@elywand
|
Yohio - My Nocturnal Serenade Felix'in, ilk gün yaşadığı kazayı saymazsak, ilk haftası oldukça iyi geçmişti. Yenilenmesi gereken kitapları tespit ettikten sonra onları cam kenarındaki masalara taşımış, kapaklarını yenilemişti. Boş vakti oldukça Chan da gelmişti yardımına. Kitaplarla olan işi bitinceyse kendisine başka yapacak bir şey bulana kadar prensin masasının önündeki koltuklarda oturup kitap okumaya karar vermişti ki Chan ona yapacak iş bulmasının sonsuza kadar süreceğini söylemişti. Prensin de işi yoksa birlikte oturup sohbet ediyorlardı sadece. Öğle yemeklerinde de eşlik ediyorlardı birbirlerine. Kahvaltı ve akşam yemeklerindeyse Jisung ve arkadaşlarına katılıyordu. Minho ile konuşmak her ne kadar hoşuna gitse de Jeongin'in varlığının canını sıkmasın engelleyemiyordu. Ne zaman çocuğu görse aklına ilk karşılaştıkları gece gözlerini ruhunun derinliklerine dikip de o şekerli hissiyat veren sesiyle söylediği kehanet geliyordu. Kalbine saplanan cam parçaları görüyorum. İyi de neydi bu cam parçaları? Bir kere farazi bir söylem miydi bu yoksa asıl manasında mı kullanılmıştı. Kehanet olduğu için bunun bir mecaz olduğunu düşünüyordu Felix. Demek ki bir şey onu kalbine cam batıyormuş gibi hissettirecek kadar üzecekti. İyi de ne sebepten olabilirdi ki bu? Hiçbir cevap bulamıyordu bu soruya. Jeongin'e sormayı düşündü ama çocuğun yine ağzını açmasından ölesiye korkuyordu. Onun bakışlarının hedefi olmamak için onu görmezden gelmeye karar verdi o da en sonunda. ✨️ Felix o sabah normalden daha erken uyanmıştı. Güneş doğalı biraz olmuştu ve tan vaktinin pembeliği artık yavaş yavaş dağılıyordu. Sarayın batı cephesinende olduğu için penceresinden gözüken ormansa ışıl ışıl parlıyordu yapraklara çarpan altın rengi ışıkla. Erken uyandığı için üzerine çökmüş mahmurluğun dağılacağını düşünerek balkona çıkmaya karar verdi Felix. Sabah ayazı ona her daim nostaljik hissettirirdi biraz. Sabahın temiz yavasını içine çekti bolca ve sakin havanın tadını çıkarmaya baktı kahvaltıya inene kadar. Önce durgun havaya tatlı, sakin bir esinti katıldı, uzaklardan gölün kokusunu alır gibi olmuştu yine, tıpkı ilk gün buraya gelirken orman yolunda aldığı kokuydu bu. Derken, sakin sabah meltemi şiddetlendi giderek. Sonraysa bir karaltı geçti önünden gibi geldi Felix'e. Yeniden durulan havayla başını yukarı kaldırdı Felix gökyüzünü görebilmek için. İşte o an gördü, Siyahlara Bürülü Prens, Felix'in balkonun altından yükselişe geçmiş, yukarı doğru kanat çırptıktan sonra kanatlarını sonuna kadar açıp kendini peşinden getirdiği ve etrafında dönen rüzgara bırakmıştı bir saniyeliğine de olsa. Bazen saniyeler saatler gibi hissettirir. Felix'de o saniyelerden birini yaşıyor şu an. O bir saniyenin her anında prensi incelemişti Felix ve o bir saniyenin her anında büyülenmişti. Güneş ışığı prensin boynuzların çarpıyordu ve obsidyen siyahı pulların içindeki mor ışıltılar iyice belli olmuştu. İki yanına açtığı kanatların ardından güneş belli oluyordu, gözleri sanki rüzgarın çevresini sarmasından kaynaklı huzurla kapanmıştı. Eğer huzur nedir bilseydi, huzurlu olduğunu söylerdi ancak Chan huzur ne bilmiyordu ama Felix biliyordu ve o bir saniye gerçekten huzurlu hissetmişti. Felix erken kalkmasına karşın hala kahvaltıya inmemişti. Normalde Jisung gelir ve birlikte inerlerdi kahvaltıya. Ancak bu sabah Jisung onu almaya gelmemişti. Bensiz mi gitti, beklemeli miyim, kahvaltıya inmem gerekir mi diye uzun süreli düşünmeleri sonunda da Jisung geldip kapısını çalmadığında artık kahvaltı saatinin bitmesine çok az kalmıştı, Felix kahvaltı etmezse öğlen yemeğine kadar aç kalamayacağını fark edip hızla kahvaltıya inmeye karar verdi. Mesainin başlamasına az bir süre kaldığı için neredeyse bomboştu yemek salonu ve oradaki tek tük kişiler de kalkmak üzereydi. Felix, her zaman oturdukları masadan kalkan Minho'yu görünce o tarafa ilerledi. Nöbeti bitmiş, kahvaltısını edip dinlenmeye gidiyordu. ''Günaydın.'' dedi Minho ona doğru gelen Felix'i görünce. ''Mesai başlamak üzere, uyuya mı kaldın yoksa?'' Başını sallamakla yetindi Felix bu soruya. Erkenden kalktım ama Jisung'u bekledim inmek için demek istememişti. Bu bilgi ona kalsa da olurdu. ''Jisung gitti mi çoktan?'' ''Ah doğru yeni uyandığın için duymamışsındır sen. Sıkı yönetim ilan edildi. Sabaha karşı görev yerlerine çağrıldı tüm muhafızlar.'' ''Sıkı yönetim mi?'' ''Evet, dün gece arşivden dosya çalınmış.'' Arşivden dosya mı çalınmıştı? Felix bunun imkansız olduğunu sanıyordu. Bir kere daha kütüphaneye girmeden kapıya oyulmuş mühürler eliniz değer değmez niyetinizi anlayıp size giriş izni vermezdi. Bunu bir şekilde atlatsa bile çalan kişi, arşiv raflarına çıkan basamaklarda da mühür vardı, görevlendirilmiş biri hariç birisi bastığında o basamaklara rafların etrafında büyüden bir kalkan oluşuyordu ve yine görevli biri gelip de kalkanı kaldırmadan kimse geçemiyordu o basamaklardan ileriye. Her ne kadar hızlıca yapsa da kahvaltısını ve koşarak gitse de kütüphaneye, Felix geç kalmıştı neredeyse yarım saat ve normalde de yarım saat önceden geldiği düşünülürse, bir saattir onu bekliyordu Chan. ''Geç kaldığım için özür dilerim.'' diyerek yerlere kadar eğildi Felix çift kanatlı kapıyı açar açmaz. Chan başının bile önündeki parşomenden kaldırmadan eliyle bir dakika işareti yaptı. Son cümlesini de yazıp imzasını atınca mürekkebe geri koydu kalemini. Aslında Felix'i paylamayı düşünmüştü o gelmeden önce ama çocuğun telaş içinde girmesiyle bütün enerjisi çekilmişti içinden. Bugün yapması gereken tonlarca iş gelmişti anında aklına ve bu işlerde Felix'in yardımını almayı düşünmenin ne kadar aptalca olduğunu fark etmişti onu beklerken. Gün, saraydaki çoğu kişi gibi daha şafak sökmeden başlamıştı Chan için de. İlk defa duyduğu ama önemli olduğunu da bildiği alarm odasının içinde çalıyordu ancak biliyordu ki aynı alarm babasının, Şansölyenin ve Mareşalin odasında da çalıyordu. Savaştan sonra Chan'a en iyi bilmesi gereken şeyin alarmlar olduğu öğretilmişti. Hangi sesin hangi durumlarda çaldığını adı gibi biliyordu ve bu alarm, arşiv tehlikedeyken çalan alarmdı. Hemen kurul kurulmuş, tüm muhafızlar görev yerlerine çağrılmıştı. Saraya giriş çıkışlar yasaklanmış, yarım kilometrelik alan ise kalkan içine alınmıştı, akarsuların bile hareketi engellenmişti bu alandaki. Ayrıca mesai saati başladığında da herkesin odası aranacaktı. Öğleden sonra ise mevcut durumun son gelişmelerine dair bir toplantı yapacaklardı. Tüm bunların yanındaysa, arşivden sorumlu olarak Chan'a ayriyetten bir görev verilmişti: çalınan dosyanın hangisi olduğunu bulmak. ''Kolay yırttın, kulelerde aralıksız nöbet tutmak zorunda da kalabilirdin.'' diyerek gülmüştü ona Şansölye. Chan yapabilse nefret ederdi bu adamdan. Fıldır fıldır dönen ve etrafı her daim sinsice inceleyen gözleri, sürekli aşağılayıcı bir ifadeye sahip bir gülümsemesi vardı ve durmadan kıkırdardı. Küçükken de sarayda en sevmediği kişi bu adamdı. Ne zaman koridorun ucunda onun kısa tıknaz boyunu koca göbeğini görse hemen aksi istikamete kaçardı. İnsandan çok domuza benziyordu aslında bu adam. Şansölye de aslında arşivde onbinlerce dosya olduğunu biliyordu ve o kadar dosya arasında hangisinin eksik olduğunu bulmak samanlıkta iğne aramaktan farksızdı. Kimseye güvenmemesi gereken bir durumda olduğunu bilmesine rağmen, Felix'in yardımını istiyordu bir yanı ve bu yanına kulak vermek midesinin burkulmasına sebep oluyordu. Saraydaki herkesin şu anda şüpheli konumda olması bir yana, bu his de oldukça geçerli bir sebepti Felix'in yardımını almaması için. Bu hisse karşı olan güçlü inkarıysa Felix'in kütüphaneye gelmediği her dakika zayıflıyordu. Demek ki doğru olan buydu ve Chan'ın yanlış bir şey yapmasını engellemek için bu gecikmeyi yaşatıyordu unutulmuş tanrıları. Chan ne yapması gerektiğine bir türlü karar veremiyordu. Kafasında bin kat büyümüştü yapması gerekenler Felix'i beklerken ve Felix'in de her dakika daha da gecikmesi kafasının içinde büyüyen uçsuz bucaksız yumağı daha da karıştırıyordu. Babam olsa ne yapardı? diye düşündü. O her zaman katı bir kral olmuştu ve krala göre otorite işlerin işleyişini her zaman kolaylık getirirdi, gece olup da başını yastığına koyduğunda 'acaba bu mı?' diye düşünmesine gerek kalmazdı çünkü sahip olduğu güçten korkan diğerleri verilen görevleri mükemmele en yakın şekilde yaparlardı. Chan'a göreyse otorite Sen'z Anima'da işleyişi düzenliyordu ama ilişkileri de öldürüyordu aynı zamanda. Eskiden kraliyet ailesi ve halk arasında olan bağ, Chan'ın babasının döneminde ortadan kaybolmuştu ve bunun lanetle de alakası yoktu, savaştan önce de zaten böyleydiler; halktan uzak ve soğuk. Chan, Felix ile yakın olabileceğini düşünmüştü aslında. Sarayda samimi olduğu hiç kimse yoktu, günleri kütüohanede, kitap okuyarak ya da çalışarak geçerdi ve şimdi kendisi gibi birisi gelmişti yanına. Chan şimdi işlerin düzenli işleyişini mi önemsemeli yoksa Felix ile olan ilişkisi mi, işte bu soru kafasında dönen yumağın başını çekiyordu. Bir gün kral olduğunda krallığını babası gibi katı bir şekilde yönetmeliydi yoksa kendi olduğu şekilde, kibarlığını ön planda tutarak mı? Felix içeriye girene kadarsa bir sonuca ulaşamamıştı bu sorular. Kütüphanenin geniş kapıları açılınca gözlerini diktiği parşömenin üzerinden bir bakış attı Felix'e. Felix koştuğunu belli edecek bir şekilde kırmızı bir yüzle Chan'ın önünde duruyor, nefesini düzenlemeye çalışıyordu. ''Geç kaldığım için özür dilerim.'' dedi yerlere kadar eğilerek. Koşmaktan -ve stres yüzünden doğru düzgün kahvaltı yapamamasından- midesi bulanıyordu. Chan Felix'in geç kalmasını bu kadar büyük bir sorun haline getirmezdi kendi içinde normalde olsa ama bugün görevlerini nasıl yetiştirebileceğini bilmiyordu ve Felix'in yardımını istemişti gerçekten, onu yanında istemiş, ihtiyaç duymuştu. İçinde kabaran şey hayal kırıklığı mıydı, midesinin bunca kasılmasının sebebi bu muydu? Hayır, sadece istediğim olmadığı için huysuzlanıyorum.'' dedi kendi kendine prens. Aksini kabul edemezdi. Bu olmaması gereken, aksi halde felaket yaşatacak bir durumdu. Chan'ın ağzından dökülen laflar onu şaşırtmıştı, aslında Felix'e bu kadar sert çakışmak istememişti ama ağzından çıkan kelimeler onun izni olmadan terk etmişti zihnini ve yol almıştı dudaklarından özgürlüğü, Felix'in tam kalbine. |
0% |