@elywand
|
The Neighbourhood - Reflections Prens masasına geçip önündeki diğer evraklarla uğraşmaya başlayınca Felix de rafların arasına doğru ilerledi. Önünde uzanan ve sonsuzluğa doğru ilerliyormuş gibi görünen rafların arasında bir şey fark etti Felix, burada çalışan tek kişi kendisiydi. Annesi onu buraya sosyalleşsin, ömrü tek başına ormandaki kulübelerinde geçmesin diye yollamıştı ama Felix yine yalnızdı. Evet, dün üç arkadaş edinmişti (her ne kadar bu üç arkadaşından birisi ödünü koparsa da) ancak Felix, çalışma arkadaşlarıyla birlikte tüm gününü hem eğlenip hem çalışarak geçireceği hayallerini kurmuştu buraya gelirken. Veliaht prensle beş dönümlük bir odada bir başına kalmak aklının ucundan geçen son şeydi. Ayrıca madem tarih yazmanı diye bir şey kalmamıştı artık Sen'z Anima'da ve kütüphaneye gelen de yoktu, Felix ne diye buraya görevlendirilmişti? Kütüphane konulara göre kategorize edilmiş ve her kategori de kendi içinde alfabetik sıraya göre dizilmişti. Felix kendinden geçmiş bir şekilde elini bir o kitaba atıyor, kitabı biraz inceledikten sonra diğerine geçiyordu. Saatler boyunca kitaplarla vakit geçiren Felix raflar arasında fazla zaman harcadığını ve odanın –o katın- neredeyse diğer ucuna geldiğine fark etti. Dönemeçli koridorlardan anlayamamıştı diğer katlardayken ama saray gerçekten çok büyüktü ve Felix son rafa vardığında ayakları ağrımaya başlamıştı ve saatin de kaç olduğunu dair en ufak bir fikri yoktu. Rafların arasından geçerse gelirken gözünden kaçmış kitapların dikkatini dağıtacağını ve bir bu kadar daha vakit harcayacağını bildiğinden, pencere kenarından gitmeye karar verdi. Camdan duvarın önüne konmuş sıra sıra masalar vardı rafların bitimine kadar. Bu masalar eskiden tarih yazmanları tarafından kullanıldığını düşündü Felix. Ne kadar da acı vericiydi... Eskiden hayat dolu olan bu kat şimdi bomboştu. Oturmaya yer bulunmayan masalar şimdi bomboş masalara, okunmaktan yıpranan kitaplar beklemekten tozların arasında yıpranan kitaplara dönmüştü. Öğle yemeği saati gelmişti ve Chan, Felix'in bu kadar saat rafların arasında ne yaptığını merak etmeye başlamıştı. Acaba kafasını bir yere çarpıp bayıldı mı diye düşünürken kütüphanenin büyük çift kanatlı kapısı açıldı ve içeri saray çalışanlarından biri elinde yemek arabasıyla girdi. Chan içeri giren çalışana ‘’Fazladan bir tabak daha koyun lütfen,’’ deyip masadaki parşömen ve kitapları kenara çekip tabaklara yer açtı. Bu sırada da Felix rafların arasında gözükmüştü. ''Felix, bende tam bu kadar saat kütüphanede ne yaptığını merak etmeye başlamıştım. ‘’ Chan, Felix' bir bakış atıp elindeki kitaplar için masanın etrafına bakınmaya devam etti. En sonunda kitapları yere bırakıp yüzünü Felix'e çevirdi ve elleriyle çenesine destek yaparak ‘’Burada mı yersin yoksa yemek salonunda mı sormadım ama sana da tabak getirttim,’’ dedi. ‘’Umarım senin için bir sorun olmaz.’’ Felix üzerindeki gerginliği hala atamamıştı. Çekingen ve kısık sesli bir teşekkür mırıldanıp masanın önündeki tekli koltuğa yerleşti. ‘’Diğer çalışanlar genelde yemek salonuna iner. Yemeklerde canın sıkılırsa sen de onların yanına gidebilirsin.’’ ''Size yemekte eşlik etmek benim için onurdur ekselansları.'' dedi Felix sadece. Yemek salonuna gitse bile Jisung ve diğerlerinin yanına oturabilir mi emin değildi. Bunun başlıca sebebi burada tek başına olacağını öğrendiği için yaşadığı hayal kırıklığıydı. Pek bir şey yapası, sarayda daha fazla kalası yoktu. Sosyal becerileri asla gelişmeyecek, birisiyle konuşurken stresten terlemeyi asla kesemeyecekti bu gidişle. Boşu boşuna evinden ayrıldığını düşünmeye başlamıştı. Onu Jisung ve arkadaşlarının yanına oturmak konusunda tedirgin eden bir diğer şey de Jeongin'di. Kalbine saplanan cam parçaları görüyorum da ne demekti? Ayrıca Felix hala kelimelerin ağzında şeker gibi eridiğini hissedebiliyordu bunu düşündükçe ve tüyleri ürperiyordu. Bütün gece yemekte Jeongin neden göremediği halde ona dik dik bakıyor diye düşünmüştü ve çocuğun aslında ona değil de geleceğine baktığını öğrenmek ödünü koparmıştı. İkili sessizlik içinde yemeklerini yerken Felix'in kulakları dikkatini çekmişti Chan'ın. Mektupta okuduklarından sonra Felix'in de elf olmasını beklemişti oysaki. ''Kulakların çekik değil. Annen sıradan mı yoksa?'' Felix bu tarz bir soruyla karşılaşacağını düşünmediği için kafasında hiç buna nasıl bir cevap vermesi gerektiğini planlamamıştı ve şimdi aniden gelen soruyla şaşırmış, gerilmişti. ''Evet. Annem sıradan. Ben de onun özelliklerini almışım.'' ''Ateş elfleri baskın gendir. Senin de sıradan olman beni şaşırttı.'' Şaşırmamıştı, şaşıramazdı, sadece ilgisini çekmiş, merak etmişti. Felix, prensin dikkatine ve gözünden bir şey kaçmamasına mı şaşırsa yoksa babasının ateş elfi olduğunu nereden bildiğine mi şaşırsa bilememişti. Onun soran bakışlarını gören Chan da ''Görev kağıdında babanın ateş elfi olduğu yazıyordu.'' demişti. Felix bu görev kağıdında ne tarz bir şey yazdığını merak etmeye başlamıştı. Akşam odasına gittiğinde mektubu okumayı yazdı aklının bir köşesine. Yemekleri bittikten sonra Felix tekrar rafların arasında kayboluyordu ki prens durdurdu onu. ''Kütüphaneye kimse gelmez, günlerini burada nasıl geçirmeyi planlıyorsun?'' Felix de bunu uzunca düşünmüştü, şu anlık planı yıpranmış kitaplarla uğraşmaktı çünkü rafların arasında yaptığı gezi sırasında fark etmişti ki rafların üzerinde en az beş yıllık toz birikmişti. Savaştan beri kimsenin el bile sürmediği oldukça belliydi ve bu koca alanı yeniden çekip çevirmesi de, o burada daha sonrasında zamanını nasıl geçireceğini bulana kadar, zaman alacaktı. ''Bu kadar kitabın arasında sıkılacağımı sanmıyorum.'' diyip yavaşça başını eğdi Felix ve hemen ardından rafların arasına girip gözden kayboldu. Oysaki prensin ona bir şey demek için ağzını açtığını fark etmemişti. ✨️ Güneş batmaya yaklaşmıştı artık ve Chan da uğraştığı dosyaları yavaş yavaş toplamaya başlamıştı ki Felix geldi aklına. Burada hep yalnız başına olduğu için sessizliği garipsememişti ve yaptığı işe kendini çok kaptırdığı için Felix'i tamamiyle unutmuştu. Bu kadar saat ses çıkarmadan ne yapmış olabilirdi ki? Chan'ın düşüncelerini duymuş da cevap veriyormuş gibi, koridorun ötesinden gelen görültüyle ayaklandı Chan masasından. Oldukça gürültülü bir sesti bu ve Felix'in yüksek perdeden çıkan acı dolu sesi de, Chan'ın o yöne doğru olan adımlarını hızlandırmıştı. Felix, onarılması gereken kitapları ayırmaya karar vermişti ve bir bölümü anca bitirmişti. Ayırdığı kitapları da masalara bırakıyordu. Kucağındaki bir düzüne kitaptan üsttekileri düşürünce onları almak için eğilmişti ancak masanın sivri köşesini görememişti kucağındaki diğer kitaplar yüzünden ve şimdi yerde oturmuş, acıyla bağırırken başını tutuyordu. Ona doğru gelen hızlı adımları duymamıştı bile acıdan ve prens yanına çömelip elini omzuna koyduğunda irkilmişti korkuyla. ''Sakinleş'' demişti Chan yumuşakça Felix'in irkilmesiyle. Zaten canı yanıyordu, bir de korkarsa ölüp kalacağını düşünmüştü. ''Kendine zarar vereceksin yoksa.'' Prens'in yanında olmasının verdiği gerginlikten, biraz da acıdan dili tutulmuş olmasa açıklayacaktı Felix ona bir şey olmayacağını ama nefes dahi alamıyordu acıdan, kaşı kanamaya başlamıştı ve sıcak kanın aşağıya, gözüne doğru akmaya başladığını hissetmişti. Bu kötüydü... çok kötüydü. Felix ülkenin resmi sınırları dışında yaşadığı için Dissenatorilerden etkilenmezdi belki ancak burada, Sen'z Anima'da kanı akarsa artık o da hislerini ardında bırakmak zorunda kalırdı. Dissenatorilerin duygulardan sonra en sevdiği şey kandı çünkü. Kanın kokusunu aldılar mı adeta yoktan var olurlardı orada ve açık yaradan içine girer kanınla bir ziyafet çekerlerdi kendilerine sen kuruyana kadar. Eğer Felix gibi duygularınız da varsa, ara sıcak niyetine hisleriniz de giderdi midelerine ve içinizde büyüyüp kocaman olan bu canavarlar sizi parçalayarak çıkar, başka bir sofra aramaya başlarlardı kendilerine. Felix o kadar korkmuştu ki kanı akarsa olacaklardan, prensin acaleyle yırttığı gömleğinden çıkan sesi ve gözüne tampon yapılan ipek kumaşın yumuşaklığını zar zor fark etti. ''Felix, sakin ol tamam mı?'' diyerek hemen ondan uzaklaştı Chan. Koşarak masasına gitti ve acil durumlarda, sıhhiyeyi çağırmak için konan düğmeye bastı. Bir yandan da masasının çekmecelerinde kanamayı durdurmak için tampon olarak kullanmaya uygun, ipek gömleğinden kalın, bir bez arıyordu. Felix'in yanına aynı hızla geri döndüğünde çocuğun korkuyla titrediğini görmüştü Chan. Elindeki bezi çocuğun kaşına bastırırken ''Sakinleş Felix. Henüz hiç Dissennatori yok, gelmiyorlar.'' dedi. Kendi nefeslerini de yavaşlatması gerekiyordu, çok hızlı hareket ettiği için kalbi hızlanmıştı ve fark etmeden heyecanlanmak istemiyordu. Kanama da azalmaya başlamıştı, Chan'ın düşündüğü kadar derin değildi demek ki. Felix'inse, yaşadığı korkudan başı dönmeye başlamıştı, oturduğu zemin beşik gibi sallanıyordu ve gözlerinin önünde belirmeye başlayan karaltılar da artarak onu karanlığını sürüklüyordu. Kollarının arasındaki çocuğun bayılmak üzere olduğunu anlayan Chan da, Felix'in biraz daha mayışması için sırtını sıvazlamaya başlamıştı. Panikleyip içindeki Dissennatorilerin büyümesindense bayılması şu an için en iyi seçenekti. ✨️ Felix gözünü açtığında pirinç başlıklı bir yatakta, yumuşak bir yastıkta yatıyordu. Gözleri hala kamaştığı için yanı başındaki siliüetin yüzünü seçemiyordu ama siyah pullu uzun boynuzlar ve geniş kanatlardan kim olduğunu hemen anlamıştı. Kollarını göğsünde kovuşturmuş prensin yanındaki varlığıysa neler olduğunu hatırlatmıştı ona. Kaşının üzerinde hissettiği ağırlıkla oraya attı elini Felix. Sargı bezinin yumuşak dokusu parmak uçlarını gıdıklamıştı. Yanındaki haraketliliği fark edince başını ona çevirdi Chan. ''Nasılsın?'' ''Sersem gibi hissediyorum.'' dedi Felix yavaşça. Konuşmak için ağzını açınca fark etmişti ki boğazı kurumuştu ve sesi bu yüzden çatallı çıkmıştı. Onun sesinin kısıldığını fark eden Chan hemen diğer tarafındaki sehpadaki sürahiden su doldurmuştu çocuğa. ''Hiç Dissennatori ortaya çıkmadı, korkmana gerek yok. Ama bundan sonra biraz dikkatli olmalısın. Çok korktun, içindeki Dissennatoriler büyümüş olabilir.'' Felix önce ''Teşekkürler ekselansları'' diyerek prensin elindeki bardağı alıp suyu kana kana içmiş sonra da söylediklerine cevap vermişti. ''Ben lanetten etkilenmiyorum.'' Chan duyduğu şeyle duraklamak zorunda kalmıştı. ''Nasıl yani?'' ''Evim ülkenin sınırları dışında. Savaş olduğunda da oradaydık. Bu yüzden içimize giren herhangi bir Dissennatori olmadı. Duyduklarıyla Chan'ın kafasındaki yapboz parçaları yavaş yavaş yerine oturmaya başlamıştı. ''Bir saniye... sen General Lee Kangdae'nin oğlu musun?'' ''Evet, babam Lee Kangdae'ydi ama savaşta öldü. Siz nereden biliyorsunuz?'' ''Baban savaşın en büyük kahramanlarından biri. Ayrıca meclis üyesiydi ve kraliyet ailesiyle de yakındı. Ah, düşününce yüzleriniz gerçekten de çok benziyor. Mektubu okuyunca anlayamamış olmam garip.'' Prensin dedikleri karşısında Felix babası hakkında aslında hiçbir şey bilmediğini fark etmişti. İsmini biliyordu, evdeki fotoğraflardan yüzünü de biliyordu ve savaşta öldüğünü biliyordu ama savaşın önemli generallerinden biri olduğunu ya da kraliyet ailesine yakın olduğunu bilmiyordu. Peki madem kraliyetle bu kadar yakın ve iyi ilişkiler içerisindeydi, ailesi neden diğer meclis üyeleri gibi sarayda değil de ülkenin bile dışındaki bir ormanın içinde yaşıyordu? Niye ailesini bu yaşamdan uzaklaştırma gereği duymuştu? ''Hemşire daha iyi hissettiğin zaman gidebileceğini söyledi bu arada.'' dedi Chan, Felix'i düşüncelerinden uzaklaştırıp. Felix şöyle bir vücudunun her tarafını hissetmeye çalıştı. Sadece başı ağrıyordu ve bu da çarpmaya belki de kaşının üzerindeki ağrıya bağlıydı. Ağrı kesici içse hissetmezdi bile. Bilinci yeni yeni yerine gelmeye başlamasından kaynaklı olsa Felix, prensin o uyanana kadar başında beklediğini daha anca fark etmişti. Acaleyle yattığı yerden doğruldu. Bu hareketi biraz başının zonklamasına sebep olmuştu ama prense karşı duyduğu mahcubiyet yüzünden bunu düşünemedi bile. ''Ah, benim için burada beklemenize gerek yoktu ekselansları.'' ''Lafı bile olmaz. Senin sağlığın benim önceliğim olmalı.'' Felix yanaklarına hücum eden kanların durmasını diledi. Bu söz, Felix'in kendisi özelinde söylenmiş bir söz değildi, Felix onun tebaasıydı. Veliaht Prens olarak tabiiki de halkının sağlığını önemsemeli ve gözetmeliydi sayılan bir hükümdar olabilmesi için. Hala ayılamamış olsa gerek utançla indirdiği gözlerine prensin çıplak kolu takılınca hatırladı prensin gömleğini kendisi için feda ettiğini Felix. ''Gömleğiniz için de üzgünüm. Benim yüzümden yırtmak zorunda kaldınız yeninizi.'' ''Felix, dediğimi dinlemiyor musun? Benim için önemli olan senin iyiliğin. Bir gömlek yeninin özür dilenecek bir değeri olmamalı karşında.'' Hissettiği mahcubiyet yüzünden başını kaldıramıyordu bir türlü Felix. Chan vakti gelip de tahta geçtiğinde harika bir kral olacaktı. Halkını sayıp sayıyor, onlara önemli olduklarını hissettiriyordu, zorunda olmamasına rağmen kibar davranıyordu saray çalışanlarına. Felix yine başını beyaz çarşaflardan kaldırmayınca derince nefes verdi Chan. ''Felix, bana bak.'' dedi otoriter sesini kullanarak. Aldığı emirle hemen kafasını kaldırmıştı gri saçlı çocuk. Dalgalı siyah saçlar ve siyah, dipsiz bakışlar ciğerleri sönmüş gibi hissetmesine sebep oldu. ''Ayrıca artık birlikte çalışıyoruz. Bu yüzden yanımda rahat hissedebilirsin. Beni arkadaşın gibi düşün lütfen.'' ''Daha önce hiç arkadaşım olmadı.'' diye kaçırdı ağzından Felix. Başını yine önüne eğmişti çünkü kırmızı yanaklarını prensten saklamak istiyordu. Yanakları gibi kırmızı boynunu ve kulaklarını hesaba katmamıştı tabii, onlar apaçık prensin gözleri önündeydi. Prensin kıkırtısını işitince geri kaldırdı başını. Renginin daha da koyulaştığına emindi. ''Benim de hiç olmadı.'' diye itiraf etti Chan. Chan'ın gülümsemesi geniş ve sıcaktı, gözlerine ulaşmıyordu ve içten değildi. İçinden geldiği için böyle söylemişti ama formaliteden gülümsemişti. Bu gerçek, burada, Sen'z Anima'da Felix'in yüzüne bol bol çarpacaktı ve alışması gerekiyordu ama kalbinin kırılmasını engelleyemiyordu. Buradaki kimse asla Felix gibi hissedemez ve hisleri yüzünden de onu anlayamazdı. Kalbi kırılırsa beni anlar diyerek gidebileceği biri, mutlu olursa benim için sevinir diyebileceği biri, korkarsa beni rahatlatır diyebileceği biri yoktu. Çevresindeki herkes ustalaşmış taklitçilerdi. Prens'in gülümsemesi sadece bunu düşündürtmüştü ona. Buraya gelmek en başında hataydı dedi elinde olmadan. ✨️ Felix o akşam odasına geçtiğinde yeşil kapaklı eskiz defterini aldı eline. Bu eskiz defteri onun için günlük gibiydi bir nevi. Gün sonu geldi mi o gün aklından kalanları resmetmeyi seviyordu. Son iki gününü resmetmek istedi. Jisung'un perdeli elleri, Minho'nun lila saçlarıyla leylak rengi gözleri ve Jeongin'in soluk mavi gözleri bir sayfadayken diğerine iki yanında kütüphane ve arşiv rafları yükselen prensin masasını çizmişti. İki sayfaya da birer tarih attıktan sonra not düştü altlarına. Sarayda ilk günüm ve ilk arkadaşlarım, Kütüphanede ilk günüm. Ardından arka sayfayı çevirdi. Boş sayfa üzerinde düşünmeden hareket ettiriyordu kalemini. Ne çizdiğini fark etmesiyse, prensin siyah, güneş vurunca mor ışıltılar saçan boynuzlarını, siyah dalgalı saçlarını ve kemikli yüzüzü kusursuz bir şekilde önündeki sayfada görmesiyle oldu. Altına yazacak bir not bulamadı. Sadece Jeongin'in kehaneti dönmeye başlamıştı kafasının içinde. |
0% |