Yeni Üyelik
30.
Bölüm

30. Bölüm

@eminefuruncu

 

Keyifli okumalar dilerim, hatalarım varsa kusur bakmayın.

Kaç saat geçmişti bilmiyorum. Saatlerdir yoğum bakımın önündeydik ama doktor hiçbir şey söylemiyordu bunu ne kadar kötüye yormak istemesem de içimdeki içimdeki kötü his buna izin vermiyordu.

Gözlerimi ağlamaktan kızarmış insanların gözlerinde gezdirdim. Sema zorla da olsa Buğlem'i alıp götürmüştü Asiye babaanneyle. Hüma başını babasının omuzuna yaslamış boş gözlerle duvara bakıyordu, Selim bey ise düşünceli bir şekilde yumruk yaptığı eline bakıyordu. Herkes bir savaş veriyordu lakin selim beyin savaşı hepsinden farkıydı, onun savaşı yürek yakan bir savaştı.

Bakışlarım elimi sıkı sıkıya Ali'nin eline kaydı, kaç saattir elimi bu şekilde tutuyordu bilmiyorum, çekmek istesem de buna izin vermiyordu sanki kaybolmamdan, gitmemden korkuyormuş gibi elimi sıkıca tutuyordu.

Titreyen dudaklarımı birbirine bastırıp bakışlarımı ona çevirdim, boş bir şekilde duvara bakıyordu. İçim titredi o an benim yüzümden ona bir şey olur korkusu içimi titretti.

Ben gururum geride bırakmıştım çoktan, ben ona bir şey olur korkusuyla sıkışıp kalmıştım bu kafeste. Ona bir şey olursa o kafeste ömür boyu tutsak kalacaktım. Bazen bazı kişiler için bazı şeyler göze alınması gerekiyordu. Ban Ali için babam beni bulur korkusuyla gidecektim o evden, onun yanından. Belki beni vicdansız, kalpsiz bilecekti lakin ben zaten kalbimi ona vererek gidecektim, ben onun yaşaması için ondan gidecektim.

Uykusuzluktan kapanmak için can atan gözlerime inat gözlerimi açarak başımı duvara yasladım. Yoğum bakımın kapısı açılıp içinden koşarak çıkan hemşireyle yüreğim ağzımda atmaya başladı, herkes hızla ayağa kalkıp yoğum bakımın önüne ilerledi.

"Bir şey oluyor." diye konuştu Hüma ağlamaklı sesiyle. Az önce giden hemşirenin yanında bu kez doktor vardı hızı adımlarla içeriye girip kapıyı kapattılar bizim korku dolu bakışlarımızı umursamadan. Hüma hıçkıra hıçkıra ağlayarak yere çömeldi.

"Bir şey oluyor baba, anneme bir şey oluyor." Selim bey yere yere çömelip sıkıca sarıldı kızına.

"Neden hiçbir şey söylemiyorlar delireceğim neden.?" Ali'nin bağırmasıyla korkuyla yerimde sıçrayıp ona çevirdim bakışlarımı, elini yumruk yapmış hıncını almak istercesine duvara yumruk atıyordu.

"Neden, Neden.?" Bağrışları kulaklarımı yırtarken hızla yanına gelip sıkıca kolunu tutmaya çalıştım lakin uyguladığım kuvvet ona etki etmiyordu bile, öfkeden gözü dönmüş gibi duvarı yumrukluyordu. Eline bir şey olacak korkusuyla elini tutmaya çalışıyordum.

"Ali yapma." Beni duymamıştı bile, başını duvara yaslayıp yavaş yavaş elini duvara vurmaya devam etti, onun bu hali beni korkutuyordu transa geçmiş gibiydi.

"A.. Ali." Diye konuşmaya çalıştım ağlamaklı sesimle, duvara vurduğu eli havada asılı kalırken duvara vurduğu başını yavaşça çevirip bana baktı. Kızarmış gözlerini korkudan dolmuş gözlerime sabitledi.

Sertçe yutkunup gözlerimi ondan kaçırdım sebepsizce. Kolumdan tutup beni bir anda kendisine çekmesiyle neye uğradığımı şaşırdım, bana sıkıca sarılıp dudaklarını başıma bastırdı, onun böyle yapması içimdeki ağlama isteğini tetikliyordu.

İki yana asılı duran kollarımı ne yapacağımı bilemez bir şekilde kaldırıp onun beline doladım. Alt dudağımı serçe ısırıp ağlama isteğimi bastırdım. Bu adam acısına rağmen benim benim gözlerimin yaşla dolmasına katlanamazken ben nasıl ona benim yüzümden bir şey olama ihtimaline katlana bilirdim.

"Sakın ağlama sen ağlayınca kalbim acıyor." Dilimin ucu alev alev yandı konuşamadım. Ben çok büyük bir savaşın içindeydim bu savaşı ya kazanacaktım yada yok olup gidecektim, ben hangisi olacaktım bilmiyorum.

Acı acı içinde yutkunup kurumuş dudaklarımın dilimi gezdirip kısık sesimle konuştum.

"Ağlamıyorum." Beni kendinden uzaklaştırıp emin olmak istercesine baktı yüzüme, ona güven vermek istercesine tebessüm ederek baktım.

Başını yavaşça sallayıp onayladı beni. Saçları alnına dökülmüş, gözlerinin içi kızarmıştı. Ondan uzaklaşıp derin bir nefes aldım, gözlerim yerde oturan Hüma ve Selim beye kaydı sonrada hemen arkalarında duvara yaslı duran Araf beye. Aldığım nefes içimde tıkanıp kaldı, veremedim onu dışarıya.

Ali sırtını duvara yaslayıp ardından da aşını yaslayıp bana baktı, anlam veremediğim bir şekilde gözlerini üzerimden ayırmıyordu. Az önce duvara durmaktan derisini soyduğu elini bana uzattı.

"Sana ihtiyacım var tut hadi." Sesi öyle kırgın öyle bitkin çıkıyordu ki bu bende yıkım etkisi yapıyordu, titrek elimi uzatıp avucunun içerisine koydum, parmakları yine buz gibiydi.

Elimi sıkıca tutup beni yanına çekti, sırtım duvarla buluştuğunda yoğum bakımın kapısı açıldı. Az önce içeriye giren doktor gözlerini kaçırıp bir iki adım atarak yanımızda durdu.

"Durumu nasıl.?" Diye konuştu Ali sert sesiyle. Doktor başını eğerek titrek bir nefes verdi dudaklarının arasından, söylemek isteyip söyleyemediği bir şet vardı o şey bizim bizim canımızı çok yakacaktı belki de yolumuza çığlar düşürecekti.

"Konuşsana be adam durumu nasıl.?" Ali'nin bağırmasıyla hastanenin koridorunda sesi yankıyla yayılıp kulaklarıma doldu. Doktor başını hafifçe kaldırıp araladı hüküm yemiş gibi kapattığı dudaklarını.


"Başınız sağ olsun, elimizden geleni yaptık ama yıllardır kanserle savaşan bedeni daha fazla kaldıramadı." Duyduklarımla dudaklarım aralandı, kulaklarım duymaz oldu, yer ayaklarımın altından çekiliyormuş gibi hissediyordum, o an keşke doktor hüküm yemiş o dudaklarını hiç açmasaydı, açmasaydı da şuan bu koridorda kopan feryatları duymasaydı kulaklarım.

Gözlerimden yaşlar tek tek düşerken içim acıyla burkuldu boğazıma oturan yumruk yutkunmama engel oluyordu. Bu.. bu katlanılmaz bir acıydı, bu tatılması acı olan bir gerçekti.

Ali sırtını duvara yaslayıp yavaşça yere kayarak oturdu, gözlerinden akan her bir inci tanesi içimi alev alev yaktı. Titrek bir adım atarak yanına oturup onu kendime çekerek sıkıca sarıldım, başını göğsüme koyarak hıçkırıklarını saklama gereği duymadan hıçkıra hıçkıra ağladı kollarımın arasında küçük bir oğlan çocuğu gibi.

Hüma'nın ağlayışları, Ali'nin ağlayışları, Araf beyin donuk bakışları, Selim beyin titrek iç çekişleri hepsi birbirine kardeş olmuş sarsılarak ağlıyordular. Selim bey kızına sarılarak ağlarken Araf bey duvarın dibine oturup başını ellerinin arasına almış dolmuş gözlerle karşısındaki duvara bakıyordu, sanki teselli eden bir el uzansa anında ağlayacak gibi duruyordu.

"Annem öldü Sare annem." Ali'nin ağlayışlarının arasında kurduğu cümleyle başımı başının üzerine koyup gözyaşlarımı silip ipek gibi yumuşak olan saçlarında gezdirdim parmaklarımı.

"Kim Ali'm diye sevecek şimdi beni, kim saçlarımı okşayacak kim.?" Titreyen dudaklarımın arasından kaçan hıçkırık intihar ettiğinde saçlarında dolaşan parmaklarım usulca durdu.

Konuşmalı mıydım? Konuşsam ne diyecektim, nasıl teselli edecektim 'Ağlama geçti' mi diyecektim? Geçmeyecekti, her şey geçerdi ama bu acı geçmeyecekti ölene kadar seninle kalacaktı. Ben hiç görmediğim annemin acısını hala yaşıyordum, o nasıl yaşamasın.

"Gitme, gidersen emanetinde gider ona sahip çıkamam anne gitme." Kollarını sıkıca bana sarıp içini döke döke ağladı, onun aksine ben sessiz sessiz ağladım. Yolumuza düşen çığ bizi altında ezmişti.

Yoğum bakımın kapısı açılıp içerisinden sedye üzerinde cansız bedeni çıkardıklarında bir acı feryat koptu dudakların arasından. Ali'nin bakışları sedyeye kaydığında yüzünde gördüğüm o yıkılış, o dağılış beni yerle bir etti. Duvardan destek alarak ayağa kalkıp sedyeye doğru titrek bir adım attı. Titreyen dudaklarını aralayıp açıyla harmanlanmış sesiyle fısıldadı.

"Anne." Gözlerimdeki yaşı silip yerden kalktım, Ali elini uzatıp örtünün altındaki annesinin elini tutup fısıldadı "Annem."

Hüma sedyeye doğru hamle yaptığında babası onu tutup göğsüne yasladı. " Anne kalk." diye bağırdı acı acı , dolan gözlerimi onlardan ayırıp önüme düşürdüm.

"Anne kalk hadi." Diye bağırdı Ali, sedyenin yanına çömelip annesinin eline bastırdı dudaklarını, başını elinin üzerine koyup acıyla fısıldadı.

"Kalk hadi, ellerin üşümüş." Araf bey Ali'ye doğru yaklaşıp Ali'yi kaldırmaya çalıştı ama Ali buna izin vermedi.

"İzin verin lütfen." Görevli adamın konuşmasıyla kısa bir an bakışlarım onu bulsa da sonra tekrar Ali'yi bulmuştu.

"Söz annem söz emanetini son nefesime kadar koruyacağım söz." Gözyaşlarını silse de yenisi hemen yerini alıyordu, sıkı sıkıya tuttuğu annesinin elini tekrar öpüp fısıldadı. "Söz." diye. Araf bey onu yerden kaldırırken Ali çevirip bana bakmasıyla göz göze geldik. Annesinin emaneti bendim.

Suç işlemiş bir suçlu gibi hissedip başımı önüme eğdim. içimdeki küçük kız çocuğu bir köşeye çekilmiş hıçkıra hıçkıra ağlarken bende ona eşlik ediyordum içten içe.

"Götürmeyin ne olur." Hüma'nın acı bağrışı kulaklarımı doldurmasıyla başımı kaldırdım, gidiyordu işte annem gibi gördüğüm kadın gidiyordu, bana anne sıcaklığını hissettiren kadın gidiyordu.

Bacaklarım artık beni taşımıyordu, her an isyan edip beni bırakacaklarmış gibi duruyorlardı, titreyen bacaklarımla geriye doğru bir adım ararken gözyaşlarımı sildim usulca.

Arkamdaki koltuğa oturup başımı kaldırıp dolu dolu gözlerle onlara baktım, birbirlerinin omuzlarında ağlıyordular, içimde hissettiğim buruklukla başımı önüme eğdim.

Titreyen parmaklarımı kaldırıp gözyaşlarımı usulca sildim. Titrek bir nefes alarak parmağımdaki alyansa baktım. Her şey bitiyordu işte, şu kısa zamanda sevildiğimi hissetsem de bitiyordu, her güzel şeyin bir sonu vardı lakin benimki fazla kısa, fazla acımasız bitmişti. Gidecek bir yerim bile yoktu ama bitmişti işte.

1 GÜN SONRA.

İnsanoğlu umudunu bir inci tanesi kadar küçük tutmalıydı bu ölümlü dünyada yoksa o inci tanesi kayıp giderdi ellerinin arasından geride mutsuz bir insan, bitik bir kalp lakırdı.

Yağmur asi bir şekilde dökülüyordu bulutların arasından yer yüzüne, bizden intikam almak, hırsını çıkarmak istercesine hırçındı. Islak kirpiklerimi aralayıp etrafıma baktım, boğazım düğüm düğüm bağlandı ama ben o düğümü çözemedim asi bir şekilde bağlanmış düğümü çözmek isterken daha çok düğümlüyor, parmaklarımın ucunu kanatıyordum.

Bu kez sessizlik kulak zarımı delmiyordu, bu kez ağlayışlar, haykırışlar, asi yağmurun sesi sesi kulak zarımı deliyordu. Soğuktan uyuşmuş parmaklarımı önümde bir kalkan gibi birbirine geçirdim, gözlerim ağlamaktan acıyordu artık.

Bir insanın hiç olmak istemeyeceği bir yerdeydik, cenazede. İnsan kendini o kadar çaresiz o kadar yitik hissediyordu ki o kara toprağın üzerine atıldığını gördüğünde. İşte diyor içinden, işte insan hayatı bu kadar kısa ama acılarla doluydu.

Karadeniz'in dağlarını saran duman yüreğimi de sarmıştı, yüreğim o dumanın içinde kayboluyor doğru yolu göremiyordum. Titreyen dudaklarımı birbirine bastırıp acı acı yutkunup çersiz halime yandım.

Sessiz hıçkırıklar boş mezarlıkta yankılanıyordu. Gelen herkes tek tek giderken biz gidemiyorduk, ayaklarımız çamurlu toprağa çivilenmiş gidemiyorduk. Ürkek gözlerim onu bulduğunda yüreğim sıkıştı.

Asi saç tutamları ıslanmış alnına düşmüştü, ağlamaktan kan çanağına dönmüştü gözleri, yüzü her zamankinden daha solgun duruyordu, sanki yaşam sevincini kaybetmiş bir çocuk gibiydi. Yanına gitmek istiyordum lakin buna cesaret edemiyordum, ona her dokunduğumda kalbim daha çok acıyordu.

Soğuktan buz tutmuş parmaklarımı kaldırıp gözyaşlarımı sildim, herkesin acısı farkıydı, onlar annelerini kaybettikleri için ağlarken ben hem güzel yürekli o kadını hem de kendisi gibi güzel yürekli olan oğlunu kaybedeceğim için ağlıyordum.

Vakit daralıyordu, akrep bir alacaklı gibi yelkovanın peşine düşmüştü istediğini almadan onu bırakmayacaktı, ama bu kez farklı olsun istedi yelkovan, bu kez canı yanan o olmasın istedi.

Loading...
0%