Yeni Üyelik
20.
Bölüm

20. Bölüm

@eminefuruncu

 

Hatların varsa kusura bakmayın, keyifli okumlar dilerim pedalizlar.

Gözlerimi ağır ağır kapatıp yine aynı uyuşuklukla açıp karşımdaki toprak gözlü adam baktım sakince, kalbini kırıp en ufak parçaya ayırdığım güzel adama, üzülmeyi zerre kadar hak etmeyen adama. Kalbini ellerimin içerisine bırakmıştı, bana olan güveni benim kendime olan güvenimden daha fazlaydı.

Dünya o gece bir ağlayışa, bir haykırışa gebe kalmıştı ama o ağlayışı kimse duymamıştı, o geceye tutuklu kalmıştık biz fark etmeden.

Üzgün bir şekilde dudaklarımı birbirine bastırıp elimi çenemin altına koyarak dolmuş gözlerle ona baktım, tüm efendiliğiyle dersi anlatıyordu ama ben dersi dinlemek yerine onu izliyordum. Ondan gitmek istemiyordum bunu üç gün önce karanlığın hüküm sürdüğü o gece anlamıştım, karanlık geceye değil kalbime çökmüştü, ondan gitmek istemeyişime rağmen gitmek zorundasın diye haykıran kalbime çöküp beni içten içe ezip hüküm sürüyordu zaferle kara gece.

Tam üç gün geçmişti o geceden sonra. Öyle kırgın, öyle üzgün bakıyordu ki bana aklım ve kalbim arasında kalmama sebep oluyordu toprak gözleri. Derin bir nefes alıp sıranın arkasına yaslandım, düşünmekten delirmeme ramak kalmıştı, beynimin içindeki kurtçuklar düşünmemi engelliyordu.

Elime sıranın üzerine bıraktığım kalemi alıp onu izlemekten tek kelime yazamadığım deftere onun resmini çizmeye başladım fark etmeden, elindeki kalemi küsünün üzerine bırakıp kollarını göğüs hizasında birbirine doladı bedenini kürsüye yaslarken. Yapbozun en güzel parçası gibi duruyordu adeta karşımda , ellerimden düşüp kaybolacak en güzel ve en önemli yapboz parçası.

Bakışlarım defterin üzerine indi usulca, çizdiğim resme bakarken dudaklarım burukça yukarıya kıvrıldı, resim yeteneğimin iyi olması beni ilk kez bu kadar mutlu etmişti, yüzünün her hattını çizerek hafızama kazıdım.

Yaklaşan adım sesleriyle başımı yavaşça kaldırıp baktım, Ali bana doğru geliyordu. Hızla defterin sayfasını değiştirmek için hamle yaptığımda elimdeki kalem parmaklarımın arasından su misali süzülüp yere düştü. Tek kaşını hafif kaldırarak bir bana birde önümdeki resme bakıyordu, yakalanmanın vermiş olduğu utançla gözlerimi kaçırarak ona baktım, yere düşen kalemi alıp defterin boş kısmına bir şeyler yazmaya başladı, yazdığı şeye değil ona bakıyordum. O kesinlikle bulunması zor bir yapboz parçasıydı. Bakışlarımı ondan ayırıp benim yazımdan daha güzel olan yazısını okudum.

'Beni incelemeyi bırak da dersi dinle, evde incelemen için bolca vaktin olacak.'

Utançla başımı öne eğdim, rezilliğin dibini sıyıra sıyıra yaşamıştım resmen az önce. Derste bir kere bile bana bakmayan adam nasıl oldu da onu izlediğimi fark etti? Adım sesleriyle uzaklaştığını anlayıp tuttuğum nefesimi bıraktım.

Başımı kaldırarak ona baktım çekingen gözlerle elinde tuttuğu kalemle tahtadaki yazıları göstererek bir şeyler anlatıyordu ama ben anlamıyordum, aklımı derse veremiyordum.

Sınıftaki herkesin çıkmaya başladığında dersin bittiğini anlayıp sıkıntıyla nefesimim serbest bırakıp deve kuşu gibi başımı sıraya gömdüm.

İnsanın doğasında vardı sevmek, sevilmek. İnsan sevince karşılığını bekliyordu, sevdiğinin her an yanında olmasını istiyordu, gitmesin istiyordu, tüm bunlar kan pompalayan kalbimizin daha hızlı atmasını sağlarken bu yaman çelişki nedendi? nedendi bu kabulleniş, bu pes ediş? Bu sorunların cevabı kalbime kezzap döküp kalbim yakmıştı ama ben yakmasını istemiyordum, ben onu görünce hızlansın istiyordum, imkansız bir şekilde.

Omuzumun hunharca sarsılmasıyla kaşlarımı çatarak omuzumu sarsan kişiye baktım başımı sıradan kaldırmadan, kahverengi uzun saçları, kahverengi gözleri olan bir kız bana gülümseyerek bakıyordu, anlamayan gözlerle ona baktım.--

''Selamün aleyküm.'' Kaşlarım kendiliğinden bir yay misali havaya kalktı, bu okulda karşılaştığım en samimi tanışmayı yaşıyordum şuan. Başımla selamını alıp sessizce fısıldadım.

''Aleykümselam.'' Kız gülümseyip elini samimi bir şekilde bana uzattı, gözlerim eli ve yüzü arasında mekik dokuyordu, diğer insanların bakışları gibi bu bakışlarda alay yoktu, bu bakışlar samimiyet barındırıyordu ya da ben öyle inanmak istiyordum.

''Ben Elif.'' Havada asılı kalan elini tereddütle tuttum, insanlara olan güvenim babam tarafından yok edilmişti elimi yaktığı gibi yakmıştı güvenimi, gözlerimin içine bakarak bir an bile tereddütte düşmeden.

''Sare.'' Dudaklarıma zorda olsa yerleştirdiğim yalancı tebessümle elini sıktım,

''Biliyorum canum adınu ama sen benimkini bilmeysin diye baştan tanuşalum dedum.'' Elimi elinin içinden çekip anladığımı belirtircesine başımı salladım ahenk içinde.

''Niye buzhane balığı gibi bakayisun.?'' Şaşırmıştım, şaşkınlığımı her zerremde hissedercesine şaşırmıştım, bana samimi davranan kişilerin sayısı bir elin beş parmağını geçmezken bu kızın bana bu denli samimi davranması beni şaşırtmıştı, başımı önüme eğip parmak uçlarımda ve avuçumun kesim kesim yanık izi kalan yerlerde gezdirdim bakışlarımı.

''Ben şaşırdım da biraz.''

''Neden? insanlarun tanişmasi gayet normal bir şey halbuki.'' Doğru normal bir şeydi ama arkadaş canlısı olmayan, insanlara güveni kalmayan ben için oldukça anormaldi.

''Arkadaş olabiliruz benca.'' Tek kaşımı kaldırarak ona baktım.'' Neden.?'' Şaşırarak bakan bu kez o olmuştu.

'' Nasul neden? u zamana kadar arkadaş olduklarımı yemedum korkma yemam senu.'' Dudaklarım hafifçe yukarıya doğru kıvrıldı istemsizce.

''Kusura bakma pek arkadaş canlısı değilim o yüzden ne diyeceğimi bilemedim.'' Bakışlarım sınıfta dolaşmaya başladığında gözlerini kırpmadan bana bakan Yiğitle göz göze geldim, bu çocukta beni rahatsız eden bir şeyler vardı, soğuk ve sert bakışları ondan korkmama neden olsa da bakışlarımı ondan çekmeden cesur bir savaşçı gibi baktım gözlerine, kolumda hissettiğim acıyla bakışlarım Elif'e kaydı, bir şeyler diyordu ama anlamıyordum.

''Sen beni dinleyi misun.?''

''Şey dalmışım kusura bakma.'' Başını sallayıp, çantasını alarak kalktı sıradan, eliyle kalkmam için işaret verdiğinde anlamayarak ona baktım.

''Hadi kafeteryaya gidelim susuzluktan dilim damağum kurudu.'' Uyuşuk hareketlerle sıradan kalktığımda sınıfa adını bilmediğim bir kız girdi.

''Arkadaşlar Yusuf hoca dersi iptal etti, iletmemi istedi.'' Elif heyecanla koluma vurup gülümsemesini yüzünün her zerresini yayarak konuştu heyecanlı sesiyle.

''Oh valla hiç o adami dinleyecek havada değiludum.'' Onun bu haline gülümseyip, kitaplarımı ve çantamı alıp çıktık sınıftan.

''Aslen nerelusun.?''

''Buralıyım Trabzonlu.'' Tek kaşını yukarıya kaldırıp inanamıyormuş gibi baktı yüzüme.

''Essah mi.?'' Dudaklarımın üzerinde oluşan cansız gülümsemeyle ona bakıp başımı olumlu anlamda salladım.

''Essah.''

'' Yani hiç buranın şivesiyle konuşmuyorsun da ondan sordum yanlış anlama.'' Merdivenleri inip kafeteryaya doğru yürümeye başladık üşengeç adımlarla.

''Ben küçükken pek dışarıya çıkmazdım çevremde de şiveyle konuşan bir iki insan vardı, sanırım ondan dolayı.'' Anlam veremeyen gözlerle yüzüme bakıyordu.

''Neden dışarıya çıkmayudun ki .?''

''Hayat şartlarım öyleydi.'' Dudaklarını birbirine bastırıp başını salladı, adımlarımız yavaşça durduğunda kafeteryaya geldiğimizi fark ettim.

''Sen al gel bekliyorum seni.'' Yanımdan uzaklaşmasıyla Ali'ye haber vermediğim aklıma geldi, telefonumu çıkartıp onu arayıp açmasını bekledim, ikinci çalışta açmıştı.

''Efendim pedalizam.'' İçime doğru sıcak bir şeyler akmıştı pedalizam dediğinde, patlayan volkanın lavları içimi yaktı.

''Şey ben...'' Ne için aradığımı unutmuştum o an, hafızam silinmiş gibi ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilemedim. '' Hoca dersi iptal etmiş de onu diyecektim.'' İçimde bir yerlere sıkışıp kalmış sesimi bulup güç bela konuşmuştum adeta.

''Tamam, arabanın yanında bekle geliyorum.'' Görmese de başımı olumlu anlamda salladım.

''Tamam.'' Telefonumu çantama esnada Elif kaşları çatık bir şekilde yanıma geldi, bir şeye sinirlenmişti sanırım.

''Adam alti üsti bir su vercak, bir saate zor geturdu suyu sanki git dağdan al dedum suyu tövbe tövbe.'' Suyundan bir yudum içip bakışlarını bana çevirdi.''Benim eve gitmam gerek Sare nenem çağirdi.''

''Sorun değil bende eve gidecektim zaten.'' Anlam veremediğim bir şekilde gülüp koluma vurdu eli bayağı ağırdı öyle ki vurduğu yer sızlamıştı.

''Ali hocayla mi.?'' Fakülteden çıktığımızda durup ona baktım gözlerimi kaçırarak.

''Evet neden ki.?'' Diye sordum anlamadığımı belirtircesine.

''Hiç canum öylesine sordum. Aaa bak geliyi ben kaçar yarun görüşüruk.'' Panikle arkamı dönüp ona baktım, yanında adını bilmediğim bir hocayla konuşarak bana doğru geliyordu. Bakışlarımı ondan çekip az ileride sırtı bana dönük bir şekilde telefonda konuşan Yiğit'e sabitledim, panikli bir şekilde konuşması gözüme takılmıştı.

''Peki edendim en kısa sürede size onu getireceğim.'' Telefonu kapatıp bir anda bana dönmesiyle panikle bir adım geriye attım, çok ürkütücü bakıyordu beni avını yakalamak isteyen bir kaplan gibi, ama neden? Neden bunu yapmak istesin ki?

Aklıma bir anda Volkanın bahsettiği ajan geldi, o kişi Yiğit olabilir miydi. Olmaması için hiçbir sebep yokken olması için bir çok sebep vardı, insanlara güvenim yanarak yok olduğu için herkes gözümde ajan olabilirdi. Kolumda hissettiğim kemikli parmaklarla korkuyla yerimden sıçradım.

''Korkma benim pedaliza.''Derin bir nefes alıp ona baktım, anlam veremeyerek bana bakıyordu. Başımı Yiğit'in olduğu tarafa çevirdiğimde orada olmadığını fark ettim.

Ali omuzlarımdan tutarak beni kendisine çevirdi yavaşça, rüzgarda uçuşan asi saçlarımı kulağımın arkasına koyup erkeksi sesiyle fısıldadı.

''Ne oldu.?'' Sesindeki telaş içimi titretmişti. Bu kadar güzel sevme, bu kadar güzel bakma be adam diye fısıldadı içimdeki ses, onun bu bakışları beni sıcakta kalmış buz gibi eritiyordu.

''Bir şey olmadı sadece daldım biraz.'' Ona Yiğit'ten şüphelendiğimi söylemli miydim bilmiyorum. Beynim işlevini yitirmiş bir saat gibi durmuştu, çalışmıyordu.

''Öyle diyorsan öyledir, hadi gidelim bizimkiler evde bekliyor.'' Elimden tutup arabaya doğru yürümeye başladık sakinçe.

''Neden ki? Bir şey mi oldu.?''

''Hayır, Buğlem' in doğum günü bugün bensiz kesmek istemiyormuş pastasını.'' Dudaklarım hafifçe yukarıya doğru kıvrılırken ona baktım.

''Pekte seviyor sevi.'' Bakışları kısa bir an bana kaydı, gülümseyerek bana bakıyordu yanaklarında oluşan gamzelerde kaybolmak istedim o an.

''Neden gülüyorsun.?'' Kaşlarım kendiliğinden çatılmıştı, sorumu cevapsız bırakıp arabaya bindiğimizde eve gidene kadar aramızda sessizlik hüküm sürmüştü, acı bir çığlık gibi yayılıyordu acımasızca her yere.

Eve geldiğimizde her tarafı balonlarla süsleniş salonda herkesin bizi beklediği fark ettim, Ali'nin polis arkadaşı Murat bile gelmişti. Buğlem babaannesinin kucağından kalkıp koşarak Ali'ye geldi, Ali yere çömelip Buğlemle aynı boya geldiğinde Buğlem kollarını Ali'nin boynuna dolayarak heyecanla konuştu.

''Amca neden bu kadar geç geldin.?'' Buğlemi kucağına alıp ayağa doğrulup masanı üzerinde duran kocaman pastaya doğru ilerledi. İçimde oluşan buruklukla onlara baktım beni hiçbir zaman doğum dünüm böyle kutlanmamıştı, hiç hediye almamıştım, hiç pastanın üzerinde ki renkli mumlara üflememiştim, hiç çilekli üzerinde resim olan o pastalardan yememiştim. Doğduğuma lanet eden babamdan tüm bunları yapmasını beklemek neydi acizlik mi? Eğer öyleyse ben acizin en önde gelen en aciz insandım. Her doğum günümde bana çilekli pasta alsın diye camın önünde beklemem, ama hiçbir zaman almayan babama karşı acizlikten ölmüş bir kız çocuğu olmuştum, beni öldüren öz babamdı.

Dolmuş gözlerimi engellemek için dudaklarımı birbirine bastırıp başımı başka yöne çevirdim. Ayşe hanım dolmuş gözleriyle içimde bir yerlerde saklanmış ölümü bekleyen kız çocuğunun gözlerini doldurmuştu. Neden ona baktıkça anneme bakıyormuşum gibi hissediyordum, neden onu görünce ağlamak istiyordum?, neden onu görünce sıkıca sarılmak istiyordum?

Dolmuş gözlerle yavaş adımlarla yanına gidip koltuğun boş kısmına oturdum usulca. Yorgun bakışları yüzümde dolaşıyordu dolan gözlerime inat ona bakarak tebessüm ettim, onu üzmek istemezdim.

''Sarılmak ister misin güzel kızım.?'' Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı olumlu anlamda salladım, kolunu yan tarafına doğru açıp sarılmamı bekledi ona biraz daha yaklaşıp sıkıca sarıldım, ellerini saçlarımda gezdirip sessizce iç, konuşmadığım halde ne hissettiğimi anlamıştı.

''Üzülme güzel kızım üzülme yaşadığın acıların hepsini birlikte saracağız.'' Başımı olumlu anlamda sallayıp başımı boyun boşluğunu yaslayıp sarılmaya devam ettim, hastalığından dolayı oldukça zayıflamıştı gün geçtikçe daha da zayıflıyordu onun bu haline içten üzülüyordum.

Gözlerimi salonda dolaştı usulca, Ali ve Selim bey bize bakıyordu, Aliye buruk bir tebessüm bahşedip dolan güzlerle ona baktım. Önüme uzatılan pasta tabağına tepkisiz gözlerle bakıp başımı kaldırarak küçük elleriyle bana pastayı uzatan Buğlame baktım.

''Hadi Al, üzülme amcam sana istediğin kadar pasta alır.'' Ayşe hanımdan ayrılıp tebessüm ederek baktım ona, bu ailenin soyunda merhamet vardı hani babamda zerresi olmayan merhamet.

''Teşekkür ederim.'' Elinden tabağı alıp Aliye baktım gözlerini bir an bile ayırmadan bana bakıyordu, bakışlarımı önümde duran çilekli pastaya kaydı hep yemek istediğim ama asla yiyemediğim pasta, dudaklarımda buruk bir şekilde yukarıya kıvrıldı iki günlük bu dünyada sadece sevilmeyi isteyen küçük bir kız çocuğu vardı içimde bir yerde, her gün sevgisizlikten hayata küsen küçük, narin bu kız çocuğu zamanı geldiğinde bu aileden hiç gitmek istemiyordu ama hayatın acımasızlığı onu buna zorluyordu.

''Ye hadi güzel kızım.'' Çatalı parmaklarımın arasında sıkıca kavrayıp pastanın çilekli kısmına batırdım, içimdeki küçük kız büyük bir hevesle yememi bekliyordu ama ben herkesin baktığını bilirken yiyemezdim, üzerimde dolaşan gözler beni rahatsız ediyordu. Çatalı tabağın kenarına bırakıp tabağı orta sehpanın üzerine bıraktım.

''Neden yemedin.?'' Sırtımı koltuğa yaslayıp bakışlarımı Ayşe hanıma çevirdim.

''Daha sonra yerim şuan pek yiyesim yok.'' Aslında deli gibi yemek istesem de diyememiştim utandığımı, elimin üzerinde hissettiğim sıcaklıkla bakışlarımı onu çevirip tebessüm ettim.

İlerleyen saatlerde herkes pastasını yemiş birbiriyle sohbet ediyordu ben ise sessizce Ayşe hanımın yanında oturmuş etrafı izliyordum boş gözlerle, sıkıntıyla dudaklarımı birbirine bastırıp başımı yan tarafıma çevirdim.

''Şey ben odaya çıksam sorun olur mu.?'' Yorgun bakışlarını bana çevirip tebessüm etti, çok güzel bir kadındı hastalık onu yorsa da güzelliği yüzünde ay gibi parlıyordu tıpkı Ali'nin gibi .

''Yok kızım git sen.'' Oturduğum koltuktan kalkıp kimseye bakmadan hızlı adımlarla odaya çıktım, hızla üzerimdekileri çıkartıp pijamalarımı giyindim, telefonumu çantamdan alıp yatağın üzerine bağdaş kurarak oturup telefonumu kurcalamaya başladım.

Boş boş baktığım telefon ekranına kapının açılmasıyla başımı telefondan ayırıp gelen kişiye baktım. O gelmişti kalbini aleve verdiğim adam, elinde tuttuğu tabakla önüme kadar gelip bana tepeden bakarak tabağı uzattı, bakışlarım tabağa kaydı usulca, gördüğüm çilekli pastayla gülümseyerek ona baktım elimi yavaşça uzatıp tabağı almak istediğimde bir şey hatırlamışçasına tabağı geriye çekti.

''Eğer resmimi çizersen pastayı sana veririm.'' Şaşkınlıkla gözlerimi açıp ona baktım.

''Rüşvet mi teklif ediyordun sen bana.?'' Elini pantolonun cebine koyup rahat bir şekilde konuştu.

''Haşa sultanım ne haddime.'' Sesindeki alaycı tını damarlarımda sinir etkisi yaratıyordu, sinirle kaşarımı sanki mümkünmüş gibi biraz daha çattım.

''Ali, versene şunu.'' Elimi uzatıp vermesini bekledim sabırla ama o sabrımı son demine kadar kullanmaya karalıydı. Başını iki sana sallayıp tek kaşını kaldırdı.

''çizersen alırsın... Okulda çizdiğin gibi şimdide çiz.''

''Çizmek istemiyorum, ver hadi.'' Elimi eline uzatıp almaya çalıştım ama o elini daha da yukarıya kaldırarak almama izin vermiyordu.

''Ben alamsını bilirim ama.'' Sinsice sırıtıp ona baktım o ise umursamaz bir havada bana bakıyordu.

''Bak sen, nasıl olacakmış o iş.?'' Kaşlarımı çatıp alttan alttan ona baktım. Dizlerimin üzerinde yatakta doğrulup ona yaklaştım, yüzlerimiz arasında bir karış mesafe vardı sadece, anlamayan gözlerle bana bakıyordu gözlerini gözlerime kenetleyip kayboldum o toprak rengi gözlerde. Başımı kulağına yaklaştırdım usulca bedeninin kasıldığını tuttuğu nefesinden anlıyordum, elimi yavaşça kaldırıp tabağı tuttuğu elinin üzerine koyarken boynuna küçük bir öpücük kondurup tabağı elinden aldım sevinçle.

Yatağa bağdaş kurarak oturup ona baktığımda şaşkınlıkla bana bakıyordu, böyle bir şey yapmamı beklemiyordu açıkçası bende beklemiyordum.

''Sen az önce ne yaptın.?'' Yüzündeki şaşkınlık sesine de yansımıştı, sevimli bir şekilde gülümseyip çatala batırdığım pastayı gösterdim.

''Pastayı aldım.'' Başını iki yana sallayıp ağzının içinden bir şey söylese de anlamamıştım, arkasını dönüp sinirli bir şekilde banyoya girmişti. Ne olmuştu ki şimdi resmini çizmediğim için mi kızmıştı acaba? Dudaklarımı birbirine bastırıp şaşkınca arkasından baktım.

Bir iki çatal aldığım pastayı masanın üzerine bırakıp ellerimle oynadım onun gelmesini beklerken, banyonun kapısı açılıp kapanmasıyla bakışlarımı ona çevirdim. Tam karşımı oturup gözlerimi baktı sonrada masanın üzerindeki yemediğim pastaya.

''Resmini çizeceğim ama bir şartla.'' Sesim kısık çıksa da sesim ona ulaşmıştı, tek kaşını kaldırıp bana baktı.

''Rüşvet mi teklif ediyorsun sen bana.?'' Benim söylediğim sözü tekrar bana lütfetmesiyle gülümsedim, bakışları gülüşümde takılı kaldı o an.

''Haşa hünkarım ne haddime sonra kellem falan gider maazallah .'' Dudaklarına kondurduğu gülümsemeyle baktı gözlerime.

'' Söyle bakalım ne istiyorsun.?'' Aslında ne isteyeceğimi bende bilmiyordum, ne tür yetenekleri olduğunu bilmiyordum sonuçta.

''Bilmem ki ne istesem.'' Elimi çenemin altına koyup düşünür gibi yaparken.

''Sana şarkı söylememi ister misin.?'' Şaşkınlıkla gözerimi aralayıp ona baktım, sesinin güzel olduğunu bilmiyordum doğrusu.

''Olur.'' Oturduğu koltuktan hızlı bir şekilde yanıma gelip yüzüme doğru eğilmesiyle irkilip geriye doğru çekildiğimde o biraz daha yaklaştı panikle yutkunup ona baktım, başını yaklaştırıp benim yaptığım gibi küçük bir öpücük kondurup kulağıma fısıldadı.

''Sen iste yeter ki sultanım.''

Loading...
0%