@elywand
|
Sufjan Stevens - Fourth of July Ertesi gün Chan kütüphaneye gittiğinde Felix ondan önce gelmiş masasının önündeki koltuklarda oturmuş heyecanla onu bekliyordu. ''Günaydın'' dedi Felix. Sesi cıvıl cıvıldı bugün dünkü düşük modunun aksine. ''Günaydın. Bu sabah biraz erkencisin sanki.'' ''Sana göstermek istediğim bir şey.'' Felix kütüphanenin içine girip peşinde sürükledi elinden tuttuğu Chan'ı. Bir pencerenin önünde durdular ''Ta da!'' dedi Felix bu sabah can hıraş yatakhanelerden buraya taşıdığı tek kişilik koltuğu gösterirken. ''Minho'nun Changbin diye bir arkadaşı var, odasındaki koltuğu değiştiriyormuş. Ben de bunu buraya getirip burada böyle bir okuma köşesi yapmaya karar verdim. Aslında geldiğim günden beri vardı aklıma böyle bir şey yapmak.'' ''Çok iyi düşünmüşsün Felix.'' dedi Chan ''Bizim rahatsız koltuklarda sırtımız tutulunca burada otururuz artık.'' Felix yine Chan'ın kalbinin ritmini bozan o gülümsemesini sunmuştu Prense. Kalbine yayılan sızı durdurmadı Chan'ı Felix'e gülümsemekten. İkisi birlikte, rafların arasında dolaşarak Chan'ın masasına dönerlerken kütüphane kapısının açılıp kapandığını duydular. Felix kimin geldiğine bakmak için rafların arasından çıkıyordu ki duyduğu sesle olduğu yerde kaldı. Onu gece odasından başına vurarak alıp tehdit edenle aynı sesti bu. ''Kralım, yeni dosya hazırlandı ve çalışma odanıza koydum. Siz son defa kontrol ettikten sonra onu getirip arşivdeki yerine geri koyacağım.'' Felix kirece dönmüş yüzüyle Chan'a baktı, konuşulanları o da duymuştu. ''Chan, beni tehdit eden kişinin sesiydi bu.'' Prensin yüzünün renginin de Felix'inkinden bir farkı yoktu. ''Şansölye'nin sesi bu.'' Şansölye. Chan'ın kafasının içinde aynı kelimeler dönüp duruyordu. Sahte dosya, kralım, çalışma odanızda, arşiv, yerine geri koyacağım... Chan'ın damarlarındaki tüm kan çekiliyordu yavaşça. Düşündüğü şey olmasın diye yalvarıyordu sesini duyacak her kim varsa. Kapının kapanma sesini duydular tekrar, gitmişlerdi. Chan onlardan önce gidip o dosyayı almalı ve gerçekten de arşivden çalınan dosya olup olmadığını öğrenmeliydi. Chan'ın her biri uzuvu ondan bağımsız çalışıyordu, yere kadar camdan oluşan duvara koştu. Çarpmanın acısı ve cam kırıklarının canını yakmasına aldırmadan babasının çalışma odasına doğru uçtu. Sarayın çevresinde uçarak babası ve Şansölyeden önce varabilirdi oraya. Babasının odasının katına geldiğinde hızlı bir şekilde bıraktı kendini balkona. Kesik içindeki bacakları acımıştı orantısız güç kullandığı için ama sızlanacak kadar bile vakti yoktu. Acıdan topallasa da koşarak girdi odaya, masanın üzerinde duran rulo şeklinde iki parşömen vardı; kayıp dosya ve sahtesi. Chan'ın dosyaları oturup uzun uzadıya okuyacak vakti yoktu ve o an aklına gelen tek şey onları alıp kütüphaneye geri dönmekti. Felix kırılan camın yanında ümitsizce Chan'ın dönmesini bekliyordu. Prens elinde iki parşömenle kırılan pencereden geri geldi. ''Chan!'' dedi Felix Prens adımı zemine deyince tökezleyince ''İyi misin?'' Elindeki iki parşömene bakıyordu sadece Chan konuşmadan. Felix'e uzattı en sonunda kağıtları. ''İçindekileri okumak istediğimi sanmıyorum.'' Felix ilk defa Chan'ın sesinde keder duyuyordu. Parşömenlerin ikisi de görünüşte aynıydı ama birinde kraliyet mührü varken diğeri mühürsüzdü ve kenarları daha yıpranmıştı mühür olanın. Felix, orijinal olanın mühürlü olan olduğuna kannat getirip mühre zarar vermeden açmaya çalıştı. Okuduğu her bir kelimeyle rengi soluyordu, hele öyle bir yere gelmişti ki, ağlamaya başladı. Hepsi bitince Chan'a uzattı kağıdı. ''Bence yazılanları okuman lazım.'' dedi. Okudukça zaten sefil durumda olan kalbi daha da ezilmişti Chan'ın. Gün gün, saat saat, saniyesi saniyesine yazıyordu her şey. Chan'ın kafasındaki tüm şüpheler de açığa çıkıyor, neden Mareşal Han'ın bir günah keçisi aradığını anlıyordu. Çalınan dosya keşke hep kayıp kalsaydı diye düşündü.
11 Nisan 1162: 6">. Anima Hükümdarı Bang Kwangsun komşu ülkeleri Alium'un zayıflaması ve planlanan kuşatmanın kolaylaşması için Dissannatori ordusunu sürüldükleri diyardan çıkarıp özgür kıldı. 12 Nisan 1162: Bang Kwangsun'un tekrar özgür kıldığı Dissennatori ordusu yönünü Anima'ya çevirdi. 13 Nisan 1162: Dissennatori ordusu Anima'ya vardı, savaşın resmi olarak başlangıcı. Ordular şehir dışında çarpışmaya başladı 14 Nisan 1162: Komutan Han'ın suikastı sonucu Komutan Lee'nin ölümü gerçekleşti, Dissennatoriler şehirlere girmeye başladılar. 15 Nisan 1162: Dissennatoriler kale içine vardılar, Anima mağlubiyetini ilan etti. 16 Nisan 1162: Bang Kwangsun savaşa dair soruşturma başlattı, Dissennatoriler tüm ülkeye yayıldı. 17 Nisan 1162: Dissennatorilerin yayılması durdu, soruşturma nedenli tutuklanmalar devam ediyor. 2"> Nisan 1162: Soruşturma sonrası Victima Mortus'un suçlu olduğu ilan edildi. 21 Nisan 1162: Sabah saatlerinde Victima Mortus'un yakınları suikast yoluyla imha edildi, Victima Mortus'un öğle vakti meydanda halka açık infazı gerçekleştirildi. 22 Nisan 1162: Ülkeye Sen'z Anima adı verildi, Komutan Han savaştaki başarıları nedeniyle Mareşal ünvanı aldı.
Dissennatorilerin ortaya çıkmasına neden olan kişi Chan'ın babasıydı... Chan'ın ve diğer herkesin duygularını elinden alan, dosyayı arşivden çalan ve Felix'i suçlayan, masum olduğu halde birisini idam ettiren Chan'ın kendi babası, ülkelerinin kendi kralıydı. Mareşal Han'ın neden birisini günah keçisi ilan etmek için bu kadar istekli olduğunu artık anlayabiliyordu, daha önce birisini zaten bu uğurda kurban etmişlerdi. Yeni kurbanlar vermek onların canını sıkmıyordu. ''Ben... Ben biraz yalnız kalsam iyi olacak.'' Chan'ın boğazına bir şey oturmuştu, sesi kısık çıkıyordu ve gözleri yanıyordu. Prensin aksayan adımlarını durdu Felix ''Chan, bu halde gidemezsin, her yanın yara içinde.'' ''Önemli değil, yakında iyileşirler.'' Felix Chan'ı dinlemeyip bu sabah getirdiği koltuğua oturttu onu. ''Burada bekle, ben yaraların için malzeme alıp geliyorum.'' Felix elinde yaraları temizlemek için aldığı malzemelerle döndüğünde Chan koltukta oturmuş tek bir noktaya dikmişti donuk bakışlarını. Felix önüne çömelip de yaralarının içide kalmış camları temizlerken bile tepki vermemişti. Prensin taşmaya hazır bekleyen gözlerinden bir yaş daha fazla tutunamayıp düştü en sonunda yanağına. Felix elini o yaşa atıp sildi hemen. ''Eğer ağlamak istiyorsan ağla, kendini zorlaman işleri daha da zorlaştırır.'' ''Uzun zamandır hissetmediğim şeyleri yaşıyorum ve bunun ne kadar zor olduğunu unutmuşum.'' Chan'ın başı patlayacakmış gibi ağrıyor, göğsü sıkışıyordu. Prens tekrar acıyı ve hüznü yaşamaya başlamıştı ve Felix durumun farkındaydı, tehlikenin de. Ama o an aklına gelen tek şey Chan'a sarılmak oldu, içten ve sıkı bir sarılmayla kucakladı Prensi. Chan Felix'in ona sarılmasını beklemiyordu. Şaşırsa da gerçekten iyi gelmişti bu ona. Göğsündeki acı dolu sızı tatlı bir hal almıştı. Birbirlerinin kalp atışlarını kendi göğüs kafeslerinde hissederek bir müddet sessizce sarıldılar birbirlerine. Chan odasına gittiğinde her zamankinden kötü bir haldeydi; başına dört bir yandan baskı uygulanıyor gibi hissediyordu ve şimdi ağzından giren hava ciğerlerine ulaşamıyordu bile. Anlık olan ve sonra geçen krizlerinden değildi bu, bekledikçe daha da kötüleşiyordu. Nefesinin iyice kesildiğini hissedince kravatını gevşelterek rahatlamaya çalıştı ama bu da bir işe yaramamıştı. Sırtında muazzam bir acı baş göstermişti, başı artık taşıyamacağı bir ağrı içindeydi. 'Temiz havaya ihtiyacım var' diye düşünüp balkona çıkmaya karar verdi, bu da değildi ilacı. Rüzgar yüzüne vurdukça artıyordu ağrıları, uçarken ona evi gibi hissettiren rüzgar şimdi ızdırabıydı. Uçmayı düşündü, bu uzaklaştırırdı düşüncelerini acıdan ama kanatlarının da onu taşıyamayacağına emindi. Giderek daha da kötüleşiyordu durumu, sırtındaki ağrtı artık dayanılamayacak, onu acıdan kıvrandıracak raddeye gelmişti. İhtiyacı olan şey temiz hava değildi, onun Felix'e ihtiyacı vardı. Felix, sanki Chan'ın neye ihtiyacı olduğunu biliyormuş, onu hissetmiş gibi bahçede gölün kenarında oturuyordu tam da Chan'ın balkonunun altında. Chan'ın uzuvları yine düşünmeden hareket etmeye başladılar. Kendini balkon demirlerinden aşağıya bıraktı, uçmanın daha önce bu kadar canını yaktığını hatırlamıyor, durmadan yalpalıyordu. Onu taşıyamıyordu kanatları. Chan'ın ayağı çimenlere değdiği an Felix bunu hissetmiş gibi arkasını döndü. Prensini görüp ayağa kalktı, birbirlerine doğru ilerlediler. Chan'ın her adımında acıları ikiye katlanıyor, nefes alması daha da zorlaşıyordu. Chan'ın sırtı sanki birisi kanatlarından tutup da onları iki yana çekmiş gibi yarılmıştı. Acıyla irkilen ve aniden dizlerinin bağı çözülen Chan kendini kendini Felix'in kollarında yere düşerken buldu. O yere değmeden yakalamıştı onu Felix. Felix acıyla Chan'ın adını haykırırken onunla birlikte yere çöktü. Prensin ona doğru gelirken kanatlarının sırtından kopmak üzere ayrılmaya başladığını görmüştü Felix. Sert zemine çarpan dizlerinin sızısını sırtındaki acıyla karşılaştıramazdı bile. Chan artık nefes alamıyordu, hiçbir şekilde hava girişi olmuyordu ciğerlerine. İrili ufaklı bir sürü biçimsiz Dissennatorş çıkardıkları iğrenç seslerle Chan'ın boylu boyunca yarılan sırtından çıkıyordu. Chan hıçkırıkları arasında nefes almaya çalışırken Felix de onun yanına çökmüş avuçlarının arasına almıştı Chan'ın yüzünü. Gözyaşları Chan'ın gözlerinden yavaşça ilerliyor ve burnunda ağzında, oradan da çenesine ilerliyorlardı. Nefes almaya çalıştıkça hıçkırıyor, ağzından çıkacak kelimeleri toparlamaya çalışıyordu. ''Fel.. Felix...'' Chan diğer kelimeleri toparlayamadan boynuzlarından gelen çatırtılarla keskin bir çığlık attı. O ana kadar sessizce gözyaşlarını akıtan Felix'in de kendini dizginleyecek iradesi kalmamıştı. Chan'ı kollarının arasına alıp ona ''Yanındayım Chan'' dan başka bir şey diyemedi. Gözyaşları sel gibi akıyor, onları durduramıyordu. Dissennatoriler artık Chan'ın kırılan boynuzlarının ucundan da dışarıya çıkmaya başlamışlardı. Chan son bir kez çığlık attı ve hıçkırıklarının arasından konuşmaya çalıştı. ''Fel.. Felix ben.. ben...'' Felix Chan'ın başını kendi omzuna yasladı. ''Kendini yorma, yalvarırım kendini yorma.'' dedi gözyaşları ve hıçkırıkları arasında. Gözyaşları Chan'ın saçlarını ıslatıyordu, Chan'ın sırtından ve boynuzlarından dışarıya adeta püsküren parazitler arada bir Felix'in de yüzüne çarpıyorlardı. 'Çok fazlalar.' diye düşündü Felix. 'Çok fazlalar, Chan nasıl dayanıyor bu kadar acıya?' ''Ben mut.. Felix ben mutluyum...'' Chan'ın sesi kısılmıştı, ağzından sözcükler fısıltı gibi çıkmıştı. Chan tekrardan bir çığlık attı. Prensin attığı her bir çığlık Felix'in kalbine cam parçaları gibi saplanıyordu. Chan'ın kanatları artık tamamıyla erimişti, kanatlarının olması gereken yerden çııkan Dissennatorilerse rüzgardan uçuşan bir örtü gibi havada süzülüyorlardı. Felix Chan'a daha da sıkı sarıldı, ne kadar sıkı sararsa onu, çocuğun gitme ihtimali o kadar azalırmış gibi. Felix'in sıkı bir şekilde kapattığı gözlerinden akan yaşlar kendi pantolonunu ıslatınca gözlerini açtı. O kuzgun karası, yumuşak saçlar artık avucunun içinde değildi, Prensin bedeninin ağırlığı artık üzerinde değildi. O... gitmişti. Felix'in ömrünün sonuna kadar görmek istediği tek yüz, o daha hatlarını ezberleyemeden yok olmuştu. Geriye ise, boynunda hiç çıkarmadığı zincir kolyesi ve ucundaki yüzük kalmıştı çimlere düşen. Felix ben mutluyum. Seni bulduğum ve seninle olduğum için. |
0% |