Yeni Üyelik
8.
Bölüm

SARMAŞIK -1. BÖLÜM

@emekli_pilot

SARMAŞIK-1

Yarını yok kaderin belki ama

Bugün benimsin…

(FİRUZE)

Lise yıllarımı hayatımın en güzel yılları ilan etmiştim bugün. Hayatım mükemmeldi, eşsiz bir ailem vardı ama şu anda yaşanılan anlar hayatım boyunca, neler yaşarsam yaşayayım unutmamın mümkün olmayacağı anlardı. Yıllardır hayalini kurduğum, içten içe sevgimi kendimden sakındırdığım, gizli gizli hayaller kurduğum adamla neredeyse ilk hayalimi masal tadında gerçekleştiriyordum.

Elleri ellerimde, gözlerimin içine aşkla bakan adamın yanında emin adımlarla yürüyor, içimdeki heyecanın titrettiği bedenimi kontrol altına almaya çalışıyordum. Ellerini biraz daha sıktım güzel gözlü kavalyemin. Gözlerindeki endişe parıltısı yüzüme değince tebessüm etti. Boşta kalan elini yanağıma değdirip: ‘’Çok güzelsin. Her baktığımda kalbimi hızlandıracak kadar çok güzelsin Hilal. Sana tekrardan çok teşekkür ederim.’’ Elini yüzümden çekmişti. Gözlerinde anlamlandıramadığım bir telaş söz konusuydu sanki. ‘’Neden teşekkür ettin?’’ Sorumdan bağımsız gözleri boynumda dolandı. Arka fonda çalan anlamsız şarkı aramızda oluşan sessizliği mümkünatı varmış gibi biraz daha geriyor, sorumun cevabı hiç verilmeyecekmiş gibi öylece duruyordu. Ilık bir bahar akşamının sinesine çekilmiş, zamandan, mekândan ve insanlardan bağımsız bekliyorduk. Çalan şarkılar değişiyor, yanımızdan insanlar gülüp geçiyor ama kavalyem sessizlik içinde bana bakıyordu.

Çocukluğumun en güzel anları geçti gözümün önünden. Onunla tanıştığım ilk an, okulumuz, arkadaşlarımız, onun büyüdükçe çok daha mükemmel birine dönüşmesi, ilk ayrılışımız ve benim yıkılışım. Çocukluk aşkımdı; karşımdaki bu adam. Her anını bildiğim, asla büyümeyen oyun arkadaşımdı benim. Geleceğim de hep var olmasını istediğim yegâne hayalim...

Bugün okulun son gününde beraber katıldığımız bu son parti hayatımızın miladı gibiydi. Çünkü okul varken çok görüşemiyorduk, okuldan sonra da ailem derslerime biraz daha odaklanmam için baskı kuruyordu. Neyse ki sevgili kavalyem bunu hiç dert etmiyor, hep anlayışla yaklaşıyordu bana. Gözlerine minnetle baktım.

‘’Hayatım? Hala soruma cevap vermedin. Neden teşekkür ettin?’’

‘’Şu kısacık zamanda hayatıma onlarca şey sığdırdın. Hayatımızda neler değişir bilmiyorum ama seni hep seveceğimi sakın unutma Hilal.’’

‘’Neden veda edermiş gibi konuşuyorsun sevgilim? Önümüzde birlikte yürüyeceğimiz uzunca bir yol var.’’

Kolları bedenimi sıkıca sardı, sarmaşık misali. O kadar sıkı sarıyordu ki gitmesinden korkuyordum. Kalan insan böyle sarılır mıydı? İncitecekmiş gibi.

Kapana kısılmış gibi hissettim kendimi. Ayağımdaki topuklu ayakkabılar bir yandan acıtırken şimdi de kalbime bir sızı girmişti. İçimden bağıra çağıra ağlamak geliyordu. Hissedilir miydi gitmek? Kalana sabır diler miydi acımasızca hayat? Boş kuruntu yapıyordum sadece. Şu an buna inanmaya, bu peri masalında yaşamaya devam etmeliydim. Benim yanım burasıydı; başımı yasladığım göğsü! Öyleyse nereden çıktı bu gitmek?

Kollarını iterek yüzüne baktım. Kırmızıya çalan gözleri içimi ürpertmişti. Kalbim heyecanını yitirmiş korkuyla çarpıyordu artık. Saplantılı bir sevmek değildi ona olan sevgim. Hislerimin farkında olarak karşısına çıkmıştım her zaman. Gözlerinde gördüğüm kıvılcıma inanıp yaklaşmıştım yanına. Fakat karşısında durduğum adam o sevdiğim, gözlerindeki ışıltıya âşık olduğum adam değildi sanki.

‘’Senden ayrılıyorum.’’

Hızla gözlerimi açıp odada göz gezdirdim. Henüz hiç kimse uyanmamışken gördüğüm rüyanın bugün beni rahat bırakmasını diledim. Üstünden yıllar geçmesine rağmen hala bu rüyayı görmem ve tam unuttum derken yine her şeyin başa dönmesi beni artık çok yoruyordu. Gözümden akan yaşla kendime gelirken mutfaktan gelen sesle hızla hazırlanmaya başladım. Bugün boş günüm olduğu için ailemle konuşup dışarıda kahvaltı yapmaya karar vermiştik. İçime yine sıkıntı dolmuştu. Artık içimde tuttuğum gözyaşlarım bana eziyet ediyordu sanki. Herkese ‘’iyiyim’’ mesajı vermek yıllardır katlanılmaz bir duruma gelmişti benim için, yorulmuştum.

Sırtımı dolaba yasladım. Gözyaşlarımın akmasına izin verdim bu sefer. ‘’Ağlamak güçsüzlüktür’’ diye kim demiş? Delirmeme izin vermeyecek kadar güçlüydüm ben! İçimdeki kinin intikamını alamayacak kadar da affetmiş. Benim güzel gözlü Kavalyem! İhanetin neden? İçimdeki öfken neden? Değmez miydi bana -bize- yaşatacağın bu güzel peri masalı? Hangimiz hak etmedik mutluluğu? Aklıma gelen onca soruyu daha fazla öfkelenmemek için yutuyorum. İçimde kalan sevgi kırıntıları beni ayakta tutmasaydı eğer, içimdeki kinim yaşamama sebep olmasaydı eğer şimdiye çıkmıştım karşına; oldukça güçsüz bir şekilde. O gün hayatımın miladı diye hayal ettiğim anlarımı hayatımın dönüm noktası yaptığın için her gün kendimden nefret ederken bir gün bu dönüm noktasının ikimizin ayağına bağ olacağını keşke düşünseydin sevgili kavalyem. İçimdeki nefretle seçtiğim mesleği senin için kullanacağımı, tüm öfkenle senin canını acıtabileceğimi düşünseydin keşke. Yıkılışın, yok oluşun benden ayrıldığın günden çok daha yıkıcı olacak. Beni rezil ettiğin, düşürdüğün o iğrenç durumun aynısını sana kat kat yaşatacağım. Bu da İnci Kıran sözü olsun.

Gözümden akan yaşları hırsla silip elbise dolabımdan spor birkaç parça kıyafet çıkardım. Hava bugün kapalı olmakla beraber serin gibiydi. Benim gibi soğuğa bu kadar dayanıksız birisi için en ideal çözüm önceden önlem almaktı. Bu hafta benim için oldukça koşuşturmalı geçecekti çünkü. Toplantılar, gençler için eğitimler, konferanslar… Nefes almaya bile doğru düzgün vaktim kalmayacaktı. Elbiselerimi giyip odadan çıkarken kapımın yanında duran vestiyerin üzerinde gördüğüm maske ile olduğum yerde kalmıştım.

 

Hislerimi kontrol altına almaya çalıştıkça ellerim daha fazla titriyordu. Bugün başlayan tesadüfler günümü mahvedecekmiş gibi dururken sakin kalmaya çalışarak temizlik için gelen Güzin’in yanına gittim. Normalde neşeli olan kızın bugün durgun olması garip gelirken açtığı müziğe takılı kalan kulaklarım gözümün önüne onlarca anıyı peş peşe getirmişti. Yeni kuruyan gözlerimden akan yaşlar, dudağımdan kopan hıçkırıkları beraberinde getirirken titreyen bedenimi ancak koltuğa atmıştım. Acıdan kavrulan ruhum muydu yoksa kendime yediremediğim öfkem mi beni bu hale getirmişti anlam veremiyordum benliğime. Yıllardır güçlü duran bedenim yine yenilmeye başlamıştı mazide kalan acımasız anılara. Sıklaşan kalbim beni korkuturken bulanık gözlerimle ilacımı aradım. Kriz geçiriyordum. Ellerimle etrafı ararken omzuma dokunan ellerle birlikte sakin kalmaya çalıştım. Ağzıma konulan inhale sprey ile derin nefesler alıp verirken biraz daha iyi hissetmeye başlamıştım. Güzin’in ne ara getirdiğini anlayamadığım su bardağını titreyen ellerimle almaya çalışırken, alamayacağımı anlayan Güzin:

‘’Müsaade edin İnci Hanım, yardımcı olayım.’’

‘’Ne müsaadesi Güzin Allah aşkına. Müsaade mi kaldı?’’

‘’Biraz daha iyi misiniz?’’

Birkaç yudum suyu içtiğim sırada gözümden akan yaşlara mani olamazken gözüm dresuarda duran maskeye takılmıştı. İçimde kaynayan öfke beni yerle bir ediyordu ama karşımda kızmam gereken kişi yoktu. Kimseden öfkemi alamıyordum. Sinirle solurken gergin nefesimi hisseden Güzin hâlâ korkuyla bana bakıyordu.

‘’Bu maske neyin nesi? Evimde böyle bir şey yoktu.’’

‘’İnci Hanım gelirken yan tarafa taşınan yeni ev sahibi bunu ve birkaç parça eşyayı çöpe atıyordu. Ben de kardeşime götürmek için rica ettim. Yakın zamanda kardeşimin mezuniyet töreni var. Ben çok anlamam ama böyle maskeli bir şeyler yapacaklarmış. Heves edince alırım ben sana dedim. Beyefendiye de durumu anlatınca kırmadı, verdi.’’

İçime, anlam veremediğim hisler yerleşmeye başlıyordu sanki. Başı belli olmayan ama sonunda yine kendimin üzüleceği, tam kendimi iyi hissettiğime inandırmışken yine düşeceğimi bana hissettiren, gecelerimi elimden alan huzursuz hisler.

‘’Yüzünü gördün mü nasıl biriydi?’’

‘’Gözlük vardı yüzünde. Başına da şapka takmıştı.’’

‘’Anladım. Güzin bugün git sen. Öyle kirli değil ev. Ben idare ederim kaç gün daha. Zaten evde olmayacağım çok sık. Kardeşinin mezuniyeti için lazım olan bir şey varsa bana haber ver.’’

Tereddütle yüzüme bakan kıza zoraki gülümserken çalan telefonla bugün ki aile kahvaltısını tamamen unutmuştum. Aceleyle ayakkabılarımı giyip evden çıkarken Güzin’e:

‘’Ben çıkıyorum. Sen de aç isen bir şeyler yiyip öyle çık lütfen. Görüşürüz.’’

Kızın konuşmasına fırsat vermeden hızla çantamı alıp evden çıktım. Başıma taktığım şapkam beni az da olsa gizlerken kapısı açık olan yeni ev sahibini görmeye çalıştım. Hızlanan kalbim aklıma gelen şeyin başıma gelmesinden deli gibi korkuyordu. Eve doğru gidecekken arkamdan gelen oldukça neşeli sesle olduğum yerde kalmıştım.

‘’Hoş geldin demek için ev sahibini arıyorsanız buradayım.’’

Ses…

Tanıdık değildi. İçim az da olsa ferahlarken neden bu kadar rahatladığımı sonra düşünmek üzere iç muhasebemi ertelemeye karar verip arkamı döndüm.

‘’Merhaba, hoş geldiniz. Ben İnci Kıran, yan komşunuz.’’

Adamın tanıdık gelen simasıyla yüzünü incelemeye başlamıştım. Ela mı yoksa kahverengi mi belli olmayan gözleri yorgun ama mutlulukla bakıyordu ya da bana öyle gelmişti. Bilemiyorum. Her genç kızın âşık olacağı kadar güzel bir yüzü, gözlerini gölgeleyen uzun kirpikleri vardı. Kendi kendime adamı betimlemek neden bu kadar zordu anlamamıştım. Fakat aklımda bambaşka sorular vardı. Bu adamı nereden tanıyordum ben? Çok eskiden rastlamışlık hissi doğmuştu içime. Ama nerede? Adamı fazla süzdüğümü fark edip konuşmaya başladım.

‘’Kusura bakmayın, ben sizi sanki daha önce bir yerde gördüm ama emin değilim.’’

Dudaklarından asla düşmeyen gülümsemesi ile izliyordu beni, tanırmış gibi.

‘’Hoş buldum İnci kıran. Ben, üniversiteni bitirdiğin zaman seninle aynı okuldan fakat farklı bölümden dereceyle mezun olan öğrenci Onur Gökmen’im. Çok memnun oldum. Seninle komşu olacağımı düşünmezdim. Gerçekten dünya çok küçük.’’

Hayretle yüzüne bakarken uzattığı elini bilinçsizce sıkmıştım. Ukala gülümsemesi sinirimi bozarken yüzüme yayılan sırıtışı engelleyememiştim.

‘’Hayatın seni bir gün karşıma çıkartacağını biliyordum biliyor musun? Hoş, ben muhakkak seni bulacaktım ama sen daha çabuk davrandın.’’

Attığı kahkaha boş holde yankılanırken alık alık suratına bakıyordum. Yıllar genç adamdan güzelliğini almak için hep yoruyordu. Aslında ona şöyle bir bakınca adamdan güzelliği alanın yıllar değil de hırsı olduğunu anlamak için onunla birkaç kez aynı ortamda bulunmak yetmişti bana.

Yavaş yavaş beyazlamaya başlayan saçları siyah saçlarına yakışmıştı. Gözleri ise o eski heyecanından azat edilmişti sanki. Yorgun olduğu her halinden beli olan Onur yıkılmak için yer arıyor gibiydi.

‘’Seni bulmak gibi bir niyetim yoktu doğrusu. Merak ettim niye arayacaktın beni?’’

Gözüm kolumdaki saate kayarken çekingen bir şekilde konuştum:

‘’Seninle sohbet etmek isterdim ama gitmem gereken bir yer var ve ben çok geç kaldım. Akşam müsait olursan bir kahve ısmarlarım artık sana.’’

‘’Yorgunluktan sızmamış olursam seve seve gelirim elbette. Neyse seni tutmayayım ben, görüşürüz.’’

Vedalaşmanın ardından hızla arabaya binip ailemle her zaman gittiğim sahildeki restoranda doğru sürdüm. Yaklaşık bir saat içinde yaşadıklarım bana yeni kâbusların getirisi olacaktı; adım kadar iyi biliyordum. Birkaç aydır uyuduğum rahat uykum ellerimden kayıp gidecekti. Şuursuzca böyle hissetmiyordum elbette. Her şeyin farkındayım. Yıllar şimdi bile benden bir şeyler almaya devam ediyordu. Tam kendimi toparlamışken yıkılmak benim ödülüm olmamalıydı. Bunu hak etmiyordum. Ben kendime güçlüyüm dedikçe hâlâ onu hatırladığım zaman, ona ait anıları gördüğüm zaman her şey eskiye dönüyordu sanki. Kendimi mi kandırıyordum ben? Yıllarca herkesten gizli aldığım psikolojik tedaviler şimdi işe yaramayacaksa ne zaman yarayacaktı?

Düşüncelerim beni kasvetli sahile getirirken içimden keşke gelmeseydim diye geçirmiştim. Sabahtan beri huzursuz olan ruhum biraz daha beni gererken park ettiğim arabadan inip hızlıca kafeden içeri girdim.

‘’Hoş geldiniz İnci Hanım, aileniz her zaman oturduğunuz masadalar efendim.’’

‘Hoş buldum teşekkürler Ahmet.’’

İçerinin mayhoş havası birazda olsa rahatlamamı sağlarken derin bir nefes alıp masaya doğru ilerledim. Geneli ahşap ürünlerden oluşan vintere tarzı kafe beni hep mutlu ediyordu. Yüzüme zoraki yerleştirdiğim tebessümüm bana eşlik ederken masada oturan aileme gergin bir bakış attım.

‘’Güzeller güzeli ailem biraz geç kaldım kusura bakmayın. Umarım çok bekletmemişimdir sizi?’’

‘’Hayır, yavrum çok olmadı geleli. Nasılsın? Solgun görünüyorsun, ağladın mı sen?

Annemin telaşlı sesi beni üzerken hiçbir şey yokmuş gibi davranmaya çalıştım.

‘’İyiyim ben annem. Yorgunum biraz o kadar.’’

Herkese sarıldıktan sonra yerlerimize geçip kahvaltımızı istemiştik. Babam yüzüme çekingen bir şekilde bakarken aslında bugün yaşayacağım şeylerin henüz bitmediğini hissetmiştim. Ortamda olan gergin hava canımı sıkarken hepsine kısaca bakmıştım. Kız kardeşim Alya bile sessizce duruyordu. Normalde evin asi kızı bugün kedi kesilmişti sanki.

‘’Hayırdır Alya, bir sıkıntın mı var? Sen de değil aslında hepinizde bir sıkıntı var.’’

‘’Abla, babam sana bir şey söyleyecek’’

‘’Hayır olsun İnşallah baba.’’

Babamın gittikçe gerginleşen tavrı hepimizi gererken masaya gelen garsonlar yüzünden konuşmak üzere olan babam susmak zorunda kalmıştı.

‘’Efendim başka bir arzunuz var mı?’’

‘’Hayır teşekkürler. Baba? Seni dinliyorum.’’

Normalde atılgan ve oldukça despot olan babam bize karşı hep çekingen, kırmaktan korkan bir insan olmuştu. Saman alevi gibi aniden yanıp sönen öfkemi kontrol altına almaya çalışmak benim için oldukça zor iken konuşmayan babam beni gittikçe öfkelendiriyordu. Elime aldığım sıcak ekmeğe tereyağı sürerken babamın önündeki tabağa uzanıp biraz bal almıştım. O sırada konuşan babamla öylece kalırken annem sessizce beni izliyordu.

‘’Görüşmeni istediğim biri var İnci’m.’’

Ekmeğimi yavaşça çiğnerken babamın dediğini anlamaya çalışıyordum. Sonuçta görüşmek yalnızca evlilik için gerçekleştirilen bir şey değildi, öyle değil mi?

‘’Ne konuda görüşmemi istediğin biri var babam?’’

Koskoca Aslan Kıran’ın karşımda 10 yaşındaki çocuk olması beni eğlendirirken, kendi şirketinde otorite sahibi, insanları geren, düşmanlarına göz açtırmayan bir adam olması beni şu yaşımda bile şaşırtıyordu.

‘’Evlilik için yavrum. Elbette sen ne istersen, kimi istersen o olur ama öyle alelade birisi değil. Ailesi benimle görüştüğü zaman önce olmaz dedim ama sonradan mantıklı geldi. Seni zorlamıyorum ama görüşmeni isterim.’’

Kendimden beklenilmeyecek sakinlikle kahvaltımı yapmaya devam ederken şu zamana kadar yaşadığım şeyleri düşündüm. Kavalyemden sonra ailemden habersiz aldığım öfke terapileri, geçirdiğim krizler baş edemediğim kâbuslar, uyuyamadığım geceler, kendimi istemeden aç bıraktığım günler, ölümden döndüğüm, hayatımın ikinci dönüm noktası.

Ailemin ısrarla bilmesinden kaçındığım o berbat günden sonra hayatımda eskisi gibi kalmayan her şeye üzüntüyle bakıyordum artık. Hislerime, karakterime, hayallerime. İnsan isteyerek esaret altında nasıl yaşardı? Kaybolan hayallerinin arasında her şey geçmiş gibi nasıl durabilirdi? Ailemin gözümün içine bakıp, çektiğim acımın üstesinden geldiğimi bilmeleri boğazıma pranga gibi takılmış, çözülmeyi bekliyordu.

‘’Yıllardır kendi içinde yaşadığın, bizim sormamıza müsaade etmediğin, sırf soru sormayalım diye gidip yıllarca gelmediğin günleri artık geçtik. Aştık bazı şeyleri. Sana bize anlatman için yıllarca zaman verdik. Belli acı çekiyordun fakat sen büyüdün ve biz de yaşlandık kızım. Aradan on yıl geçti sen çok değiştin. Seninle bazen nasıl konuşmam gerektiğini inan ki artık bilemiyorum. Ben baban olarak seni yaptığın her konuda destekledim, desteklemeye de devam edeceğim ama sence de artık geçmişini bizimle de paylaşman gereken o an gelmedi mi?’’

Elimden usulca kayıp giden bıçağım, bir kıymıktan farksız tenimi deşmişti. Hayal ettiğim anın hiç hayal etmediğim kısmını yaşarken boğazımda düğüm olan cümleler hıçkırıkla kopmuştu boğazımdan. Gidip, yıllarca gelmediğim günleri hâlâ aşamamışım baba, özür dilerim. Utançla eğilen başım gözyaşlarımı gizlerken içimde yanan öfkeyi, kini bir kenara bırakmıştım. Aniden aldığım bu karar ya hayatımı mahvedecekti ya da akıllı davranıp mutlu olmayı deneyecektim. Gözlerimden yaşları hızlıca silip kendimden emin bir şekilde başımı kaldırıp aileme baktım. Babam gözleri kızarmış ama kararından taviz vermez tavrıyla beni izlerken annem sessizce ağlıyordu. Alya ise merakla bizi izliyordu.

‘’Senin de dediğin gibi baba aştık bazı şeyleri. İçimde yaşadığım acıdan dolayı sizi eksik bıraktığım için, telaşlandırdığım için çok özür dilerim. Şimdiye kadar bana saygı duyup kaçtıklarımdan konuşmadığınız için de ayrıca teşekkür ederim. Siz beni nasıl kırmadıysanız ben de sizi kırmayıp istediğiniz görüşmeyi tüm içtenliğimle gerçekleştireceğim.’’

Babamın gözlerindeki parıltılar yüzüme gerçek bir gülümseme yayarken dediği şey ile öylece kalmıştım.

‘’İyi öyleyse akşam yemeğinde biz de ol, tanışmaya gelecekler.’’

Keyifle kahvaltısına başlayan babama boş gözlerle bakıyordum. Herkesin yüzünü gülümseme alırken ortadaki anormalliği arıyordum. İçten içe neye güldüğümü bilmezken yüzümdeki gergin ifadeyi silemiyordum. Başıma neyin geleceğini bilmiyordum. Ben Kavalyemden başka kimseyi hayal etmemişken, hayallerimde kimseye yer verememişken nasıl olacaktı bu iş? Sevebilir miydi kalbim ondan başka birini? Korkak kalbim herkeste onu arayıp haksızlık eder miydi geleceğimdeki müstakbelime?

‘’Abla bence hiç eve gitme bizimle gel. Orada kıyafetlerin var.’’

Alya’nın sesiyle düşüncelerimden ayrılırken başımın içindeki sesleri susturmak konuşmamı güçleştiriyordu. Sıklaşan nefeslerim geçireceğim krizlerin habercisiydi. Çantamı alıp ayaklanırken telaşla bana bakan aileme:

‘’Bir lavaboya gidip geliyorum.’’

‘’Kızım yüzün solmuş, iyi misin?’’

‘’İyiyim geliyorum hemen.’’

Ellerim titrerken yaşaran gözlerim bana hiç yardımcı olmuyordu. Aşina olduğum kafede yönümü bulmaya çalışırken beni durduran kişiyle durmak zorunda kalmıştım.

‘’İnci iyi misin? Ne oldu?’’

Onur’un sesini duymamla kolunu sıkmam bir olmuştu. Ağzımdan kaçan hıçkırıkla sesim daha fazla duyulmasın diye ağzımı kapatmıştım.

‘’Korkutma beni İnci! Neler oluyor?’’

‘’Be-beni dışarı çıkart lütfen. Arka kapıdan. Ailem burada beni böyle görmesinler.’’

Sorgulamadan dediğimi yapan Onur’a minnet duyarken tuttuğum kolunu biraz daha sıkmıştım. İçimi sıkan bu şeyle baş etmek artık canımı gerçek anlamda yakıyor beni zor durumda bırakıyordu. Anıların karşıma çıkması beni her defasında daha mahcup ve kötü ederken her defasında aklıma gelen kâbuslar biraz daha kötü olmamı sağlıyordu.

Nihayet temiz havayı içime çekerken çantamdan ilacımı çıkartmaya çalışıyordum. Elimden çekilen çantayla ne olduğunu anlayamadan elime tutturulan spreyimle derin nefesler almaya çalışıyordum. Şu an öyle bir durumdu ki benim için yanımda yaşanan şeyleri idrak etmek imkânsız hale geliyordu neredeyse. İçime çektiğim spreyle biraz daha iyi hissederken gözlerimden akan ılık yaşlar harmış gibi canımı yakıyordu. Neye ağladığımı bile bilmezken susturamıyordum bile kendimi. Yanımdaki adamın varlığını hatırlayıp kendimi toplayacakken durdurmuştu beni.

‘’Biraz daha iyi misin? Beni çok korkuttun.’’

Minnetle yüzüne bakarken yüzümde eğreti duran tebessümle başımı eğmiştim.

‘’Teşekkür ederim sen olmasaydın eğer bir ton açıklama yapmak zorunda kalacaktım bizimkilere.’’

‘’Ne teşekkürü İnci, ölüyorsun sandım.’’

‘’Ben de çok kez ölüyorum sandım ama hâlâ hayattayım maalesef.’’

‘’İnci gerçek anlamda soruyorum iyi misin?’’

‘’İnan şu an nasıl olduğumu ben bile bilmiyorum. Tek bildiğim şey berbat göründüğüm.’’

 

 

Üzüntüyle yüzüne bakarken ne diyeceğini bilemeyerek bana bakıyordu. Gözlerindeki hüzün beni biraz daha üzerken akmaya devam eden yaşlarıma biraz daha eklenmişti sessiz hıçkırıklarım. Kollarını bana saran adamla istemsizce hıçkırarak ağlamaya başlamıştım. Yılların benden aldıkları gözümün önüne gelirken yıllardır geride bıraktığım her şey için gözyaşı döküyordum sanki. Sakinleşmem için saçlarımı okşayan adamla düştüğüm durumu idrak etmiştim. Usulca ondan uzaklaşırken gözümden akan yaşları siliyordum.

‘’Özür dilerim sadece biraz kötü başladı günüm. Toparlayamadım kendimi.’’

‘’Sorun yok İnci. Kendini daha iyi hissediyor musun?’’

‘’Hiç iyi değilim Onur. Sana yalan söylemeyeceğim. İçeride benden evlenmemi isteyen bir ailem, karşılarında kendisini iyileştirdiğini sana ama geçmişini hatırlatan her şeyde farkında olmadan yıkılan, kendini dünyadan soyutlamaya çalışan, hala o günde takılı kalan bir kız var. Şu yaşıma geldim hala gözyaşlarıma hâkim olmayı öğrenemedim.’’

Yerimden kalkarken çantamdan çıkardığım aynadan dağılan yüzüme bakıyordum. Hafif bir makyajla yüzümü az da olsa toparlamıştım. Beni dikkatle izleyen adama bakarken kafamın içindeki düşünceler beynimi kemiriyordu hiç durmadan.

‘’Onur bu konuşmaları unutabilir miyiz? Beni bu kadar ağlak bir insan olarak tanımanı istemiyorum.’’

Huzursuzca oturduğu yerden kalkan adamla beraber birkaç adım geriye gittim.

‘’Bence sen iyileştin ama içinde bir yerlere yerleşen öfke senin sakin kalmana müsaade etmiyor. Canını acıtan her ne ise onunla yüzleşmeden bu acıdan kurtulacağını pek sanmıyorum. Dediğin gibi olsun, ben unuturum ama sen? Sen kalbinde kalan kıymıkları yok edebilecek misin tek başına?’’

‘’Şimdi içinde bulunduğum durum çokta mantıklı bir an değil. Düşünemiyorum. O yüzden sana yalan söyleyip kendimi üzmek istemiyorum. Belki bir gün konuşuruz. Olur mu?’’

O günün asla gelmeyeceğinden emindim içten içe. Onu geçiştirmek ve bu olanları, boş bulunup söylediğim şeyleri unutmasını diledim. Henüz birkaç saat önce gördüğüm ve doğru dürüst tanımadığım adama her şeyi anlatmama ramak kalmıştı. Neden böyle yaptığıma bir anlam bile yükleyemiyordum.

‘’Çok iyi bir dinleyici ve de sırdaşımdır. Seve seve dinlerim seni.’’

İçeriye doğru yürürken aklıma gelen şeyle Onur’a dönmüştüm.

‘’Senin burada ne işin var Onur?’’

‘’Burası yakın bir arkadaşımın yeri. Bugün Türkiye’ye döndüğümü duyunca kahvaltıya çağırdı. Ben de bir daha fırsat bulamam diye geleyim dedim. İçeri girince bir de baktım sen kötü görünüyorsun hemen yanına geldim.’’

Müdavimi olduğum bu güzel kafenin sahibi Gökçen ile aralarında nasıl bir bağ vardı merak etmiştim.

‘’Gökçen ile nereden tanışıyorsunuz?’’

‘’Asıl sen onu nereden tanıyorsun? Benim çocukluk arkadaşım Gökçen.’’

‘’Ben Türkiye’ye döndüğümden beri çok sık gelirim buraya. Gökçen ile bu sayede tanışmıştık. İyi biri.’’

‘’Öyledir.’’

İçimdeki mahcubiyetle dostane bir şekilde koluna dokundum.

‘’Sana minnet borçluyum. O kadar mahcubum ki sana karşı.’’

‘’İnci konuyu kapatmak isteyen sensin ama durmadan açanda sensin. Hayır, kapatmayacaksak sormak istediğim şeyler var, meraklı bir insanım ben.’’

Dudaklarımdan kopan kahkaha uzun zaman sonra içten bir şekilde güldüğümü hatırlatmıştı bana. Tadını çıkarmaya karar vermiştim tam da bu an. Hayatın tadını yıllar sonra çıkarmaya karar vermek kendim için aldığım bir karar değildi. Ailem içindi. Bunun bilinciyle artık mutlu olmaya çalışacaktım. İçimdeki korkunç tabuların, hırsımın, nefretimin hatta kendimce yaptığım intikam planlarını yok etmek için çabalayacaktım. Biliyordum, asla unutulmayacak şeyler yaşamıştım ama göz ardı etmeyi denemek hep benim yapabileceğim bir şey değilmiş gibi geliyordu bana. Ailemin kırgınlığı, istemeden kendilerini hayatımdan soyutlamış saymaları şimdiye kadar yaşadığım şeyler kadar kırmıştı beni. Farkında olmadan bile isteye herkesi kırmıştım.

‘’Haklısın, haklısın susuyorum. Uzun zaman sonra beni güldüren ilk kişisin. Bir yemeği hak ettin.’’

‘’Ah ne kadar müteşekkir olduğumu tahmin bile edemezsiniz İnci Hanım. Memnuniyetle kabul ederim bu güzel ve nazik teklifinizi.’’

‘’Çok mutlu olurum. Neyse müsaadeni istiyorum ailem bekliyor malum. Görüşürüz.’’

‘’Hoşça kal İnci.’’

Yüzümdeki gülümseme iyice yüzüme yayılırken masaya doğru yürümeye başladım. Kafamın içindeki sesler yok olmuş gibi hissetmiştim bir anda. Nefesim düzene girmiş titremem durmuştu. Onur birkaç saattir tanıdığım birisi olmasına rağmen bana iyi geliyordu. Ona karşı içimde çok sakin bir güven vardı. Yıllarca içimde kopan fırtınaları anlatabileceğim iyi bir dostmuş gibi hissediyordum. Bugün onun sayesinde içtenlikle gülmüş, ailem sayesinde de bazı şeyleri göz ardı etmeye karar vermiştim. Akışına bırakacaktım bir şeyleri, bırakmalıydım. Artık kendimi yormak hayatımı katlanılmaz kılıyordu.

‘’Alya ya patatesin hepsini bitirmişsin.’’

Sandalyeme otururken yarım bıraktığım kahvaltımı yapmaya başlamıştım.

‘’Abla ya bakma öyle, buranın patatesleri gerçekten çok güzel oluyor dayanamadım. Ama üzülme tekrar istedim gelir birazdan.’’

‘’Aferin olası bir patates savaşını önlemişsin’’

‘’Saçlarımı seviyorum senin aksine.’’

İçimde fırtınalar yarattığından haberi olmadan kurduğu cümle bedenimi titretmişti. Gözlerim yine dolarken ağlamamak için büyük çaba sarf ediyordum. Kalbim bugün döktüğüm gözyaşlarına isyan ediyor artık. Kendime hâkim olmak gittikçe zorlaşıyordu. Bu ben miydim böyle? Nasıl oluyordu da tam her şeyi aştım derken en başa geri dönüyordum?

‘’Kızım iyi misin?’’

Babamın sesiyle kendime gelirken zoraki gülümsemeye çalıştım. Gözlerindeki şüphe dolu bakışlar üstümde geziniyor, söylemek istediği şeyleri yutuyordu. Benim aksime simsiyah olan gözleri apansız korkuyla karışık bir öfkeye yer veriyordu.

‘’İyiyim baba. Bugün oldukça yoğun bir gün olacak benim için onu düşünüyordum. Ee sen anlat şirket nasıl gidiyor, hala batırmamışsın?’’

Attığı gür kahkaha ortamı keyiflendirirken az önce öyle bakan o değilmiş gibi konuşmaya başladı.

‘’Hadi oradan, yıllarımı verdim ben işime iki ihale kaybettim diye şirketi mi batıracağım? Şirket demişken seninle iş hakkında konuşmak isti…’’

‘’Aman Aslan ayda yılda bir kızımı görüyorum ondada araya iş koyuyorsun. Akşam evde zaten konuşursun bol bol.’’

Annemin sitemli sesiyle babamla kahkaha atmıştık. Yanında oturan annemin yanağını öpen babam, karısının sahte sitemini seve seve yok ederken yeni açılan sohbetlere doğru savrulmuştuk…

**********

AYNI SAATLERDE ONUR:

Genç adam her yerde eşya olan dağınık evde hüzünle gözlerini gezdirdi. Kenarda duran, içinde ona ait olmayan eşyaların olduğu kutuyu çöpe götürmek için evden çıkmıştı ki koridora çıktığı sırada kutu yırtılmış içindeki her şey ortaya dağılmıştı. Sessiz bir küfür savuran adam merdivenlerden çıkan 30’lu yaşlardaki kadına başıyla selam vermişti.

‘’Günaydın kolay gelsin, yardım edebilirim isterseniz. Siz yeni taşınan komşumuz olmalısınız. Hoş geldiniz.’’

Minnetle gülümseyen adam oldukça hareketli olan kadına gerek olmadığını söyleyemeden kadın yerdeki eşyaları toplamaya başlamıştı bile.

‘’Gerek yoktu, lütfen yormayın kendinizi.’’

‘’Ne yorulması canım? Elime mi yapışacak sanki. Bunlar çöpe mi gidecek Beyim?’’

‘’Evet, bana ait değiller. Geldiğimde kapının yanındaydılar. Bilerek bırakmışlar yoksa ev aylardır boş gelip alırlardı.’’

Kadının yavaşlayan el hareketleri ile onu inceleyen adam yerde kalan son eşyayı da alıp tutmaya çalıştığı pekte sağlam olmayan kutuya koydu.

‘’Bir sorun mu var hanımefendi?’’

‘’Şey, bu eşyalar… Eğer siz de uygun görürseniz içinden bir şeyi alabilir miyim? Yakın zamanda kardeşimin mezuniyeti var, balo yapacaklar maske istiyordu.’’

Yüzündeki sıcak tebessümle utançla başını eğen kadına baktı.

‘’Ne uygun görmesi, Estağfurullah, ihtiyacınız neyse alın onu. Sahibi artık yok sayılır. Hatta ben kutuyu buraya bırakıyorum, siz ihtiyacınız olanı alın ben işim bitince kutuyu çöpe atarım.’’

Kutuyu kenara bırakan adam genç kadına selam verirken kadın sesine yerleşen heyecanla konuşmaya başladı.

‘’Çok teşekkür ederim, beni ne kadar mutlu ettiğinizi bilemezsiniz.’’

‘’Rica ederim ne demek, iyi günler.’’ Diyerek evine gerisin geri girmişti. Kendisi için yatak odası ilan ettiği büyük odaya geçmiş yanında duran süpürge ve vileda ile küçük bir bakışma yaşayıp geç kalmadan temizliğe girişti.

**********

Eşyalı bir ev tutmadığı için olanca pişmanlığı ile kendine sövüyordu. Geldiğinden beri henüz bulamadığı telefonunu dağınık olan salonda bir kez daha ararken hala bulamamıştı. Arabaya gitmek aklına gelirken geldiği yolu gerisin geri dönmüştü. Ağır adımlarla arabasına giden genç adam oldukça düşünceliydi. Babasının emrivaki konuşması elini kolunu bağlarken ne yapacağını bilemez halde akşam yaşanılacak şeyleri düşünüyor, kendince önlem almaya çalışıyordu. Yorgun hissediyordu Onur. Hırsla geldiği bu gününe babası sayesinde set çekilecekti neredeyse. Sırf babasına inat farklı bir hayatı seçen adam istemeden yapacağı evlilikle babasının işine yarayan bir anlaşmadan farksız olarak bir karar

vermek zorunda kalmıştı. Annesi olmasaydı asla babasını dinlemeyecek olan Onur sinirle soludu. Tanımadığı biriyle hayatını paylaşmak bir yana dursun kimseyi sevecek kadar ruhunu iyi hissetmiyordu. Şu genç yaşında yorgun düşmüştü hayatın kucağına. Sevdiği her şeyi öteleye öteleye hayatındaki tüm heyecanını hırsıyla yitirmişti. Sil baştan kurduğu baro babası sayesinde yok olmanın eşiğine gelmişti. Anlayamıyordu genç adam, babasının kendisine olan öfkesini. Bazen babasının ondan nefret ettiğini bile düşünüyordu. Belki de tüm kırgınlığa bu soruya bir cevap bulamamasındandı.

Arabanın yan koltuğunda bulduğu telefonla sinirle açtığı kapıyı yine sinirle, çarparak kapatmıştı. Öfkesine hâkim olan genç adam kendisine sakin kalması için telkinler veriyordu. Dalgınlıkla merdivenleri çıkarken kapısının önünde kararsız adımlarla içeri girmek için iç savaş veren kadını gördü. Kadının yan profilden görünen gergin bedeni aklına geçmişte yaşadığı bir olayı hatırlatırken kafasını iki yana salladı. Kendisine inanamazca sinirlendi. Yüzündeki gerginliği bir kenara atıp sessizce kadına yaklaştı:

‘’ ’’Hoş geldin’’ demek için ev sahibini arıyorsanız, buradayım.’’

Yavaşça ona dönen kadın, fark ettirmemeye çalışarak gergince bekliyordu. Yüzündeki gülümsemeyi zoraki tutmaya çalışarak karşısında titreyen kadına bakmaya başladı genç adam. Kadının içten gülümsemeyle dudaklarından verdiği sessiz nefesle kadını izlemeye başladı. Tanıdık gelen kadının gözlerindeki korku içinde anlamlandıramadığı bir sızıya neden olmuştu. Bu kızı daha önce gördüğüne adı kadar emindi! Ama nerede? Aklına dolan düşüncelerle kasılan bedenini kontrol altına almaya çalışırken kadının onu tanımaması için, içinden dualar ediyordu. Yılların kazandırdığı alışkanlıkla düşüncelerini ve bedenini kontrol altına alan adam zoraki gülümsemeyle kadına bakmaya başladı. İçinden ‘Ne kadar yorgun görünüyor, acaba kendini toparlayabildi mi?’ diye düşünen adam konuşan kadınla düşüncelerinden sıyrılmıştı.

’Merhaba, hoş geldiniz. Ben İnci Kıran, yan komşunuz.’’

Şakıyan sesiyle konuşan genç kadının gözleri ağlamaktan kızarmış olduğunu belli ederken adam sorgulama haddini kendinde bulamamıştı. İçine yerleşen merak adamın farkında olmadan kalbinin en kırık yerine yerleşirken dikkatle kendini izleyen kadına döndü. Yüzü kızaran kadın:

‘’Kusura bakmayın ben sizi sanki daha önce bir yerde gördüm ama emin değilim.’’

‘’Hoş buldum İnci kıran. Ben, üniversiteni bitirdiğin zaman seninle aynı okuldan fakat farklı bölümden dereceyle mezun olan öğrenci Onur Gökmen’im. Çok memnun oldum. Seninle komşu olacağımı düşünmezdim. Gerçekten dünya çok küçük.’’ Dalgınlıkla söylediği sözler kalbini hızlandırırken sessizliğe bürünürken kadına elini uzatmıştı.

‘’Hayatın seni bir gün karşıma çıkartacağını biliyordum biliyor musun? Hoş, ben muhakkak seni bulacaktım ama sen daha çabuk davrandın.’’

Korkuyla kalbi atmaya başlamıştı. ‘Acaba beni hatırlamış mıydı?’

Adamın mutluluktan uzak gülüşü boş koridoru doldururken şaşkınlıkla yüzüne bakan kızla onu izlemeye başladı. Zaten yorgun olan adam içindeki düşüncelerle boğuşmak yerine aklına ilk geleni sakince sordu.

‘’Seni bulmak gibi bir niyetim yoktu doğrusu. Merak ettim niye arayacaktın beni?’’

Yerinde kıpırdanan İnci kolundaki saate bakıp çekingen bir tavırla:

‘’Seninle sohbet etmek isterdim ama gitmem gereken bir yer var ve ben çok geç kaldım. Akşam müsait olursan bir kahve ısmarlarım artık sana.’’

‘’Yorgunluktan sızmamış olursam seve seve gelirim elbette. Neyse seni tutmayayım ben görüşürüz.’’

 

 

Kadının gitmesiyle içindeki hislerle baş başa kalan adam ne düşünmesi gerektiğini artık bilmiyordu. Yıllardır aklından gitmeyen kadını aramaya yıllardır cesaret edememişken kadının da onu aradığını öğrenmesiyle içine yerleşen pişmanlıkla soludu. Kadın onu neden arıyordu? Biliyor muydu yıllar önceki adamın Onur olduğunu? Korkmadan nasıl durmuştu karşısında? Her şeyi gerçekten unutup, aklından silmiş miydi İnci?

Elinde titreyen telefonla sessiz bir küfür savururken bu kadar dalmış olması onu korkutmuştu.

‘’NE VAR OLUM SABAH SABAH? DAHA YERLEŞMEDİM BİLE?’’

‘’Yine neye sinirlendin de bağırıyorsun oğlum? Açlıktan ölme diye ‘kafeye gel sana kahvaltı ısmarlayayım’ diyecektim ama hak etmediğini hatırladım.’’

‘’Of çok can sıkıcı ve zor bir gün ve de öyle devam edecek bir hafta. Canım sıkkın Gökçen kusura bakma.’’

‘’Farkındayım Onur. Babanla konuştun mu? Son kararı ne?’’

Sıkıntıyla nefes alan genç adam ağrıyan başını sıktı.

‘’Kafeye gelince konuşuruz. Acıktım zaten. Bugün gelmezsem bir daha seni ne zaman görürüm bilemiyorum.’’

‘’Konum atıyorum, dikkat et.’’

Telefonu kapatıp cebine koyan adam içeriye gidip evin anahtarını alıp tekrar dışarı çıkmıştı. O kadar üzgün ve düşünceliydi ki hareketleri kodlanmış gibiydi sanki. Kendisinden bağımsız hareket ediyordu. Arabaya binmeden önce telefonu cebinden çıkartıp arkadaşının attığı konuma baktı. Yıllardır uğramadığı şehir değişmiş, anılarını hatırlatan her şey yok olmuştu. Ne bu şehir eskisi gibi ne de ben eskisi gibiyim diye söylendi. Çok dolmuştu genç adam. Öfkeyle sürdü arabayı. Öfkeyle düşünüyordu, akşam olacakları. Gitmeyeceğim diye inat eden genç adamı annesi bin bir laf ile ikna etmişti. Düşünceler içinde kafeye gelmişti. Dikkatle arabasını park eden adamla kafenin kapısından çocukluk arkadaşı çıkmıştı.

‘’Bu ne hal oğlum? Yıkılmışsın sen.’’

İçindeki ağlama isteğini yok sayan genç adam arkadaşına sarılırken:

‘’Yıkılmaktan daha beterim şu an oğlum, ağlamamak için kendimi zor tutuyorum’’ dedi.

Arkadaşının haline çok üzülen Ne yapacağını bilemez halde arkadaşına baktı. Fazlasıyla yorgun görünen adam belli ki günlerdir uyumuyordu. Ne yiyip ne içtiği bile meçhuldü. Pek de yanılıyor sayılmazdı Gökçen, Onur neredeyse günlerdir hiçbir şey yiyip içmiyordu.

‘’Gel bir şeyler yiyip içelim ondan sonra bir hal çaresine bakarız’’ dedi, Gökçen.

Ahşap kapıdan içeriye giren genç adamlar Çıkışa doğru yürüyen telaşlı kadını fark edince durdular Onur’a tanıdık gelen kalın olduğu yerde kalmasına sebep olmuştu incinin burada ne işi vardı? İçine düşen korkuyla ‘’İnci’’ diye sessizce mırıldandı adam. Ayakları kendinden bağımsız hareket edip kıza doğru yol almıştı bile. İçinden ‘’umarım kendime söz geçirebilirim’’ diye kendisine telkin etmeye başladı. Biliyordu; bu biraz imkânsızdı fakat kendisine hâkim olamazsa ikisinin geçmişine dair bildiği şeyler onları çok kötü bir yola sürükleyebilirdi. Belki geri dönüşü olmayan o yollara.

‘’İnci iyi misin? Ne oldu?’’ diye sordu genç adam. Farkında olmadan kızın koluna tuttuğunda kız irkilerek durdu. Kriz geçirdiği belli olan kız adamın sesini duymasıyla ağzından kaçan hıçkırığı sanki herkes duymuş gibi hızla ağzını kapattı.

‘’Korkutma beni İnci! Neler oluyor?’’

‘’Be-beni dışarı çıkart lütfen. Arka kapıdan. Ailem burada beni böyle görmesinler.’’

Sorgusuzca dediğini yapmıştı Onur. Yanlarında onları bekleyen adam şaşkınlıkla ikisine bakıyordu. Sorgulamayı bir kenara bırakan Gökçen hızlıca yol gösterip arka kapıya ikiliyi çıkartmış, içeriye geri dönmüştü. Neler olduğunu deli gibi merak etse de yanlarında durmanın doğru olmadığına karar vermişti.

***

Kadının kriz geçirdiğini anlayan adam çantasıyla savaş veren kadının elinden ilacını çıkarmış kadına vermişti. Dışarıda oldukça gergin ve sıkıntılı bir ortam vardı. Onur ne yapacağını, nasıl yaklaşacağını bilmezken, İnci bu genç adama duyduğu minnet altında utançla eziliyordu. Biraz daha sakinleşen ortamda daha fazla sessiz kalamayan Onur olmuştu:

‘’Biraz daha iyi misin? Beni çok korkuttun.’’

‘’Teşekkür ederim sen olmasaydın eğer bir ton açıklama yapmak zorunda kalacaktım bizimkilere.’’

Onur öfkeyle konuştu.

‘’Ne teşekkürü İnci, ölüyorsun sandım.’’

‘’Ben de çok kez ölüyorum sandım ama hâlâ hayattayım maalesef.’’

İçinde yer edinen fırtınaları bastırmaya çalışan adam sakince tekrar sordu.

‘’İnci, gerçek anlamda soruyorum iyi misin?’’

‘’İnan şu an nasıl olduğumu ben bile bilmiyorum. Tek bildiğim şey berbat göründüğüm.’’

Birkaç saniye adamın yüzünde dolaşan bakışlara yaş eklenmişti. İnci hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı. Dayanamayan adam kıza sarılmış yavaşça saçlarını okşuyordu. İçinden geldiği gibi davranmıştı genç adam. Geçmişin acısı kıza her baktığında içini yakarken bir nebze de olsa geçmişin acısını hafifletmeye çalışıyordu kendince. Birkaç dakika sonra geri çekilen kızla boşlukta savruluyormuş gibi hissetti adam.

‘’Özür dilerim sadece biraz kötü başladı günüm. Toparlayamadım kendimi.’’

‘’Sorun yok İnci. Kendini daha iyi hissediyor musun?’’ daha çok kendi kendine teselli veriyor gibiydi. Derin nefes alan kızla tüm dikkatini ona vermişti.

‘’Hiç iyi değilim Onur. Sana yalan söylemeyeceğim. İçeride benden evlenmemi isteyen bir ailem, karşılarında kendisini iyileştirdiğini sana ama geçmişini hatırlatan her şeyde farkında olmadan yıkılan, kendini dünyadan soyutlamaya çalışan, hala o günde takılı kalan bir kız var. Şu yaşıma geldim hala gözyaşlarıma hâkim olmayı öğrenemedim.’’

Ailesinin de tıpkı ona uyguladıkları baskı gibi İnci’ye de evlensin diye baskı yapıyorlardı. Bir an ‘’acaba o kız sen olsan fikrim/fikrin değişir miydi?’’ diye düşündü. Evlilik fikri oldu olası gözünü korkutmuştu. Yıllar önce, henüz çok küçükken onu bırakıp giden çocukluk aşkını bekliyordu. Ölesiye seviyordu o kızı. Kızın hayatını kurmuş olma ihtimali bile yerle bir ediyordu adamı. Fakat şuan karşısında duran kız kalbinde bir yerlerde varmış gibi hissediyordu. Çok eskilerde, küçüklüğünde.

‘’Onur bu konuşmaları unutabilir miyiz? Beni bu kadar ağlak bir insan olarak tanımanı istemiyorum.’’

Onur’a neden sorgusuzca her şeyini anlattığını düşündü. Bir sonuç bulamadı. İçinde oluşan yersiz güvene bile anlam verememişti. Dilinde kıyıya vuran cümleleri tek tek batırdı adamın gözlerine bakıp. Güvenmek demek ölmek demekti onun için. Ve İnci zaten bir kez ölmüştü. Birine kapılmak adamın eline silah vermekten farksızdı şimdi. Omuzlarına bile değmeyen kısacık saçlarına eli gitti. Biraz daha

kesemezdi onları. Bu haline alışmak bile yıllarını almışken bu saatten sonra nasıl yapardı akıl erdiremezdi bir kere.

Adamın dalıp gittiği gözlerinden çekti bakışlarını. Sıkıca yumdu gözlerini günahını örtmek istermiş gibi.

Yerinden kalkan kızla Onur hareketsiz kalmıştı. İçinden çok şey söylemek geliyordu ama neye yarardı ki? Sessizce yerinden kalkan adam makyajını hızla yapan kadına baktı. İçinden ‘’hala bile ne kadar güzel’’ diye geçirdi. Yine dalgınlıkla konuşmaya başlayan adam bu sefer kendisini durdurmadı. Merak ettiği şeyleri belki bu sayede öğrenirdi.

‘’Bence sen iyileştin ama içinde bir yerlere yerleşen öfke senin sakin kalmana müsaade etmiyor. Canını acıtan her ne ise onunla yüzleşmeden bu acıdan kurtulacağını pek sanmıyorum. Dediğin gibi olsun, ben unuturum ama sen? Sen kalbinde kalan kıymıkları yok edebilecek misin tek başına?’’

‘’Şimdi içinde bulunduğum durum çokta mantıklı bir an değil. Düşünemiyorum. O yüzden sana yalan söyleyip kendimi üzmek istemiyorum. Belki bir gün konuşuruz. Olur mu?’’

‘’Çok iyi bir dinleyici ve de sırdaşımdır. Seve seve dinlerim seni.’’

İçeriye doğru yürürken İnci’nin ona soru dolu bakışlarla dönmesi üzerine durmuşlardı.

‘’Senin burada ne işin var Onur?’’

‘’Burası yakın bir arkadaşımın yeri. Bugün Türkiye’ye döndüğümü duyunca kahvaltıya çağırdı. Ben de bir daha fırsat bulamam diye geleyim dedim. İçeri girince bir de baktım sen kötü görünüyorsun hemen yanına geldim.’’

Aldığı cevaptan tatmin olan kız usulca başını salladı.

‘’Gökçen ile nereden tanışıyorsunuz?’’

‘’Asıl sen onu nereden tanıyorsun? Gökçen benim çocukluk arkadaşım.’’

‘’Ben Türkiye’ye döndüğümden beri çok sık gelirim buraya. Gökçen ile bu sayede tanışmıştık. İyi biri.’’

‘’Öyledir.’’

Sessizce mırıldanmıştı Onur. Koluna dokunan kız sayesinde hızlanan kalbini umursamamaya çalıştı.

‘’Sana minnet borçluyum. O kadar mahcubum ki sana karşı.’’

Yüzünde utanç fakat sahici bir tebessüm vardı. Adam içinden geçenleri dalgaya vurarak cevap verdi kıza:

‘’İnci konuyu kapatmak isteyen sensin ama durmadan açanda sensin. Hayır, kapatmayacaksak sormak istediğim şeyler var, meraklı bir insanım ben.’’

‘’Haklısın haklısın, susuyorum. Uzun zaman sonra beni güldüren ilk kişisin. Bir yemeği hak ettin.’’

Kadının esprili haline ayak durmuştu Onur:

‘’Ah ne kadar müteşekkir olduğumu tahmin bile edemezsiniz İnci Hanım. Memnuniyetle kabul ederim.’’

‘’Çok mutlu olurum. Neyse müsaadeni istiyorum ailem bekliyor malum. Görüşürüz.’’

‘’Hoşça kal İnci.’’

Kadının arkasından baka kalmıştı Onur. İçinde anlam veremediği duygular tekrar gün yüzüne çıkarken ilerideki masada ailesiyle gülüşen kızı izledi. Sanki az önce ağlamaktan mahvolan kendisi değilmiş gibi

duruyordu. Elleri cebinde öylece izledi, izledi. Hayatının bir dönemi geçti gözünün önünden. Gözleri dolmuştu. Saklamak için çaba bile sarf etmedi.

‘’Onur, iyi misin?’’ arkadaşının sorusuyla kendisini toparlayan adam hüzünle tebessüm etti.

‘’Hiç bu kadar iyi olmamıştım.’’ Derin derin nefesler alıyordu. Hiç iyi değildi. Birinin iyi olmadığını bilmesine gerekte yoktu zaten. ‘’Hadi bir şeyler yiyelim, eve geçmem lazım.’’

Arkadaşının ani değişimlerine alışkındı genç adam, üstelemedi. Yakınlarındaki pencere kenarı masaya hazırlatmıştı kahvaltıyı. Bir kuş sütü eksikti tabiri bu masa içindi sanki.

‘’Döktürtmüşsün yine. Ne gerek vardı bu kadar zahmete.’’

‘Her zaman mı geliyorsun sanki? Allah bilir bir daha ne zaman gelirsin!’’

‘’Sen de haklısın valla ne diyeyim şimdi. İşler bu ay çok sıkıntılı. Bir de üstüne evlilik muhabbeti çıktı. Ne yapacağım hiç bilmiyorum.’’

Çayını iştahsızca içen adam akşam ne yapacağını hâlâ bilemiyordu.

‘’Düşünme bu kadar, belki ilk görüşte aşk olur. Bilemezsin.’’

‘’Ya da ilk görüşten sonra bütün hayatım cehennem olur.’’

Aklına gelen şeyle bardağını masaya koydu Gökçen.

‘’Laf arasında sormayı unuttum. Sen bu soğuk nevaleyi nereden tanıyorsun? Bir elin ayağın boşaldı kızı görünce?’’

Onur tebessümle yüzüne baktı Gökçen’in. Niye güldüğünü o da bilmiyordu. Sadece ona dair bir şey duymak bile tebessüm etmesine yetiyordu.

‘’Üniversiteden tanıyorum. Bugünde kapı komşusu olduğumuzu öğrendik. Kıza niye soğuk nevale diyorsun oğlum?’’

‘’İlk tanıştığımız zaman acayip soğuk birisiydi. Sık sık gelip gidiyordu buraya. Gele gide arkadaş olduk. Samimiyiz de aslında. Bir kere kriz geçirdiğine şahit olmuştum burada ama direkt beni bulmuştu gözleri, ben ilgilenmiştim. Şimdi bir kere bile gözü beni görmedi Onur. Hayırdır kız sana aşık falan mı oldu acaba?’’

İçtiği çay boğazında kalmış birkaç saniye kendisine gelememişti. Gökçen alttan alttan gülüyordu arkadaşının haline. Onun mutlu olmasını çok istiyordu. Yıllardır, arkadaşının peşinden koştuğu çocukluk aşkını artık bulacağını düşünmüyordu. Bulsa bile belki de her şey çok geçti. Ya kız evlenmişse o zaman nasıl toparlanırdı? Düşüncelerinden Onur’un sözleriyle sıyrıldı.

‘’Saçmalama Gökçen. Kız bir saat bile tanımadığı birine nasıl aşık olsun?’’

‘’Okuldan tanıyorum dedin?’’

Stres sarmıştı yine tüm bedenini. Sakince konuşmak istiyordu ama sakin kalmak çok zor geliyormuş gibi hissediyordu. Kestirip attı.

‘’Birkaç kere konuşmuşluğumuz var o kadar.’’

Gökçen üstelemedi. Arkadaşının bozulan moralini daha fazla bozarsa tartışacaklarını biliyordu. Sonrasında geçen yıllardan ardı ardına açılan sohbetlerle kahvaltılarını etmişlerdi.

Herkes için yıllar önce ağlarını ören kader, yavaş yavaş ağını atmaya başlamıştı. Yıllar içinde olgunlaşan hayatın manasını tam anlamıyla öğrenen gençler henüz hiçbir şeyin farkında değillerdi ama birbirlerini daha bulmadan hazırlanmışlardı hayatlarına.

Kader böyleydi ya; balığın gönlü çöle vurulmuştu ama çöl, zaten kavrulmuştu.

 

**********

Akşam olmuş Gökmen ve Kıran ailesi gerginlikle neler olacağını düşünüyordu. Gökmen ailesi eve varmak üzereyken İnci’nin evindeki gerginlik daha da tırmanmıştı. Giydiği elbisesinin üstüne meyve suyu döken kız değiştirmek zorunda kalınca yukarıya çıkmış kardeşinin elbise dolabının önünde öylece bekliyordu.

‘’Alya, kızım seninle neden zevklerimiz bu kadar ayrı? Ne giyeceğim ben şimdi? Eve gidip gelmem bir saati bulur.’’

‘’Abla elbiselerim iyi işte, bak şu kırmızı çok güzel.’’

Kardeşine ters ters bakan İnci kırmızı elbiseye kötü bir şeymiş gibi baktı. Sırtı açık, oldukça yoğun dekoltesi olan elbise pekte iyi bir mesaj vermezdi gelen aileye. Zaten İnci de böyle bir kıyafet giyemezdi. Oldu olası nefret ederdi böyle fazla dekolteli elbiselerden. Sıkıntıyla iç geçirmişti İnci. Ne yapabilirdi ki? Annesinin dolabına bakmaya karar verdi. Onunla az da olsa zevkleri uyuşuyordu. Gitmek için tam kalkacakken annesi elinde bembeyaz bir elbiseyle içeriye girmişti.

‘’Anne! Gözlerimin doğru görmediğini söyle bana. Sana giymek için yalvardığım elbiseyi ablama mı veriyorsun?’’

Annesi içten bir kahkaha atmıştı. Sevgiyle kızlarına bakarken gözlerinin dolmasını engelleyememişti.

‘’Bu, benim babanızla ilk karşılaştığım zaman giydiğim elbiseydi. O yüzden alelade bir durum için bu elbiseyi giymeni istemedim Alya. Bugün İnci’m gerçekten o adama bir şeyler hisseder mi bilmiyorum

Kızının gözlerinin içine bakan kadın, kızının kabul etmemesinden korkuyordu nedensizce. İki kızı da şaşkınlıkla ona bakıyordu. Şaşkınlığını ilk kaybeden muzip sesiyle konuşan Alya olmuştu.

‘’Elbise krizimizde çözüldü sonunda.’’

‘’Ne elbisesi?’’ Alya söyleyene dek kızının üstünü fark etmeyen kadın kızının halini yeni fark etmişti.

‘’Ne döküldü üstüne İnci? En sevdiğin elbisendi, inşallah lekesi çıkar.’’

Sıkıntıyla üstüne bakan kız üstüne döktüğü nar suyuyla üzgünce gözlerini kapattı.

‘’Nar suyu döktüm anne. Hiç mi çıkmaz bu leke ya hu? Kaç yılındayız Allah aşkına teknoloji çok gelişti.’’

Hepsi birden kahkaha atmaya başlamışken aşağıdan gelen kapı sesiyle herkes sessizliğe bürünmüştü. Odayı saran gerginlikle herkes birbirine bakmış Mine Hanım kızının eline elbiseyi tutuşturmuştu.

‘’Geldiler, biz aşağı iniyoruz sen de hemen giyin gel. Ayıp olmasın. Ha bu arada ne karar verirsen ver, sen mutlu olduktan sonra biz de mutluyuz.’’

İkili telaşla odadan çıkarken İnci öylece kalmıştı elindeki beyaz elbiseyle. Şimdi korkuyla kaplanan kalbine cevapsız onlarca soru yerleşmişti. Gerçekten o adamla tanışacak mıydı? Kavalyesine olan öfkesi, bir gün onu affedeceğine dair olan, o küçük umudu nereye gitmişti? Hayatına yeniden açacağı sayfa ya felaketi olursa o zaman ne yapacaktı? Ya tanışacağı adam? O nasıl kabul etmişti böyle bir şeyi? Onun istediği gerçek bir evlilikse eğer İnci buna katlanabilir miydi? Neden babası bu konuyu açtığı zaman bu evliliği hep anlaşmalı bir evlilik olarak düşünmüştü ki?

Bu aralar gözünden akan yaşları istemsizce akarken daha fazla düşünmemek için giyinmeye başladı. Üzerindeki krem rengi kalem elbiseyi çıkartıp kirli sepetine atmış yatağın üzerine özenle koyduğu beyaz elbiseyi üzerine giymişti. Elbise o kadar hoşuna gitmişti ki kendisine âşık olmuş gibi süzüyordu. Bembeyaz tül elbise göğsünün üstünden sonra omuzlarına kapar dantelle bezenmiş, omuzlarında bileklerine kadarda tülle sarmıştı. Peri kızından farksızdı İnci. Adı gibi parlıyordu. Gözlerindeki hüzün çiçeklenmişti sanki. Odada oyalandığını fark eden kız yerde duran kuşağı görünce duraksamıştı. Elbisenin mavi kuşağı annesi ona verirken yere düşmüştü. Yerden aldığı kuşağı özenle beline bağlarken son kez aynadaki aksine baktı. Mutlu değildi ama huzursuz da değildi İnci. Aşağıda hoşuna gitmeyen en ufak şeyde kendine hâkim olup orayı terk edecekti. Kendini tekrar baştan aşağı süzen kız memnuniyetle tebessüm edip odadan çıkmıştı. Yüzüne içindeki huzursuzluğun aksine çok güzel bir gülümseme yayılmıştı. Adımları hızlanmıştı genç kızın. Salona yaklaştıkça artan kahkahalar daha net duyuluyordu artık. Son basamağı inip salona gelmişti. Gözleri etrafa kaydı. Özenle hazırlanmıştı yemek masası. Ailesi gerçek anlamda önemsiyordu bugünü. Salona girer girmez gördüğü kişi ile öylece kalmıştı.

''Onur, senin ne işin var burada? Evde olursun sanıyordum.'' dedi İnci şaşkınlıkla. Yüzündeki gülümseme büyürken aklına, Onur'un tanışmalarını istediği kişi olacağı asla gelmemişti. Yanında onun olacağını bilmek nedensizce mutlu etmişti kızı. Adamında kızdan kalır bir yanı yoktu. Şaşkındı ama sabahki huzursuzluğu ve içine çöreklenen bütün kötü düşünceler sanki yok olup gitmişti. Gelen sese dönen yüzler iki gencin arasında gidip geliyordu artık.

‘’Bu akşam seni yalnız bırakmayayım dedim.’’ Onur, ayağa kalkarken. Kahkaha atan kız ayağa kalkan adama doğru yürümüş tokalaşmak için elini uzatmıştı. Adamın elini sıkarken:

''Ben de misafirlerimiz geldi sandım. Kalabalık olmayız diye düşünmüştüm baba.''

Diye şakırken salondaki şaşkın yüzlere baktı. Kimse bu ikilinin tanışıyor olabileceğini düşünmüyordu. Şaşkınlıkları yüzünden okunan iki aile, bir yandan mutlu olmuşlardı. En azından anlaşıyorlar diye düşündüler. Fakat Onur onlarla aynı düşüncelere sahip değildi. İnci, henüz evlendirmek istedikleri adamın Onur olduğunu anlamamıştı. Kızın olumsuz davranmasından deli gibi korkuyordu. Neden korku hissettiğini bile bilmezken umutsuzca başını eğdi. Bu sırada İnci gelen diğer misafirlerle hoş geldin demek için onların yanına gitmişti.

''Abla misafirlerimiz geldi zaten, başkasını beklemiyoruz.'' Kız kardeşinin konuşmasıyla tokalaştığı kadınla öylece kalmıştı. Ağzından sessizce dökülen ‘’ne?’’ tek kelimelik bir isyandı kız için. Titreyen elini çekmek istemişti. Kendisine hâkim olamamaktan deli gibi korkmuştu o an. Dolan gözlerini gizlemek istercesine başını eğdi. Ne diyeceğini bilemiyordu. Hâlbuki soruyu soran o değil miydi? Toparlanmak zorundaydı İnci. Bir söz vermişti. Kendisine, ama kendisinden önce ailesi için bir söz vermişti. Onları artık üzmek istemiyordu. Oturup Onur ile doğru düzgün konuşmalıydı. Belki o bu evliliğe karşıydı, zorla gelmişti. İçinde verdiği savaşla yanında duran babasıyla yaşıt sert mizaçlı adama döndü. Adamı tanıyormuş gibi hissetmişti İnci. İstemsizce iş kadını maskesine bürünmüştü.

‘’Hoş geldiniz, ben İnci Kıran.’’

Adamın attığı kahkaha ile gerilen kız tek kaşını kaldırmış adama bakıyordu. Uzattığı eli bir anda adam tarafından çekilmiş, sarmalanmıştı. Adam kızına sarılır gibi kıza sarılmış saçlarını okşuyordu.

‘’Aslan bu kız küçükken de böyleydi, şimdi de aynı. Hâlâ öfkesini gözlerinin arkasına gizliyor.’’

Oldukça keyfi yerinde olan adam sarıldığı kızdan ayrılmıştı. Yüzündeki o sert ifade gitmişti yaşlı adamın. Altmışlarının başında görünen adam henüz yakışıklılığından bir şey kaybetmemişti. İnci adamı süzmeyi bırakıp babasına dönmüştü.

‘’Kızım Akif amcanı hatırlamıyor musun? Çok severdin onu küçükken. Bizim yan taraftaki evde oturuyorlardı. Onur ile hep kavga ederdiniz hatta Akif yüzünden. Sen biraz daha küçüktün de belki Onur oğlum hatırlıyordur.’’

Dakikalardır geçmişi düşünen Onur bugün yaşadığı kaçıncı şaşkınlık olduğunu artık sayamıyordu. Ne aklı alıyordu yaşadıklarını, ne de kalbi rahat bırakıyordu onu. Bugün aylardır yaşamadığı stresi birkaç saatte yaşamıştı resmen. Ona seslenen adama döndüğü zaman yüzü düşüncelerle doluydu.

‘’Babam için tartıştığım tek kişi Hilal idi benim İnci değildi ki?’’ kendi kendine konuşuyormuş gibiydi. O küçük kızı anımsadı. Yeşil gözleri o kadar güzeldi ki sırf kızın gözlerine daha çok bakabilmek için hep onunla kavga ederdi. Çünkü küçük kız sinirlenmedikçe onun gözlerine bakmazdı. Hatırladığı küçük kızla tebessüm etmişti. Babasını kıskandığı için değil de Hilal, sadece onunla oynasın diye kavga ederdi. Babası bahaneydi. Bunları anlaması biraz geç olsa da gözlerinin, yıllarca o küçük kızı aradığını asla unutamamıştı.

Gözlerinin kesiştiği İnci ile donup kalmıştı. Kızın rengi yine atmıştı. Kriz geçirecekti. Ailesinden gizlediği bir durum olmasaydı eğer bu sabah ailesinden kaçarcasına ondan yardım istemezdi diye düşündü. Sakin kalmaya çalışarak ayağa kalktı.

‘’Bir ellerimi yıkasam iyi olacak. İnci, bana eşlik eder misin?’’

Ona seslenen adamla yutkunmuştu kız. Konuşsa ağlayacaktı, biliyordu. O yüzden uysalca başını sallayıp eliyle salonun çıkışını gösterdi. İkilinin arasındaki sessiz anlaşma bir şey bilmeyen aileler tarafından lütuf gibi görünmüştü. Yavaşça ilerleyen kızın ardından ilerlemişti genç adam. Ellerini sıkan kızın yanına hızla giden adam:

‘’Sakin ol, ben yanındayım kimse bir şey anlamadı.’’ Dedi. Adamın kolunu tutan kızın gözünden damlalar ardı ardına düşerken salondan duydukları sesler ile oldukları yerde durmuştu iki genç.

‘’Valla ben Onur’u ilk kez birisine böyle güzel bakarken gördüm. Senin kız da oğlumu seviyor gibi. Bence hayırlı olsun diyelim şimdilik, ne dersin dünür?’’

 

Loading...
0%