@elywand
|
BTOB - Missing You Jeongin'in odasının önüne geldiklerinde yavaşça kapıyı çaldı Chan. İçeride birkaç tıkırtı olmuş, ardından aralanan kapıyla koridora ağır bir tütsü kokusu ve duman yayılmıştı. Felix'in odası ne kadar boşsa Jeongin'inki de bir o kadar doluydu. Duvarlar mor renkliydi ve duvarlarda sıra sıra raflar, rafların üstünde küreler, tütsüler ve kitaplar vardı. Odanın ortasındaysa yuvarlak bir masa vardı, Jeongin misafirleri girdikten sonra o masaya oturdu. Chan kokudan ağrıyan burnuyla boğazını temizledi. ''Yang Jeongin, merhaba. Senden benim için bu defterin büyüsünü açmanı istiyorum.'' Jeongin görmeyen gözlerini ikisinin üzerinde gezdirdi. Felix gerilmişti yine, Jeongin çok dikkatli bakıyordu. Başını iki yana salladı sadece Jeongin. Cevap bile vermeyişi Jeongin'i tanımayan Chan'ı şaşırtmıştı. ''Hayır mı? Niye?'' ''Yapamam.'' dedi Jeongin işaret diliyle. ''O defterin büyüsünü kral zaten açtırdı.'' ''Tekrar açamaz mısın yani?'' Jeongin başını sallayıp masasına döndü. Dönerken Felix'e bakmıştı yine. Felix'in tek isteği bu odadan çıkmaktı şu an, ağır koku nefesini kesiyordu Jeongin'in sürekli ona bakması da tüylerini diken diken ediyordu. ''Jeongin, rica etmiyorum.'' dedi Chan son çare olarak. ''Emir veriyorum.'' ''Ben kral için çalışıyorum, ekselansları.'' Ardından yine Felix'e çevirdi gözlerini, Felix ruhunun içine bakan bu gözlerden başına ne geleceğini anlamıştı ama yine de gafil avlanmıştı. ''Kaybın için üzgünüm.'' Bu kelimeler Jeongin'in ağzından çıkmış, Felix'in kulaklarına ulaşmıştı o ne kadar aksinin gerçekleşmesini dilemiş olursa olsun. İçindeki hayat emiliyor, ağzındaki yoğun şeker tadı ciğerlerine doğru akıp içindeki tüm havayı emiyordu. Başka bir kehanet daha. Kayıp mı? Tüm oda etrafında dönüyordu Felix'in. Kayıp mı? Yer çekiliyordu ayaklarının altından. Felix'in kafasının içinde aynı ses dönüp duruyor, kelimeler biçim kazanıp etrafını sarıyordu. Dönen kelimelere Jeongin'in ilk kehaneti de eklendi sonra. Kimi kaybedebilirdi, kimin kaybı kalbine cam parçaları saplanacak kadar üzebilirdi onu? Kelimelere görüler eklendi, annesini kaybettiği sayısız senaryo sahneleniyordu önünde. Jeongin masasındaki kristal küreye çevirdi vücudunu, odanın içindeki iki kişiyle de hiç ilgilenmiyordu şimdi. Chan ise ne olduğunu anlayamamıştı, bir ilgisiz görünen Jeongine bir de kanı çekilmiş gibi bembeyaz olan Felix'e bakıyordu. Elini Felix'in sırtına koydu onu hareket ettirebilmek için. ''Haydi, çıkalım Felix.'' Felix tökezleyerek ve düşme tehlikeleri atlatarak kütüphaneye kadar getirdi onu Chan. Felix donuk gözlerle tek noktaya dalmış gitmişti, ağzını bıçak açmıyordu. ''Yakınını kaybettiğini bilmiyordum.'' dedi Chan en sonunda, Felix'i konuşturması gerektiğini hissetmişti, çocuğun bir çeşit şoka girmesinden korkuyordu. Chan'dan bu kelimeleri duymaksa her şeyi daha da gerçek kıldı Felix için, Jeongin'in sesini kendisi hayal etmemişti, Chan da duymuştu demek ki. Gerçekten konuşmuştu Jeongin, gerçekten de bulunuştu o kehanette. ''Kaybetmedim zaten.'' Felix konuşmuştu ama hala orada değil gibiydi, hala donuktu bakışları. ''Jeongin sadece kehanette bulunduğu zaman konuşabiliyor.'' Sonunda başını Chan'a çevirmiş, ona bakmıştı. Kıpkırmızıydı gözleri, yaşlar gözpınarlarını işgal etmiş akmayı bekliyorlardı. Chan ne diyeceğini bilemeden sadece Felix'e bakarken Felix sırtı sarsılarak ağlamaya başladı. Felix'i oturttuğu koltukta karşısında eğildi çocuğun. Çocukluğundan beri ilk kez ağlayan biri görüyordu ve ne yapacağını bilemiyordu. Ellerini nereye yerleştireceğini bilemeyerek sarıldı Felix'e. Ona sarılan kollarla daha da sarsılmaya başladı Felix'in sırtı, şimdi tutamadığı hıçkırıkları da karışmıştı ağlamasına. Başını ona sarılan Chan'ın boynuna yerleştirdi. Yavaş yavaş azaldı Felix'in ağlaması, en sonunda omzuna yeni yaşların düşmesi bitince Felix'ten ayrıldı Chan. Şimdi, sırtını saran ellerinden birini Felix'in saçlarına yerleştirmişti. ''Senin için mutfaktan çay getirtmemi ister misin? Sinirlerini yatıştırır.'' Konuşmaya mecali kalmadığı için başını salladı sadece Felix. Zaman geçince geçten geçe bir kız girdi kütüphaneye elinde fincan takımını taşıdığı tepsiyle. Kızın ellerinin titrediğini gören Chan ayaklanıp tepsiyi aldı ve Felix'in yanına, masaya koydu. Görevli kız saygıyla eğilip ''Bu kadar geciktiğim için üzgünüm ekselansları. Bu geceki yemek yüzünden mutfak biraz karışık.'' Mevzu bahis yemek çıkmıştı tamamiyle Chan'ın aklından. Alium Kralı bu akşam ziyaretlerine gelecekti ve Chan'ın da orada olması gerekiyordu. Artık daha iyi olan Felix'e masanın üzerindeki kitabı uzattı Chan. ''Bu kitabı, işimize yarayabileceğini düşünüp Yang Jeongin'in odasından aldım çıkarken.'' Felix alıp kitaba şöyle bir göz atsa da kütüphanede tüm gün incelediklerinden daha detaylı olduğunu anlamıştı. ''Sorun şu ki bu akşamki yemeği tamamen unutmuşum. Alium Kralı ziyarete geliyor ve onuruna bir yemek düzenlenecek. Hazırlıklar için de şimdi gitmem lazım, annem büyük ihtimalle her yerde beni arıyordur. Kitabı sen inceleyebilir misin? Ama yapamazsan sorun değil, ben gece de bakabilirim." ''Hayır, sorun değil.'' Çatallı çıkan sesi yüzünden öksürmek zorunda kalmıştı Felix. ''Sadece senden bir şey isteyebilir miyim?'' ''Tabii ki de.'' dedi Chan. Sesini olabildiğince yumuşatmıştı çünkü Felix'in gözleri tekrardan dolmaya başlamıştı. ''Yarın annemi görmeye gidebilir miyim?'' ''Tabii ki de Felix, hatta istersen bu akşamdan da gidebilirsin.'' ''Yok, gerek yok. Hem bu akşam kitabı inceleyip kafamı biraz meşgul etsem daha iyi olur.'' Akşamdan gitmek daha iyi bir fikir gibi gözükmüştü ama Felix'in biraz düşünmeye de ihtiyacı vardı. ''Nasıl istersen. Gideceğini muhafızlara söylerim, böylece saraydan ayrılırken bir sorun çıkarmazlar.'' ''Chan.'' dedi Felix boğazındaki düğümden kurtulmaya çalışarak. ''Bence harika bir kral olacaksın.'' Chan Felix'e gülümseyip sandalyesinde arkasına yaslandı sırtının ağrımasıyla. Kanatları olduğundan daha ağır gelmeye başlamıştı, ağrı tam da kanat köklerinin olduğu yerdeydi. Prens, bu sarayda gördüğü en içten gülümsemeyi sundu Felix'e. Gözlerindeki parıltıysa gülüşünden bile güzeldi. ''Böyle düşünmene sevindim.'' Sesi gerçekten de sevindiğini belli ediyordu, öyle olması gerektiği için söylenen bir sevinç kelimesi ya da taklit edilerek çıkarılmış bir ses tonu değildi bu, öyle hissedildiği için öyle olan bir kelime ve sahici bir ses tonuydu, içten geliyordu. ''Böyle düşünen tek kişi de değilim. Zorunda olmadığın halde kibarsın. Kendini asilim diye düşünüp diğerlerinden ayrıştırmıyorsun. Bu ülkenin sahip olduğu en iyi kral olacaksın.'' ✨️ Chan odasına vardığında çalışanlardan birisi bu gece için hazırlanan kıyafetlerini askıya asmıştı. Beyaz gömlek, siyah pantolon ve düz halka şeklinde bir taç. Kıyafetlerini giyip aynanın karşasına geçti. Saçında hala Felix'in yaptığı çiçekten taç vardı. Çiçeklerin çoğu ölü bir hal almış ve eski canlılıklarını kaybetmişlerdi. İçinde değişik bir sızı vardı Chan'ın. Bu gece Felix'in tacını taksa babasının onu yeryüzünden yok etme ihtimalinin ne olduğunu merak ediyordu. En sonunda istemese de çiçek tacı çıkardı ve yatağındaki düz altın halkayı başına geçirdi. Boynuzlarını rahatsız etse de bir gecelik bunu göz ardı etmeye çalıştı. Sarayın girişine vardığında annesi ve babası kapının karşısında avluya çıkmak için onu bekliyordu. Babasının başında kırmızı kadifeden bir kumaşın üzerine kondurulmuş, üzerinde çeşit çeşit mücevher olan bir taç vardı. Annesiyse eşinin tacının aynısını, sadece altında kadife kumaş olmayan bir halini takmıştı. Chan hep annesinin o ihtişamlı boynuzlarına rağmen nasıl o taçları rahatlıkla taşıdığını merak etmişti. ''Chan canım, saçında çiçek yaprakları kalmış.'' ''Hm?'' diye sordu Chan anlamayarak. Annesi saçını azıcık çekiştirerek oğlunun saçlarının arasına karışmış çiçek yapraklarını temizledi kibarca. ''Nereden geldi ki bunlar saçlarına böyle?'' Dışarıda, Allium Kralının arabasının geldiğini haber veren trompet çalınca kapı açıldı ve birlikte avluya çıktılar. Basamakların başında Şansölye de onları bekliyordu. Chan’ın bu adamı gördükçe kusası geliyordu. Alium Kralı’nın at arabası taş avluda durunca içinden uzun boylu ve genç bir adam indi. Üzerindeki dizlerine gelen sade yelek ve başına taktığı, ailesinin aksine sade tacı gördü, aslında dış görünüş olarak birbirlerine benziyorlardı ve ülkesini de ailesi değil kendisi temsil ediyordu uluslararası etkinliklerde. Chan’ın bildiği kadarıyla Alium Kralı henüz yirmili yaşlarının başındaydı ve tahta babasının suikast sonucu öldürülmesiyle geçen kış geçmişti. Krallıktaki yas resmi olarak bitse de halk arasında ve sarayın içinde hala sürüyordu. Ayrıca bu yeni kralın başka bir krallığa yaptığı ilk ziyaret ve görüşmeydi. Chan, Alium Kralı’nı en son küçükken onların saraylarında yaptığı ziyarette görmüştü ve adam o zamandan bu yana çok değişmişti. Eskiden sarıya kaçan kumral saçları artık kahverengiydi. Tombul yanakları gitmiş yerine kemikli yüz hatları gelmiş, çocuk yüzünün yerini bir genç adamın yüzü almıştı. Alium Kralı’nın bu akşam burada bulunması kurulacak ittifak açısından önemliydi. Bu akşamki konuşmaları yapması gereken ve kralla özel olarak ilgilenmesi gereksen de ülkesinin temsili olarak Chan’dı. Alium Kralı basamakları çıkmaya başlayınca Chan da basamakların başına geldi ve ona tek elini uzatarak ‘’Krallığımıza hoş geldiniz Majesteleri,’’ dedi. Kral, Chan’ın uzattığı eli tuttu saygıyla ‘’Bu benim için bir onurdur Prens Chan,’’ Chan’ın krala elini uzatması ve kralın bu eli kabul edip tutması hem önemli bir davranış hem de kurulması planlanan ittifak açısından önem taşıyordu. Bu sizi tanıyor, çağrınıza cevap veriyor ve sizinle aynı tarafı tutuyorum demekti. Yemek salonuna girip yemek masasına oturduklarında Chan ayağa kalkıp önündeki kadehi eline aldı. ‘’Bu akşam burada, ülkemize ve sarayımıza gelip bizi onurlandırmanız krallığımız ve bizim çok önemli. Teklifimizi kabul edip geldiğiniz ve bizimle aynı sofraya oturduğunuz için kralım adına size teşekkürlerimi sunuyorum. Umuyorum ki bu ziyaretiniz iki krallığın arasındaki dostluğu pekiştirir.’’ Elindeki kadehi biraz daha yukarıya tuttu. ''Alium Krallığına.'' Alium Kralı da elindeki kadehi kaldırıp yüzünde bir gülümsemeyle ''Ve Sen'z Anima'ya.'' diye ekledi. Yemek Chan’ın beklediğinden daha iyi geçmişti. Dissennatori Savaşından beri yaptıkları en olumlu görüşmeyi yapıyorlarmış gibi gelmişti Chan'a. Dissennatoriler, sadece Senz’Anima’da yaşayanları etkilese de, başka ülkeden gelenlere ya da bir Senz’Animalı başka bir ülkeye gittiğinde oradakilere bulaşmadığını uzun süre boyunca diğer ülkelere açıklamak zor olmuştu. Yemekten sonra Alium Kralı şerefine yapılan gösterilerden sonra iki kral ittifak hakkında konuşmak için Chan’ın babasının çalışma odasına gittiler. Gece Chan’ın düşündüğü kadar zor geçmemişti. Her ne kadar şu an arşiv görevlisi olarak sayılsa da resmiyette, yakında velihatlığı bir törenle ilan edilecekti ve Chan o zaman görevini bırakıp ülkesinin uluslararası temsilcisi olacak ve askeri eğitime başlayacaktı. Bu gayri resmi de olsa asıl görevi olarak yaptığı ilk görevdi ve başarılı olduğuna inanıyordu. |
0% |