@elywand
|
Stray Kids - DLMLU Felix moralini düzeltebilecek bir şeyin olduğuna inanmıyordu, Jeongin'in söyledikleri tekrar tekrar kafasının içinde dönüp duruyor onu daha da boğuyordu. Chan'ın verdiği kitabı okuyarak kafasını dağıtmayı, başka bir şeylerle uğraşmayı denemişti ama bir türlü başaramıyordu. Ne tuhaftır ki, Jeongin'in kehanetlerini düşününce aklına gelen annesini kaybetmek değildi artık. Buna dair imgeler sadece odasına gelene kadar dönmüştü kafasının içinde ve prensten ayrılıp da yalnız kaldığında, Chan geliyordu gözünün önüne. Bugün göl kenarında başında çiçeklerle ona sarılışı beliriyordu sadece zihninde. Felix kafasını en iyi dağıtacak şeyin resim çizmek olduğunu düşündü, bu şekilde kafasını boşalttıktan sonra Jeongin'in odasından gizlice aldıkları kitaba dikkatini verebilirdi. Kafasındaki anı asla gerçeğindeki kadar muazzam kağıda aktaramaz, o anın sıcak hissini yansıtamazdı ama bugünün de, güzel yanıyla, anı defteri olarak kullandığı eskiz defterinde kalmasını istiyordu, ölümsüzleşmesini istemişti bugünün. Normalde umursamazda defterindeki resmilerin kusursuzluğunu, sayfalarca taslak çıkarmaz, nasıl hissediyorsa öyle çizerdi. Ama gölün manzarası ve Chan'ın başında çiçeklerle ona gülümserken ki resmi için bir sürü sayfa harcamıştı, hep kafasındaki gibi kalsın, güzelliği hiç solmamasını bu anının istemişti. İşi bittiğinde renkler gözünde Adrian'ın üzerindeki gibi canlı ve sıcak gelmemişti ama resmi yırtmaya da kıyamamıştı, ayrıca oldukça da yorulmuştu. Felix defterini yatağın yanına, yere bıraktı sakince ve uyumaya karar verdi Alacaklı gibi çalınan kapısıyla gözünü açtı Felix. O uyumadan önce aydınlık olan hava şimdi kararmaya başlamış, alacakaranlık olmuştu. Felix hala yorgun hissediyordu, kapıyı çalan kişinin gitmesini beklemişti ama aynı ısrarcılıkla kapıya vurmaya devam etti karşıdaki kişi. Felix açana kadar gitmeyeceğini anlayıp uykusu da gürültüden açılınca en sonunda pes edip kapıya gitti. ''Felix! İyisin'' kapıyı açtığı gibi üzerine atlamıştı Jisung. ''Dün seni hücrede görünce ve sen bugün kahvaltıyla öğle yemeğine de gelmeyince seni merak ettim.'' Peşine Minho ve Jeongin'i de takıp Felix'in kapısına dayanmıştı. ''İyiyim.'' dedi Felix sadece. Oturup bir şeyleri açıklayacak kadar bile mecali kalmamıştı. ''Babama da söyledim ama siz gidince, 'Felix'e böyle davranmanız çok saçma' dedim. İyi ki Prens Chan da oradaydı da sana yardım etti.'' Babam diye bahsettiği kişi Mareşal Han'dı. Felix tahmininde haklıydı demek ki. ''Yemeğe gidelim hadi, diğerleri de seni merak etti.'' Felix Jeongin ile aynı masada, hatta aynı salonda bile bulunmak istediğinden pek emin değildi. Odanın ortasında öylece dikilip ellerine bakıyor, Jisung'a bunu söylese onu yemeğe gitmemek için nasıl ikna edebileceğini düşünüyordu. Ellerini saçlarından geçirdi. ''Kendimi pek iyi hissetmiyorum. Yemeğe gelmesem daha iyi olur.'' ''Saçmalama, dünkü stresten iyi hissetmiyorsundur sen. Eminim yemek yemek ve ortam değiştirmek sana iyi gelecektir.'' Jisung, aynı babasının da kullandığı, itirazı kabul etmeyen ses tonunu kullanmıştı. ''Çocuğu rahatsız etmeyi kes Jisung.'' diyerek konuşmaya katıldı Minho da yaslandığı kapı pervazından. Jisung, Minho'yu görmezden gelmeyi seçti. ''Hadi Felix! Hem sana yemekten sonra bir şey göstermek istiyorduk.'' ''Pekala.'' dedi en sonunda Felix mağlup olarak. Minho, Jeongin ve Jisung onun bir adım önünden yürürken kendi kıyafetlerine ilişti Felix'in gözü. Onlarla uyuduğu için gömleği kırış kırış olmuştu. ''Kıyafetlerimi değiştirsem olur mu? Kırışmışlar.'' diye seslendi önündeki arkadaşlarına. ''Felix, zaten yemeğe geç kaldık.'' Jisung mızmızlanmaya başlayınca Minho dik dik ona baktı. ''Jisung, Felix'e karışmayı bırak artık. O kadar açsan Jeongin ile önden gidin siz, biz Felix ile arkanızdan geliriz.'' Felix ellerini iki yana açıp salladı ''Yok, önemli değil. Böyle de gelirim yemeğe.'' Jisung bir Miinho'ya bir Felix'e bakmış, sonra Jeongin'in koluna girip ilerlemeye başlamıştı. ''Peki, biz önden gidiyoruz. Siz ikiniz bize yetişirsiniz artık.'' Felix odasına dönüp hızla üzerini değiştirdi. Dışarı çıktığında Minho karşıdaki duvara yaslanmış onu bekliyordu. ''Jisung'un sana zorbalık taslamasına izin vermemelisin.'' Felix, Jisung'un ona karşı olan tavrının zorbaca olduğunu düşünmemişti hiç ama üzerine düşününce bazı hareketleri gerçekten de öyleydi. ''Sanırım haklısın. Sadece-'' ''Seni anlıyorum, sadece burada yeni olduğun için pek fazla arkadaşın yok ve sahip olduklarını da kaybetmek istemiyorsun. Ama Jisung biri onu uyarmadıkça hareketlerinin farkına varmaz. Sen de hepimizin aksine hissedebildiğin için onun davranışları seni daha çok üzebilir.'' ''Haklısın.'' dedi Felix yine. ''Bu zamana kadar hep annemle ormandaki evimizde yaşadım ve sadece ikimizdik, hiç arkadaşım olmamıştı. Jisung sahip olduğum ilk arkadaş. Bu yüzden sanırım onun hareketlerine müsamaha gösterdim hep.'' İçindeki kan kuruduğu için buz gibi olan elini Felix'in omzuna attı Minho. ''Tek arkadaşın Jisung olmak zorunda değil.'' ✨️ Yemekten sonra Jeongin işlerinin olduğunu söyleyip odasına gitmiş, Minho ve Jisung da Felix'i iki kolundan tutup sürükleyerek hole götürmüşlerdi. Avluya açılan kapının önündeki muhafızlar onların önüne uzun mızraklarıyla kestiklerinde Jisung Felix'in gözlerini bir kumaş ile bağlıyordu. ''Hyunjin, saçmalama istersen, sadece Felix'e dönüşü göstereceğiz bahçede. Biz de muhafızız, herhangi bir şey kaçıracak değiliz ya?'' ''Size güvenebilirim ama o?'' Çenesiyle Felix'i işaret etmişti. ''Felix kütüphanede çalışıyor. Ayrıca Prensle de arkadaşlar.'' ''Seungmin onun dün tutuklandığını anlatmıştı.'' diye ısrar etmişti Hyunjin dedikleri muhafız. ''O zaman Prensin onu çıkardığını da anlatmıştır, Seungmin ile beraber ben de oradaydım.'' Biraz tereddütle de olsa geçmelerine izin verdi muhafız. Felix gözlerindeki bağ yüzünden göremediğin yine iki koluna da girdi yanındaki arkadaşları. Büyük kapının gıcırtısını duydu önce, sonra da soğuk akşam rüzgarını hissetti teninde. Jisung ve Minho, Felix'i biraz ilerlettikten sonra bir yerde durdular. ''Hazır mısın Felix?'' Jisung, Felix'in gözbağını çözünce Felix karşısındaki manzara için kesinlikle hazır olmadığını anladı. Binlerce ateşböceği bahçede uçuşuyor, çiçekleri ve çimleri aydınlatıyor, o akşam için yıldızların görevlerini çalıyorlardı. ''Yılın bu zamanı ateşböcekleri yumurtalarını bırakmak için ormanın derinliklerine giderken bu yolu kullanırlar.'' Felix gözlerinin içi parlayarak büyülenmiş bir şekilde karşısındaki manzaraya bakıyorrdu. ''Felix, otursana.'' Minho çimlere oturmuş, Felix'in yanına gelmesi için çimlere eliyle vuruyordu. ''Ben Jeongin'in istediği otları toplayacağım.'' diyerek yanlarından ayrıldı Jisung. Jeongin'in adını duymak bile Felix'in tüylerinin diken diken olmasına sebep olmuştu. Minho da bunu fark etmişti. ''Jeongin'den pek hoşlanmıyorsun galiba.'' ''Hoşlanmamak değil.'' diyerek karşı çıktı Felix. Kardeşi hakkında kaba bir şey söylemek istemiyordu Minho'ya. ''Sadece bana iki tane kehanette bulundu ve onlar da pek hoş şeyler değillerdi.'' Minho elini dostça Felix'in omzuna attı. ''Kardeşimin kehanetleri bazen sinir bozucu olabilir biliyorum. Ama genelde kehanetleri uzun sürelidir. Yüreğini ferah tutabilirsin yani.'' Jeongin'in kehanetleri gerçekleşecek diye bir kaide yoktu. Belki beş, belki de on yıl sonrasını görmüştü ama Felix'in içi rahat etmiyordu. Yavaşça esen rüzgâr Minho'nun karanlıkta daha koyu görünen lila saçlarının içinden geçip onları dalgalandırdı. Rüzgârın dağıttı saçlarını tekrar bir araya getirmek isteyen Minho elini saçlarına daldırdı. Yavaşça esen rüzgâr hızını arttırınca, Minho'nun saçları ve rüzgârla olan mücadelesini gülümseyerek izleyen Felix'in saçları da harekete geçip yüzüne çarpmaya görüşünü engellemeye başladı. İkisinin rüzgâra karşı olan bu direnişleri Felix'in durmaksızın gülmesine yol açıyordu. Felix'in kahkahaları durmayınca Minho da ona katıldı. ✨️ Prens yemekten sonra odasına girip balkonuna çıktı. Tüm gün sakince esen rüzgâr, gece olunca yolunla hızla devam ederken Chan'a çarpıyor, onun saçlarını okşayıp yoluna devam ediyordu. Ateşböcekleri aşağıdaki gölü ve çimenleri kuşatmış, ormana doğru yol alıyorlardı. Chan'ın içinden nedense bu manzaraya tek başına şahitlik edesi gelmiyordu. Felix'in de bu muhteşem olaya şahit olması gerekiyor diye düşünüp kendini balkonundan boşluğa doğru bıraktı. Sarayın dolambaçlı koridorları Chan'ın fazla vaktini alırdı ve Chan, Felix'in yanına hemen gitmek istiyordu. Kanatlarını bir kez çırpıp havada süzülmeye başladı. Ağırlığını yan tarafına vererek sarayın batı kısmına yöneltti kendini. Felix'in odası, tamamı cam olan duvarın olduğu odaydı. Chan havada yükselip kendini dik bir şekilde Felix'in balkonuna indirdi. Perdeler çekiliydi ve içeriden hiç ışık gelmiyordu. Chan ilk başta 'Belki de uyumuştur,' diye düşünüp Felix'i rahatsız etmek istemese de bu anı kesinlikle görmesi gerektiğine inanıp elini yumruk yapıp yavaşça cama vurdu ve beklemeye başladı. İçeriden hiç ses gelmiyordu. 'Ya yemekteyse?' Chan yavaşça bir iki adım geriledi. 'Hayır, yemek saati biteli çok oldu. Büyük ihtimalle uyuduğu için duyamıyor.' Chan gitmesi gerektiğini biliyordu. Felix ya odada yoktu ya da uyuyordu ama içinde bir şeyler sinsice Chan'a 'kapıyı aç, içeri gir,' diye fısıldıyordu. Derin bir nefes aldı ve elini yavaşça kapı koluna koyup onu aşağı çekti. Kapıyı aralayıp içeri bir adım attı. Odada kimse yoktu. Prens'in omuzları düştü. Omuzlarını düşüren bu göğsündeki ağırlığı ikinciye hissediyordu. Başına şiddetli bir ağrı girdi o Felix'in boş odasının balkon kapısının pervazında, tül perdenin ardında dururken. Tacını hala çıkarmamıştı, yemek biter bitmez buraya gelmişti ve tacı uzun süre taktığı için boynuzlarını sıkmasına vermişti ağrının sebebini. Prens geldiği şekilde dışarı çıktı tekrardan. O yukarıda uçarken ateşböceklerinin görüntüsü uzaklaştıkça da da güzelleşiyordu. Chan sarayın batı yakasındaki, ormana bakan çatılardan birinin üzerine oturdu. Ormana yakın olduğundan burada daha fazla ateş böceği vardı ve hatta ileride, ağaçlıkların açıklıklarından kalan yerlerde ormanın içindekiler de görülüyordu. Felix'in de bunu görmesini gerçekten çok isterdi. Chan bakışlarını yeniden aşağıya, sarayın bahçesine çevirince çimenlerde oturan iki kişi çekti dikkatini. Gri ve leylak saçlı iki kişi. Leylak rengi saçlı kişinin bir eli gri saçlı olanın omzundaydı. Gri saçlı kişi gülüp başını geriye atınca Chan Felix'in yüzünü seçti uzakta da olsa. Prens'in başına aynı ağrı yine girmişti işte. Sanki birisi boynuzlarını tutmuş iki yana son güçle çekiyordu. Üstelik çıkarmıştı tacını, oturduğu çatıda, yanında duruyordu işte, neydi bu ağrının sebebi? Nefesi de sıkışmaya başlayınca Chan kendini sakinleştirmeye çalışarak çatıya uzandı yavaşça. Ter içinde kalmıştı. Daha iyi hissedene kadar bekledikten sonra odasına gitmeye karar verdi. Elindeki tacı rastgele fırlatınca yatağa düştü taç, Felix'in çiçek tacının yanına. Gözüne çarpan solgun çiçekler yine kesmişti nefesini. Ne olduğunu anladı o an, kıskanmıştı; Felix'in başka arkadaşları olmasını ve onunla geçirmesini istediği bir anı başkasıyla yaşamasını kıskanmıştı. Chan sevginin yanında bu kötü hisleri de getirdiğini bilmiyordu. Sevgiden nefesinin kesilmesi gibi değildi kıskançlıktan nefesinin kesilmesi, daha acı vericiydi. Sabahki huzur yoktu iliklerinde şimdi ve korkuyordu. Gözlerinden yaşlar süzülürken yavaşça doğruldu yattığı yerden, ellerini gözüne götürdü ve parmak uçlarına değen ıslaklığa baktı. O gerçekten... ağlıyordu, küçüklüğünden beri ilk defa. Sakinleşmesi gerekiyordu, sakinleşmek zorundaydı. Tüm bu saçmalıkları bir kenara bırakmalı ve eski haline dönmeliydi. Kendini yastığına bırakıp elleriyle gözlerini ovaladı ve yavaşça uykuya dalmayı bekledi. |
0% |