@eminefuruncu
|
Hatalarım varsa kusura bakmayın, keyifli okumalar dilerim. Okumaya başladığınız tarihi buraya bırakır mısınız.
Karadenizin asi dalgaları kayalara vuruyordu içinde biriktirdiği nefreti kusmak istercesine. Esen asi rüzgar genç kızın soluk sarı rengini anımsatan saçları arasına girip saçları arasında fütursuzca dolaşıyordu. Ela gözlerinin içini saran duygular artık özgür kalmak istiyordu, yıllardı omuzlarına yüklenen acımasız yük onu her geçen gün yerle yeksan ediyordu. Boynuna doladıkları ipi çıkartıp atmasına izin vermiyorlar, hergün hissettiğin vicdan azabıyla ölmesini bekliyorlardı. Ona güvenen adamı, sevdiğini tek sözüyle karanlığın içine hapis etmişti genç kız. Gözünden düşen bir damla yaşı elinin tersiyle silip boğazını acımasızca saran ellerden kurtulup derin bir nefes almak istedi. Yavaşça oturduğu yerden kalkıp üzerindeki elbiseyi düzeltti. Bakışları yanındaki kuzenine kaydığında genç kızında onun gibi elbisesini temizlediğini gördü. Gülce ellerini birbirine vurup elindeki tozları temizlerken bakışları ona bakan kuzenine döndü. “Hadi gidelim, heran yağmur yağacak gibi duruyor.” Suna başını ağır ağır sallayarak Gülce’yi onalyayıp yavaş adımlarla ilerlemeye başladı. Çay kestikleri bahçeden çıkıp köy yoluna döndüklerinde Gülce, Suna’nın koluna girdi. “Neyin var durgun gibisin.?” Diye sorgu genç kız merak dolu ses tonuyla. Suna derin bir nefes alarak yorgun ciğerlerini dinlendirdi. Omzunu umursamazca kaldırıp indirdi. “Yorgunum sadece, çay kesmek insanı yoruyor.” Yorgun adımlarla evlerine doğru ilerlerken Genç kızın ela gözleri köyün meydanında oynayan çocuklarda dolaşıyordu. İçindeki küskün bir kız çocuğu vardı, onu bu hayata küstüren, küçük kalbini acımadan parcalayan, soğuk taşın üzerinde yıllarca bekleyen küskün bir kız çocuğu. “Doğru ellerim acıdı.” Diye acı bir serzenişte bulundu Gülce kahverengi saçlarını omzunun üzerinden geriye doğru atarken. Suna Sessizliğin içine gömülerek yorgun adımlarla ilerlerken kulağına dolan silik kelamlarla yorgun adımlarına prangalar vurulmuş gibi olduğu yerde durmuştu. “Duydunuz mu İbrahim beyin oğlu Devran bey hapisten çıkmış.” Beyninin içinde destursuzca dolaşan kelamlar gözlerinin usulca dolmasına neden olurken ellerini sıkıca kapatıp tırnaklarının avuç içine batmasına sebep oldu. Kalbinde hissettiği ağırlık ona nefes aldırmıyordu. “Yazık oldu gençliğine.” Gözünden düşen bir damla yaş yanağını ıslatıyordu, kuruyan dudakları gözünden akan yaşla ıslanıp hayat bulmaya çalışıyordu. Titreyen dudaklarını birbirine bastırıp acı bir şekilde yutkundu. “Benim yüzümden.” Diye fısıldadı acının yuva yaptığı sesiyle. Gözlerini yavaşça kapatıp gözünden bir damla yaşın akmasına izin verirken, ateşin ortasında kalan bedeni şimdi alev alev yanmaya başlamıştı. “Suna.”Diye fısıldadı Gülce tedirgin sesiyle. Elini genç kızın eline yaslayıp kolunu sıvazladı ağır ağır. “Yapma, bir gören olacak.” Suna kapattığı gözlerini aralayıp acının bertaraf olduğu gözlerini kuzenine çevirdi. Dudakları acıyla kıvrılırken, kanayan kalbi de ona eşlik ediyordu. “Benim yüzümden gençliği gitti, beni hiçbir zaman affetmeyecek.” Gülce, Suna’nın koluna girip onu hızlı adımlarla eve doğru yürütmeye başladı. Suna birbirine dolaşan adımları yüzünden ona yetişmekte zorlanırken ela gözleri umutla etrafta dolaşıyordu, onu görebilmek için. Hafif hafif çiseleyen yağmur saçlarını ıslatırken adımları evin önünde durmuştu. Gülce elini kaldırıp kapıyı art arda çaldığında dakikalar sonra Hasret hanım kapıyı açmıştı. Kaşlarını çatarak karşısında duran genç kızlara bakarken hafifçe geriye çekilerek onlara geçmeleri için yol açtı. “Suna ne oldu ruhun çekilmiş gibi duruyorsun.?” Genç kız ayağındaki ayakkabıları çıkarıp yorgun gözleriyle kısa biran yengesine bakıp cevap vermeden odasına giderken Gülcede onu takip ediyordu. Hasret hanım şaşkın gözlere arkalarından bakarken açık olan evin kapısını yavaşça kapattı. Genç kız odasına girip camın önündeki sedire oturup gözünden akmak için dem vuran gözyaşlarını serbest bıraktı bir bir. Gülce üzgün gözlerle karşısında ağlayan genç kıza bakıp yavaş adımlarla ilerleyerek yanına doğru gitti. Sedirin boş kısmına oturup elini genç kızın elinin üzerine bıraktı. “Ağlama.” Diye fısıldadı kısık sesiyle. Lakin genç kız sessiz gözyaşlarını serbest bırakıyordu. İçindeki solan çiçekleri yeşertmek için yıllardır uğraşıyordu, o çiçekleri kendisi soldurmuştu. Dudaklarının arasından dökülen fütursuzca kelamlar o çiçekleri soldurmuştu. “Benim yüzümden, benim yüzümden suçsuz yere yıllarını dört köşe arasında çürüttü.” Titreyen sesi içindeki acıyı gün yüzüne çıkarırken, kalbindeki acıyı kimse görmüyordu. “Merburdun, korkuyordun. Mecbur olamasan hiç yapar mıydın öyle bir şey, lütfen ağlama daha fazla annem gelecek şimdi.” Genç kız boğazını saran zehirli ellerden kurtulmak istercesine art arda yutkunarak titrek bir nefes aldı. “Tamam ağlamıyorum, ben biraz yalnız kalsam iyi olur.” Gülce ağır ağır başını sallayarak yavaşça oturduğu yerden kalkarak odadan çıktığında Suna titreyen dudakların arasından bir hıçkırık bırakmıştı sessiz odanın kuytu köşelerine. Ellerini titreyen dudaklarının üzerine bastırıp acısını içine hapsetti. Ayaklarını sedirin üzerine toplayarak oturup ıslak ela gözlerini cama doğru çevirdi. Usul usul çiseleyen yağmur damlaları odanın camına değip, yavaşça kayarak gidiyordu camın üzerinde. Dakikalar usul usul akıp giderken genç kız yavaşça oturduğu yerden kalkıp araladığı dolap kapakları arasından aldığı kahverengi elbiseyi üzerinde geçirip elbisenin kemerini beline doladı. Birbirine dolaşan soluk sarı rengi olan saçlarını yavaş yavaş tarayıp saçlarını gevşek bir şekilde ördü. Kızaran ela gözleri ağladığını belli etsede bu pek umrunda değildi. Yavaş adımlarla odadan çıkıp yengesinin ve Gülce’nin yanına doğru ilerledi. Yorgun bedenini oturma odasındaki sedirin üzerine bıraktı. Usul usul yanan soba odanın içerisini ısıtırken sobanın üzerindeki fokurdayan yemeğin kokusu tüm evi sarmıştı. Hasret hanım elinde işlediği kaneviçeden bakışlarını ayırıp karşısında sessizce oturan genç kıza çevirdi. Direseğilye yanında oturan kızına vurup gözleriyle Suna’yı işaret etti. “Neyi var Suna’nın.?” Diye sordu kısık tuttuğu sesiyle. Gülce sert bir şekilde yutkunup bakışlarını annesinden kaçırdığı esnada evin kapısı çalmasıyla Gülce hızla ayağa kalktı. “Ben kapıya bakayım.” Hasret hanım giden kızının arkasından şaşkın gözlerle bakarken elindeki kanaviceyi kenara bırakıp yavaşça oturduğu yerden kalktı. “Selamün Aleyküm.” Ahmet bey oturma odasına girmesiyle Suna ayağa kalkarak amcasına yer verdi. “Hoş geldin amca.” Ahmet bey Suna’nın saçlarına bir buse konudurup yorgun bir şekilde sedire oturdu. “Hoşbuldum güzel kızım.” “Ben sofrayı kurayım.” Hasret hanım sofrayı kurmak için mutfağa gideceği esnada Ahmet bey konuşarak ona mani oldu. “Dur hele kurma. Bahri bey torunu için akşam köyün meydanında ziyafet veriyor.” Suna yavaşça yutkunup, başını önüne eğerek dolan gözlerini saklamak istedi. “Eee köyün beyi adam, torunu hapisten çıktı sonuçta tabi verir ziyafet.” Hasret hanım gözlerini şaşkınlıkla aralayıp Ahmet beyin yanına oturdu. “Devran bey hapisten mi çıktı.?” Diye sordu şaşkın sesiyle. Ahmet bey ağır ağır başını sallayarak karısını onayladı. Suna titreyen dudaklarını birbirine bastırıp gözlerini yavaşça kapattı. Çaresi olmayan bir yola girmişti vakti zamanında genç kız, bu yoldan nasıl kurtulacaktı bilmiyordu. Darmaduman olan kalbini, yerle yeksan ettiği o kalbi nasıl onaracatı bilmiyordu. “Hadi gidin hazırlanında gidelim, gitmemek olmaz şimdi.” Suna amcasının sesiyle başını kaldırıp dolu gözlerini Gülceye çevirdi yardım istercesine. İki genç kız çaresizce birbirine bakarken söyleyecek tek bir kalamarı bile yoktu. Gülce buruk bir tebessümle Suna’ya bakarak elini tutarak onu peşinden çekerek odasına doğru çekiştirdi. Odanın içerisine girip kapıyı arkalarından kapattı. “Hadi babam kızmadan hazırlanalım.” Diye konuştu Gülce odanın içindeki dolabın kapaklarını aralarken. Suna yatağın kenarına oturup ellerini dizlerinin üzerine bıraktı, parmakları birbirine eziyordu acıyla. “Ben gelmeyeyim.” Diye fısıldadı kısık çıkan sesiyle. Gülce omzunun üzerinden arkasındaki genç kıza bir bakış attı. Eline aldığı elbiseyi sedirin üzerine bırakıp çattığı kaşlarıyla kuzenine baktı. “Saçmalama babam sorunca ne diyeceğim Suna. Geliyorsun kalk hazırlan.” Genç kız yorgun ela gözlerini ağır bir şekilde kapatıp açarak, yavaşça yutkundu. “Onunla yüzleşmeye hazır değilim.” Kısık sesiyle konuşurken içindeki amansız bir şekilde gittikçe büyüyen korkuyla baş etmeye çalışıyordu. Sanki onunla yüz yüze gelmek kabuk bağlamayan yaraların yeniden kanamasına sebep olacakmış gibi geliyordu ona. Gülce eline aldığı gül kurusu pembe elbiseyle genç kızın yanına giderek yavaşça yanına oturdu. Omuzlarına konulan yükün altında iki büklüm olduğunun farkındaydı genç kız. “Suna, sonsuza kadar ondan kaçamazsın.” Diye konuştu genç kız sakin sesiyle. Suna acı bir şekilde yutkunup başını ağır ağır salladı. “Haklısın ama korkuyorum.” Sesindeki acı serzeniş gün yüzüne çakıyordu bir bir, tıpkı hissettiği acı gibi. “O işlemediği bir günahını yıllarca benim yüzümden çekti.” Titreyen dudaklarını birbirine bastırıp dolan ela gözlerini yanında oturan genç kıza çevirdi. “Şimdi hangi yüzle karşısına çıkayım.” Gülce elini yavaşça kaldırıp genç kızın elinin üzerine koydu. “Hadi toparlan böyle yaparak kendini üzmekten başka bir şey eline geçmiyor çünkü.” Gülce oturduğu yerden kalkarak sedirin üzerine bıraktığı elbiseyi Suna’nın elleri arasına bıraktı. “Kalk şu bu elbiseyi giyin.” Diye konuştu genç kız itiraz istemeyen ses tonuyla. “Gerek yok, üzerimdeki elbiseyi yeni giyindim zaten.” Diye konuştu genç kız fısıltıyı anımsatan kısık sesiyle. “Saçmalama bu elbiseyle mi geleceksin, kalk giyin hadi şunu.” Suna derin bir nefes alarak elindeki elbiseyi sıkıca kavrayarak oturduğu yerden kalktı. “Ben su içip gelene kadar giyinmiş ol.” Genç kızın odadan çıkmasıyla Suna yeni giydiği elbiseyi çıkarıp Gülce’nin verdiği elbiseyi üzerine giyindi. Elbise koyu kırmızıydı, elbisenin üzerindeki küçük çiçek desenleri ona renk katarken elbisenin yaka kısımları bebe yakaya sakipti. Beyaz renkte olan bebe yakaların uçlarındaki güpürler ona eşlik ediyordu. Önünü süsleyen üç büyük beyaz düğmeyi ilikleyip elbisenin üzerinde parmak uçlarını gezdirdi. Elbisenin yumuşak dokusu parmak uçları arasında kayıp gidiyordu. Yüzünde silik tebessüm ev sahipliği yaptığında usulca yutkundu genç kız.Derin bir nefes alarak ördüğü saçlarını çözerken Gülce’nin odaya girmesiyle bakışları genç kızı bulmuştu. “Çok güzel oldun.” Suna genç kıza tebessümle bakarken çözdüğü saçlarını tarayıp ön kısımlarından aldığı tutamları arkadan birleştirdi. Masanın üzerindeki beyaz kurdelesini eline alarak arkadan bağladığı saçlarının üzerine bağladı. “Teşekkür ederim..” Gülce üzerine gül kurusu elbiseyi giyip kahverengi saçlarını tarayıp sırtına doğru saldı. Bakışlarını yatağın kenarında durgun bir şekilde oturan genç kıza çevirip gülümseyerek onuştu. “Hadi gidelim, annemler bekliyor.” Suna oturduğu yerden kalkıp Gülce’nin yanına doğru ilerleyerek odadan çıkıp kapının önünde onlar bekleyen amcası ve yengesinin yanına doğru ilerlediler. Kenarda duran ayakkabılarını ayağına geçirip kenarda Gülce’yi beklerken durgun bakan ela gözleri etrafta dolaşıyordu. Yağmur hafif hafif çiselemeye devam ederken insanlar bunu umursamadan köyün meydanına doğru gidiyordu. Gölce, Suna’nın koluna girip önden giden annesini ve babasının peşine takıldı. Suna yavaş adımlarla yanında genç kıza eşlik ederken adımları geriye dönmek için can atıyordu adeta. Köy meydanında toplanan kalabalığın arasında geçerek boş bir masaya oturup etrafta bakışlarını gezdirdiler şaşkınca. “Tüm köy buraya mı toplanmış ne.?” Diye sordu hasret hanım şaşkın sesiyle. Ahmet bey sırtını sandalyeye doğru yaslayıp başını ağır ağır salladı. “Bahri Karayavuz’un torunu, Devran Karayavuz o olacak o kadar.” Büyük kazanlarda kaynayan yemekleri yavaş yavaş dağıtan insanlar, köyün meydanını kaplayan kalabalığa yetişmekte zorluk çekiyordu. Suna derin bir nefes alarak başını önüne eğip dizlerinin üzerine koyduğu ellerini birbirine doladı. Üzerlerindeki brandaya vuran yağmur taneleri ona huzur verirken, insanların konuşma sesleri onu rahatsız ediyordu. Köyün meydanında duyulan araba sesiyle genç kız ağır bir şekilde yutkunup avucunun içine tırnaklarını geçirdi. “Geldiler.” Diye fısıldadı Gülce sessiz sesiyle. Suna yıllar sonra onunla aynı ortama girmenin körpe heyecanını yaşarken içindeki korkuyu görmezden gelemiyordu. “Selamün aleyküm, bu akşam buraya herkes neden toplandığımız biliyor. Torunum Devram hapisten çıktığı gün köyün meydanında ziyafet verdireceğim demiştim, torunum bugün o yerden çıktı ve ben o sözümü tuttum. Şimdi hepinize afiyet olsun.” Bahri beyin konuşmasından sonra herkes önündeki yemeği yemeye başlarken genç kız sessizce oturmaya devam ediyordu. Başını usulca kaldırdığında gözlerine değen kara gözler aldığı nefesin boğazında takılı kalmasına sebep olmuştu. O gözlerde gördüğü nefreti iliklerine kadar hissetmişti genç kız. Acı bir şekilde yutkunup titreyen dudaklarını birbirine bastırarak içindeki ağlama isteğini bastırmaya çalıştı. Genç kız gözlerini o kara gözlerden kaçırıp gözlerini yavaşça kapattığında gözlerinden bir damla yaş süzüldü. Yavaşça oturduğu yerden kalkıp ela gözlerini amcasına çevirdi. “Amca ben eve gitsem olur mu.?” Diye sordu titreyen sesiyle. Ahmet bey çattığı kaşlarıyla yeğenine bakarken başını usul usul salladı. “Git ama dikkatli ol, bizde geliriz birazdan.” Suna hızlı hızlı başını sallayıp arkasını dönerek yavaş adımlarla köyün meydanından uzaklaşmaya başladı. Yüzünü ıslatan gözyaşlarını elinin tersiyle silerken duyduğu bir zamanlar aşinası olduğu ses olduğu yerde durmasına sebep olmuştu. “Hapse girmeme sebep olup üzerine birde ziyafet yemeğimi yemeye mi geldi.?” Genç kız mühürlenmiş dudaklarını aralayıp konuşmak istedi lakin dudaklarının arasında tek bir kelam bile dökülmemişti. Yanına yaklaşan adım sesleri kulaklarına dolarken titreyen ellerini sıkıca kapattı. Yüzüne düşen yağmur damlaları gözünden akan gözyaşlarını saklamasına yardımcı oluyordu. Genç adamın adımları karşısında durduğunda yavaşça yutkundu genç kız. Ela gözleri onun kara gözlerinden köşe bucak kaçıyordu. “Gözlerin yine aynı bakıyor, masum masum. Oysaki buradaki tek suçlu sensin.” Diye konuştu genç adam sert sesiyle. Suna eğdi başını çekingen bir şekilde kaldırıp ela gözlerini onun kara gözlerine denk düşürdü. Gözlerinde gördüğü nefret tohumları genç kızın korkuyla yutkunmasına sebep olmuştu. “Devan.” Diye fısıldadı genç kız naif sesiyle. Kendini nasıl izah edeceğini bilmiyordu, dilinden hangi kelamları dökse karşısındaki adam onu dinlerdi bilmiyordu. Genç adam ruhsuz bakışlarını genç kızın üzerinde dolaştırdı ağır ağır, genç kıza doğru bir adım atarak sert sesiyle konuştu gecenin karanlığında. “Devran yok. Bu köyde herkes bana nasıl hitap ediyorsa sende öyle edeceksin. Sen, seni seven Devran’ı yıllar önce öldürdün.” |
0% |