Yeni Üyelik
7.
Bölüm

Sarmaşık-2/2

@emekli_pilot


‘’Ne yaptılar sana Hilal?


'’Sessizce fısıldadı adam içindeki acıyla. Onu hisseden karşısındaki kadın, acıyla kıvrandı. İçinden; ’’Hiç bir şey bilmeden, yalnızca birkaç kelimeyle böyle mahvoluyorsan yaşadıklarımı bildiğin zaman ne yapacaksın?’’


Onur’un aksine ailesi aklına geldi. Boğazındaki yumruyu atmak istercesine öksürdü. Elini istemese de Onur’un elinden çekip önüne döndü. Kaçamak gözlerle onları izleyen aileler konuşulan konudan habersiz kıpır kıpırlardı. Tüm aile içinden düğünle ilgili planlar kurmaya başlamışlardı bile.


Tabağındaki ekmekten bir parça attı ağzına. İçindeki duyguları bastırmaya çalışıyordu genç kız. Gözyaşlarını içindeki cehennemine yolcu etmeye çabalıyordu imkânı varmış gibi. Titreyen nefesi ona hiç yardımcı olmuyordu bu zamanlarda. İçindeki cehennem harlandıkça harlanıyordu. Kaynıyordu yüreği gözyaşlarıyla. Kulağında çınlıyordu geçmiş, ruhunu daraltıyordu.


Durgunluklarını fark eden Mine Hanım:


‘’Çocuklar niye bir şey yemiyorsunuz? Beğenmediniz mi yemekleri?’’


Gençler anlaşmış gibi başlarını kaldırmıştı. Gülen yüzleri solmuştu. İkisi de sahte tebessümlere karşılarındaki insanlara bakıyorlardı. Güçleri kalmamıştı sanki. Ruhsal anlamda kendisini bitik hissediyordu adam. Konuşan Onur olmuştu.


‘’Her şey çok güzel Mine Teyze, ellerinize sağlık. İnci’nin zerdeçala alerjisi var ya, isterseniz ana yemeğe geçelim, ne dersiniz?’’


Mine aklına gelenlerle mahcupça kızının yüzüne baktı. Yıllardır doğru düzgün kızıyla ilgilenemeyen kadın alerjisi olduğunu unutmuştu.


‘’Kızım çok af edersin ben tamamen unuttum. Neyse ki diğer yemeklerde yok.’’ Hemen çalışanlara seslenmişti yemekleri getirmeleri için. Kimse üstünde durmamıştı zaten. İnci de kimseye kırılamazdı nasıl olsa. Sonuçta o değil miydi yıllardır kendini herkesten soyutlayıp kendi kabuğunda yaşayan?


İnsanların kalbinde zamanla yok olma hissi ile dolup taşan kız kırgınlıkla söylendi.


‘’Sorun değil anne.’’ Sesindeki acıyı yanındaki adamdan başka kimse anlamamıştı. Bugün ikisi hariç herkes çok mutluydu. Yemek servisi gelmiş aileler keyifli sohbetlerine geri dönmüşlerdi.


‘’İnci?’’


Boş bulunup anmıştı kızın ismini. Aslında içinden ona güzel şeyler söylemek geliyor, gülsün diye espriler yapmak istiyordu. Ama karşısındaki kız çocuğu o geride bıraktığı kız değildi. Ve yukarıda konuştukları şeyleri hatırlayınca kızda yanlış bir izlenim bırakmaktan korkuyordu. Kızın hayatında en azından arkadaşı olarak kalabilirdi. Bu olduğu zaman yüzü olmalıydı.


‘’Efendim?’’


Aklına gelen sahneyle tebessüm etti adam.


‘’Hiç, adını söylemek hoşuma gidiyor.’’ Güldü kız. En sevdiği filmden kesit duymak istemsizce hoşuna gitmişti. Genç adam ise birazda olsa kızı güldürdüğü için çocuk gibi sevinmişti içten içe.


‘’Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku.’’


‘’İzledin mi?’’


‘’Defalarca kez hem de. Her izlediğimde kendimden bir şeyler bulurum.’’ Durdu genç kız. Gizli bir şey söyleyecekmiş gibi yaklaştı adama.


‘’Biliyor musun her defasında da yarıya kadar izlerdim. Sonunu hala bilmiyorum.’’ Oldukça şaşırmıştı Onur.


‘’Şaka yapıyorsun?’’


‘’Ciddiyim. İzlediğim birçok filmin ya da dizinin sonunu bilmem ben. Sonlar hep kötü gelir bana. Ya da sabredemem kapatırım. Ne izlersem izleyeyim sonu beni üzecekmiş gibi hissederim bazen.’’


Aklına kendi hayatı geldi. Bir dizi ya da film sahnesi olmayan hayatında bile yarım bırakıp, tamamlamadığı şeyleri düşündü.


Aklına yerleşen anılar cehennemine atlıyordu durmaksızın. Bunca mutsuzluğun peşinden nasıl sürüklendiğini anlayamıyordu artık. Mutsuz olmaktan yorulmuştu. İçindeki cehenneme sürekli bir şeylerin düşmesinden çok yorulmuştu. Gözünden akan yaşların durması gerekmez miydi?


‘’Küçükken saatlerce oturur çizgi film izlerdik odanda, hatırlıyor musun? Beni hep kovardın ama bir yolunu bulup gelirdim. O zaman asla bıkmadan usanmadan sonuna kadar izlemek için beklerdin. Çok severdin çünkü.’’


Hatırlar gibi oldu çocukluğunu. O eski mutlu anlarını. Onur’a bağırıp çağırdığı anları anımsadı.


‘’Küçükken sana neden bu kadar öfke doluymuşum acaba? Hep sana bağırdığım anlar geliyor gözümün önüne.’’


Güldü genç adam. Konu bir anda hep olmadık yerlere geliyordu. Yine kırılacağını hissetti.


‘’Çünkü sen çok kıskançtın. Babamı benden bile kıskanıyordun. Sana ait sandığın her şeyi kıskanıyordun hatta. Ben de senin sevdiğin şeyleri severdim genelde, sen de beni sevmezdin.’’ Yanlış bir şey söylemiş gibi başını eğdi. ‘’zevklerimiz aynıydı herhalde. Çocuk aklı işte.’’


Hızla adamın yüzüne baktı. O günlere dair hatırladığı anlarla şaşıp kaldı. Küçükken durmadan öfkelendiği Onur onu seviyordu! Küçükken. Ya şimdi?


‘’Sen limon sevmezsin ki!’’ birden sesi yüksek çıkmıştı. Masadaki başlar onlara dönünce ikisi de kızarmıştı. Onur içinde kaynayan bu utanç duygusunun nereden kaynaklandığını bilemiyordu. Koskoca adam utanmayı kendine huy edinmişti bugün. Aklına küçük Hilal’e olan hayranlığı geliyor fakat karşısında duranın bambaşka biri olduğunu anımsıyor ve bu kadına ilgi duyup duymadığını bilemiyordu. Yıllardır içinde büyüttüğü küçük kız çocuğuna olan sevgisine ne olmuştu şimdi? Lunaparkın azalan ışıkları altında kayıp mı olmuştu yoksa?


Kalabalığın içinde sessizce fısıldadı Onur bağırmak istermişçesine.


‘’Nefret ederim.’’ Sonra içinden devam etti kendisine bir şeyler itiraf edermişçesine. ‘’Sırf sen seversin diye ben çok severdim. Bir şeyler oldu, sen gittin ben sen gittin diye her gün bir limon ağacı ektim. Çocuk olmam hiçbir şeyi değiştirmedi; Ben seni her gün özledim, sen beni bir kez bile sevmedin.’’


‘’Ah çocuklar nasıl da tanıyorsunuz birbirinizi! Sizi böyle görmek bizi o kadar mutlu ediyor ki.’’ Türkan Hanım bir şeyler hatırlamış gibi Mine hanıma döndü.


‘’Mineciğim, siz aniden taşındıktan sonra Onur günlerce yemek yemedi, biliyor musunuz? Bir gün önceden hilal için, ay pardon -alışamadım hala İnci demeye-. İnci için limon fidesi ekmişti. Sadece onunla konuşuyordu.’’


“Anne çocuktum ve en yakın arkadaşım İnci’ydi. Bence gayet normaldi tepkim. Sonuçta bir ‘hoşça kal’ bile dememişlerdi giderken.’’


Genç adam öfke doldu. Masada bir anda oluşan gergin hava herkes tarafından hissedilmişti. Konuşulması gereken şeyler varmış ama kimse konuşmaya cesaret edemiyormuş gibiydi. Onur kendince ettiği siteminin kimlerin canına değdiğini asla bilemezdi. Herkes içinde bir yerlere gömdüğü acılara bir bakış attı. Ellerini sürmeye cesaret edememişlerdi. Ellerinde masum bir kan, büyük bir ah vardı. Yüzlerinin karası iki güzel sözle parlasa da kalpleri kömürden bile karaydı. Geçmişin gölgesi üzerlerinden eksilmeyen bir gölge misali arkalarından geliyordu.


İçinde hissettiği ağırlıkla öylece Onur’a baktı yaşlı adam. Ağlamamak için boğazını temizledi Aslan Bey. Konuşması gerekiyordu, biliyordu. Ama ne diyebilirdi? Ağır ağır başını eşine çevirdi. Onur konuştuğu andan beri gözleri dolu dolu olan kadın gözünden akan yaşı durduramadı. Konuşmak için kendinde güç bulduğu an İnci lafa girdi.


‘’Bugün güzel bir gün ve ben geçmişten konuşmaktan nefret eden biri olarak bugün son kez bu konudan konuşup, Onur’un haklı olarak aklındaki soru işaretlerini ortadan kaldırıp güne devam etmek istiyorum, müsaadeniz olursa.’’


Soluklandı İnci. Kimseden ses çıkmayınca yanında oturan adama baktı. Zaten ona dönmüş dikkatle söyleyeceklerini duymak istiyordu.


‘’ Ben yaklaşık 9 yaşındayken bir kansere yakalandım ve tedavisi sıkıntılı olan bazı süreçlerden geçtim. Tedavim Ankara’da pek mümkün değilmiş. Bu yüzden apar topar İstanbul’a gelmeye karar vermişler. Sanırım psikolojik olarak etkilenmemen adına sana bir şey diyememişler. ’’


Konuşmasının Onur için olan kısmı bitmişti. Şimdi ise Yüzünü masaya dönmüş üzgün gözlerle ona bakan büyüklere ve sessizce ağlayan kardeşine baktı. ‘’Şimdi çok sağlıklıyım ve iyiyim. Lütfen bu konuyu kapatıp bir saat önceki mutlu halinize dönebilir misiniz?’’


Herkes keyifsizce yemeğine döndü. Sessizce biten yemeğin ardından salona geçilmişti. Ortamın havası biraz da olsun değişirken büyükler kendi hallerinde kahvelerini yudumlayıp sohbet ediyorlardı. İnci dalgın dalgın oturan adamın koluna dokundu ona baksın diye. Derin derin düşünen adam dokunuşu hissetmemişti bile.


‘’Onur?’’


Duyduğu sesle irkildi. Küçük kızın sesini duydu sanki. İnci’nin sesini duyduğu zaman acı çekiyordu. Gözlerine baktığında ona kızdığı anları hatırlayıp kahroluyordu. İçindeki lunaparkta her hissettiği acıyla bir ışık sönüyordu. Sokağında ışık olmayan bir yolda nasıl ilerleyecekti?


‘’Hilal’’ dedi. İnci ona yabancıydı. Tanımıyordu ki onu. Onun bildiği, tanıdığı, sevdiği kişi Hilal’di. Aslında bir ışık bulmak için seslenmişti kıza. Korkuyordu bu karanlıkta kalmaktan. Hilal’i bir daha görememekten deli gibi korkuyordu. Sahi Hilal neredeydi?


‘’Hadi gel bahçeye çıkalım biraz.’’


Kızın lafını ikiletmedi. Sessizce bahçeye gittiler. Yürümek bugün Onur için neden bu kadar zordu? Her an düşecekmiş gibi hissediyordu. Neyin acısını çekiyorum? Diye düşündü. Hangi kız için bu üzüntüyü duyup kendi acımmış gibi hissediyorum? Anlam veremiyordu olanlara. Sakin esen rüzgâr ile kendini koltuğa attı, omzundaki yüklerden kurtulmak istermiş gibi. Değişmedi bir şey. Ne hissediyorsa gözünü açtığında gördüğü kızla daha da çoğalıyordu var olan duygular. Gözleri gökyüzünde hızla ilerleyen bulutlara takıldı. Yağmur yağacaktı. Oldu olası yağmuru sevmezdi. Fakat İnci yağmura aşık birisiydi. Aklına yine eski ama yüzünde istemsizce tebessüm oluşturan anılar istila etti. Ne olursa olsun, ne hissederse hissetsin hep mutlu oluyordu hüznün içinde parlayan bu kızı düşünürken.


‘’Neye kırıldın bu kadar Onur? Ben anlayamıyorum. Yanlış bir şeyde söylemek istemiyorum ama kaçırdığım ne var?’’


Mahcup olmuş gibi konuşan kızın yüzüne baktı. Her zerresini aklında tutmak istiyordu. Unutmak şöyle dursun gözünün önünden bile gitsin istemiyordu. Farkında değildi henüz İnci’yi çocukluktan beri deli gibi sevdiğinin. Çok korkuyordu yine kaybetmekten, geç kalmaktan. Her şeyden önce kızın hislerini bilmek istiyordu. Onu anlamak acısını paylaşmak, eskiden güldüğü gibi güldürmek istiyordu onu. Ama ne var ki konuşulanlar aklından bir dakika bile çıkmıyordu. Kendince mantıklı karar verdiğini düşünüp mesafeli davranmaya karar vermişti.


‘’Ne önemi var?’’


‘’Ne demek ‘’Ne önemi var?’’


Sıkıntıyla ofladı Onur. İçinden ciğerleri patlayana kadar bağırmak geliyordu. Mesafeli davranmaya başlayayım derken her şeyi tepetaklak edeceğini anladı. Çünkü Hilal ters davranıp arkasını dönebileceği birisi değildi. Onunla konuşursa sorununu kolayca çözeceğini biliyordu. Sadece kaçmak işine geliyordu. İnci’nin ise ne tepki vereceğini bilemiyordu. Tanımıyordu o kızı. İçindeki korku aklını ele geçirmişti.


‘’Özür dilerim İnci. Ben sağlıklı düşünemiyorum şu an. Neye takıldığımı da bilmiyorum.’’


‘’Özür dilemene gerek yok. Ben sadece sorunun ben olduğumu düşündüm.’’


‘’Sorun neden sen olasın ki?’’


‘’Ben senin kırıldığını hissediyorum. Masaya oturduğumuzdan beri eskilerden ne zaman konu açsak ve ben seni hatırlamıyor olsam üzüldün hep. Farkındayım ama yemin ederim geçmişim çok silik. Belki hastalığın verdiği acı ve güçsüzlük bunu tetikledi, bilmiyorum ama çocukluğumda seni hatırlamıyor oluşum seninle alakalı değil.’’


Zifiri gecenin sessizliği çöktü üstlerine. Bir ışık vardı ama var olması onları aydınlatmıyordu. Kapkaranlıktı etrafları. Yol vardı ama göremiyorlardı. Dakikalar sessizlikle geçip gidiyor, nefesleri serin hava da onlardan bir soluk daha alıyordu.


‘’Kırılmadım sadece içimde dinmek bilmeyen bir öfke var. Önüne geçemiyorum bu duygunun. Ben çocukluğum olan kız için mi üzülüyorum yoksa daha bugün tanıştığım kadına mı üzülüyorum bilmiyorum. Neden Hilal’in yanında olamadım? Diyorum, neden biraz daha büyük değildim? Ya da çocuk aklı ya işte ‘’ben mi koruyamadım onu’’ diyorum. Belki de içimde kendime bile geç kalmış olmanın öfkesini yaşıyorum.’’


‘’Çocukken yanımda olsaydın bile elinden bir şey gelmezdi. Şu zamanki bana gelecek olursak eğer ona ben de çok geç kaldım, yetişemedim. Şimdi bile onun elini tutmak beni mahvediyor. Elimden bir şey gelmiyor ama bak. Zaman geçiyor ama acılar hep aynı kalıyor, alışıyorsun alıştım ben. Acılara bağışıklık kazandım. Kolay bir hayatım olmadı. Hep bir şeylerden kaçmam gerekti sonra geri dönmem gerektiğini anladığım zaman hep geç kalmış oldum. Utanıyorum artık kendi elimi bile tutmaktan. O yüzden benim için üzülme. Ne Hilal için ne de İnci için.’’


Son cümleyi kendi kendine mırıldandı pür dikkat onu dinleyen adamı fark etmeden. İnci için artık bazı duygular ve konular anlamını yitirmişken – ya da İnci yitirdiğini sanarken- etrafında olup biteni idrak edemeyecek hatta düşünemeyecek kadar bitkin düşmüştü farkında olmadan. Bu yüzden Onur’un ona bakışlarını, -onun bile farkına varamadığı ilgisini- görememesi bundandı.


Gözleri kızın yorgun yüzünde oyalandı bir süre. Siyah saçlarının arasındaki beyaz teller, alnındaki çizgiler, gözlerinin etrafındaki çizgiler, kırgınlığın hapsolduğu gözleri. ‘’Keşke’’ dedi içinden ‘’Keşke saçındaki her beyaz mutluluktan olsaydı.’’ İçine dolan ağlama isteğini geri çevirip acelece yutkundu adam. Ortamdaki hava dağılmazsa kendisinin dağılacağını biliyordu. Hissettiği bu dayanılmaz duygu yoğunluğu onu hem şaşırtıyor hem de korkutuyordu. Bilmediği sulardı buralar. Nasıl davranması gerektiğini kestiremiyordu ve bundan dolayı daha çok gergin oluyordu.


‘’Bugün keyifle bitsin İnci. Doğrusu ne kadar keyifli olur bilmiyorum ama çözmemiz gereken bir evlilik muhabbeti var.’’


Dağılan konuyla başını kaldırıp adamın gözlerinin içine baktı tedirginlikle.


‘’Yarın konuşalım demiştin?’’ soru sorar gibi sormuştu. Adamın gözünün önüne bir kaç saat önce yaşadıkları olay gelmişti. Sıkıntıyla iç geçirdi.


‘’Haklısın. Aklıma konuşabileceğimiz başka bir şey gelmiyor.’’ Oturduğu yerden huzursuzca kıpırdandı. Kızın tepkisini kestiremediği için söylemek istediklerini söyleyemiyordu. Düşündü kısa bir süre. Battı balık yan gider hesabı konuşmaya karar verdi. ‘’Yani konuşmak istediğim konular var tabii ki ama seninle bu konuları burada konuşmak istemiyorum. Belli ki ailenden sakladığın bir şeyler var.’’


Merakla kaşlarını kaldırdı İnci. Onur ona ne söylemek istiyor olabilirdi ki? Öğrendiği bir şey mi olmuştu yoksa? Hızla çarpmaya başladı kalbi. Sakin kalmaya çalışırken Onur’a sordu.


‘’Neyi merak ediyorsun?’’


‘’Geçmiş.’’ Dedi adam karşısındaki kızın halinden habersiz. Başını kaldırsa yüzünü göreceği kıza bir nefesten bile uzaktı şimdi. Usul usul esen rüzgâr bir ateş parçası gibi vuruyordu İnci’nin yüzüne. Korku muydu yaşadığı o an yoksa Onur’un ona karşı düşüncelerinin değişeceğini hissetmesi mi, akıl erdiremiyordu?


‘’Ne öğrendin?’’ diye fısıldadı, esen rüzgârdan bile daha kısık çıkan sesiyle. Serpmeye başlayan yağmurla birlikte İnci’nin kısık çıkan sesini duydu, yere eğdiği başını kaldırdı Onur. Bir damla yüzüne çarptı sertçe, bir ikaz misali. Tek kelimeyle yerle bir olan kadına baktı. Hızla oturduğu yerden kalkıp kadının yanına gitti. Kendinden geçmiş halini görmeyi beklemek yaşamak isteyeceği en son şey bile değildi.


İnci oturduğu yere yığılıp kalmıştı resmen. Dolan gözleri, hızla inip kalkan göğsü konuşmaya çalışmak istemesi ama öksürüğü durmadığı için daha da panik olması tüm şiddetti ile sarsıyordu kızı. Nefes alamadıkça ölüyormuş gibi hissediyordu. Gözyaşlarına karışmıştı yağmur. Uzun zamandır böyle ağır bir kriz geçirmediğini anımsadı. Bugün içine doğan umutları geldi gözünün önüne. Ölümden ilk kez kaçmak istedi o zaman. Mutlu olduğu anları hatırlamaya çalıştı ama gözyaşlarından, kayıplarından başka bir şey gelmedi aklına. Sonra bilinci gitti, yavaşça kapandı gözleri.


‘’İnci beni duyuyor musun? Ne olur cevap ver!’’


Onur, daha önce hiç karşılaşmadığı bu durum karşısında ne yapacağını bilemez haldeydi. Aklından onlarca senaryo geçiyor fakat hiçbirine inanmak istemiyordu. Hemen kendisine gelmesi lazımdı. Yanlış bir şey yapıyormuş gibi korkuyla etrafı kolaçan etti. İnci’nin durumundan kimsenin haberi olmadığını hatırladı. Madem kimsenin haberi yoktu ona göre davranması gerektiğine inandı. İnci isterse bu gece herkese her şeyi zaten açıklardı. Onları gören kimsenin olmadığına emin olduktan sonra kadını kucaklayıp arka bahçeden çıktı hemen.


Dışarıya park ettiği arabası kimsenin onları görmemesini kolaylaştırırken sessizce arabanın yanına geldi. Korkusuna eşlik eden yağmur damlaları kızın yüzüne değip akan yaşlarla kayıp gidiyordu. Arka koltuğa sakince bıraktı kızı. İncitmekten o kadar korkuyordu ki onu, kalbi çarpıyordu hüzünden. Onun acısı külfetti ruhuna. Canı lime lime alınıyordu sanki ondan. Hâlbuki daha bugün tanışmamışlar mıydı?


Kendisi koşarak direksiyona geçti. Titreyen elleriyle navigasyondan en yakın hastaneyi buldu. Şiddetlenen yağmurla birlikte hızla yola koyulan adamın kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Gözünden akan yaşların bile farkında değildi. Kimin için ağlıyordu? Ne içindi korkusu? Gözleri hareketsiz yatan kıza kaydı. Bembeyaz olmuş teni içini ürpertmişti. Beyazdan ilk kez iğrenmişti.


Yaklaşık on dakikadır bitmek bilmeyen yol sonunda bitmişti. Onur ani fren yapıp hızlıca arabadan attı kendisini.


‘’Hemen sedye getirin! Ne olur birisi buraya baksın!’’


Canhıraş çığlığı ortalığı yıkmıştı. İnci’yi yavaşça çıkardı arabadan. Birden kucağında bir ceset taşıdığını hissetti.


Bembeyaz elbisesinin içinde kendinden geçmiş kadın ölü gibi yatıyordu...


Ürperen ruhu ellerini titretti adamın. Kız düşmek üzereyken sıkıca sardı saklamak istermiş gibi. Onu daha fazla taşımaya gücü kalmayan dizleri ikisini de yere yığmıştı. Güçsüzlüğü içinde baş gösteren ilk kez hissettiği kaybetme korkusundandı. Dışarıdan görenler kızın son nefesini verdiğini düşünüyor, genç adama sabır diliyorlardı.


Onur karanlıkta kalmış gibi bir ışık bekliyordu. Ama yoktu. Saniyeler saat gibiydi onun için. Gözünden ardı ardına akan yaşlar aklına İnci’yi kaybettiği günü getirmişti. Kızın gittiği, küçük çocuğun farkında olmadan büyüdüğü, limon ağaçlarının susuz kalıp solduğu anları…


Kucağından alınan kızı bile sonradan fark etmişti. Koluna dokunan adamla kendine gelmiş götürdükleri kızın ardından sessizce fısıldamıştı.


‘’İnci, yalvarırım ölme.’’


Loading...
0%