
Yeni bölüm son kez sizlerle, hatalarım varsa kusura bakmayın. Keyifli okumalar dilerim. Lütfen oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin.🌸
Ağır ağır esen rüzgar solgun tenleri usulca okşuyor, onları düştükleri bu kabustan uyandırmaya çalışıyordu. Yüzleri saran korku şimdi ilmek ilmek tüm bedenleri sarmaya başlamıştı.
Hüzün ve acı birbirine kucak açmıştı çığlıkların yankılandığı gecenin karanlığında.
Devran sıkıca kolları arasındaki karısını sarılırken genç kızın ona sıkıca sarıldığını hissetti. Korkusunu gözlerinden görebiliyordu. Devran yavaşça oturduğu yerden kalkıp Suna’yı kucağına alarak sandalyesine bıraktı.
“Burada dur güzelim geleceğim.” Suna başını ağır ağır sallarken Devran hızlı adımlarla yerde yatan kardeşine doğru koştu. Yarasının üzerine bastırılan havlu kanını durdurmaya yetmemişti.
“Cüneyd.” dizlerinin üzerine sert bir şekilde yere düşerken titreyen elleriyle havluyu yaraya baştırdı. “bakmayın lan öyle bir şey yapın.”
Rüveyda ilk kez avazı çıktığı kadar ağlıyordu. Sesi ilk kez kulaklarda can buluyordu lakin onun canı gidiyordu.
“Cüneyd. Bana bak.”Rüveyda titreyen elleriyle genç adamın yüzünü elleri arasına alırken gözyaşları yüzünü ıslatıyordu.
Etrafa yayılan sesler kulakları delip geçiyordu. . Jandarma arabası ve ambulans arabası peş peşe konağın kapısında dururken komutan arabadan inerek en önde girdi konağa. Komutanın keskin bakışları konağın içinde dolaşırken sağlık çalışanları koşarak yerde yatan Cüneyd ve Azize’ye yardıma gitti.
“Fazıl bey.” Fazıl bey komutanın sorgulayan bakışlarıyla başını ona çevirdi. Ardından derin bir nefes alarak oğluna baktı. İbrahim bey çöktüğü yerde kanlar içinde yerde yatan oğluna baktı. Gözlerini ağır bir şekilde kapatıp titrek bir nefes aldı.
Altüst olmuş hayatları, bir viraneyi anımsatıyordu.
Daldığı rüyadan çok geç uyanmıştı. O rüya ondan sevdiklerini tek tek almıştı. Gözünden akan bir damla yaşla bakışlarını Devran’a çevirdi. Ona bir gençlik borçluydu. Ona veremediği baba sevgisi borçluydu. Lakin her şey için geç kalmıştı.
Ağır bir şekilde düştüğü yerden kalktı İbrahim bey. Ağır adımları komutanın yanında dururken ellerini ona uzattı.
“Ben yaptım, Azize Karayavuzu ben vurdum.” Fazıl bey acı dolu gözlerle oğluna bakarken, söyleyecek tek kelamı yoktu. Komutan tek kaşını kaldırıp başını ağır ağır sallayarak askerlerine işaret vererek İbrahim beyi götürmelerini istedi.
“Torununuz bu hale nasıl geldi?” Diye sordu komutan soğuk sesiyle. Fazıl bey bakışlarını yerde kanlar içinde yatan kadına nefret ederek baktı. Çenesiyle kısa biran onu gösterdi.
“O yaptı.” fazıl bey yorgun adımlara Suna’nın yanına gidip elini yavaşça omzuna koydu genç kızın ne denli korktuğunu görüyordu. İçi yansada direyetli olmalıydı, o dik durmasa geri kalanın eğileceğini biliyordu yaşlı adam.
Cüneydi koydukları sedyeyle ambulansa taşırken Rüveyda hızla onun yanına bindi. Sevdiği adamın elini biran bile bırakmıyordu.
Devran hızla Suna’nın yanına gelip onun arkasına geçti. Bakışları dedesi ve ağlamaktan gözleri kızaran kardeşine döndü.
“Dede, hadi arabaya geçtin.” Fazıl bey başıyla torunu onaylayıp kahyanın getirdiği arabanın ön koltuğuna oturdu. Devran genç kızı arka koltuğa bırakıp arabasını bagaja koydu. Seher ve Hatice hanımda Suna’nın yanına arka koltuğa oturduğunda Devran şoför koltuğuna oturdu. Arabayı çalıştırdığında kara gözleri sedyenin üzerinde diğer ambulansa taşınan kadına ilişti.
Babasının böyle bir şey yapmasını kimse beklemiyordu. Herkes tarumar olurken kimse Azizeye yardım eli uzatmamıştı, yaptığı hereyin bedelini ödüyordu.
Genç adam sert bir soluk alarak arabayı çalıştırıp hızla yola koyuldu. Araba bozuk yolda ilerlerken herkesin içinde bir korku yatıyordu, savruldukça savruluyor onları çaresiz bırakıyordu.
Seher ağlayarak başını yanındaki yengesinin omzuna koydu. Suna biran irkilsede sesini çıkarmadı. Elini yavaşça genç kızın elinin üzerine koydu.
“Abin iyi olacak.” diye konuştu narin sesiyle. Seher acıyla yutkunup gözlerini kapattı.
“Devran abimi vuracaktı, günlerdir delirmiş gibi aynı şeyi söyleyip duruyordu. Lakin en kıymetlisini kendi elleriyle ölüme gönderdi.” Devran elini sıkıca kapattı, direksiyonu kavramaktan parmak boğumları beyazlamıştı. Canını alacak kadar ondan nefret ettiğinin farkındaydı, ama kurşun yolunu şaşırmış sonunda o kurşunu kendi kalbine isabet ettirmişti.
Araba hastanenin önünde durduğunda herkes aceleyle inip hastaneye doğru koştular. Devran bagajdan çıkardığı tekerlekli sandalyeye genç kızı yavaşça bıraktı. Bakışları genç kızın durgun yüzünde dolaşırken, onun gördüklerinden etkilendiğinin farkındaydı.
Elleriyle Suna’nın yüzüne avuçlarının arasına aldı. Suna ela gözlerini Devran’ın kara gözlerine çevirip usulca yutkundu. Gözünün önünden gitmiyordu dakikalar önce yaşananlar.
“Sarı papatyam.” Diye konuştu devran sakin tutmaya çalıştığı sesiyle. Baş parmağı genç kızın yüzünü okşarken Suna ona dolan gözleriyle baktı. Titreyen dudaklarını birbirine bastırıp kollarını genç adamın boynuna doladı.
“Çok korktum, sana birşey olacak diye çok korktum.” Dudaklarının arasından kaçan hıçkırklara mani olmazken gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Devran sıkıca genç kıza sarılıp sakinleşmesini bekledi. Eli usul usul saçlarını severken kara gözleri gelen ambulansa takıldı. Ambulansın içinden çıkan kişiyi gördüğünde kalbi biran bile sızlamamıştı.
“İyiyim ben güzelim, ağlama hadi.” Suna usul usul burnunu çekip yavaşça başını sallayarak geriye çekildi. Elinin tersiyle gözlerindeki yaşları silip, yüzüne dökülen saçlarını kulağının arkasına koydu.
“Tamam, hadi onların yanına gidelim.” Devran ağır ağır başını sallayıp genç kızın arkasına geçerek onu yavaşça itmeye başladı. Keskin gözleri etrafı tararken kalbi acıyla sıkışıyordu. Kardeşinin en mutlu günü, bir daha asla hatırlamak istemeyeceği bir gün olarak kalacaktı hafızasında.
Adımları diğerlerinin yanında durduğunda sırtını duvara yaslayıp gözlerini sert bir şekilde kapattı. Suna elini geriye doğru uzatarak Devran’ın buz tutmuş elini kavradı. Devran elini saran eli sıkıca tutarak bakışlarını diğerlerine çevirdi.
Rüveyda annesinin omzunda ağlarken, Seher dedesinin kolunun altına sinmiş sessizce ağlıyordu. Genç adam ağır bir şekilde yutkunarak gözlerini kapattı. Belki gözlerinden yaş dökülmüyordu lakin o da ağlıyordu. İçindeki kasırga onu yerle bir ediyordu.
Başını geriye yaslayarak sessizce kapının açılmasını bekledi. Biliyordu kardeşi o kapıdan sağlam çıkacaktı. O güçlüydü, o onları bu kadar kolay bırakmazdı.
Saatler birbirini kovalayıp giderken o kapı bir türlü açılmamıştı. Genç adam sabırsızca volta atarken eliyle alnına düşen saçlarını geriye doğru itti. Tam konuşmak için dudaklarını aralayacağı enada ameliyatın kapısı açıldı.
Hepsi telaşla doktorun yanına koşarken doktor onlara yorgun gözlerle baktı. Yüzündeki maskeyi çıkarıp derin bir nefes aldı.
“Ameliyat başarılı geçti, kurşunu çıkardık hastanın durumu iyi ama uyanana kadar burada duracak ondan sonra normal odaya alacağız.” Devran sevinçle doktora sarılırken herkes gülümseyerek birbirine bakıyordu.
“Sağ olun. Ne zaman uyanır peki.?” diye sordu Devran geriye çekilip merakla bakarken, doktor ellerini ceplerine koyup bakışlarını onların üzerinde gezdirdi.
“Bu biraz hastanın bünyesine bağlı, bekleyeceğiz.” İleriye doğru bir adım atıp “geçmiş olsun tekrardan.” Doktor yanlarından sessizce geçip giderken koridorun diğer tarafındaki ameliyatın kapısı açıldı.
Ameliyattan çıkan doktor bakışlarını kısa biran etrafta gözdirip ilerde gördüğü kalabalığa doğru yürüdü.
“Azize Karayavuz’un yakınlarıydınız değil mi.?” Diye sordu doktor soğuk sesiyle. Herkes kara bir sessizliğe gömülürken Fazıl bey boğazını temizleyerek konuştu.
“Evet.” Doktor yavaşça yutkunup bakışlarını karşısındaki insanların üzerinde gezdirdi. Derin bir nefes alarak konuştu ardından.
“Maalesef, Azize hanımı kurtaramadık. Kurşun kalbine çok yakın bir yerden isabet etmiş, buraya geldiğinde ise çok kan kaybetmişti. Başınız sağ olsun.” Doktorun söyledikleriyle kimsenin yüzünde bir mimik oynamamıştı. Seher titreyen dudaklarını birbirine bastırıp başını abisinin göğsüne yasladı.
Devran kardeşine sıkıca sarılırken doktor dönüp gitmişti çoktan. Herkes hak ettiğini bulduğunu düşünüyordu, bu yüzden dudaklardan tek kelam dökülmezken Seher’in yinede kalbi acımıştı. Her şeye rağmen annesiydi ölen o kadın.
Dakikalar saatlere dönüşürken hastanenin buğulu camlarına çarpan yağmur damlaları gecenin karanlığına eşlik ediyordu. Herkes bir köşede yorgunca Cüneyd’in uyanmasını bekliyordu.
Suna, Devran’ın omzunda uyurken, Rüveyda üzerindeki gelinlikle sessizce annesinin yanında oturuyordu. Yorgun gözleri biran bile kapanmazken biran önce sevdiği adamın uyanmasını istiyordu.
Titrek bir soluk çekti cigerlerine. Ağlamaktan kızaran gözleri hastanenin camına döndüğünde dudaklarını usulca araladı. Yıllar önce unuttuğu sesini bugün yine hatırlamıştı, dudaklarından dökülen feryatlar hafızasından silinmiyordu.
“Uyan artık.” Diye fısıldadı kısık sesiyle. Kalbi bir boşluğun tam ortasında kalmıştı, o boşluk sevdiği adam uyanınca dolacaktı. Yorgun gözleri gecenin karanlığını izlerken ay yerini yavaş yavaş sisli bulutlara bırakıyordu.
Devran omzunda uyuyan genç kıza bakıp saçlarına bir buse kondurdu. Saatlerdir kıpırdamadan onun uyuyuşunu izliyordu. Ona bakarken bulduğu huzuru başka hiçbir şeyde bulamıyordu.
Elini yavaşça uzatıp genç kızın yüzüne düzen saçları geriye doğru attı. Kara gözleri yavaş yavaş onun yüzünde dolaşırken burnuna dolan kokuyla usulca yutkundu.
Suna huzursuzca yerinde kırpırdandığında Devran elini yavaşça geriye indirdi. Suna ela gözlerini Devran’ın kara gözlerin çıkarıp kısa biran ona baktı. Tutulan boynu yüzünde yüzünü hafifçe buruşturup yerinde doğruldu.
Üzerindeki kabana biraz daha sarılıp elini karnının üzerine koydu bebeğini hissetmek istercesine. Henüz çok küçüktü lakin orada olduğunu bilmek ona güç veriyordu.
“Acıktın mı.?” Diye sordu genç adam sessiz sesiyle. Suna omuzunu hafifiçe kaldırıp indirdi.
“Çok değil, bir gelişme varmı.?”
“Hayır, hala uyanmadı.” Ağır ağır başını sallayıp Devranı onaylarken gözleri onlara doğru gelen kahya Mahmuta takıldı.
Kahya Mahmut çekingen adımlarla Fazıl beyin önünde durup ellerini önünde birleştirdi.
“Beyim.” Nasıl diyeceğini bilmeyerek duraksadı. Bakışları etrafta dolaşırken usulca yutkundu. Fazıl bey kaşlarını hafifçe çatı konuşması için işaret verdi. “İbrahim beyim çıktığı mahkemede kasten adam öldürmeden hapis cezası aldı.”
Fazıl bey duyduğu kelamlarla acıyla yutkundu. Bu kelamları birgün işiteceğini evvela biliyordu lakin yinede kalbi fütursuzca acımıştı.
Dolan boğazını temizleyip sert bir şekilde yutkundu. Elindeki bastonunu yaslanarak ayağa kalktığında Seher sıkıca dedesinin kolundan tutuyordu.
“Kaç yıl.?” Diye sordu tarazlı sesiyle.
“10 yıl.” Ortamı saran sessizlik can yakarken, Devran yavaşça kalktı oturduğu yerden. Kalbi o adam için üzülmüyordu, kalbi dedesi için üzülüyordu. Onu böyle üzgün görmek onuda üzüyordu.
“Dede, iyi misin.?” Fazıl bey ağır ağır başını sallayıp usulca oturdu kalktığı yere.
“İyiyim oğlum, iyiyim.” iyiyim desede iyi değildi, bunu herkes biliyordu ama kimse birşey diyemiyordu. Seher üzgünce baktı abisine.
“Sana yaptıkları kötülüğün bedelini ağır bir şekilde ödediler abi.” Diye konuştu yorgun sesiyle. Devran dudaklarının üzerinde beliren silik gülüşle baktı kardeşine, gözlerindeki kırgınlığı kimse görmemişti bu zamana kadar.
“Zamanında bende ağır bir şekilde ödemiştim, hemde yapmadığım bir suçun bedelini.” Soğuk sesiyle konuşup arkasını döndüğünde ameliyathanenin kapısı açıldı. İçeride çıkan hemşire onlara doğru ilerleyip yanlarında durdu.
“Hasta uyandı birazdan normal odaya alacağız burada daha fazla durmayın lütfen odasının olduğu tarafa geçin.” herkes sevinçle birbirine bakarken Rüveyda sevinçle annesine sarıldı.
“Uyanmış.” Diye fısıldadı kısık sesiyle. Herkes yavaşça Cüneyd’in alınacağı odanın olduğu tarafa giderken kahya Mahmut elindeki poşeti Rüveyda’ya uzattı.
“Fazıl beyim size getirmemi istemişti.” Rüveyda hafifçe gülümseyerek aldı kahyanın elindeki poşeti. Başını sallayıp onu onayladığında kahya Mahmut Fazıl beyin peşine takılmıştı.
Herkes sabırsız bir şekilde Cüneyd’in odaya getirilmesini beklerken Fazıl bey Kahya Mahmut’u Azizenin cenazesini sessizce kaldırmak için görevlendirmişti. Sessizce selası okunmuş, yine sessizce gömülecekti.
Rüveyda odanın önüne doğru ilerlerken üzerindeki elbiseyi düzeltiyordu. Aceleci adımları birbirine dolşarıken sedyenin üzerinde götürülen adamı gördüğünde sevinçle ismi döküldü dudakları arasından.
“Cüneyd.” Genç adam duyduğu sesle yorgun gözlerini araladı. Bu sesi dün bayılmadan önce duymuştu kulakları. Zihni bu sese alışık olmasada dudakları ağır bir şekilde kıvrıldı, elbette bu sessin sevdiğinin sesi olduğunu anlamıştı. Gözleri huzurla kapanırken usulca uykundu.
Genç kız hızla koşarak genç adamın yanına gitti, sıkıca elini tuttuğunda görevliler ona engel olmaya çalışıyordu.
“Cüneyd, iyi misin.?” Genç adam gülümseyen gözlerle baktı sevdiği kadın. Ne çok beklemişti bu sesi duymayı. Genç kız babası öldüğü zaman suskun olmuştu bu dünyaya, zihnine yerleşen görüntüler onu sessizliğe gömerken o sessizlikten sonunda çıkmayı başarmıştı Rüvayda.
“İy.. iyiyim.” Diye konuştu genç adam yorgun sesiyle. Elini tutan narin eli sıkıca kavrayıp usulca gülümsedi genç kıza. Görevliler Rüveydayı kenara itip Cüneydi odasına götürmeye devam ettiler.
Cüneyd'in odasına gelmesiyle herkes ona ilgi dolu gözlerle bakıyordu. Herkes iyi olup olmadığını soruyordu. Odanın kapısı açılmasıyla herkesin bakışları oraya döndü.
“Lütfen bir kişi haricindeki herkes odayı boşaltsın.” Doktorun kızgın sesiyle istemeye istemeye çıktılar odadan. Rüveyda’yı Cüneyd’in yanına bırakıp geri kalan hepsi konağa geri dönmüştü.
Devran kucağındaki karısıyla ağır ağır merdivenleri çıkarken Suna yorgun bir şekilde başını onun omzuna yasladı.
“Kendimi çok yorgun hissediyorum.” Diye fısıldadı Suna yorgun bir şekilde. Devran onun saçlarına kısa bir öpücük kondurup odalarına girdi. Ayağıyla kapılarını kapatıp. Ağır adımlarla banoya ilerledi.
“Kısa bir duş alıp ardından güzel bir yemek yiyip uyuyorsun, yoruldun.” Ayarladığı sıcak suyun altına genç kızı koyup üzerindeki kıyafetleri çıkardı. Saçlarını nazik bir şekilde yıkarken Suna uykulu gözlerle ona bakıyordu.
“Üzüldün mü hiç, yani ona baba..” devran genç kızın sözünü yarıda kesip saçlarını duruladı yavaşça.
“Hayır, zamanında bana kimse üzülmemişti. Birgün olsun elimden tutmadı o adam, ben her zaman bir köşede kalan oldum. Ama yinede şaşırdım yalan yok, böyle bir şey yapmasını asla beklemiyordum.” Genç kızın üzerine havlusunu sarıp saçlarının hafifçe nemini alıp havluyu sardı.
Sunayı kucağına alarak odalarına döndüğünde onu koltuğun üzerine bıraktı. Dolaptan aldığı kıyafetleri yavaşça ona giydirirken genç kız utansada artık alışmaya başlamıştı bu duruma.
Devran genç kızın üzerini giydirip ellerinde tutarak onu ayağa kaldırdı yavaşça. Suna gülümseyerek titreyen bacaklarını zorlayarak bir adım atmaya çalıştı. Adımı küçükte olsa sonunda başarmıştı.
Ela gözlerini şaşkınlıkla büyütüp heyecanla baktı sevdiği adama.
“Devran, gördünmü adım attım.” Devran gülümseyerek başını salladığında Suna kollarını onun boynuna sardı. “Senin sayende eğer sen bana bu kadar destek vermeseydin, ben çoktan pes etmiştim.”
Devran sıkıca karısına sarılıp boynuna derin bir öpücük bıraktı. Kokusunu derince içine çekip boğuk çıkan sesiyle konuştu.
“Pes etmezdin, sadece tek başına olmak seni yorardı. Senide bebeğimizde her daim koruyacağım güzelim” onu yavaşça koltuğa oturup usul usul taradı saçlarını içindeki sevgiyle. “bekle yemek getireceğim.” Genç adam odadan çıkıp giderken Suna gülümseyerek elini karnına koydu.
“Sana söz bebeğim, sen doğana kadar yürümüş olacağım.” Parmakları usul usul karnında gezinirken içindeki umudu diri tutuyordu, o umut ona güç veriyordu.
Odanın kapısı açılmasıyla bakışlarını oraya çevirdi. Devran elindeki tepsiyle odaya girip ardından kapıyı kapattı. Büyük tepsiyi genç kızın önündeki masaya bırakıp onun karşısındaki koltuğa oturtup kaşlarıyla tepsiyi gösterdi.
“Başla hadi, bunlar bitecek.” Suna parayan gözleriyle yemeklere bakıp heyecanla çatalı eline aldı. En son dün sabah düzgün bir şey yediğini hatırlıyordu, Devran ona sürekli bir şeyler alsada hastane yemekleri pek güzel olmuyordu.
Devran hafifçe gülümseyerek kendisi için koyduğu çatalı eline alarak genç kıza eşlik etti. Yenilen yemeklerin ardından, güzel bir uyku için yataklarına geçtiler. Suna yorgunlukla gözlerini kapatırken Devran onu kendisine çekerek sıkıca sarıldı.
“Seni seviyorum, sarı papatyam.” Suna duyduğu kelamalarla hafifçe gülümseyip uykulu sesiyle mırıldandı.
“Bende seni.”
Aradan günler geçmiş Cüneyd hastaneden taburcu olmuş, yarası çoktan iyileşmeye yüz tutmuştu. Rüveyda ona iyi bakabilmek için etrafında pervane olurken Cüneyd fazla ilgiden biraz şımarmıştı adeta.
Sevdiği kadının sesini her sabah uyandığında duymak ona güç veriyordu. Onu her gördüğünde, gözleri her onun gözlerine değdiğinde kalbi ilk günkü gibi atıyordu.
Düğün günü olanları dedesi ona anlatmıştı. Annesinin öldüğünü, babasının hapse girdiğini. İlk duyuğunda kalbinde hissettiği ince sızı boğazını düğümlemişti. Eğer sevdiği kadının önüne geçmeseydi onu vuracaktı annesi, lakin yinede kalbi kısa biran sızlamıştı.
Annesinin gözlerini kör eden hırsı onu canından etmişti.
Derin bir nefes alarak bakışlarını abisine ve yengesine çevirdi. Devran, Suna’nın kollarından tutmuş onu yürütmeye çalışıyordu. Bu kızın başına gelen onca şey annesi yüzündendi, kalbi o kadar kötülükle dolmuştu ki masum bir insanı öldürmeyi göze alabiliyordu.
Babası en başta onları annesinin kötülüklerinden korusaydı, bunca yaşananlar yaşanmamış olacaktı. Bunca acı çekilmemiş olacaktı.
Gözleri abisinin yengesine bakarken parlayan gözlerine takıldı. Gözler ona bakarken her daim parlıyordu. Birbirlerini ne kadar çok sevdiklerini anlamak için gözlerine bakmak yeterliydi.
“Bunu iç hadi.” Cüneyd daldığı düşüncelerden Rüveyda’nın ince sesiyle çıkmıştı. Sert bir soluk alarak aldı elindeki bardağı. Yine ıhlamur yapmıştı ona, sevmesede o üzülmesin diye içiyordu sesini çıkarmadan.
Rüveyda genç adamın yanına oturup Cüneyd’in baktığı yere baktı. Başını omzuna yaslayıp hafifçe gülümsedi.
“Birbirlerine çok aşıklar.” Cüneyd hafifçe gülümseyip dudaklarını genç kızın saçlarına bastırıp sessizce fısıldadı.
“Bende sana çok aşığım.” Rüveyda utanarak yanakları kızarırken sessiz kalmayı seçmişti. Bu arsız adam her bulduğu fırsatta onu utandırmayı başarıyordu.
Fazıl dedenin gelmesiyle herkes bir araya toplanıp huzur içinde akşam yemeklerini yerken yüzlerde sıcak bir gülümseme vardı. Huzur ve güven dolu bir akşam yemeği olmuştu onlar için.
10 yıl sonra…
Yüzerdeki gülümsemeyele herkes koşuştururken tatlı bir telaş vardı herkesin içinde. Fazıl dede oturduğu sandalyede yüzündeki gülümsemeyle izliyordu torunlarını.
Elif yavaş adımlarıyla koşarak Fazıl dedesinin kolları arasına girmişti. Fazıl dede onu kucaklayarak dizinin üzerine oturtup yanağına bir buse kondurdu.
Bugün, Devran’ın oğlu Ömer’in sünnet düğünü vardı. Herkesin telaşı bundandı.
“Dede bunlar neden kep koşuyor.?” diye sordu Elif anlamadığını belli ederek. Bakışları annesi ve babasının üzerinde gidip geliyordu. Babası sürekli amcasına bir şeyler tarif ederken annesi Rüveyda yengesiyle hazırlık yapmaya devam ediyorlardı.
“Kardeşinin sünnet düğünü var ya bugün güzel kızım.” kaşları biraz çatılırken sünnet düğünün ne olduğunu anlamaya çalışıyordu kendi içinde. Konuşmak için hazırlanırken kuzeni koşarak ona doğru geldi.
“Elif, hadi gelsene.” Meryem, Elif’in elinden tutup götürmeye çalışırken gücü ona yetmiyordu. Elif, Meryem’den 3 yaş büyüktü.
Fazıl dede, diğer dizinede Meryemi koyup onları kolları altına aldı. Torunlarının canları onunda canıydı. Yıllardır giderek büyüyerek, huzur içinde yaşayıp gidiyorlardı. Devran ve Suna’nın iki tane çocuğu olmuş, Cüneyd ve Rüveyda’nın ise ikincisi yoldaydı.
“Dede hedi, sünnetçi geldi.” Devran dedesini yanına gelip ona seslenirken yaşlı adam yavaşça oturduğu yerden kalktı. Ömer korkuyla annesinin boynuna sarılırken Suna dolan gözlerle Devrana bakıyordu.
“Oğlumun canı yanarsa seni yakarım Devran.” Genç kız hafifçe kaşlarını çatarak konuşurken Cüneyd bıyık altından yengesinin bu dediğine gülüyordu. Devran elinin tersiyle kardeşinin karnına vurdu.
“Gülem len.” Sert sesiyle konuşup tek kaşını kaldırıp baktı güzeller güzeli karısına.
“Benim suçum ne?” Suna omzunu hafifçe kaldırıp indirdi. Devran oğlunu kolları arasına alırken Rüveyda kızının kolundan tutarak Suna’ya baktı.
“Gel şöyle oturalım.” Suna hafifçe başını sallayıp arkalarındaki sandalyelere oturdular yavaşça. Rüveyda şiş karnına tutarken, Suna yanına oturan kızını kolları arasına alarak sarıldı.
“Prensesnim.” Elif gülümseyerek annesine bakıp onda annesine sarıldı. Suna yıllar evvel söz verdiği gibi kızı doğmadan yürümüştü. Devran’ın ona verdiği destek sayesinde başarmıştı bunu.
Onu ilk kez kucağına aldığında hissettiği duyguyu hatırladı. Kalbinin daha evvel öyle fütursuzca attığını hatırlamıyordu Suna. Öyle güzel, öylesine derin bir sevgiydi. Sonra o sevgi giderek büyüdü, oğlu oldu. Ve o sevgi tamamlandı.
Ela gözleri uzun zamandır mutlulukla gülüyor, kalbi sevgiyle atıyordu. Derin bir nefes alarak bakışlarını Devrana çevirdi. Sevdiği adam, ilk ve son aşkına.
Birbirilerine olan sevdaları hiç eksilemişti, aksine her yeni gün katlanarak büyümüştü. Ela gözleri onun güzelliği karşısında hülyalara dalarken gözleri uzakta onları izleyen bir sima gördü.
Kaşları hafifçe çatılırken, kalbi telaşla atmaya başladı. Bakışları hemen yanında oturan Rüveyda’yı bulurken genç kızı koluyla dürtüp başıyla ileriyi gösterdi. Yavaşça oturduğu yerden kalktığında etrafı bir alkış sarmıştı.
Sünnetci gülümseyerek oğluna bakarken oğlu dolu gözlerle babasının kollarına sığınmıştı.
“çocukların yanında dur.” Rüveyda usulca başını salladığında Suna Devranın yanına doğru ilerledi. Adımları onun yanında durduğunda genç adam Suna’nın yüz ifadesinden bir şeyler olduğunu anlamıştı.
“Ne oldu.?” Diye sordu tek kaşını kaldırarak. Suna usulca yutkunup çenesiyle arkasını gösteri. Devran omzunun üzerinden arkasına baktığına onu gördü… yıllardır görmediği babasını.
İbrahim bey bugün hapisten çıkmış ve adımları doğruca onu buraya getirmişti. Yıllardır hasret kaldığı yüzlere özlemle bakarken kalbi savrulup duruyordu. Yıllar ondan çok şey alıp gitmişti. Saçları, sakalları beyazlamış yüzü çökmüştü.
Devran durgun gözlerle karşısındaki adama bakarken ne kadar çok değiştiğini düşündü içten içe. Bir kez olsun ziyaretine gitmemişti, ayakları onu oraya götürmümişti lakin her hafta giden dedesi onlara onu anlatırdı.
Fazıl bey oğlunu gördüğünde özlemle kollarını açtı ona. Baba oğul özlemle sarılırken diğer herkes şaşkın ve bir o kadar durgundu.
İbrahim bey çekingen gözlere baktı Devrana. Yaptığı yanlışları çok geçte olsa anlamıştı, bu eve girmeye yüzü yoktu. Devran isterse, kal derse kalırdı aksi takdirde kalamazdı.
Cüneyd içindeki çelişkiye rağmen babasına sarılıp elini öptü, yüzünden nasıl pişman olduğunu görebiliyordu. Rüveyda ise kocasının peşine elini öpmüştü ibrahim beyin.
İbrahim bey çekingen gözlerini etrafta gezdirip sünnet çocuğuna baktı. Ömer şaşkın gözlerle karşısındaki adam bakarken İbrahim bey adeta Devran’ın küçüklüğüne bakıyordu. Tıpkı ona benziyordu.
“Baba, bu amca kim.” Diye sordu Ömer meraklı sesiyle. Devran büründüğü sessizlikten çıkıp elini tutan kızının elini tuttu.
“Deden. Yıllar evvel gittiydi… şimdi geri gelmiş oğlum.” Diye konuştu durgun sesiyle. Fazıl bey ılımlı gözlerle baktı torunun gözlerine, aslında bakışları ne demek istediğini anlatıyordu Devrana. Devran derin bir nefes alarak Suna’nın elini tuttu.
“Aile fotoğrafı çekilecektik… tam zamanında gelmiş deden oğlum.” Devran karısını ve kızının elinden tutarak oğlunun yanına geldiğinde Suna, Ömer’in diğer tarafına geçerek oturdu. Devran ise Elifi kucağına alarak büyük yatağın kenarına oturdular.
Diğer herkes yüzlerine yerleşen tebessümle yerlerini alırken Seher son anda yetişmişti. İlk önce şaşırsada hızla kollarını babasının boynuna sarıp ona sıkıca sarıldı. Evlenip gideli dört sene olacaktı ve onunda bir oğlu olmuştu.
Fazıl bey'in işaretiyle herkes yerini almıştı. Cüneyd abisinin yanına geçmiş karısı ve kızı yanında duruyordu. Seher, Suna’nın yanında dururken oğlun elini tutuyordu. İbrahim bey Seherin yanında sessizce dururken Fazıl bey yatağın önündeki taburede oturuyordu.
Herkesin yüzünde içten bir gülümseme vardı, mutluluk onları kucaklarken onlarda bu mutluluğa sıkıca sarılmış, bırakmıyordu.
“Seni seviyorum sarı papatyam.” Diye fısıldadı kısık sesiyle. Suna utansada gözlerini müptelası olduğu o gözlerden ayırmadı.
Devran elini uzatarak sevdiği kadının elini sıkıca tuttu. Bakışları onun ela gözlerinde kaybolurken fotoğrafçı düğmeye basmış onların bu güzel anını ölümsüzleştirmişti.
Vesselam.
Bir hikayenin daha sonuna geldik. Baştan itibaren beni destekleyen herkese çok teşekkür ederim. Umarım severek ve sıkılmayarak okuduğunuz bir hikaye olmuştur, başka hikayelerde görüşmek üzere. Sevgiyle kalın.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |