@elywand
|
Shawn Mendes - Teach Me How to Love Önceki gün Felix ile konuştuktan sonra sabah erken saatte kütüphanede buluşmayı kararlaştırmışlardı. Chan daha güneş büyük gölün ötesinde belirmeden uyanmış ve hemen hazırlanıp kütüphaneye gelmişti. Kütüphanenin çift kanatlı kapılarını itip içeri girdiğinde Felix çoktan kütühane gelmiş onu bekliyordu. Bacaklarını durmadan sallıyor, parmaklarını çıtlatıp ellerini gri saçlarından geçiriyordu hep. Felix çekingen mizacı dolayısıyla hep biraz gergin gözükmüştü Chan'ın gözüne ama bugün daha da gergin bir hali vardı. Açılan kapının sesini duymasıyla ayağa fırladı Felix. Gelenin prens olduğunu görünce diktiği omuzları biraz rahatlayarak gevşemişti. ''Erken gelmişsin?'' diye sordu Chan kaşlarını çatıp. Kendisi kararlaştırdıkları saatten erken gelmişti çünkü Felix ile buluşmadan önce normalde gün içinde yapması gereken işlerini yapmayı planlamıştı ki bitmeyen işler yüzünden kimsenin dikkatini üzerine çekmesin. ''Sana anlatmam gereken çok önemli bir şey oldu.'' Stresten sesi titriyordu Felix'in. Chan Felix'i omuzlarından tutarak koltuğa geri oturttu soran gözlerle ona bakarken. ''Dün gece uyurken kafama sert bir şeyle vurulduğunu ve yerde sürüklendiğimi hissettim. Gözümü açtığımda uyanıktım ama hiçbirşey göremiyordum, etraf karanlıktı ama ayaklarımın suyun içinde olduğunu ve kafamın etrafını saran da bir bez parçası olduğunu fark ettim. Birisi arkamdan bana 'Ya suçu üstlenirsin ya da sonuçlarına katlanırsın.' dedi. Gözümü tekrar açtığımda odamdaydım.'' Felix,Chan'ın odanın herhangi bir köşesine kilitlediği bakışlarına baktı. Biraz düşündükten sonra gözlerindeki şüpheyle daha Prens konuşmaya başlayamadan devam etti Felix ''Rüya olmadığına eminim, bunu sorma. Uyandığımda pijamamın uçları nemliydi ve şuna bak.'' Arkasını dönüp ensesindeki uzun saçları yukarı çekti. Gerçekten de birisi başının arkasına vurmuştu, saç köklerinde kırmızı lekeler vardı. ''Uyanıp ne olduğunu anladığım gibi buraya geldim ve senin gelmeni bekledim.'' ''Birisi gerçekten seni tehdit etti yani. Konuşan kişinin kim olduğunu söyleyebilir misin peki?'' Felix başını iki yanına salladı ama yüzünü buruşturdu anında acıyla ve yarasına attı elini. ''Sesi tanıyorum, daha önce duyduğuma eminim ama kimin olduğunu hatırlayamıyorum. Hatta ilk başta suçu üstlenmemi söylediği için Mareşal Han olduğunu bile düşündüm ama onun sesi değildi. Sesi tekrar duyarsam hatırlarım ama.'' Chan hala hiç tepki vermeden duruyordu öylece. ''Bir daha bir şey olduğunda beni burada beklemek yerine yanıma gel.'' dedi en sonunda. Dakikalardır kafasında tarttığı şey buydu. Acil bir durumda, vakitsiz bir zamanda, örneğin sabaha karşı, Felix odasına gelse bu yakışık olur muydu saray kurallarına? Ama Chan bu saraya dair iyice güvenini kaybetmeye başladığı için bunu umursamayıp şu anda güvendiği tek kişi olan Felix'e yaslanmaya ve onu umursamaya karar verdi. ''Kuzeydoğu kulesinin en üst katında odam. Eğer burada değilsem beni boşuna kütüphanede bekleme. Ya odamdayımdır ya da meclis görevi yüzünden başka bir yerde ama orada bekle beni.'' Felix başını salladı yine cevap olarak. O kadar korkmuştu ki tüm enerjisini olayı Prense açıklamaya harcamıştı ve şimdi de kendini tutmasa yorgunluktan zangır zangır titreyecek haldeydi. Chan da onun bitkinliğini fark etmişti. ''Bahse varım kahvaltı da yapmamışsındır, önce bir şeyler yiyelim ve sen de güç topla, ne yapacağımıza sonra karar veririz.'' Chan kendileri için mutfaktan kahvaltı getirtmiş, çalışma masasınına koydurtmuştu tabakları yine. Önlerinde bol bol yiyecek olmasına rağmen o sadece porselen fincanından kahve içiyor ve bir köşeye sıkıştırdığı parşömenlerini dolduruyordu. Felix onun da yemesi için ısrar etmişti ama gelmeden kahvaltı ettiğini söyleyip işiyle ilgilenmeye devam etmişti. ''Beni soruşturmadan çektiler dün gece.'' dedi Felix ona ne yazdığını sorduğunda. ''Arşiv görevlisi olduğum için yardım edebileceğimi söyledim ama ihtiyacımız olursa sana başvururuz deyip beni geçiştirdi Şansölye. Sanırım Mareşal Han ile dün çatışma yaşadığım için beni istemiyorlar ve işlerine köstek olmamdan korkuyorlar. Ben de bugün yapılması gerekenleri erkenden hallediyorum ki arkalarından iş çevirdiğimi anlamasınlar.'' Kahvaltıları bitince Chan işlerini halledene kadar Felix'ten kütüphanenin kayıt defterini bulmasını istemişti. Bu kayıt defteri kütüphaneye kim gelmiş, hangi bölümlerde bulunmuş hangi kitapları almış kaydını tutardı kendisi sahip olduğu büyüyle ve kütüphane kısmına girmese de birisi, direkt arşive de geçse kapı ve ortak alan olan Chan'ın masasıyla bağlantılı olduğu için orada bulunan kişilerin de kaydını tutuyordu. Eğer birisi arşive gizli geçitlerden gelmediyse bu kayıtlarda bulunacaktı adı. Ancak şöyle de bir durum vardı ki, defter bulunduğu konumu hep değiştirirdi. Bir gün kapının yanındaki kürsüde, birgün en alakasız rafta bulunurdu. Hatta bazen bir kere baktığınız yere dönüp baktığınızda onu bulamazdınız. Özellikle arıyorsanız da sizin iyi niyetli olduğunuza inanması gerekirdi karşılaşmanız için. Chan biraz da bu yüzden istemişti Felix'ten bulmasını. Bunu pekala kendi de yapabilirdi ama defter Felix'in iyi niyetine güvenirse Chan da ona gözü kapalı güvenebilirdi. Felix defteri bulup geldiğinde Chan da işini bitirmişti. ''Şimdi ne yapacağız?'' ''Defterin büyüsünü açmamız lazım, bu şekilde sadece bize boş sayfalar sonucaktır. Büyüyü bizim açmamız lazım, şansölyenin kulağına gitsin istemiyorum.'' dedi Chan. Ancak ikisi de büyü nasıl açılır bilmiyordu. Bu yüzden yine kütüphaneye gittiler gerisin geri ve büyü hakkındaki tüm kitapları kucaklayarak masaya taşıdılar. Tüm kitapları ihtiyaçları olan bir şey bulabilecekler mi diye tararken Felix ''Sanırım buldum!'' dedi heyecnla. Önündeki kitabı Chan'a çevirdi. Chan da Felix'in dedikleriyle yerinde dikleşmişti ama okudukça hayal kırıklığıyla düştü omuzları. ''Sadece kahinlerin büyüyü açabileceği yazıyor burada.'' ''Üzgünüm, hepsini okumadan heyecanlanmamam gerekirdi.'' dedi Felix asık yüzüyle kitabı önüne çekerken. Büyü Açma başlığını görünce heyecanlanıp konuşmuştu hemen. Öğleye kadar biraz daha kitapları taradılar ama hiçbir şey çıkmayınca Chan içini çekip önündeki kitabı kapadı. ''Belki de kahinle görüşebiliriz.'' dedi. ''Eğer babam ya da Şansölye neden bunu yaptığımı sorarsa onlara kütüphane ile alakalı olduğunu söyleriz, umursayacaklarını sanmam.'' Felix saraydaki tek kahin Jeongin mi yoksa başkası da mı var merak etmişti. Onun dışında göremeyen veya konuşamayan birisiyle karşılaşmamıştı daha önce ama belki de kahinlerin hepsi birbirinden farklıydı. ''Sarayda kaç kahin var?'' Felix saraya ilk geldiğinde burada gram ilerleme kaydedemeyeceğini, hep o içine kapanık ve çekingen Felix olarak kalacağını düşünüyordu ama fark etmese de yavaş yavaş açılıyor, sosyal birisi olmayı öğreniyordu. Eskiden olsa kendi içinde sorularla boğuşur dururdu ama şimdi cevapları öğrenmek için sorusunu sesli dile getirmekten çekinmiyordu. ''Sadece bir tane. Eskiden daha fazlaydı ama savaştan sonra hepsi sarayı terk etti.'' dedi Chan. ''Yang Jeongin var artık sadece. Kendisi de aslında resmi olarak kahin unvanı almak için daha genç ama savaştan sonra ihtiyaç olduğu için kendisine danışıyoruz hep.'' ''Yang Jeongin'i tanıyorum.'' dedi Felix. ''Bu saatlerde genelde yemek salonunda olur, onun dışındaysa odasında duruyor.'' ''O zaman biz de önce yemek yiyelim, ardından Yang Jeongin ile görüşmeye gideriz.'' Felix yine kütüphanede yerler öğle yemeğini diye düşünmüştü ama Chan diyafondan mutfağa bağlanıp bir piknik sepeti hazırlamalarını istemişti. Birlikte zemin kattaki mutfağa gidiyorlardı ama Felix iki adımda bir duruyor, duvardaki tabloları inceliyordu. Onun gelmediğini fark eden Chan da hiçbir şey demeden onu bekliyordu olduğu yerde. Girişe yaklaştıklarında tablolar şimdi portlere dönüşmüştü, sarayın hükümdarlarının portreleri bütün koridor boyunca gidiyordu. Hepsinin altındaki altın plakada isimleri ve yerine geçtikleri kişinin neyi oldukları yazıyordu. En sondaysa Chan'ın babasının bir resmi vardı. Altındaysa herkeste olduğunun aksine oğlu değil yeğeni yazıyordu. Felix'in nereye baktığını fark etti Chan. ''Babam veliaht prens değildi aslında.'' dedi. ''Tahtta ikinci kuşaktan hak sahibiydi, sarayda bile büyümemişti, kendi ailesinin sahip olduğu derebeyliğin varisiydi ve kendi küçük saraylarında yaşıyorlardı. Ama veliaht prens zehirlenme sonucu hayatını kaybetti ve taht sırası, kral ve kraliçenin başka çocuğu olmadığı için babama geçti.'' Felix'in tüm dikkati Prensteydi şimdi. ''Velihat prensi zehirleten babamdı.'' duyduğu kelimeler Felix'in dona kalmasına neden olmuştu. Diğer krallıklarda böyle taht kavgalarının olduğunu biliyordu ama Sen'z Anima tarihinde daha önce yaşanmamıştı böyle bir şey, diğer krallıklara nazaran hep ılımlı politakalar izleyen ve barıştan yana olan Sen'z Anima yeni krallarının dönemindeyse saldırgan bir politika izler olmuştu. Üllkenin yaşadığı yüzyıllık sürecek yozlaşma sadece bir hükümdarla birkaç yılda gerçekleşmişti. |
0% |