmızı ateşli kuşlar, hangi eve dokunsa ev yanıyordu. Her birinin kırmızı uzun kuyrukları vardı. Saçtıkları ateş adeta geceyi gündüze çeviriyordu. Nutkum tutuldu annem beni çekiştirmemiş olsa büyük bir ihtimalle yere çöker ve gördüğüm manzara karşısında nefes bile alamazdım. Hayatımda hiç böylesine devasa kuşlar görmemiştim. Çığlık atarak etrafa kaçan insanlar sanki orada değilmişiz gibi sağımızdan solumuzdan geçip gidiyorlardı bazıları ellerinde ki mızraklarla kuşlara saldırmaya çalışıyorlardı fakat kuşlar o kadar yüksekteydi ki mızraklar onlara yetişemeden yere düşüyordu. Anneme tekrar döndüğümde kararlı bir şekilde ahıra gitti. Sahip olduğumuz tek atı ahırdan çıkarıp önce beni bindirdi sonra hızlıca kendisi de binip atı sürmeye başladı. Elime ne zaman aldığımı bilmediğim çantaya sıkıca sarıldım. Ne kadar zaman geçmişti bilmiyorum ama gün doğmak üzereydi. Annemin omzuna yaslanmaktan sırtım ağrımıştı uykum vardı ama at üstünde uyuyamıyordum. Han gibi bir yerin önüne geldiğimizde annem indi bana beklememi geleceğini söyledi ama beklemek istemiyordum cevap istiyordum bu yüzden hep itaat ettiğim annemi bu kez dinlemedim. Onun neden bu kadar sessiz olduğunu anlayamamıştım. Annem hep güler yüzlü sevecen bir insandı bana asla kızmazdı. Daha fazla dayanamayarak attan indim ve hanın kapısına doğru ilerledim annem içeride hancı olduğunu düşündüğüm bir kadınla konuşuyordu yanına gitmek istesem de bana kızacağını bildiğimden annemin olduğu yönün zıt kısmına doğru ilerledim, tam o sırada yanımdan geçen iri yarı bir cüsseye çarparak yere düştüm. "Dikkat etsene çocuk görmüyor musun beni?" diyerek bağırmaya başladı. Artık annemin beni fark etmemesine imkân yoktu. Hemen kalkarak üstümü çırptım. Duruşumdan ödün vermeyerek ve sanki korkmamış gibi adama diklendim. Dışarı çıkıp atla ilgilenmeye başladım. Acıkmıştı ve otlara doğru yönelmişti gidip kemerlerini biraz serbest bıraktım, bana bakıp teşekkür edercesine kafasını göğsüme sürtmüştü. Henüz 15 yaşındaydım ama küçük bir kasabada babasız yaşamak çok şey öğretmişti. Babam henüz ben doğmadan önce ölmüştü annem hastalıktan olduğunu söylüyor. O gittikten sonra kasabalılar annemin tek başına beni büyütemeyeceğini bu yüzden biriyle evlenmesi gerektiğini söylemişler. Annemse babamla inşa ettiği bu evde bir başkasıyla yaşamaktansa tek başına beni büyütmeyi tercih etmiş. Bir müddet sonra annem elinde küçük bir çantayla çıktı. Eteğinin altına bağladı ve üstünü kapatıp yanıma geldi. Sert bir tokatla neye uğradığımı şaşırdım. “Sana burada beklemeni söylemiştim ne diye içeri girip içerdekilerle olay çıkartıyorsun senin yüzünden geceyi burada geçirme şansımızı kaybettik. Çabuk ata bin, gidiyoruz. Çabuk!” dedi. Onu fazlasıyla sinirlendirmiştim bir şey söyleyemedim. Haklıydı ben itaatsiz biri değildim ama bir anlık merak duygumu yenememiştim. Ama handa kalmamamızın benimle ne ilgisi vardı alt tarafı bir adama çarpmıştım yine de soramadım. Daha ben sormadan annem yine konuşmaya başladı. “O çarptığın adam benimle evlenmek isteyen adamdı. Onu hatırlayamamış olman tuhaf Neria. Bilerek yaptığını anlayamamış olmanda öyle orda kalsaydık geceye kalmadan başımıza bir iş gelmiş olurdu.” “Peki neden? Bizimle ne derdi var?” “Ne? Ama oraya gidemeyiz büyükannem bizi hiç sevmez ki.” “Mecburuz en azından bir süreliğine.” Yolculuğun geri kalanında etrafı izleyerek geçirdim, çünkü uzun zamandır kasabadan hiç çıkmamıştık. Büyükannemi hayal meyal hatırlıyordum ve hatırladığım süre zarfınca da beni sevmediğini annemin beni doğurarak hata yaptığını doğumumun uğursuzluk getirip babamı ondan aldığımı düşünüyordu. Eğer öyle bir şey olduysa ben de hiç doğmamak isterdim. Ama elimde olan bir şey yoktu. Şimdiki gibi… Soğuk ve sessiz geçen 2 günün sonunda büyükannemin kaldığı kasabaya gelmiştik. Hoş buraya kasaba denmeye bin şahit isterdi çünkü büyükannemin evi dışında sadece 3 ev daha vardı. Evlerin karşısında nehir ve arkasında yüksek ağaçlarla kaplı orman vardı. Buradan bile nefes kesici görünüyordu. Annem attan inerek ön dizginlerinden çekiştirmeye başladı. Kalbim deli gibi atarken büyükannemi görmeye hiçte can atmıyordum ve gerilmiştim. Ya beni tekrar reddederse… Atı ağaca bağlayıp elimde çantayla büyükannemin evine doğru yürüdüm. Annem elimi tuttu ve sanki her şey yolunda der gibi elimi sıktı. Ona buruk bir gülümsemeyle karşılık verdim. Kapının önüne geldiğimizde daha kapıya tıklatmadan kapı gıcırtıyla açıldı içeriden yaşlı ama yüzünde tek bir kırışıklık dahi olmayan bir kadın kaşlarını çatarak çıktı. Büyükannem ne de çok özlemişim seni… “Merhaba Mathilda, vaktin var mı biraz konuşmamız lazım?” “Size yok.” Diye kestirip attı. Bana henüz bakmamıştı bile. “Acil olmasa gelmezdik bunu sende biliyorsun. Neria’nın korunması gerek.” “O kız uğursuzluktan başka ne getirdi, bir de buraya kadar gelmişsiniz lanetli kızını da al defol git buradan oğlumun üzerine bastığı topraklarımı kirletiyorsunuz.” Gözlerim dolmuştu fakat bunu ona belli edemezdim. Kalbimde babamı hiç görememenin hüzünü varken bir yandan da büyükannem tarafından kabul edilememenin acısını taşımak zorunda kalmıştım. Yüzüme bakmasını geçtim adımı dahi söylemeye tenezzül etmiyordu. Sahi ne işimiz vardı burada? Arkamı dönüp geldiğimiz yoldan geri döndüm, annem hala kapıda dikilmiş büyükannem denen kadını ikna etmeye çalışıyordu ki annem gibi bir kadın kimseye minnet eylemezdi. Bu kadar mühim olan ve benden saklanan konu neydi? Artık anlatılması gerekiyordu. “Bekle.” Diye seslendi büyükannem. Olduğum yerde durdum fakat arkamı dönmedim. “Sadece tek bir gece. Sonra gideceksiniz. Anlaşıldı mı?” Sesi düz ve buz gibiydi. Annem kafasını sallayıp teşekkür etti bense hala arkam dönük bir şekilde bekliyordum. Söylemek istediğim çok şey vardı lakin yeri ve zamanı şuan değildi. Annem bana doğru gelip elimdeki çantayı aldı ve hadi diyerek beni eve doğru çekiştirdi. Büyükannemle ilk kez o an göz göze gelmiştim. Acaba babama ne kadar benziyordu diye merak ettim. Kendimle çok fazla konuşuyor düşüncelerimi susturamıyordum. “Neden buradasınız?” “Köyü Ankalar bastı. Kaçmak zorunda kaldık.” Dedi annem sanki normal bir olay yaşamışız gibi ve Anka dediği şeyler kuştu değil mi? O gece gördüğüm büyük devasa kırmızı kuşlar. “Ankalar mı? Sana bu kızın lanetli olduğunu söylemiştim, vaktin varken halletmeliydin.” “Kolay mı sanıyorsun, aynısı oğlunun başına gelmiş olsaydı sen yapar mıydın?” “Oğlum zaten bu kız yüzünden öldü.” Diyerek bağırmaya başladı. “Olayları Neria’nın üzerine yüklemekten ne zaman vazgeçeceksin o daha bir çocuk. Hiçbir şeyden haberi olmayan küçük bir çocuk.” “Çocuk dediğin Ankalar tarafından işaretlenmiş bir şeytan. Sanırım henüz bunu göremiyorsun.” “İşaretlenmiş ne demek?” Diye sordum sanki tek garip olay buymuş gibi ama biraz olsun ortamdaki bu garip havayı dağıtmak istemiştim. “O gece kaçarken ne gördün?” “Gece olduğunu nerden biliyorsun?” “Ankalar zeki canlılardır yaşayan tek efsane gündüz görünmezler. Ayrıca soruma cevap ver.” “Büyük devasa kırmızı ve kuyruğu olan bir sürü kuş gördüm. Nereye dokunsalar orası yanıyordu.” “Evet vücudunda ki alevle nereye dokunurlarsa orası yanar ve bu kuşlardan en büyük olanı siyah anka sana dokundu ama sen yanmadın Neria." 1. Bölüm sonu... Okuduğunuz için teşekkürlerr, ilk deneyimim o yüzden yorumlarınız benim için çok kıymetli. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere... <3
|
0% |