Yeni Üyelik
1.
Bölüm

KIRIK AYNA: CENNETİN YANIŞI

@elmssiimm

 

“EVET SAYIN SEYİRCİLER, YENİ BİR HABER İLE KARŞINIZDAYIZ. DÜN GECE SAAT 4 CİVARLARINDA AKÇA HASTANESİNDEN BİR BEBEK KAÇIRILDI. HEMŞİRE KILIĞINA GİREN VE O GÜNÜN SABAHINDA AKIL HASTANESİNDEN KAÇAN A.T. KAYIPLARA KARIŞTI. KAMERALARDA GÖRÜNTÜLERİ YAKALANAN A.T. ARANIYOR!”

 

Genç yaşlardaki kadın, kucağındaki bebekle habere bakıyordu. Bebeği susturamıyordu. Ve bu kadının zevk almasını sağlıyordu. Bebek ağladıkça gülmesi daha çok artıyordu. Bebeğe zarar vermek istiyordu. Ama ona zarar vermek yerine bileğindeki yarayı kaşıyordu. Nedensizce o bebeğe zarar vermek istemiyordu. Ama içindeki ona zarar vermesi gerektiğini düşündüren dürtüler, onu daha çok zorluyordu.

Bu düşüncelerle birlikte kendine daha çok zarar veriyordu. Bileğindeki o büyük yarayı kaşıyan eli hızlanıyordu ve durmak istemiyordu. Çünkü acı onu mutlu ediyordu.

İnsan mutlu olduğu şeyden vazgeçebilir miydi? Yandığı cehennemde tutunacak bir dalı varsa neden cehennemden vazgeçsin ki?

Ama bu kadının yaşadığı cehennemde tutunacak dalı yoktu. Yaşadığı cehennemden mutluydu. Bebek daha çok ağlamaya başladığında kendisini artık tutamayacağını anladı. Bebeğe zarar vermek istiyordu ama o küçük kızı Berrak’tı. Onu bir daha öldüremezdi.

Oturduğu yerden hızlıca kalktı ve bebeği hızlı bir şekilde kucağından oturduğu koltuğa bıraktı ve bir odaya gidip kendini bir odaya kilitledi. Bebeğin ağlama sesleri arttı ve kadın daha çok kendini kaybetmeye başladı. Elindeki jileti koluna daha çok batırdı. Akan kan onu daha çok memnun etmeye başladı.

Daha çok aksın istedi. Daha çok yanmak istedi. Daha çok kendini kaybetti. Ama küçük bebeğe dokunmak bile istemedi.

Çünkü o bebek bir daha ölemezdi.

***

Kadın o gün kendini unutmuştu. Katil ruhu tüm hızıyla bedenine zarar vermişti. Ama bebeğine zarar vermemek için direnmişti. Bebeğini kurtarmak için kendi bedenine zarar vermişti. Ve bundan dolayı hiç “keşke” dememişti.

Bebeği ağlarken uyuyakalmıştı. Kadın ise uzun süre kendine gelememişti.

Kendine geldiğinde ise artık zevk almıyordu. Kolları daha az kanıyordu artık. Çünkü kadın kendine zarar vermek adına koluna kolonya dökmüştü. Bu ona istediği zevki sağlamaya şimdilik olsa da yetmişti.

Odadan çıktığında evin içindeki sessizlik dikkatini çekmişti kadının. Korkuyla bebeğini bıraktığı yere gitti. Orada uyuyakaldığını görünce yavaşça yanına oturdu. Bebeğine baktı. “Sanki hiç ölmemiş, sanki hiç onu öldürmemişim,” dedi içinden.

Küçük bebek, kadının kendini kaybettiği sırada öldürdüğü kızına çok benziyordu. Yüzünün şekli, gözlerinin çekikliği, yanaklarındaki hafif tombulluk…

Kadın pişmandı. O günden sonra iyileşmek istemişti. Bebeğini geri getirmek istemişti. Ama bebeği gelmemişti. Çünkü gittiği yer cennetti.

***

Takvim 26 Ağustos 2001’i gösteriyordu. Bugün bebek ilk yaşını almıştı. Kadın bebeğine doya doya seviyordu. Bebek ise annesine alışmıştı. Artık çok fazla ağlamıyordu. Emeklemeye de başlamıştı. Kadın artık bebeğine zarar vermemesi gerektiğini biliyordu. Artık kafasındaki düşünceler bebeğine zarar vermesini söylemiyordu.

Kadın, bebeğine çok güzel bakıyordu. Mamasını vaktinde yediriyordu, bezini değiştiriyordu, onunla oyunlar oynuyordu. Onu seviyordu, kanından olmasa bile...

Kadın o gün bebeği ile dışarı çıkmıştı. Genellikle kadın sadece bebeğinin ihtiyaçlarını almak için dışarı çıkardı. Çünkü hala aranıyorlardı. Bebeğin ailesi hala bebeklerini arıyorlardı. Bebeklerini bıkmadan, sıkılmadan aramaya devam ediyorlardı.

Ama bugün kızı doğmuştu. Ve ilk defa dışarı çıkacaklardı.

Kadın bebeğini güzelce giydirmişti ve bebek arabasını alıp dışarı çıkmak için hazırlamıştı. Dışarıya adım attıklarında onları pırıl pırıl parlayan güneş karşılamıştı. Hava çok olmasa da esiyordu. Ağaçların yapraklarından çıkan sesler kadının çok hoşuna gidiyordu. Bebeğin de hoşuna gitmiş olacak ki gülmeye başlamıştı. Kadın, bebeğinin gülmesini duymasıyla daha da keyiflenmişti.

Bunun üzerine kadın, bebeğini parka götürmeye karar vermişti. Bebeği ile vakit geçirmek istiyordu.

Kısa bir süre sonra parka varmışlardı. Parktaki bir banka oturdu kadın, ardından bebeğinin arabasını kendisine çevirdi. Bebeğine bakıp iç geçirdi. Öldürdüğü bebeğine yaptıkları aklına geldi. Sonrasında akıl hastanesindeki yaşadıkları…

Bebeği ona iyi gelmişti. Artık kendisine daha az zarar veriyordu. Kendine zarar vermek istemiyordu. Ama içindeki dürtüler buna çok fazla izin vermiyordu.

Yanına bir gencin oturmasıyla irkildi kadın. Genç kıza çevirdi bakışlarını. Kahve tonlarında saçları, bal rengi gözleri vardı. Kadın rahatsız olmuşçasına olduğu yerde hareketlendi. Kız, kadının rahatsız olduğunu anlayınca kendini açıklaması gerektiğini düşündü. “Merhaba, ben Cansu, bir arkadaşımı bekliyordum. Kusura bakmayın sizin oturduğunuzu fark etmedim, rahatsız olduysanız başka bir yere oturabilirim,” dedi.

Kadın böyle bir tepki beklemediğinden dolayı düşündü ve sessiz kalmaya karar verdi. Kız, kadının sessizliği üzerine orada oturmaya devam etti. Kızın bakışları kadını rahatsız etmişti. İçinde kötü bir his vardı.

“Bebeğiniz çok güzel ve tatlı, kaç yaşında?” Kadın daha da çok rahatsız olmuştu. “Bir” diyerek cevap verdi. “Çok küçükmüş,” dedi genç kız. Kadın sadece başı ile onayladı. Kalkması gerekiyordu. Dikkatleri daha fazla üstüne çekemezdi.

Kadın birden ayağa kalkınca genç kız da ayağa kalktı. Ama genç kız, kadına bakmıyordu. Arkadaki siren seslerinin sahibi olan arabaya bakıyordu. Arabadan polisler inmeye başlamıştı. Kadının kaçacak yeri yoktu. Dışarı çıkmaması gerekiyordu.

Kadın, bebeğini kucağına alarak koşmaya başladı. Korkuyordu. Bebeğini bir daha kaybedemezdi. Bunu istemiyordu. Gerekirse katil olurdu ama kızını bir daha kaybetmezdi.

Koşuyordu ama artık yorulmaya başlamıştı.

Evlerine yaklaşmışlardı. Biraz daha dayanabilirdi. Bebeği susmak bilmiyordu. Kadın ilk defa kendini bilerek kaybetmek istedi. Polisler arkalarındaydı. Daha çok koştu.

Evine vardığında hızlıca içeri girdi ve kapıyı kapattı. Evden bir çanta aldı ve evde olan her şeyi doldurmaya başladı. Polisler kapıya gelmişti. Kapıyı kırmaya çalışıyorlardı. Kadın daha da hızlanmaya çalıştı ama artık her şey için çok geçti. Kapı açılmıştı. Polislerin hepsi içeri girdiğinde kadın bebeğini yavaşça koltuğa bıraktı. Polisler kadının bu sakin hareketini beklemiyordu. Kadın ise sakince koltuğun yanındaki boy aynasının yanına gitti.

Polislerin en beklemediği anda ise Boy aynasını hızlıca kaldırdı ve polislerin kafasına geçirdi. “Ben bir daha bebeğimi kaybedemem anladınız mı beni!” Polisler hemen silahına davranırken gülmeye başladı. Bir tebessüm değildi, âdeta kahkahaydı.

Kadın polislere sadece kahkaha atıyordu. İçinden hepsini öldürmek istedi. Hepsinin kafasında aynayı kırıp cam parçalarını kafalarına geçirmek istiyordu ve bunu yapacaktı. Ama önce onları korkutması gerekiyordu.

Kadın, bebeğini kucağına aldı ve büyük bir cam parçasını eline aldı. “Eğer benim kızımı almakta ısrar ediyorsanız, tamam alın. Ama ancak cansız bedenini alırsınız!” diyerek onların görmeyeceği şekilde bebeğinin karnına yaklaştırdı. Zarar veremezdi. Bunu yapamazdı.

“Asu! Bebeği bırak,” dedi baştaki polis. Kadından cevap gecikmedi. “O sadece bir bebek değil! Benim bebeğim!” diyerek polise bağırdı kadın.

Bunun üzerine bebek ağlamaya başladı. Kadının aklına bebeğini yanına aldığı ilk gün geldi. Ona zarar vermek istememişti. O yüzden kendine zarar vermişti. Kendini tutmuştu. Bu sefer tutamayacaktı. Daha çok kahkaha attı. Kahkahalarının arasından gözünden bir yaş düştü.

Kadın korkuyordu. Bebek ağlıyordu.

Dayanmak istedi. Ama artık eli titremeye başlamıştı. Gözleri hiçbir şeyi görmüyor gibiydi. Kadın kucağında bebeği olduğunu unuttu.

Kadın elindeki cam parçasını kendi yanağına yaklaştırdı ve hiç düşünmeden yüzüne bir çizik attı. Çiziğin derinliği uzaktan bile belli olacak derecedeydi.

“Yapma, korkuyorsun yapma!” dedi kadın bir polis. “Hah! Korkuyor muyum sence? Ben korkmam. Korkuturum. Aynı sizi korkuttuğum gibi. Kabul etsenize, benden korkuyorsunuz!”

“Evet, korkuyoruz ama senden çok kucağındaki bebeğine zarar vermenden korkuyoruz. Bebeğini koltuğa bırak ve bizimle gel. Ona zarar vereceksin. Bebeğine zarar vermek istemezsin değil mi?”

Kadın düşündü, düşündü ve düşündü. Onun kızı yıllar önce ölmüştü. Ölmemişti. O kendi kızını öldürmüştü.

“Yalan söylüyorsunuz! Canımı acıtmak istiyorsunuz, benim kızım yıllar önce öldü! Onu ben öldürdüm!” dedi kadın. Polisler şaşkınlıkla kadına bakıyordu. “Asu, lütfen yapma, kucağındaki bebeğe bak! O senin bebeğin.” Kadın bakışlarını kucağına çevirdi. Ağlayan bebeğe baktı.

Ama o bebek onun değildi. Onun bebeği ölmüştü.

“Hayır, hayır, hayır, bu bebek benim değil!” diyerek kendine vurmaya başladı kadın. Elindeki cam parçasını bebeğe tekrar yaklaştırdı. Polisler bir şey yapamıyordu. Yapabildikleri tek şey kadını ikna etmeye çalışmak ya da kadının yüzüne bakmaktı.

Arkadan bir kapının açılma sesi geldiğinde herkesin gözleri o yöne çevrildi. Kadının psikoloğu gelmişti. Onu polislerle birlikte ikna etmeye çalışacaktı.

Sakin adımlarla içeri girdi psikolog. Asu’nun yüzüne baktı önce. Sonra daha önceden kaşıyarak zarar verdiği kolundaki derin çiziğe. En sonunda ise kucağındaki bebeğe.

“Asu,” dedi psikolog önce. Kadının bakışlarını psikoloğuna çevirdi. En çaresiz, en yorgun bakışını attı psikoloğa. “Berrak,” dedi psikolog. Kadın daha önceden bebeğini psikoloğuna anlatmıştı. Onu öldürdüğünden bile bahsetmişti.

“Doktor yardım et, bu bebek benim değil. Benim bebeğim öldü.” Dedi. Psikolog, kadının kafasının karıştığını anladı. “Evet, öldü ama bak seni ziyarete gelmiş.” Psikolog, kadın bebeğini nasıl düşünüyorsa öyle düşünmesini istedi. Onun ne bebeğinin yaşadığına inandırmak istedi. Ne de bir daha geri gelmeyeceğine…

“Yani bu benim bebeğim mi? Benim Berrak’ım mı?” Psikolog başını salladı. Kadın bebeğe tekrar baktı. “Şimdi o cennete tekrar gidecek, gitmesi gerek,”

“Bir daha gelecek mi?” diye sordu kadın. Psikolog başta sessiz kaldı. Gelmeyecekti. Kadın bu durumdayken bir daha bebeği göremezdi.

“Gelecek, ama sen durumu zorlaştırırsan sana küser, bir daha yanına gelmez. Bunun olmasını ister misin?” Dedi psikolog. Asu iyi değildi. Asu hiç iyi değildi. Durumu daha kötüye gitmişti. Bebeğe öncelerden zarar vermiş olabilirdi. Ama bu durumu düşünmek istemiyordu psikolog.

Kadın ise bir bebeğe, bir de doktoruna baktı. Ne bebeğinin gitmesini istedi; kokusunu içine çekti bebeğinin. Ve bebeğine sarıldı, öptü. Son kez olduğunu düşünerek.

Ama o sırada bebeğin ağlaması çoğaldı. Polisler ve psikolog kadına bakmışlardı ama hiçbir şeyi anlamamışlardı.

Ama kadının elinde cam parçası vardı. Ve o cam parçası bebeğin bacağına batmıştı.

Psikolog her şeyi anladığında, “Asu bebeği bize ver, gitme vakti geldi,” dedi telaşla. Kadın yavaş yavaş psikoloğa yaklaştı ve bebeği psikoloğa uzattı. “Gittiği yerde dünyada yaşattıklarımı yaşamayacak değil mi? Mutlu olsun. Çünkü ben onu mutlu edemedim.”

Psikoloğun gözünden bir yaş düştü. Hastasının ne kadar bebeğine bağlandığını hissetti. Ama ona zarar vermişti bilmeyerek de olsa...

Kadın biliyordu. Bebeği bir daha gelmeyecekti.

Psikolog, kadın polise dışarıyı işaret etti. Dışarıda sağlık ekipleri vardı. Bebeğe bakmaları gerekiyordu. O bebek ölmemeliydi.

Psikolog, kadından uzaklaştığında hızlıca dışarı çıktı. Kadın ise sadece arkalarından bakmakla yetindi. O sırada elinin üstünden yere doğru kayan kana baktı.

Cam parçasında bebeğinin kanı vardı.

Kadın nefesi kesilmiş gibi hissetti. Elindeki kan kendisine ait değildi. Gözünden yaşlar dökülmeye başladı. Kapıya baktı. Sonrasında dengesini kaybetti ve yere düştü. Polisler yanına gidip kadını ayağa kaldırmaya çalıştı. Ama kadının içi acıyordu. O cennete giden bebeğine zarar vermişti.

“Bebeğime götürün beni,” dedi kadın. Sesi sakindi. Fırtına öncesi sessizlik gibi…

Polisler birbirlerine baktı. Bunu yapamazlardı. Kadın bebeğe daha çok zarar verebilirdi. Kadın onlardan bir cevap bekledi. Ama diyeceklerini de biliyordu. Ama kadın onları dinlemeyeceğini de biliyordu. Polislerin boşluğunu yakalayarak kapıya doğru koşmaya başladı.

Kadın bebeğinden vazgeçmeyecekti. Gerekirse onunla ölecekti.

Kapıdaki ambulansın yanına ilerledi. Oradaki birkaç polis daha onu tutmaya çalıştı. Ama kadın ise hiç düşünmeden elindeki can parçasını polislere savurdu. Cam parçası ise kadın polisin elinde derin bir yara açtı.

Psikolog ise olanları arabanın açık kapısından izlerken ayaklandı ve hastasının yanına gitti. “Asu dur, görmüyor musun elindeki cam parçası herkese zarar veriyor.”

“Garip bir durum değil benim için doktor, bunu sende biliyorsun. Benim her zerrem zarar. Bunları bana söylesen bile faydası yok. Sadece bebeğimi görmek istiyorum.”

Psikolog duygusal davranmaya başlamıştı. Ama bu doğru değildi. Hastasına bunları söylemesi tamamıyla saçmalıktı. “Ama sen her zerrenle bebeğine de zarar verdin, üzülmüyor musun? Belki de bebeğin ona zarar verdiğin için bir daha gelmeyecek.”

“Bir hasta olabilirim. Bir cani olabilirim. Ama aptal değilim. O bebek bir daha gelmeyecekti. Bana yalan söyledin. Benimle oynama doktor, ben oynayacağın bir kukla değilim. Şimdi bebeğimi görmek istiyorum.”

Psikolog sadece baktı. Artık hastası dediklerine inanmıyordu. “Göremezsin, durumu iyi değil.” Hayır, psikolog yine yalan söylüyordu. Bebeği görmesini istemiyordu. Hastasının durumu daha ileri gitmişti. Ve artık elinde kan vardı.

Kadın bunu da anlamıştı. Psikolog yalan söylüyordu. “Yalan söylüyorsun. Ama ben sana bir gerçek söyleyeyim mi? O bebeği kendi bebeğin gibi sahiplenmene izin vermeyeceğim. Kaybettiğin bebeğinin yerine koymana izin vermeyeceğim. Andım olsun ki, Berrak’ı tekrar görmeden ölmeyeceğim.”

***

Aradan yıllar geçmişti. Berrak büyümüş, Asu yaşadığı cehennemine geri dönmüştü. Yaşadığı cehennemde beşinci yılıydı. Kadın artık ümidini yitirmişti. Oradan çıkış yoktu.

Ama kızını ilerde görecekti. Bu duruma dair inancını ve ümidini kaybetmemişti.

Her gece kızının fotoğraflarına sarılarak uyuyordu. Yanına onun için bir yastık daha koyuyordu. Hastanedeki herkese kızından bahsediyordu. Her gün günlük yazıyordu. Belki bir gün kızı yazdıklarını okur ümidiyle...

Loading...
0%