@elywand
|
Taylor Swift - Wonderland Felix'in arkasından çift kanatlı kapıyı kilitleyip büyük ahşap kapıdaki kadim dilde işlenmiş oymalara baktı Chan, yorgunlukla iç çekti. Sabah doldurduğu ve masasının çekmecesine koyduğu tutanakları alıp arşive tekrar girdi. Arşivin sonunda zemin odanın diğer yerlerine nazaran desenliydi. Spiral şekilde dönen yazılar olan bu desen de aslında kadim dilde olan bir büyüydü. Karşıda üzerinde sıra sıra meşaleler olan taş duvar baş gösteriyordu. Chan bu meşalelerden ortada olanını aldı eline ardından raflara döndürdü yönünü. Ortadaki rafta da aynen duvardakiler gibi bir meşale tutacağı vardı. Meşaleyi aşağıya doğru çekince Chan, zemindeki yazıların olduğu mermer bloklar teker teker zeminin içilmeye gömülmeye başladılar ve bir merdiven oluşturmaya başladılar yerin içine giden. Tüm taşların hareketi durunca Chan önce tek ayağıya hafifçe yokladı ilk basamağı. Büyük ihtimalle son beş yüz yıldır yerlerinden hareket etmemişti bu mermer bloklar ve Chan sağlamlıklarından emin olmak istiyordu. Chan basamaklardan aşağıya indikçe ardında kalan basamaklar tekrar yukarıya, yerlerine dönüyorlardı. Chan'ın arkası tamamen boştu, yani dengesini kaybedip arkaya doğru devrilirse onu tutacak hiçbir şey yoktu ve zemini gözükmeyen bu boşlukta yere yapışması çok olasıydı. Son basamağı de inip toprak zemine adım atınca başını yukarı doğru kaldırdı geldiği yeri görebilmek için. Son basamakta yerine yerleşince arşivden gelen ışık karanlığa gömülmüştü. Kendini gün ışığını son kez görüyormuş gibi hissetti. Chan şimdi rutubetli ve karanlık koridorda birbaşına kalmıştı. Elleriyle toprak duvarı yakaladı. Buralarda bir yerde bir meşale olması gerekiyordu. Eline çarpan şeyin aradığı meşale olduğunu anlayınca cebindeki kibritleri çıkarıp yaktı bir tanesini. Ancal burası o kadar rutubetliydi ki meşalenin fitili nemden ıslanmıştı resmen ve asla yanmıyordu. Bir kibrit, iki kibrit derken kutusundaki son kibritle yakmayı başardı Chan meşaleyi. Chan ateşin ışığında ilerledikçe bu nemli topraktan tünel asla bitmeyecekmiş gibi hissediyordu. Adım attıkça sanki geçit bir adım boyu daha uzuyordu. İlerledikçe yüzüne çarpan soğuk esintiyi hissedince sona yaklaştığını anlamıştı. Duvardaki örümcek ağları da hafif esintiye hareket ediyordu burada. Kısa sürede, onu yeraltından saraya geri çıkartacak merdivenlere varmıştı. Yer yer yosun tutmuş merdivenler bitince karşısında çıkan duvarla yolculuğunun da bittiğini anladı prens. Elindeki meşaleyi duvara tuttu üstünde herhangi bir yazı var mı görebilmek için. Meşaledeki alevler duvardaki çatlaklara sıçrayınca geri çekild Chan. Alevler yavaşça duvardaki çatlaklarda ilerliyor ve ardlarında mavi küller bırakıyordu. İlk başta belli bile olmayan sembolleri okuyan Chan bunların da kadim dilden kalma semboller olduğunu anladı. Ortadaki çemberin içindeyse eskiden atalarının taptığı Tanrıların sembolleri vardı. Yazılar kabaca sarayın Tanrılar tarafından korunduğunu anlatıyordu ve girmek isteyen kişinin kanını bağışlayarak niyetini Tanrılara açık etmesi gerektiğini buyuruyordu. Elinde olmadan güldü. Bu iktidar büyüye dair her şeyden nefret ediyordu ancak en ufak bir sorunda da sarayın büyüsüne ihtiyaçları oluyordu. Toplantı odasına bile bu büyüleri uyandırmadan giremiyorlardı. Chan belindeki kabzasından hançerini çıkardı, eline ufak bir çizik attı. Bunun yeterli olmasını umuyordu. Akan kan yere düşmeden duvara sürdü avcunu. Geriye çekildi neler olacağını görmek için. Kanını sürdüğü yer tekrar alevlenmişti ve hemen sönen alevle hareket etmeye başladı duvar. Taşlar birbirinden ayrılırken karanlık geçide ışık doluyordu. Karanlığa alışan gözlerinin acımasıyla gözlerini kırpıştırarak elini siper etti önüne. Karşısında yavşça beliren odadaki silüetleri seçmeye çalıştı karaltının geçmesini bekleyerek. Babası, Şansölye ve Mareşal Han hiç cam olmayan, tavandan sarkan avize ile aydınlanan küçük odadaki yuvarlak masaya oturmuşlardı. Veliahtının geldiğini gören Kral ayağa kalktı hemen ve omuzlarından yere dökülen peleriniyle Chan'ın yanına yürüdü. ''Chan! Umarım bize güzel haberlerle gelmişsindir.'' ''Kaybolan dosya Yakın Tarih bölümünden.'' dedi. Açıkçası bu odadaki insanların çalınan dosyayı öğrendiklerinde vereceği tepkiyi merak ediyordu. Hepsi savaşta yer almış insanlardı ve büyük ihtimalle de bir tahminleri olacaktı dosyayı kimin neden çaldığına dair. ''Dissennatori Savaşı belgesi çalınmış.'' Chan'ın ağzından kelimeler döküldükçe Kralın rengi soldu yavaş yavaş. ''Bu iyi değil.'' dedi Şansölyeye dönerek. Chan'ın gözleri babası ve masada oturan Şansölyeyle Mareşalin arasında mekik dokuyordu. Diğer iki adam da şimdi diken üstünde gözüküyordu. Beklediği tepki bu değildi, korkmuşa benzeyen bu tepkiyle alakası yoktu kafasındakinin. Bu üç adamın kafasında hemen tilkiler dönmeye başlar, akıllarına muhakkak şüpheliler gelir diye düşünmüştü. ''Müsadenizle bu belgeyi bu kadar önemli yapan şeyin ne olduğunu öğrenebilir miyim efendim?'' ''O dosya savaşla ilgili her şeyi içeriyor. Dissennatorileri buraya kimin getirdiğini dâhil.'' Kralın sesi fazla solgun çıkıyordu. ''Bundan sorumlu kişinin infazı gerçekleştirilmişti. Daha sonra ise intikamını alamasınlar diye onunla ilişkisi olan herkesin de.'' Chan o zamanı hayal meyal hatırlıyordu. Söz konusu kişi halkın önünde, meydanda idam edilirken tüm yakınları ve dostları, gece hiçbir şeyden habersiz, ülkenin en iyi suikastçıları tarafından öldürülmüştü. Bugün düşününce bile kan donduran bir vahşeti. Chan'ın ailesi ona hep yeryüzünün en iyi ailesi gibi gelmişti o zamana kadar, ona karşı çok nazik ve şefkatliydiler. Ama Chan ailesinin dışarıdan bakan kişiler için tam anlamıyla öldürmek ve yok etmek için yaratılmış savaş makineleri olarak göründüğünü yeni yeni fark etmeye başlamıştı o olayla. ''Anlaşılan hepsini ortadan kaldıramamışız,'' dedi kral kaşlarını kaldırarak dalgın bir sesle. Tek eli çenesinde sakalını sıvazlıyordu. Kral insanları öldürtmüş biri gibi değil de arka bahçesindeki haşeratları ilaçlatan biri gibi konuşuyordu. Hoş, bu insanlar da onun için haşeratlardan farksızdı. ''İntikam almak isteyen birisi o dosyanın içeriğini değiştirmeyi ve bu olayın failini değiştirip sarayı suçlamaya çalışmayı planlamış olmalı.'' diye fikir yürüttü Mareşal Han. ''Dün kütüphaneye kimler geldi Prensim?'' Maraşel Han oturduğu sandalyeden kalkıp Chan ve babasının yanına geldi. ''Kimse. Sadece yeni kütüphaneci çocuk ve ben vardım.'' ''Siz gittikten sonra biri girmiş olabilir mi? Kapılar kilitli miydi?'' Kütüphanenin kapıları kilitlenmezdi. Anlaşılan Chan ömrü savaş meydanında geçen ve saray kuralları hakkında bilgisi olmayan bu adama biraz fazla laf anlatacaktı. ''Kütüphane kraliyetin ya da sarayın özel malı değil, tüm halka ait bir yerdir. Olağanüstü durumlar hariç kapılarının kilitlenmesi yasaktır. Aksi halde halkın bilgi alması engellenir. Bunu engelleyen kişi ise bildiğiniz üzere kadim büyüler tarafından lanetlenir.'' Chan son kelimesinde fazla iğneleyici bir ses tonu kullanmıştı. ''Peki, sen ve kütüphaneci çocuk gittikten sonra kütüphaneyle kim ilgileniyor?'' Mareşalin sesi sanki bu konuşma onu hiç memnun etmemiş gibiydi. Önemli bir durum söz konusuydu ve şu an tek yaptıkları basit protokolleri konuşmaktı. Chan gözlerine soğuk bir perde çekip sesini iğneleyici ve soğuk bir tona getirdi ''Ben kütüphaneyi sadece çalışmak için kullanıyorum. Oranın görevlisi değilim. Normalde kütüphane görevlileri tek kişi değil de en az iki kişi olurlar. Düne kadar ise kütüphanenin hiç çalışanı yoktu. Yani ben ve Felix gittikten sonra orasıyla ilgilenecek kimse yok. Arşiv ise büyülerle korunuyor.'' Bu kadar önemsiyorsanız kütüphanenin ve arşivin güvenliğini daha önce arttırmanız gerekirdi. Ağzına kadar gelen kelimeleri geri yuttu. ''Büyülerin işe yaramadığını gördük ekselansları.'' Sinsi sesiyle Şansölye de katılmıştı konuşmaya. Chan cevap verip bir kavga yaratmak istemedi. Buna vakitleri yoktu. ''Neydi ismi şu kütüphanecinin?'' diye sordu babası. ''Lee Felix.'' diye yanıtladı Chan. Bu konuşmaya nereye gidecekti? ''Felix dün kütüphaneden seninle birlikte mi çıktı?'' ''Hayır, ben ondan önce çıktım.'' Bu işin gittiği yerden kesinlikle memnun olmayacaktı. Şansölyenin yüzündeki gülümseme Chan'ın midesini bulandırmıştı ve göğsüne bir ağrı sağlanmasına neden olmuştu. ''Güzel, öyleyse ilk şüphelimizi bulduk.'' ''İmkansız!'' diye karşı çıktı Chan. Göğsünde yükseldiğini hissettiği bu şey de neydi? ''Felix Lee Kangdae'nin oğlu. Kendisinin savaşın gidişatını değiştiren kişi olduğunu ve onun kaybından sonra savaşta mağlup olduğumuzu hepiniz biliyorsunuz.'' ''Kangdae'nin mi?'' diye mırıldandı babası. Ancak Şansölye kralın bu konu hakkında düşünmesine bile fırsat tanımadı. ''Mareşal Han, gardiyanlardan iki kişiyi Lee Felix'in odasına gönderin. Kendisinin sorgulamasını hemen yapalım.'' |
0% |