@elywand
|
Young the Giant - Mind Over Matters Tüm geceyi yarı uyanık, yarı uykuda geçiren Chan, en son ne zaman uykuya daldığını hatırlayamıyordu ama gözlerini acıtan güneş ışıklarıyla gözünü açtığında odasına sabahın ilk ışıkları doluşmuştu. Odasının içine doluşan sabahın ilk ışıkları Chan'ın odasını her sabah olduğu gibi bu sabahta bal rengine boyamıştı. Chan iyice ayılmak için balkonuna çıktığında aşağıda bir atın kişnediğini duydu. Hala uyku akan gözleri bahçeyi tararken Alium Kralı'nın gece sarayda kaldığını ve şimdi ayrıldığını düşünmüştü ama hazırlanan araba Felix'in annesini ziyaret edebilmesi içindi. Bir günü Felix olmadan geçecekti yani. Bu düşünce canını sıkmıştı ama Felix'ten uzaklaşmaya ihtiyacı vardı. Ondan uzak kalmalı ve olmaması gereken hislerini yatıştırmalıydı, bu bir gün bunun için iyi bir fırsat olabilirdi. Tüm bu düşüncelerine rağmen bir şekilde Chan üstünü değiştirip sarayın avlusuna inmiş bir şekilde buldu kendini. Arkasından gelen ayak seslerini duyup o yöne çevirince başını Felix ile karşılaştı. ''Günaydın, bu kadar erken gideceğini tahmin etmemiştim.'' ''Günaydın, evet ne kadar erken gidersem o kadar iyi diye düşündüm.'' ''İyi düşünmüşsün.'' dedi Chan gömleğinin kollarını sıvarken. Felix de ellerini ceplerine sokmuştu ve öylece bakıyorlardı birbirlerine sadece, o garip sessizlikten oluşmuştu. ''Sana eşlik etmemi ister misin?'' diye sordu Chan aniden. Felix de Chan kadar şaşırmıştı bu teklife. ''Tabii, olur. Memnuniyet duyarım.'' Arabaya binip hareket etmesini beklerlerken ''Akşam yemeğinden sonra dönmeyi planlamıştım. Senin için de uygun mu?'' diye sordu Felix. ''Tabii ki de. Nasıl rahat olacaksan öyle yap. Ama ben daha fazla kalırsın diye düşünmüştüm.'' ''Bu kadarı yeterli olur diye düşündüm. Hem dün akşam Minho ile konuştum bu konuyu ve bana Jeongin'in kehanetlerinin uzun süreli olduğunu ve fazla telaşlanmamam gerektiğini söyledi.'' Chan sorgulayan bakışlarla ona bakınca ekleme ihtiyacı duydu ''Minho Jeongin'in kardeşi, ayrıca gözetleme kulasinde çalışan gözcülerden de biri.'' ''Dün akşam kitabı inceledim ve bizim kullanabileceğimiz bir büyü açma tarifi buldum. Belki evde denerim diye kütüphaneye uğrayıp defteri aldım. Senin de gelmeye karar vermen iyi oldu aslında, birlikte deneyebiliriz.'' ''Gerçekten mi?'' diye sordu Chan. Pek ümidi yoktu çünkü defteri açabileceklerine dair. ''Umarım işe yarar ve bir şeyler bulabiliriz.'' ✨️ Felix ve Chan ahşap, tek katlı bir eve varmışlardı ormanın derinliklerindeki bir açıklıkta. Kapıyı Felix gibi gri saçları ve yeşil gözleri olan Bayan Lee açmıştı. Boyu Felix'in anca omzuna geliyordu ve beline kadar uzanan gri saçlarını örmüş, üzerine beyaz bir hırka giymişti. ''Felix! Bu ne sürpriz böyle!'' dedi karşısında oğlunu görmeyi beklemeyen kadın Felix'e sıkıca sarılırken. Kadının gözleri Chan'ı görünce oğlundan ayrıldı ''Felix canım, arkadaşın kim?'' ''Anne bu Prens Chan-'' Bayan Lee hemen reverans yaptı ''Ekselansları, hoş geldiniz.'' ''Lütfen sadece Chan deyin. Oğlunuzun diğer arkadaşlarından bir farkım yok, kendinizi rahatsız hissetmeyin lütfen.'' Annesi ışıltılı gözlerle oğluna baktı. ''Felix'im, arkadaşlar edinmen ne kadar güzel. Ama neden erkenden döndün? Bir sorun mu var?'' ''Hayır anne bir sorun yok, sadece seni ziyaret etmek istedim.'' Bayan Lee gülümseeyen yüzüyle ve içleri parlayan gözleriyle Felix'e bakarken sıcakça onun yanağını okşadı. ''Kapıda kaldınız, hadi içeri geçin.'' Evin içine şöminenin kenarına asılan portakal kabuklarının kokusu yayılmıştı, tavanı da yere nispeten yakındı sıcacık gözükmüştü Chan'ın gözüne bu minik ev. ''Tam vaktinde geldiniz, ben de kahvaltı hazırlamak üzereydim.'' diye seslendi Bayan Lee mutfaktan. ''Yardım ister misin anne?'' diye sordu Felix mutfağa giderken. ''Gerek yok tatlım, siz oturun.'' Felix elinde tabaklarla salona gelip masaya onları yerleştirip geri dönüdü mutfağa. Salonda tek başına oturmanın kabalık olacağını düşünüp Chan da mutfağa gitti. ''Yardıma ihtiyacınız var mı? Ben de bunları götürebilirim.'' Felix'in annesi ne kadar oturmalarını söylese de onlara üçü birlikte sofrayı hazırlamış sonra da kahvaltıya oturmuşlardı. Kahvaltıdan sonra Chan ve Felix bahçeye çıkıp defterdeki büyüyü açmayı çalışmaya karar verdiler. Chan defteri koyabilmek için yere kayalardan bir zemin yapmıştı ve rastgele bir sayfasını açıp defteri de onun üzerine koymuşlardı. Felix de Jeongin'den tabiri caizse çaldıkları kitaptan büyünün olduğu sayfayı açıp Chan'a uzattı. O ormanda tüm bunlardan uzakta yaşadığı için bu tarz büyü işlerini garipsiyordu hala. ''Yani bu kelimeleri okuyacaksın ve olacak, öyle mı?'' ''Öyle olmasını umuyorum.'' Chan derin bir nefes alıp kitaptaki sözleri okumaya başladı. Büyüyle ilgili olan her şey gibi bu da kadim dildeydi ve Felix seçebildiği birkaç kelime hariç hiçbirinin anlamını bilmediğinden büyünün ne dediğini de anlamıyordu. Sözler bitince geriye, Felix'in yanına çekildi Chan da ve beklemeye başladılar. Felix neler olacağını merak ettiği için biraz kitaba doğru eğilmişti. Açık sayfalar kendiliğinden çevrilirken çimlere de defterden mor kıvılcımlar sıçrıyordu. Bir yanlışlık vardı ama, kıvılcımların mor olmaması lazımdı, kırmızı olmalıydılar, büyüde hakikati gösteren kırmızı alevleri çağrıyorum diyordu ve Chan'ın okuduğu diğer kaynaklar da kadim inanışta mor alevlerin sahtekarlığı getirdiğini söylüyordu. Bir şeylerin ters gittiğini anladığı gibi deftere eğilmiş Felix'i çekti kendine doğru ve çocukla defter arasına da kendisini almış, kanatlarıyla ikisine kalkan oluşturmuştu. Felix daha neşer olduğunu bile anlayamamıştı ki bir sıcak hava dalgası yüzünü yalayıp geçmişti. Bir saniye önce deftere bakıyordu, bir saniye sonraysa Chan önüne geçmiş, kanatlarıyla ikisini sarmışştı. Chan kafasını Felix'in boynuna gömmüştü ve acıyla dişlerini sıkıyordu. Etrafa kör edici bir mor ışık yayılmıştı ve Chan'ın siyah deri kanatlarının ardında saklanmasına rağmen gözlerini acıtmıştı. Etraftaki ışık sönünce Chan bir adım geri çekildi, yüzü ter içindeydi ve yaralandı mı diye Felix'i kontrol ediyordu. ''Az önce olan şey de neydi?'' Chan yavaşça arkasını dönüp deftere baktı. ''Sanırım sabote edildik, birileri neler olduğunu öğrenmemizi istemiyor gibi duruyor.'' Chan Felix'e tamamen arkasını dönüp deftere doğru yürüdüğünde dehşete düştü Felix, Prensin kanatları yara ve kan içindeydi, sırf o zarar görmesin diye kendini siper etmişti Felix'e. ''Chan kanatların!'' Felix nidasını bitiremeden Chan dizlerinin üstüne düşmüştü acıya daha fazla dayanamayıp, kanatları kopacakmış gibi acıyor ve sırtıyla birleştikleri yer karıncalanıyordu. Dışarıdaki gürültüyü duyup annesi de çıkmıştı verandaya ve 'çocuklar ne oluyor' demeye kalmadan yere düşmüştü Chan. İkisi de korkuyla Chan'ın iki koluna girmiş onu eve taşımışlardı. Chan koltuklarında otururken Felix de annesinin getirdiği malzemelerle kanatlarındaki yaraları temizledi. Dün göl kenarında otururlarken güneşin içinden geçip koyu kahve gibi gösterdiği kanatlara dokunmak çok istemişti ama şimdi dokunma sebebinin açık yaralar olması içini ezmişti. Felix kanları temizlerken Chan'ın yaraları kendiliğinden kapanmaya başlamıştı. Hayretle kendi kendine iyileşen yaraları izlerken gücünü geri toplayan Chan ''Orman elflerinin yaraları hızlı iyileşir.'' diye açıkladı. ''Doğada hayatta kalabilmek ve üstün olabilmek için geliştirdiğimiz bir savunma sistemi bu.'' Arkasına oturan Felix'e çevirdi yönünü ve ''Teşekkür ederim.'' dedi kanatlarındaki çoktan kapanmış bir yaraya dokunurken. ''Asıl ben teşekkür ederim.'' dedi Felix. ''Sen olmasaydın şu an ne haldeydim tahmin bile edemiyorum.'' Chan, Felix'e gözlerinin parlamasına neden olan bir gülümsemesiyle baktı. Felix de, Chan'a yapabildiği en minnet dolu ve sıcak gülümsemeyle bakıyordu. Prens'in gülüşü gözlerine kadar ulaşıyor, o siyah gözlerinde minik yıldızlar oluşturuyordu. Felix, birisi ona gözlerinin içi gülerek baktığı için mutluydu, özellikle bir elfi ona böyle baktığı için. Olmaması gerekse de mutluydu işte, tıpkı Chan'ın olmaması gerekse de mutlu olduğu gibi. ''Sence Jeongin biz dün gittikten sonra Krala defterin büyüsünü açmak istediğimizi söylemiş olabilir mi?'' ''Bilmiyorum.'' dedi Chan oflayarak. ''Öyle olsa babam bana gelip sorardı diye düşünüyorum. Tabii Şansölye onu bana karşı doldurmuş da olabilir. Ama neden içinde ne olduğunu öğrenemeyelim diye defteri lanetlesin ki?'' ''Şansölye neden Kralı sana karşı doldursun ki?'' ''Bilmiyorum.'' diye mırıldandı Chan ''Artık kimin hakkında ne düşünmem gerektiğini bilmiyorum.'' ''Plan ne peki?'' ''Bilmiyorum.'' dedi Chan tekrardan. ''Defter hakkında daha ne yapabiliriz bilmiyorum, zaten lanetlenmiş ve açmaya çalışırsak kendini imha etmeye çalışıyor. Seni tehdit eden kişiyi nasıl bulacağımızı da bilmiyorum, aklıma saraydaki herkesle teker teker konuşmak dışında başk fikir gelmiyor.'' Chan'ın sesinden hayal kırıklığı akıyordu. Bu işin peşini bırakmayı hele Mareşal Han'a bırakmayı hiç istemiyordu, her nasılsa bunda o adamın bir parmağı olduğunu düşünüyordu. ✨️ Dönüş vakti geldiğince Felix'in annesinin gözlerini hüzün kaplamıştı. Oğluna sarıldıktan elini Felix'in yanağına koydu. ''Kendine dikkat et.'' ''Sen de dikkat et.'' Felix'in aklına yine Jeongin'in söyledikleri gelmişti ve sesinin çatlamasını engelleyememişti. Felix'in tek yapabildiği bu kehanetlerin uzun süreli olduğunu dilemekti. Araba hareket etmeye başlayınca uzun bir süre tek yaptığı pencereden dışarıya bakmak oldu Felix'in. Chan onun biraz kafasını dağıtmak için ortaya bir konu açmaya karar verdi. Felix biraz biraz neşelensin, en azından başka bir şeyler düşünsün istemişti. ''Eskiden, yani Dissennatorilerden önce, iki kişinin birbirini yürekten sevdiğinde birbirlerine bağlandıklarını duymuş muydun?'' Felix başını camdan çevirip Prense baktı. İki yana salladı başını, ilk defa duymuştu bunu. ''İki kalbi birbirine bağlayan bir bağmış bu, evlilik bağından da güçlü. Hatta bir prens ya da prenses vakitsiz ölürse taht boş kalırsa veliaht olarak da yerine eğer varsa eşi geçiyormuş.'' Felix, bu yersiz konunun onun kafasının dağılması için açıldığını anladı ve bunun için minnettardı Chan'a. Kocaman gülümsedi Chan'a ve Chan'ın gözleri ışıldadı bu gülümsemeyi görünce. İçine koca bir kainatı sığdırabilecek derinlikteki o siyah gözler Felix'e parlıyordu. Hiç olmadığı kadar özel hissettiriyordu Felix'e bu bakışları kendi üzerinde görmek. Bu siyah gözler, içindeki parıltılar, bu yüz ve hepsinin sahibi Chan Felix'in içini sevgiyle ısıtıyordu her defasında. Sanki birisi kalbini ellemiş de onu sıkmış gibi hissetti Felix, acıyla eline gitti aniden kalbi. Acı da his de saniye bile sürmeden geçmişti hemen, acaba hayal mi ettim? düşünmeden edemedi, gelip geçmiş ve hiç olmamış gibi yok olmuştu. Felix ona gülümsediğinde yine bozulmuştu Chan'ın kalp ritmi ama farklıydı bu defa öncekiler gibi değildi, sanki birisi eline almış ve sıkmıştı. Elini acıyan yere götürene kadarsa gitmişti acı sanki hiç orada olamamış gibi. Chan ve Felix'in gözleri kesişti, ikisi de elleri kaplerinde, kendilerine ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. İkisi aralarında oluşan bağdan habersiz bir şekilde vardılar saraya. At arabası hendeğin üzerindeki köprüden geçerken Chan'ın tek isteği sonsuza kadar o arabada Felix ile kalıp onunla konuşmaya devam etmekti. |
0% |