Yeni Üyelik
15.
Bölüm

We're all dead in Devil Town

@elywand

Felix - Deep End

Güneş gökte parlıyordu ve ışığın vurduğu gölün suyu ışıl ışıldı. Etrafı çiçeklerle doluydu: gelincikler, papatyalar, karahindibalar, menekşeler... Her şey geçen yazki gibiydi; havanın kokusu, kuşların şarkısı bile. O gün farklı olan tek şeyse Felix'in gönlündeki hislerdi.

Yine aynı yere oturmuştu, aynı yiyecekler vardı piknik sepetinde ve elleri yine çiçek doluydu, yanıysa boştu bu sefer. Onun yanında çimlere uzanacak bir prens yoktu artık, büyük siyah kanatlarının çıkardığı hışırtılar da yoktu, onun yanında olmanın verdiği huzur da. Ama sevgisi hala yüreğindeydi Felix'in. Yalnız bu sefer acı da vardı içinde, sevdiğinin özlemiyle karıştıkça büyüyen, zamanla iyileşeceğine derinleşen bir acı.

Felix'in yaptığı çiçekten tacı takacak biri de yoktu artık ve Felix'in yüreği bu yokluğun verdiği acıyı tüm hücreleriyle hissediyordu. Yavaşça çekiliyordu yaşam sanki yüreğinden ama uyandığı her sabah aynıydı içindeki hayat. Felix'i, yalnızca bir kabuğa dönüşmekten alıkoyan tek şey içindeki o asla azalmayan sevgiydi. Yürek burkacak kadar az olan anılarıydı onu canlı tutan.

Pren yok olduktan sonra Felix'in kollarında, geriye boynundan asla çıkarmadığı o kolyesi kalmıştı sadece. Kolyenin onu lanetten koruyacağına asla inanmamıştı prens ama asla çıkarmamıştı da onu. Çünkü kaybetse de hislerini ona o kolyeyi veren kişiye olan saygısını asla yitirmemişti. Ve yitip gittiğinde Chan, Felix almıştı çimlerin arasına düşen kolyeyi koynuna. Sevdiğinden geriye bir tek o kalmıştı çünkü.

Tek bir gözyaşı bile dökülmemişti Chan'ın cenazesinde. Çünkü gözyaşları diğerlerinin de prenslerinin ardından yitip gitmesine neden olurdu. Felix'in tüm dünyaya yetecek kadar gözyaşı vardı zaten. Felix'in tüm dünyaya yetecek kadar acısı da vardı nasılsa, onlar hissetmese de olurdu.

Kaybından sonra evine dönmüştü Felix. Ümitlerle geldiği saraydan kalbine saplanmış cam parçalarıyla dönmüştü. Sorunlarını aşmak için gittiği saray ona sevgi vermişti. Daha sonraysa verdiği sevgiyi almış, üstüne de yeryüzündeki en büyük acıyı hediye etmişti. Felix de evine kapanmakla aramıştı çareyi. Chan ile anılarının olmadığı yerler aramıştı hep ama güneşin tenine değişi bile prensle geçirdiği anları hatırlatıyordu ona.

Bugüne kadar kaçmaya çalışmıştı hep Felix ama bugün, her şeyin başladığı o hem büyüleyici hem de lanetli gündü, Felix'in kalbindeki boşluğun sahibiyle tanıştığı gündü ve Felix sonunda kaçmak yerine her şeyin gerçekleştiği bu büyüleyici ve lannetli yere gelmeye karar vermişti tam bir yıl sonra. Sahi, nasıl geçmişti bir koca yıl bugünün üzerinden? Nasıl geçmişti bir koca yıl Chan'sız ve Felix buna nasıl alışmıştı?

Oysaki ilk zamanlar sonsuz gibiydi günler prenssiz. Felix dayanamayacak, yaşamaya devam edemeyecek, acı onu ölümün pençesine teslim edecek sanardı. Bir koca yılı tamamlamıştı oysaki kalbindeki cam parçalarıyla. Acı hala aynıydı, hala kanıyordu, hala sızlıyordu göğsü nefes alırken ama yaşıyordu.

Felix sepetindeki her şeyi kendisi hazırlamıştı iki kişilik olacak şekilde. Ormana girdiğinde hatıralar dönüp duruyordu kafasının içinde tüm bir yıl yaptıkları gibi. Ancak bugün her zamankinden daha yaştı yarası, dünden daha çok acıyordu gönlü hatıralar gözünün önünde canlandıkça. Geldiğindeyse gölün kıyısına nefes almak her şeyden daha zordu onun için. İşte oradaydı, tam karşısındakiydi prensiyle oturduğu çimler ve karşısındaydı prensine ilk ve son kez sarıldığı yer. Karşısındaki çiçeklerdi prensine taç yaptıkları. Taç giymekten hiç hoşlanmayan prensin tüm gün taşıdığı çiçekten tacın çiçekleri... Bu göldü onun elinin değdiği ve son kez üzerinden uçtuğu. Ölmeden önce boğazından kaçan çığlıkları bu orman duymuştu ve bu orman işitmiş Felix'in acı dolu çığlıklarını. Karşısındaki sarayın duvarları arasında yaşanmıştı tüm anıları. O duvarların kıvrımlı koridorları arasındaki kütüphanedi görmüştü Felix Chan'ı ilk kez. Oğlunun yüreğini dağlayıp onu ölüme sürükleyen kral da bu duvarların ardındaydı hala.

Felix'in kızgınlığı acısını da geçti o an. Prensini, Chan'ı ölüme iten his üzüntğ sanıyordu Felix. Oysaki Chan'ın kaderi zaten ölümdü. Üzüntü uğramadan onun kalbine, sevgi zaten yeniden doğmuştu orada Chan'ı karanlığa sürüklemek üzere. İşte Felix bundan bir haberdi. Chan'ın gönlündeki ona olan sevgiyi asla öğrenememişti, prens dudaklarından o kelimeler dökülemeden gitmişti. Felix'in zihnindeyse sevgisi hep tek taraflıydı birbirlerine bağlandıklarından bile habersiz. Chan biliyordu Felix'in aksine; Felix yere düşen kolyeyi alıp da kendi göğsüne, kalbinin tam üzerine koyduğundan beri biliyordu. Ruhu ayrılırken yeryüzünden görmüştü sevdiğini ve huzurla gitmişti bu sayede. Yıllar sonra ilk defa sevildiğini görmenin huzuruyla gitmişti Chan; ayrılırken dünyadan sevdiğinin kollarıydı onu son tutan ve Chan mutluydu. Son çabasıysa bunu söyleyebilmek olmuştu. ''Ben mutluyum, seni bulduğum ve seninle olduğum için.'' Ama ne bu sözcükler çıkmıştı Chan2ın dudaklarından ne de öğrenebilmişti Felix bunu.

Felix'in doldurduğu ikinci tabağı yiyecek biri yoktu, Felix'in elindeki çiçek tacını takacak biri de yoktu, anılarını paylaşacağı biri de. Eskiden prensiyle oturduğu çimlerin karşısında Felix yapayalnızdı bundan sonra tüm hayatında olacağı gibi.

Loading...
0%