@eminefuruncu
|
Hataların olduysa kusura bakmayın, keyifli okumlar dilerim. 1 AY SONRA Kaçmak istediğimiz hiçbir şeyden kaçamıyorduk, arkamıza bakmadan soluk soluğa kaçmak istediğimizde aslında her adımımızda yaralarımız kabuk bağlamayacak şekilde kanıyordu. Ondan kaçmak değil ona ona sıkıca sarılıp nefes almak istiyordu insan, ciğerlerini onun kokusuyla doldurmak, her zerresini o olarak yaşamak istiyordu ama sadece istemekle kalıyordu. Gözlerimi her kapattığımda onun sesi kulaklarıma doluyordu, acı çekerek bana yalvaran sesi, benim yüzümden toprak rengi o gözlerinden akan yaşlar aklımdan çıkmıyor aksine hafızama kazınıyordu. Toprak gözler... Bir insanın kendisini feda edebileceği kadar güzel, bir insanın onda kaybolmasını sağlayacak kadar derin, bir insanın huzuru bulmasını sağlayacak tek yerdi onalar. Ben o gözler için ikimizi birden feda etmiştim. Ağlaya ağlaya, ağlata ağlata. Buruk yüreğimde gözyaşlarımı usul usul akıtmaya devam ettim, onu üzdüğüm için kanayan yaramla ağladım. Oturduğum rahatsız yerde hafif kıpırdayarak dizlerimi kendime çekip başımı dizlerime yaslayıp kolumu dizlerime sararak camdan dışarıya baktım, donuk bakışlarla. Kar yağıyordu... Gözlerimi sıkıca kapatıp içimdeki yaranın kabuk bağlamasını istedim ama olmuyordu aksine yaram daha çok kanıyordu. Dudaklarımın arasından kaçan hıçkırığa mani olamazken bana verdiği söz geldi aklıma. Kar yağdığında oynayacağımız kar topu sözü.. kar yağıyordu ama o yoktu, kar yağıyordu ve yine kimsesizdim. Titreyen elimi uzatıp cama usulca dokunup ıslak kirpiklerimin arasından baktım yağan kara, bana verdiği sözü ben kendi ayaklarımla ezerek yok etmiştim. "Seni çok özledim." Dudaklarımdan dökülüp kulağıma ilişen sesim bana bile yabancı gelmeye başlamıştı. Kendi sesimi unutmaya yüz tutmuştum adeta. Bir aydır konuştuğum kelime sayısı iki elin parmak sayısını geçmeyecek kadar azdı. Kapının yavaşça açıldığını duysam da başımı çevirip bakma gereği duymadım, gelen kişiyi biliyordum neticede. Usul usul adımlarla yanıma gelip karşımda diz çökerek oturdu. Konuşup konuşmamak arasında gidip geliyordu belki de soracağı sorunun yine cevapsız kalmasından korkuyordu. "Sare." Onu duymazlıktan gelip dolu dolu gözlerle dışarıya, yağan kara bakmaya devam ettim. "Konuş hadi benimle yapma böyle." Ağlamaklı sesi kulaklarıma dolduğunda başımı hafifçe çevirecek ona baktım. Bir aydır bana destek olan, evinin kapılarını sonuna kadar açan, derdimi anlattığımda oturup benimle ağlayan naif yürekli kıza Elif'e. Titrek bir nefes alıp tekrardan başımı dizlerimin üzerine koydum. Aldığım nefesler bile o olmadan acı veriyordu bana, her şeyim o olmuşken ben bunu fark edememiştim. "Geldi mi okula.?" Kurumuş titrek dudaklarımın arasından bir aydır sadece bu cümle çıkıyordu aksi taktirde boğuluyormuşum gibi hissediyordum. Sırtıma dökülen saçlarımın arasında hissettiğim elle gözlerimi kapatarak derin bir nefes aldım. Başkasının saçlarıma dokunmasını istemiyordum, saçlarımda onun parmaklarının izi varken başkasının dokunmasını istemiyordum. Başkası dokunursa onun izleri silinir diye korkuyordum , onun izlerine ihanet etmek istemiyordum. Saçlarımı yavaşça ellerinden kurtardım. "Gelmedi." Aldığım cevap içimde kocaman bir uçurum oluşturdu, bu uçurumun bir köşesinde o bir köşesinde ben vardım. Atacağım tek adımda bu uçurum kapanacakken ben bir korkak gibi kaçıyordum, onu da o eve hapis ediyordum. Bir aydır okula gitmiyordu, gidişim onda deprem etkisi yaratıp yıkılan duvarlar arasında sıkışıp kalmıştı, benim gidip onu kurtarmamı bekliyordu lakin ben bir korkak gibi hem ondan hem de babam olacak o adamdan saklanıyordum. "Daha ne kadar bu saçma şeye devam edeceksin? Bir aydır kendini helak ettin." Sorusuna karşılık benden aldığı yanıt kocaman bir sessizlikti. Ondan kaçmaya çalışsam da olmuyordu gözleri, sesi silinmiyordu hafızamdan. Benim için akıttığı o inci tanelerini silemiyordum aklımdan. Beynimde silmek istiyordum onu ama olmuyordu aksine beynime daha çok yerleşip kalbimi sıkıştırıyordum. "Böyle yapma git konuş onunla." Başımı usulca olumsuz anlamda salladım. İstemezdi ki beni, kim kalbini kalbini ezip gecen bir insana tekrardan kol kanat acar ki, kim kollarını ona sıkıca sarıp affederdi? Elif elini omuzuma koyup burukça bana tebessüm etti. "O adamın gözlerinde seni nasıl sevdiğini gördüm ben, okula bile seni korumak için gelmediğini düşünüyorum, bir aydır ne sen nede o geliyor eğer o gidip sen gitmeseydin bu sefer babanın okuldaki ajanları senin peşine düşecekti, belki de peşindeler bilmiyorum ama tek bildiğim şey o adam seni korumak için okula gelmiyor." İçten içe ona inanıp içimdeki yangını birazda olsa hafifletmek istedim. Yanağımdan süzülüp çenemden boynuma akan gözyaşlarımı silerek inanmak istercesine Elif'e baktım. "O seni çok seviyor." Bunu başkasından duymak canımı o kadar yakıyordu ki bir türlü kabuk bağlayamayan yarama tuz basıyorlarmış gibi hissediyordum, bu his bir zaman sonra hissizleşiyor acıyı hissedemez hale geliyordum. Başımı cama çevirip yağan karı izlemeye devam ettim sessizce. Dilimin ucu kızgın demirle yakılmış gibi konuşamıyordum, sanki konuşmam yasaklanmış gibi. "Ben... biraz yalnız kalabilir miyim.?" Sesimdeki güçsüzlük ruhumun da yavaş yavaş ölmeye başlamasından, bedenimin gittikçe hissizleşmesindendi. Onun dışındaki hiçbir şeyi ne hissetmek istiyordum nede yaşamak. Elif sessizce yanımdan ayrılırken beni içimdeki gözleri dolu dolu ağlayan küçük kızla baş başa bıraktığını bilmiyordu, ağlayışlarımız birbirine karışırken bu ağlayış zoruma gidiyordu. Dakikalarca orada öylece oturdum bedenim kaskatı kesilip uyuşana kadar. Düşünmekten beynim uyuşmaya başlamıştı artık vücudum dibi. Yan tarafta duran resmi elime alıp dolan gözlerimle resme baktım, elimde ona dair olan tek şey bu resimdi. Bu resim benim tek dayanağım tek sırdaşım tek umudumdu. Gözlerim boşlukta asılı kalırken aklıma gelenle sertçe yutkundu, titreyen ellerimle resmi yanımdaki boşluğa bırakıp, cansız bacaklarıma inat oturduğum yerden kalkıp dolabın önüne yürüdüm sarsak adımlarla. Dolabın kapağını açıp içerisinde asılı duran kabanımın cebine uzattım elimi, bir aydır okumaktan kaçtığım mektubu bugün okuyacaktım. Neyle karşı karşıya geleceğimi bilmiyordum ama karşılaşacağım şey canımı kızgın közlerle yakacağına emindim. Parmak uçlarıma değen kağıdı alıp derin bir nefes alarak titreyen adımlarla yatağın kenarına oturdum. Ellerimin arasında sıkıca tuttuğum siyah zarfı açıp içindeki kelimeleri okumak bir işkence gibi geliyordu bana. Usulca zarfı açıp kağıdı ellerimin arasına aldım, zarfın içerisinde gözüme çarpan başka bir şey daha vardı. Serce yutkunup elimdeki kağıdı dizlerimin üzerine bıraktım. Korkudan buz tutmuş parmak uçlarımı zarfın içindeki resme uzatıp ürkekçe aldım. Resimde gördüğüm kadın nefesimi kesmişti, bu kadın tıpa tıp benim aynımdı. Fark ettiğim gerçekle acı acı yutkundum, bu kadın annemdi. Yüzüne yerleştirdiği acılı tebessümle bakmıştı kameraya. Gözleri tıpa tıp benim gözlerim gibiydi, saçlarının renk tonu, yüz hatları hatta yüzündeki buruk tebessüm bile benimkine benziyordu tek fark onun saçları benim aksime omuzlarının hizasında kesilmişti. Gözlerimden akan yaşlar usul usul remin üzerine düşerken içimdeki burukluğa mani olamadım, ben annemi hayatımda ilk kez görüyordum bu canımı o kadar yakıyordu ki içimde bir şeyler kopuyordu adeta. Derin bir nefes alarak resmi kanara bırakıp kağıdı elime alıp okumaya başladım. Benim güzel kızım geçmişte yaşananları sana söylemeyi çok istedim defalarca dilimin ucuna geldi lakin hep yutmak zorunda kaldım. Senin gözlerinden akan o yaşları görüp üzülecek kadar yüreğim dayanıklı değil artık, o yüzden acı geçmişi kara kalemimle bu satırlara yazıp Ali'm den sana vermesini istedim. Biz beş kişiydik, beş arkadaş, beş dosttuk. Bahar, Samet, Mustafa, Selim ve ben, biz o zamanlar Selim ile evliydik ve Araf iki yaşındaydı. Bizim hikayemiz üniversite yıllarında başladı ama bu hikayede en çok üzülen en çok ağlayan annen oldu. Bahar ve Samet birbirini seviyordu, bu aşk öyle saf öyle masumdu ki biz bile anlayamadık. Birbirlerinin gözlerine bile bakamazdılar utandıkları için. Biz fark edemedik ama o fark etti, Mustafa fark etti. Yüzünde öyle bir nefret doğdu ki onlara karşı bu nefret annenin onu değil Samet'i sevdiği içindi. Sonra zaman aktı günler geçti haftalar geride kaldı Bahar ve Samet evlenmeye karar verdiklerini açıkladılar bize, o an Mustafa delirdi Samet'e saldırdı, Samet'i komalık edene kadar dövdü. Zar zor onu Samet'ten ayırdığımızda bu sefer gözlerinin Azılı düşmanı Bahar oldu. Biz daha ne olduğunu anlayamadan Baharı kolundan tuttuğu gibi götürdü, engel olmaya çalıştığımızda bizi Baharı öldürmekle tehdit etti. Korku dört bir yanımızı sarmıştı o zaman. O günden sonra Bahar'dan bir daha haber alamadık. Samet iki hafta sonra uyandığında Baharın olmadığını öğrenince deliye döndü, her yerde onu aradı. Gece gündüz demeden her gün onu aradı ama bulamadı, bulamadık Bahar'ı Samet günden güne içine kapanıp ortalıkta ruh gibi dolaşmaya başlamıştı ama hiçbir zaman umudunu yitirmedi, sessiz sessiz ağlayıp hep onun resimlerine baktı. Tam sekiz yıl her yerde onu aradı ama hiçbir yerde bulamadı. Sekiz yıl sonra yağmurlu bir gecede evimizin kapısı çaldı, kapıyı ben açmıştım karşımda gördüğüm kişi benim canım dediğim dostumdu, lakin perişan haldeydi. Öyle acınası öyle muhtaç bir durumdaydı ki içim yanmıştı. Üzerimdeki şoku attıktan sonra onu eve aldığımda evde bir ağlama sesi yankılandı, şaşkınlıkla kucağındaki bebeğe baktığımda soğuktan ve ağlamaktan kırmızıya dönmüştü, o bebek sendin. Selim ve Samet Bahar'ı karşılarında gördüklerinde şaşkınlıktan konuşamamışlardı hele Samet gerçek olduğuna inanamadı bir süre. Beyni yavaş yavaş gerçekleri kavradığında ona öyle bir sarıldı ki sanki son kez sarıldığını hissetmiş gibi. Sen o zaman beş aylıkmışsın güzelliğin tıpkı annen gibiydi, eşsiz güzelliği sana geçmiş. Etrafı kuru bir sessizlik sarmıştı, herkes baharın söyleyeceği iki kelama bakarken o kucağında sıkıca tuttuğu sana bakıyordu, kaybetmekten korkarcasına. Bakmaya kıyamadığı uzun acık kahverengi saçlarını omuzlarının hizasında kesmişti, gözlerindeki o ışıltı sönmüştü bedeni güçsüz düşmüş çelimsiz bir hal almıştı. Sonra araladı zorlukla zorlukla kurumuş dudaklarını her şeyi anlattı bize başından gecen her şeyi ağlaya ağlaya anlattı. Mustafa'nın onunla nasıl zorla evlendiğini, defalarca kaçmaya çalışıp her defasında yakalanıp soğuk bodrum katına kapatılıp haftalarca orada nasıl tutuğunu anlattı. Çok sevdiği ipek gibi beline kadar uzanan saçlarını Mustafa'nın parmak izlerini silmek için sekiz yıldır kestiğini anlattı, o anlattı biz ağladık, o anlattı Samet onu kurtaramadığı için kendisini suçladı Evimizin kapısı başımıza yıkılacakmış gibi çalmaya başladığında anlamıştık onun geldiğini. Baharın korkudan ağlamaya ondan nasıl korktuğunun acı gerçeğiydi , biz kapıyı açmadıkça o delirdi, o delirdikçe Bahar korkudan ağladı. Bahar kolları arasındaki seni benim kollarımın arasına bıraktığında titreyen sesiyle o cümleyi kurdu." ölürsem sana emanet, onu sakın o adama bırakma." bu cümle hayatıma mal oldu, ben bu cümleyle yıllarca seni aradım güzel kızım annenin bana olan emanetini. Kapıyı kırıp evin içine bomba gibi düşen Mustafa ölüm saçan adımlarla Baharın önüne geldiğinde durup ölüm saçan gözlerle ikisine bakmaya başladı. Belindeki silahı çıkartıp Samet'e doğrulttuğunda evi sağır eden bağrışlar gün yüzüne çıkmıştı. "Demek hala onu unutamadın." Dudakları arasından zehir saçarak konuşup tetiği bir dakika bile düşünmeden çekti, Samet kanlar içerisinde yere yığılırken Bahar sevdiğinin başında ağlıyordu. Mustafa acımasız bir şekilde baharın saçlarından tutup ona bakmasını sağlayıp buz tutmuş sesiyle konuşmuştu. "Çok üzülme sevdiğine kavuşacaksın şimdi." Biz daha söylediği cümleyi kavrayamadan evin içinde ikinci silah sesi yankılandı. Bahar kanlar içinde Samet'in yanına yığıldığında evin içinde senin ağlayış seslerin yankılanıyordu. Mustafa'nın bakışları kucağımdaki sana kaydığında hızla başımı olumsuz anlamda sallayıp koşmaya başlamıştım ama bu kaçış çok sürmemişti güzel kızım, sırtımda hissettiğim acı buna engel olmuştu. Selim öfkeyle Mustafa'yı durdurmaya çalışıyordu ama öfkeden gözü dönmüş olan Mustafa durmamıştı, seni kollarımın arasından tüm çabalarıma tüm rağmen aldı ve gitti. Giderken gözleri yerde kanlar içinde yatan bedene bakıp buz tutmuş sesiyle acımasızca konuştu. "Kızımıza çok iyi bakacağım karıcığım... söz." Dediğini yapmadı, sana hiç iyi bakmadı. Sen büyüdükçe annene benzedin annene benzedikçe o sevi sevmedi, annenin ondan kaçıp sevdiği adama gitmesinin bedelini sana ödetti. Annenin o dokunduğu için kestiği saçları için sana saçlarını hiçbir zaman kestirmedi, çünkü aklına o geliyordu. Sen ona baba dedikçe aklına Bahar geliyordu, bu yüzden sana bir kere bile kızım demedi. Sen ona baba dedikçe Baharın onu sevmeyişi geldi aklına. Babanın seni sevmeyişi bir gün sende ondan gidersin korkusundan güzel kızım.. annen gibi. Annen gideceğini hissedip seni bana emanet etti, bende gideceğimi hissediyorum bu yüzden sana Ali'mi emanet ediyorum tıpkı seni ona emanet ettiğim gibi, emanetime iyi bak güzel kızım. Siz mutlu olmayı hak eden naif bir gardenyasınız. Gözyaşlarım yağmur damlaları gibi titrek titrek ellerimle sıkıca kavradığım kağıdın üzerine düşüyordu, hıçkırıklarım dudaklarımın arasından acı acı dökülüyordu, omuzlarım büyük bir enkazın altında kalmış gibi çökmüş ağırlığı altında ezilmeme sebep oluyordu. İçimde hissettiğim boşluk öyle çoktu ki sanki yerim yurdum yanmış, sığınacak bir evim kalmamış gibi, kimsesiz kalıp bir hiç olmuştum. Gözlerinin gözlerime değdiğinde nefreti, her baba deyişimde yüzüne yansıyan öfkeyi şimdi daha iyi anlaya biliyordum. Saçlarımı kestiğimde yüzüne yansıyan o buz kütlesini şimdi daha iyi anlıyordum. Benim babam anneme benziyorum diye benden nefret ediyordu. Benim babam sevdiği kadını sevdiği adamdan ayırıp, yaşadığı zorluklara dayanamayıp kaçan karısını gözünü kırpmadan öldürmüştü. Benim babam terk edilme korkusuyla yıllarca kendi kızına zalimce davranıp, bir avuç mutluluğu ondan esirgeyen adamdı, oysaki bu yaralı kız onun bir gülüşüyle onu affetmeye hazırdı, ama artık değildi bu saatten sonra ölse gözümden bir damla yaş düşmezdi. Dağların karları yavaş yavaş eriyip içime doldu, boğulacak gibi hissediyordum. Sanki görünmez eller boğazımı sıkıyor nefes almama mani oluyordu, ağlamaktan nefes almaya halim kalmamıştı. Ağlamaktan içim parçalandı ama içimdeki boşluk dolmadı aksine o boşluk gittikçe arttı. Bir insan ancak kendisini bir insandan bu kadar soğuturdu, ancak bu kadar nefret ettirildi kendinden. "Senden nefret ediyorum." Diye bağırım acı içinde, oturduğum yerden kalkıp masanın üzerinde duran parfüm şişesini elime alıp öfkem kusmak istercesine aynaya attım. "Duydun mu beni senden nefret ediyorum. Senden kanımın son damlasına kadar nefret ediyorum." Hırsla elimin tersiyle gözyaşlarımı silip masanın üzerindeki eşyaları etrafa atmaya başladım, içimde patlamasına mani olamadığım bir yanardağ vardı. "Senin kızın oluğum için kendim de nefret ediyorum." Odanın kapısı hızla açılıp duvara durmasıyla buğulu gözlerimle oraya döndüm, Elif şaşkınlıkla aralanmış dudakları ve gözleriyle bana bakıyordu. Durmaksızın akan yaşlarımı sert bir şekilde silip ellerimi iki yana açarak boğazımı yırtmak istercesine bağırdım. "Benim babam beni anneme benziyorum diye sevmiyormuş." Elif bana şaşkınlıkla bakarken masanın üzerindeki sürahiyi alıp duvara fırlattım. "Duydun mu beni? Benim babam anneme benziyorum diye benden nefret ediyormuş duydun mu.?" İçimdeki acı dinmiyordu, karşısına çıkıp neden diye hesap sormak istiyordum. Hangi insan kızı karısına benziyor diye ondan nefret eder, hangi insan kızına nefret dolu gözlerle bakar ki. Delirmiş gibi etraftaki eşyaları dağıtmaya devam ederken Elif kollarımdan sıkıca tutup beni durdurmaya çalıştı ama bilmiyordu ki içimdeki yanardağ sönmezken ben bir kar tanesi gibi eriyordum. "Bırak beni." kollarından kurtulmaya çalışsam da Elif'in sıkı tutuşları buna engel oldu "Bırak diyorum bırak" Yaşlarım çenemden süzülüp gerdanımı ıslatırken aklıma gelen gerçekle içimdeki yanardağ bir ormanın yanmasına sebep oldu." "Ben senin korkundan onu arkamda bıraktım, ben senin yüzünden beni en güzel seven insanı ağlattım. Niye bana bunu yaptın niye?" Güçsüzce dizlerimin üzerine düşüp içim çıkana kadar ağladım. "Geçecek canım geçecek." Diye fısıldadı Elif sessizce yanıma otururken, başımı olumsuz anlamda sallayıp ıslak kirpiklerimin arasından ona baktım. "Geçmeyecek.. her şey geçse bile benim Ali'yi üzdüğümde hissettiğim acı geçmeyecek, her şey geçse de babamın bana olan nefreti geçmeyecek." Bana sıkı sıkı sarılıp elini usul usul saçlarımın üzerinde gezdirdi. Gözlerim yerde duran makasa iliştiğinde acı bir şekilde gülümsedim. Madem saçlarımı anneme daha çok benzediğim için bana kestirmemişti bu zamana kadar şimdi anneme tam anlamıyla benzeme vaktiydi. Hiç görmediğim, kokusunu hiç solumadığım anneme. Usulca Eliften ayrılıp makasa bakmaya devam ettim, sert bir şekilde burnumu çekip dizlerimin üzerinde makasın yanına gidip makası elime aldım. "Sare." Elifin endişeli sesi kulağıma iliştiğinde ona bakıp acı acı gülümsedim, titreyen parmaklarımla makası sıkıca kavrayıp saçlarıma yaklaştırdım. "Korkma, sadece anneme daha çok benzeyeceğim." Makası omuzlarımın hizasında durdurup belime kadar uzanan saçlarımı yavaş yavaş kestim. Ali'nin dokunuşları vardı saçlarımın her telinde, onun masum öpüşleri vardı şimdi onlarda gitmişti benden umutlarımın gittiği gibi. Eşimdeki makası yavaşça yere bırakıp yere düşen saçlarımı toplayıp elimin içerisine hapis ettim. Yavaşça yere yatıp dizlerimi kendime çekerek yok olmak istercesine küçüldüm. Gözlerim camdan camdan dışarıya sabitlenmiş ağlarken elimdeki saçları saçları kalbimin üzerine bastırıldım. "Seni çok özledim." Diye fısıldadım acı acı. Etim kemiklerimden ayrılıyordu ama hissetmiyordum artık, acı kara bir leke gibi alnıma yazılmış zamanla ona alışmamı beklemişti yıllarca, istediği olmuştu arık acıya karşı hissizleşmiştim hissettiğim tek acı onun gözlerinde gördüğüm hayal kırıklığıydı. "Seni çok özledim toprak gözlüm." Dudaklarımın arasından kaçan hıçkırığa engel olamadım . Usul usul gökyüzünden süzülüp yeryüzüne düşen kar tanelerini takip etti yaş eksik olmayan gözlerim, onlar kadar özgür olmak istedim, özgür olup koşarak ona sarılıp bir daha bırakmamak istedim. BİR HAFTA SONRA Soğuk tüm asiliğiyle kendisini bize hissettirirken buz tutmuş ellerimi kabanımın ceplerine sokup bir nebzede olsa ısınmayı bekledim, soğuktan titreyen bacaklarımı zorlayarak kar tutmuş taşlı yolda yürümeye devam ettim. Bugün ona gidiyordum... annem gibi olan kadına. Gözleriyle beni ne kadar sevdiğini anlatan kadına. Ona oğlunun kalbini nasıl kırıp param parça ettiğimi anlatmaya, emanetine sahip çıkmadığımı anlatıp saatlerce başında anlatmaya gidiyordum. Lapa lapa yağan kar içimdeki küçük kız çocuğunun burukça bir köşede oturmasına neden oluyordu, biz bu kara dokunmaya her zaman hasret kalacaktık. Titrek bir nefes alıp soğuktan uyuşan elimi cebimden çıkartıp mezarlığın kar tutmuş demir kapısını aralayıp içeriye korkakça bir adım attım. Bir gün kendi annemin mezarına gelmeyi istesem de imkansızdı, annemin mezarının yerini bile bilmiyordum. Ben çok kötü bir evlattım dimi anne? yanına gelemeyecek kadar kötü. Adımlarım beni anne şefkatini bulduğum kadının mezarına doğru götürürken mezarın başında gördüğüm beden sarsılmama neden odu, gözlerimden akmaya hazır bir çeşme gibi doldu, buz tutan ellerim titremeye başladı, kalbim göğüs kafesime acımasızca vurmaya başladığında titrek bir nefes aldım. "Gözlerinde hayat bulduğum kadın beni gözleriyle öldürdü anne." Duyduğum cansız sesi omuzlarımdaki yükü taşınmaz hale getirdi. Sesinde bitmişlik vardı, sesinde ölüm vardı. "Gitmez sandım, gitme dedim yalvardım ama... o gitti." Gözlerimden süzülen yaşlar yanaklarımı ıslatırken ağzımdan kaçacak hıçkırığı önlemek için elimi ağzımın üzerine kapattım. "Boğulduğum sevdam beni boğarak öldürdü, beni mavi gözleriyle boğdu." Titrek sesi nasıl acı çektiğini, nasıl yorulduğunu kanıtlıyordu. Onu bu hale ben getirdim, benim korkaklığım onu bu hale getirdi. Titreyen bacaklarımı zorlayarak ona doğru bir iki adım attığımda ayakkabılarımın karın üzerinde bıraktığı sesi duyarak başını omuzunun üzerinden bana çevirdi. Benim olduğumu anlamış gibi. Bedenini ağır ağır bana doğru çevirdiğinde gözlerinde gördüğü acı serzenişe an an şahitlik ettim. Toprak gözleri ilk defa böyle bakıyordu, boşluğa bakar gibi. Hayal kırıklığını kırılan cam parçalarından göre biliyordum, acısını kalbimde hissediyordum. Biçimli kaşlarını kaldırıp dudaklarını birbirine bastırarak başını ahenk içinde sallayıp başını yana çevirdi, başını çevirmesiyle içimde bir şeyler koptu. Kırılan cam kırıkları etrafa saçılırken parçaları üzerimize doğru savrulup kalplerimize isabet etti, ondandır kalbimdeki bu acı. Titreyen dudaklarımı aralayıp onun güzel ismini söyledim." Ali." Sesim bir fısıltıdan ibaret olsa da o duymuştu, duymuştu ama dönüp bana bakmamıştı, bu beni öldürmeye yetmişti. Burnumu sert bir şekilde çekip elimin tersiyle gözyaşlarımı silip ona doğru yürümeye devam ettim. "Ali." Diye fısıldadım ismini tekrardan, başını öne eğip ellerini kabanının ceplerine koydu. Güzel gözleri inatla benim gözlerime değmiyordu. "Mutlu musun.?" Diye konuştu titreyen sesiyle, Islak kirpiklerimle ona bakmaya devam ettim. "Mutlusun tabi sen bir tek benim yanımda mutlu olamadın." Beni öldürmek ister gibi söylediği kelimeler nefessiz kalmama neden oldu. Gözyaşlarım usul usul yanaklarıma süzülürken kırılan kalbinin kırıkları benim kalbime batıyor bana nefes aldırmıyordu. Bir sözüyle beni öldürüyordu, benim onu öldürdüğüm gibi. Başını ağır ağır sallayıp bana baksa da gözleri gözlerime değmedi, kesmiş olduğum saçlarımda durdu bakışları. "Oysaki..." Titrek nefesini dışarıya bırakıp tüm kırgınlığıyla konuştu." Oysaki ben sadece sana olan bu vefasız sevdamla beni sevip, senin kırık dallarında yeniden çiçek açtırmak istemiştim ama sen onu bile bana çok gördün, ben senin yaralını sarmak isterken sen bana asla kapanmayacak bir yara açtın." Başımı olumsuz anlamda sallayıp ona doğru yorgun bir adım attım. "Ben... ben özür..." Cümlemi tamamlama izin vermeden yorgun sesiyle buna mani oldu. "Açtığın yara bende kalsın... ama sen sana olan sevgimi al ve git, önceden de gittiğin gibi." Dudaklarımın arasından kaçan hıçkırıklara mani olamıyordum, içimde oluşan acı serzenişi görmüyordu. "A.. Ali." Titrek sesim ona acı veriyormuş gibi kaşlarını hırçın bir şekilde çatmıştı, üzerimize yağan kar aramızdaki sessizlikten daha sıcaktı, aramızda öyle bir soğukluk vardı ki bu soğukluk iliklerime kadar üşümeme neden oluyordu. Yanımdan geçip gidecekken ani bir atakla kolunu sıkıca tuttum, şimdi bedenlerimiz yan yanaydı ama zıt kutuplara bakıyordu. "Ali özür dilerim ben.." Sözümü tamamlamama izin vermeden bıçak kadar keskin sesiyle konuşurken baktı gözlerime, gözlerine beni anlamasını umarak baktığımda gözlerine ateşe değmiş gibi ayırdı benden, kolunu usulca ellerimin arasından ayırıp benden uzaklaştı. "Bir özür kırılmış bir kalbi onaramıyor bazen, sen benim kalbimi kırmakla kalmayıp bu kez gözlerime baka baka ateşe verdin lakin görüyorum ki şimdi o ateşte sende yanıyordun." Benim onu bıraktığım gibi oda beni arkasında bırakarak gidiyordu, ona gitmek için can atan dizlerim tüm gücünü son demine kadar kullanıp sert bir şekilde yere düşürmüştü beni. "Ali.!!" Diye haykırdım ismini ama durmadı, çöken omuzlar, batan hayaller, ışığı sönmüş gözleriyle gitti boş mezarlıkta benim haykırışlarım yankılanırken o gitti. |
0% |