@elywand
|
Between Friends - affection Şansölye, Felix'i bahçede karşıladıktan sonra ona kısaca sarayı gezdirmiş, çalışacağı yeri göstermiş ve arından da eşyalarının yerleştirildiği, çalışanların yatakhaneleri olarak düzenlenmiş kattaki odasına bırakmıştı. ''Bugün buradaki ilk günün olduğu ve yoldan geldiğin için dilediğince dinlen,'' demişti. Yatakhaneler sarayın güneybatı yakasındaki kulede en üst kattaydı ve bir tarafı ormana bir tarafı da sarayın iç avlusuna bakıyordu. Felix'in odası, boydan boya cam olan balkon duvarıyla adeta ormanın içinde gibi hissettiriyordu, saray duvarına yaklaştıkça seyrekleşen ağaçların bazılarının dalları balkonun duvarına sürtünüyordu rüzgar onları salladıkça. Güneş batmaya yaklaştıkça altın huzmeleri de Felix'in odasına dolmaya başlamıştı. Yola çıkacağı için sabah daha hava aydınlanmadan önce kahvaltı yapan Felix, günün yorgunluğunu attıktan sonra fark etmişti acıktığındı. Odasından çıkıp merdivenlere doğru ilerlemeye başlamıştı ki dönen merdivenlerin başına geldiğinde yemekhanenin hangi yönde olduğunu unuttuğunu fark etmişti. Ateş elfi olan babasının aksine Felix'in yön duygusu gerçekten çok kötüydü, sağını solunu bile karıştırmamak için durup düşünmesi gerekiyordu. Kendi başına arasa bulabilir mi yoksa yana yana labirent gibi olan koridorlarda yönünü bulmaya çalışsa oradan geçen birine rezil olma ihtimaline karşı odasına mı dönse karar vermeye çalışıyordu. Bir kaç defa ayakları ilerler gibi oldu, bir adım bile atamadan durdurdu kendini. Sonunda koca bir oflamayla arkasını döndü ancak ağzından çıkan oflama daha yolunu yarılayamadan acı dolu bir feryada dönüştü. O ne yapacağına dair kendi içinde hesaplaşa dursun, fark etmeden arkasından gelen kişiye çarpmıştı aniden dönünce. ''Çok özür dilerim! Geldiğini fark etmemiştim, yoksa çarpmazdım sana. Cidden özür dilerim!'' Felix, buradaki insanların canları bile acısa ölebileceklerini duymuştu, bundandı bu kadar panikle özürler sıralaması. ''Sakin ol, panikten öldüreceksin yoksa kendini. İyiyim ben.'' dedi karşısındaki çocuk nefes nefese. Acıyı hissettiği için nefesi kesilmişe benziyordu. ''Özür dilerim'' diye mırıldandı tekrardan Felix. Tek söyleyebileceği bu gibi hissetmişti çocuğun halini görünce. ''En son ne zaman bir şey hissettim bilmiyorum bile, biraz canlandım sayende.'' ''Hayır, canını kaybediyordun.'' Karşısındaki çocuk güldü Felix'in dediğine. Ama Felix onun eğlendiği için gülmediğini biliyordu. Daha çok, yapılması gerektiği için yapılmış mekanik bir gülme sesiydi bu ve Felix, burada bütün kahkahaların da böyle olduğunu biliyordu. Çocuk elini uzattı Felix'e ''Eğlenceli birine benziyorsun. Ben Jisung'' ''Felix'' deyip ona uzatılan eli tuttu Felix de. Felix, ilk gördüğünden beri ne olduğunu düşündüğü çocuğun elini görünce fark etmişti bir su elfi olduğunu. Normalin aksine perdeler vardı parmakları arasında ve bileklerinin yanları da soluk yeşildi. Bir tatlı su perisiydi yani Jisung, bir Naidad. Saraydaki tatlı su perilerinin de hendeklerde muhafız olduğunu duymuştu. Acaba bu sabah saraya girerken geçtiği hendekte görmüş müydü Jisung'u diye düşündü ama karşsındaki sarı, altın ışıltılı saçları ve bal rengi gözleri ilk defa gördüğüne emindi. ''Seni daha önce hiç görmedim Felix, yeni misin?'' ''Aa... Şey, evet. Bugün geldim ve kütüphanede çalışacağım.'' diyerek kendini açıkladı Felix. Konuşurken dökülen terleri sakinleşmesine pek yardımcı olmuyordu ama sakinleşmeliydi, bu yüzden gelmişti buraya. ''Yemekten mi geliyordun yoksa Felix?" ''Aslında iniyordum.'' dedi Felix, Jisung da yemek salonuna iniyordur da onu takip ederim diye düşünerek. ''Birlikte gidelim o zaman, seni arkadaşlarımla da tanıştırırım.'' Felix'in, yemek salonuna giderken fark ettiği bir şey vardı ki Jisung çok konuşan ve çok soru soran biriydi. ''Nerelisin peki Felix?'' ''Kendimi bildim bileli ailemle ormanın içindeki evimizde yaşıyorum, sınırların dışında kalıyor.'' Jisung adımları aniden durdu. ''Yani lanetten etkilenmiyor musun?'' ''Hayır, lanet gerçekleşirken biz annemle evimizdeydik ama...'' Felix'in sesi burada durgunlaşmıştı. Sen'z Anima halkının aksine o hissedebiliyordu ve kaybettiklerinin ardından yas tutuyordu. ''Babam sarayda askerdi. Savaşta öldü.'' ''Üzgünüm, böyle olduğunu bilsem sormazdım. Kusura bakma, ben bazen patavatsız olabiliyorum işte.'' dedi Jisung omuzlarını düşürerek. Felix, üzgün olmadığını biliyordu. ''Önemli değil'' diyerek sırtını sıvazladı Jisung'un ve ilerlemeye devam ettiler. ''Kaç yaşındasın?'' diye sordu bu defa da Jisung. Bir önceki sorusunun yarattığı ortamı yeni sorusuyla dağıtmayı amaçlamıştı. ''Yirmi, sen?'' diye cevapladı onu Felix. Çoğu soruya kısa cevaplar vermesi sinirini bozuyordu ama aklına diyecek başka şey de gelmiyordu. ''On sekizim ben de.'' ''Cidden mi? Benle yaşıt sanmıştım seni.'' ''Eh, biraz büyük gösterdiğimi söylüyor herkes.'' En sonunda giriş kata indiklerinde onları karşılayan büyük, çift kanatlı kapıdan içeri girdiler. Her biri elli kişilik olan uzun masalar vardı salonun ortasında ve onların sonunda da, onlara yatay olarak yerleştirilmiş başka bir, bu defa on kişilik, masa vardı ancak bu masada sadece dört sandalye vardı. ''Burası yemek salonumuz.'' dedi Jisung. ''En baştaki masa kraliyet ailesine ait ancak onlar bir seremoni olmadıkça burada yemezler.'' Felix etrafı süzerken, kenardaki masada oturan mor saçlı, soluk tenli çocuk çekti ilgisini, onların olduğu tarafa doğru el sallıyordu. Jisung da Felix'in baktığı tarafa dönünce yüzündeki gülümsemesiyle el salladı çocuğa. ''Arkadaşım bize el sallıyor, yanına gidelim hadi.'' Jisung ''Minho, Jeongin selam.'' diyerek Felix'in yeni fark ettiği pembe saçlı çocuğun karşısına oturdu. Felix bu çocuğu yeni gördüğüne şükretmişti çünkü Jeongin'in gözlerinde perde vardı ama buna rağmen gözlerini, sanki vücudunun kabuğunu yarıp da ruhunu görüyormuş gibi Felix'in üzerine dikmişti. Felix de el mecbur Jisung'un yanına ama şükürler olsun ki mor saçlı çocuğun karşısına oturmuştu. ''Çocuklar bu Felix.'' diyerek onu tanıttı Jisung. ''Saraya bugün geldi.'' ''Tanıştığıma memnun oldum, ben Minho.'' dedi mor saçlı çocuk. Teni o kadar solgundu ki Felix'e sanki bu sabah ölmüş de yemek için tabutundan çıkmış gibi gelmişti. ''Bu da kardeşim Jeongin'' diyerek yanındaki çocuğu işaret etti. ''Kardeşim göremez ama harika bir duyu gücü vardır.'' Minho Jeongin'in saçlarını karıştırırken Jeongin işaret dilinde 'tanıştığımıza memnun oldum' dedim Ayrıca konuşamıyor da diye ekleme gereği duydu Felix içinden. ''Changbin yok mu?'' Jisung ağzı doluyken konuştuğu için Felix onun ne dediğini anlayamamıştı ilk. ''Hayır. Bu sabahki şafak değişimine geç kaldığı için ceza aldı. Geceyarısına kadar çalışacak.'' ''Hadi ya, kötü olmuş. Yemek de tam onun sevdiğindendi, kaçırdı.'' diye söylendi. Ağzı yine doluydu ama bu defa yanaklarında biriktirdiği için biraz daha anlaşılır çıkmıştı sesi. Ya da Felix alışmıştı onun böyle konuşmasına. ''Ona da götüreceğim biraz.'' Felix meraklı bir şekilde konuşmayı dinlerken ''Changbin ve ben kuzeybatı kulesinde gözcüyüz.'' diye açıkladı Minho. ''Felix, sen nerede çalışıyorsun bu arada?'' ''Kütüphane'' diye kısaca cevapladı Minho'yu Felix. Bu masaya otururken Felix yeni (ve ilk) en yakın arkadaşlarıyla tanıştığını ve çok eğleneceğini düşünmüştü ama Jeongin'in -göremediği halde- kendisine öyle dik bir şekilde bakması onu huzursuz hissettirmişti ve şimdi yemeğini bile zorla yiyordu. ''Öyle mi? Prensle de tanışmışsındır o zaman.'' ''Prens mi?'' diye sordu Felix. ''Evet, o da arşivde çalışıyor. Kütüphane ile aynı yerde olduklarından görmüşsündür diye düşünmüştüm.'' ''Ah anladım.'' diye mırıldandı Felix. ''Çalışmaya yarın başlayacağım. Bugün yerleşmem için izin vermişti şansölye'' diye de ekledi ardından. Dörtlü biraz daha masada oturduktan sonra Minho sonunda ayağa kalkmış, Jeongin'in de omzuna dokunmuştu. ''Biz gidelim artık, daha Changbin'e yemek götüreceğim o bayılmadan.'' Felix ve Jisung iki kardeşe görüşürüz derken Jeongin masanın öbür tarafından dolaşıp Felix'in arkasına geçti. Felix ne olduğunu anlamadan ipek gibi yumuşak hissettiren bir ses duydu kulağının dibinde. Aynı ağızda eriyen pamuk şeker gibi bir his ve tat bırakıyordu ve duyduğu kelimeler ise sırtından soğuk terler dökülmesine neden olmuştu. ''Kalbine saplanan cam parçaları görüyorum.'' Felix, Jeongin'in arkasından şaşkınca bakarken ''Jeongin'in görü gücü var. Yüzüne baktı mı geleceğini ya da kalbinin en içini, kendinden bile sakladığın sırlarını görebilir,'' dedi Jisung, Felix'in şaşkınlığını fark edince. ''Bu biraz ürkütücü.'' Jisung kendini üşümüş gibi silkeledi. ''Bu yüzden çok konuşmadığı için şanslıyız. Tabii konuşabilmesi için bir kehanette bulunmak zorunda olması onun için zor olsa gerek.'' ''Jeongin ve Minho kardeşse Minho nasıl görüp konuşabiliyor?'' diye sordu Felix ''Onlar sadece birlikte büyüdüler. Minho bir vampir. Minho'nun ailesi onlar çok küçükken Jeongin'i bulup evlat edinmişler,'' diye açıkladı Jisung. O solgun yüzü görünce vampir olduğunu anlamaması garip zaten Felix'in ancak Felix ilk defa evinden ayrılmış, başka insanlarla ilk defa bu kadar uzun vakit geçirmişti. Önceden evden sadece annesi ile birlikte yakındaki köyün pazar yerine gitmek için çıkardı ve kimseyle konuşmadan da evine dönerdi. İkili ilişkilere dair tüm bildiklerini okuduğu kitaplardan öğrenmişti. |
0% |