Yeni Üyelik
33.
Bölüm

33. Bölüm

@eminefuruncu

 

Hatalarım varsa kusura bakmayın, keyifli okumlar dilerim.

Bedenim bir kuyunun içine düşüp en dibinde hapis kalmıştı, üzerime atılan topraklar nefes almama izin vermezken bir boşluğun içinde sallanıyordu bedenim.

Ağlamaktan acıyan gözlerimi kapatıp açarak boş gözlerle karşımdaki duvara bakmaya devam ettim. Hafızam onun sesiyle bana oyun oynarken gidişi derinlerde bir yara açmıştı bana, bu yaranın aynısını ben ona açmıştım, korkaklığım yüzünden.

Bana değmeyen o toprak gözleri değse yine gözlerime ama kırgın bakmasa, sevgiyle baksa son kez, ama bakmazdı benim hatıram onda yara ve ateş olarak kalmıştı.

Gidişinin ardından saatlerce sessiz mezarlıkta hıçkıra hıçkıra ağlamıştım, içimden kopup gidenlerle ağladım ama bana dönen olmadı, bu yaptığım bencillikti biliyorum. Bu durumda olmamızın sebebi benken şimdi niyeydi bu haykırış.

Kapının açılışını duyduğumda gözlerim usulca oraya ilişti, Elif gelmişti. Yüzündeki acıyla gözlerime bakıp kapıyı kapatarak odaya girdi, yatağın boş kısmına oturup sessizliğime ortak oldu. Yorgun bedenimi doğrultarak oturup yüzüme dökülen saçlarımı umursamazca geriye doğru attım. Bedenim gibi zihnimde yorgunda, söylediği can alıcı sözlerle kalbime bir avuç köz bırakmıştı, gözlerime değmeyen gözleri ise sonum olmuştu.

"Bakmadı.... gözlerime bakmadı." Sessiz feryadım içimdeki yangını söndürmedi. Elif elini dizlerimin üzerindeki elimin üzerine koyup destek olmak istercesine sıktı.

"Gözlerine baksa gidemezdi." Ölü bakışlarım onun bakışlarını buldu. Es kaza değdirdiği gözlerini ateşe değmiş gibi çekmesinin nedeni bu muydu yoksa.? İçime yerleşen umut tohumlarıyla burukça gülümsemeye çalıştım lakin olmadı, gülüşlerim ölmüştü.

"Ama gitti." Diye fısıldadım haksız feryadımla. Haksız olduğumu biliyordum lakin beni anlamasını itiyordum, gözlerime bakıp çektiğim acıyı anlamasını istiyordum.

"Acısı ve gururu mantığının önüne geçmiş ama sen bu adamın sana ne kadar aşık olduğunu biliyorsun gitmiş olması bunu değiştirmez." Haklıydı, titrek bir nefes alıp başımı olumlu anlamda salladım.

"Şimdi uyu ve dinlen yarın okula gideceğiz." Oturduğu yerden kalkıp odadan çıktığında koca bir yalnızlık içine düştüm son beş haftadır olduğu gibi, bu yalnızlık yavaş yavaş tüm benliğimi eline geçiriyordu.

Bedenimi boş bir çuval gibi yatağa bırakıp acıyan gözlerimi mahkum olduğum gözleri düşünerek kapattım.

###########

Elimle yüzüme dökülen saç tutamını kulağımın arkasına koyup gözlerime batan kâküllerimi elimle düzeltip derin bir nefes aldım . Okulda onu görecek olmam beni hem korkutuyor hem de ölü gibi atan nabzımın hızlanmasını sağlıyordu.

Kaçmanın korkakça saklanmanın bir anlamı yoktu, her geçen dakika benden uzaklaştığını hissederken bir korkak gibi köşeme sinip olacakları bekleyemezdim.

Otobüsün durmasıyla Elif oturduğu koltuktan kalktı, uyuşuk bakışlarımın onu takip ederken bende oturduğum yerden kalkıp peşine takıldım. Sevdiğim adamın görecek olmak beni korkutuyordu. Peki neden? Gözlerindeki acıya şahitlik ederim diye mi, yoksa yüzündeki hayal kırıklığını görecek olmamdan mı? Sanırım ikisinden de korkuyordum.

Soğuktan buz tutmuş ellerimi kabanımın ceplerine koyup karların üzerine basa basa yürüdüm kimsesiz benliğimle. Elifin koluma dokunmasıyla korkuyla irkilerek ona baktım.

"Ne düşünüyorsun.?" Boş gözlerle yüzüne bakıp umursamazca omuzumu kaldırıp indirdim.

"Hiç." Fakültenin içerisine girip dersin olacağı sınıfa doğru adımladık, bir aya aşkın bir süre sonra okula gelmek beni sebepsiz yere geriyordu, herkesin bakışlarını üzerimde hissetmem kesinlikle benim kuruntumdu.

Sınıftan içeriye girip boş olan bir sıraya oturduğumuzda başımı önüme eğip soğuk ellerimi dizlerimin üzerine koyup birbirine kenetledim onları.

"Aşık bir insan ne olursa olsun sevdiğine döner onu affeder eğer onu gerçekten sevdiyse, o seni gerçekten affedecek çünkü o seni gerçekten seviyor." Diye fısıldadı Elif sessizce. Doğru o bana aşıktı lakin ben bu aşk için kılımı bile kıpırdatmadıydım, şimdi o aşkı parçaladıktan sonra ona gitmek istiyordum ama geç kalmıştım, bizi ben tüketmiştim. Gözlerimin dolmasına engel olamasam da akmamaları için başımı kaldırıp onlara savaş açtım.

Üzerimdeki bakışları hissediyordum, başımı küçük bir açıyla çevirip bakmamla bana yüzündeki sinsi sırıtışla bakan Yiğit'e değdi gözlerim. İçime dolan öfkeyle ona baktığımda o bu bakışlarımdan zevk almış gibi dudakları iki yana kıvrıldı.

Nefes alışlarım benden bağımsız hızlandı. Eğer o gün onu dinlemeseydim biz bunları yaşamayacaktık, o yanıma oturduğunda gitseydim kalbim böyle acımayacaktı.

Elif sık nefes alışlarımı fark edip tedirginlikle bir bana birde baktığım yere bakıp öfkeyle oturduğu yerden kalktı.

"Çek ula o gözlerini yoksa çıkarır eline veririm bakacak bir gözün kalmaz, yabani ot." Elif öfkeyle konuşup ona doğru bir adım atacakken bileğinden yakalayıp buna engel oldum. Yiğit'in ağzından çıkacak o adamla ilgili tek lafı kaldıracak kadar güçlü değildim artık.

Yiğit Elifin lafları üzerine alayla gülüp yaslandığı sıraya biraz daha yaslanıp bakışları üzerimizde dolaşsa da tek kelime söylemedi bize. Elif sinirle yerine oturup ağzının içinden homurdanmaya devam etti, benim için bu kadar telaş yapması çocuk yanımı sevindiriyordu.

Nefesimi titrekçe verip başımı tekrardan dizlerimin üzerindeki ellerime indirdim. Gözüm yüzüğümde takılı kaldığında gözlerim ağzına kadar dolan bir çeşme gibi doldu. Sınıfın kapısı açılıp kapandığında içimi tarifsiz bir duygu kapladı sanki birazdan burada ölecekmişim ama kimse fark etmeyecekmiş gibi.

"Günaydın." İşte bu tek kelime ölmem için yeterliydi, sesindeki o tını insanı öldürmeye yeterdi.

Sınıftan yükselen seslere nazaran ben sessizdim, sesimi duyup kaçmasından korktum. Başımı ürkekçe kaldırıp çekingen gözlerle ona baktığımda sınıfta dolaşan bakışları benim dolmuş mavilerimde takılı kaldı. Yüzündeki o sarsılış, gözlerinin boşluğa bakar gibi bakması dolan gözlerimden bir yaş akmasına neden oldu, hızla başımı önüme eğip titreyen dudaklarımı birbirine bastırdım, ben o gözlerdeki ifadesizliği görecek kadar güçlü değildim.

Kısa bir süre sonra kusursuz sesiyle dersi anlatmaya başlamıştı. Elifin önüme koyduğu deftere ve kaleme kısa bir bakış atıp parmağımdaki yüzüğü çevirmeye devam ettim, uzun süredir okula gelmediğim için fazlasıyla konu açığım vardı ve ben bu açığı nasıl kapatacağımı bilmiyordu.

Başımı kaldırıp on baktım çekingen gözlerle. Masanın gerisindeki sandalyeye oturmuş donuk yüz ifadesiyle konuyu anlatıyordu, yüzüne yansıyan yaz güneşi gitmiş onun yerine buz dağının soğukluğu gelmişti.

Ders sonuna kadar o gözler değmedi gözlerime, bekledim ama değmedi. İçimdeki küçük kız çocuğu üzgün gözlerle bizi izliyordu, benim onu izlediğim gibi. Sınıfın yavaş yavaş boşalmasıyla Elifin eşyalarını toplamasıyla bizde ayrıldık sınıftan.

"Çay alalım mı.?" Elifin sorusuyla daldığım girdaptan çıkıp ona baktım, cevap beklercesine yüzüme bakmasıyla gözlerimi ondan kaçırdım, bir çay alacak param bile yoktu ve o bunu biliyordu, Elif ne düşündüğümü anlayarak bana sıcacık gülümsedi.

"Sen boş masalardan birine otur ben alıp geliyorum." Cevap vermemi beklemeden hızla yanımdan ayrıldığında ne yapağımı bilmeyerek etrafıma baktım, karşımda yüzünde bana öfkeyle kadında durdu bakışlarım, bu gözlerde bana karşı olan öfke hiç bitmeyecekti sanırım.

Gözlerimi onun gözlerinden ayırıp dışarıya çevirdiğimde gözlerim bu kez onu buldu. Bu soğukta dışarıda oturması içimi titretmişti, onun yanına gitmek için can atan ayaklarım arafta kalmıştı ya beni yanına istemezse diye.

Acıyla yutkunup yüzüme dökülen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırıp titrek adımlarla çıkış kapısına doğru adımladım bu yolda yanmadan huzura kavuşamayacağımızı anlayalı hayli bir zaman oluyordu ben onun için yanmaya hazırdım.

Soğuk hava yüzüme tokat gibi çapmasıyla iliklerime kadar soğuğu hissettim. Ellerimi kabanımın ceplerine koyup sırtı bana dönük olan adamın yanına doğru adımlamaya başladım. Biliyorum canımız yanacaktı ama ona gitmekten kendimi alamıyordum.

Yere her bastığımda botlarımın altında ezilen karın çıkardığı sesler içimdeki küçük kızı sevindiriyordu.

Bankın arkasına geldiğimde başımı önüme eğip ayak ucumda duran karlara botlarımın ucuyla vurdum, cesaretim buraya kadardı, ona bir adım kala bitiyordu.

Bankın arkasına yasladığı bedenini öne doğru eğip bacaklarını iki yana açtı, elini kabanının iç cebine atıp çıkardığı kağıtla soluğum kesildi bu benim giderken ona yazdığım yazıydı. Baş parmağını usul usul kağıdın üzerinde gezdirip dağları titretecek bir iç çekti.

Korkaklığı bir kenara çekingen adımlarla gidip yanına oturdum, bakışları beni bulduğunda bakışlarındaki özlemi gördüm. Elindeki kağıdı cebine koyup benim gibi sırtını bankın arkasına yaslayıp karadenizin hırçın dalgalarına çevirdi bakışlarını.

Aramızdaki sessizlik iç yakan cinstendi, ne o konuşup can alıcı sözler söylüyordu nede ben kendimi ona ifade edecek tek bir cümle söylüyordum sadece sessizliği dinledik, en önemlisi de ben yanına oturduğum için kalkıp gitmedi.

Ellerimi ceplerimden çıkartıp dizlerimin üzerinde birbirine kenetledim.

"Sana tek bir soru soracağım ve sen bana doğruyu söyleyeceksin." Buz tutmuş sesi beni üşütüyordu, üşüdüğümü görüyor ama geri adım atmıyordu, bakışlarımı ona çevirdiğimde mimiksiz yüz ifadesiyle karşısındaki denize bakıyordu.

"Ben sana yalan söylemem." Dudakları yukarıya kıvrılırken başını aşağı yukarı söyledi.

"O kalbin..." Söyleyeceği şey ona acı veriyormuş gibi gözlerini kapatıp derin bir nefes sertçe yutkundu. " O kalbin hiç mi ısınmadı bana da gittin.?" Acıyla yutkunup dolan gözlerimle baktım güzel sinesine. Gözlerimden görmüyor muydu kalbimin ona nasıl ısındığını, bakışlarımdan anlamıyor muydu bu aciz kalbimin bir tek ona ısındığını. Görmüyordu çünkü gözleri yeminliymiş gibi değmiyordu gözlerime, halbuki bir kere değse nasıl acı çektiğime kendisi şahit olacaktı.

gözlerimden süzülen yaşı hızla elimin tersiyle silip ona inat ona baktım, titreyen dudaklarımı aralayıp zorlukla konuştum.

"Isındı." Fısıltıyla söylediğim kelimeyle bakışları beni bulduğunda gözümden bir yaş daha damladı, gerilen yüz hatlarıyla ifadesizce baktı bana.

"Demek ki bana yalan söyleye biliyormuşsun, o kalbin bana ısınsaydı gitmezdin, gidemezdin." Başımı iki yana salladım inanmıyordu bana. kalbimin ona ısındığına, onun için attığına inanmıyordu bu yaralı ruhumu daha da yaralamıştı, bana inanmaması içimdeki küçük kız çocuğunu küstürmüştü.

Gözleri bana ilk kez böyle bakıyordu.... ifadesizce. Esen rüzgar saçlarımı yaşların ıslattığı yüzüme düşürüp yüzümde asılı kalmalarına neden oldu.

Ona tüm kırgınlığımla bakarak yüzümdeki saçları yüzümden ayırıp gözyaşlarımı hırçın bir şekilde silip gözlerimi ondan ayırdım, gözlerindeki o ifadesizlik canımı yakıyordu.

"İ... inanmıyorsun inanmayacaksın da belki ama ben sana gerçekten yalan söylemem." Hıçkırıklarımın arasından zorlukla kurduğum cümlemde ker kelimemde bir gözyaşım benden ayrıldı, başımı önüme eğip burnumu sert bir şekilde çektim.

"Sana inanan, güvenen o yanımı yerle bir ettin sen." Titreyen dudaklarımı birbirine bastırıp ağzımdan kaçacak hıçkırığa mani oldum. Akan burnumu umursamazca çekip başımı olumlu anlamda salladım. Haklıydı ona bunları ben yaşatmıştım şimdi acizce bana inanmadığı için ona kırılıyordum.

"Haklısın ama...." Eğdiğim başımı kaldırıp çekingen bakışlarla ona baktım, ifadesiz bakışlarıyla bakıyordu yine. Akan gözyaşlarıma engel olamıyordum bana böyle bakması beni öldürüyordu.

Gözyaşlarımı tekrar tekrar sildim ama inatla akmaya devam ettiler. Ben ne desem de inanmayacaktı bana, güç bele onun yanına gelmek için bulduğum cesaretimi yok etmişti. Oturduğum yerden kalkıp ıslak kirpiklerimin arasından ona baktım.

"Haklısın ama benim bu kalbim bir tek sana ısındı, inanmayacaksın ama.... doğruyu söylüyorum yalan değil." Küçük bir çocuğun ağladığı gibi karşısında ağlıyordum ama o, o öylece bakıyordu. Ağlamama dayanamayan adam ağladığımda öylece bakıyordu bana 'demek ki dayana biliyormuş' dedi içimde ağlayan küçük kız. Haklıydı demek ki dayana biliyormuş.

Çökmüş omuzlarımla ağır aksak adımlarla yürümeye başladım. Beni hiçbir zaman affetmeyecekti, korkaklığımın sonucunu bir ömür boyu yaşayacaktım.

Ağladığımı gören öğrenciler bana şaşkınlıkla baksa da umurumda değildi. İçim içimden çıkana kadar ağlamak istiyordum. İnsan kalabalığının içinden geçip okulun çıkışına geldiğimde bacaklarım beni daha fazla taşıyamayarak dizlerimin üzerine düştüm.

Hıçkırıklarım boşlukta kayboluyordu. Gelip beni bu düştüğüm yerden kaldırıp sıkıca sarılarak bana inandığını söylemesini istedim ama gelmedi, belki de hiç gelmeyecekti ben düştüğüm bu yolda asla kalkamayacak yalnızlığın içine hapis kalacaktım.

Omuzumda hissettiğim elle korkuyla yerimde sıçradım. Elin sahibine baktığımda dolu gözleriyle bana bakan Elifi gördüm, önümde diz çöküp sıkıca bana sarıldığında bende ona sarıldım.

"Bana inanmadı, inanmıyor kalbimin bir tek ona ısındığına inanmıyor." Diye konuştum hıçkırıklarımın arasında. Elif usul usul saçlarımı okşayarak beni sakinleştirmeye çalıştı.

"Geçecek canım geçecek." Başımı asi bir şekilde olumsuzca salladım.

"Geçmeyecek, kalbim acıyor ama görmüyor onu nasıl özlediğimi nasıl korktuğumu görmüyor." Acıyla gözlerime bakıp yavaşça beni yerden kaldırıp sıkıca sarıldı, kollarım cansızca iki yanıma düştü. Sarılışına karşılık veremeyecek kadar yorgundum.

Sessizce benden ayrılıp otobüse bindiğimizde tükenmiş benliğimle başımı cama yasladım. Gözyaşlarım sessizce akmaya devam ederken bakışları aklımdan gitmiyordu, bakışlarıyla beni sevdiğini haykıran adam o bakışlarıyla beni bitiriyordu.

Otobüsün durmasıyla bir ölüyü andıran bakışlarımla etrafıma bakıp yavaşça oturduğum yerden kalktım. Haftalardır evlerinde kaldığım bu insanlara artık yük olmaktan başka hiçbir şey olmuyordum, onların düzenini alt üst etmeye hakkım yoktu. Başımı sokacak başka bir yer bulmalıydım, ayaklarımın üzerinde durmayı öğrenmeliydim. Sığınacak bir limanım bile yokken ben denizlerin kaptanı olmaya karar vermiştim, denize düştüğüm an boğulup ölecektim beklide.

Derin bir nefes alıp Elifin bana yol vermesiyle eve girip üzerimdeki fazlalıkları çıkartıp kenara bıraktım.

"Yemek yiyelim daha sonra uyursun olur mu canım.?"

"Canım istemiyor size afiyet olsun." Cansız sesimle sessizce konuşup kaldığım odaya girip kapıyı kapattım. Üzerimdeki kıyafetleri çıkarıp eşofman takımını giyindim, gözlerim aynadaki yansımama iliştiğinde bakışlarım orada dondu kaldı.

Zaten zayıf olan bedenim daha da zayıflamıştı, yüzümün rengi solmuş, gözlerimin altında mor halkalar kendini belli ederken gözlerimin içi kanlı bir denizi andırıyordu. Kurumuş dudaklarımla buruk bir tebessüm gün yüzüne yansıdı, sanırım ölüyordum.

Başımı olumsuzca sallayıp akıldaki boş düşünceleri bir kenara savurdum. Ayaklarımı soğuk zemine sürterek yatağa girip yorganı kafama kadar çektim. Acıdan sızlayan gözlerimi kapatıp uyumayı diledim, uyuyup acımın dinmesini diledim.

############

Soğuktan üşüyen ayaklarımı kendime çekip ısınmak için çabaladım ama bu boş bir cabaydı, zorlukla gözlerimi açıp etrafıma boş gözlerle baktım dışarıda lapa lapa yağan kar soğuğun habercisiydi.

Yataktan hiç çıkmak istemesem de zorlukla yataktan kalkıp lavaboya gitmek için odadan çıkıp odanın karşısındaki kapıyı açıp içeriye girdim, ev sobayla ısındığı için evin her aynı sıcaklıkta değildi hızla banyodaki işlerimi giderip çıktığımda Elifle karşılaştım.

"Günaydın canım bende seni çağırmaya gelmiştim kahvaltı hazır hadi hazırlan da gel." Sıcacık gülümsemesiyle bana bakarken ben sadece solmuş dudaklarımla tebessüm edip başımı sallaya bilmiştim.

Yanından ayrılıp odaya girdiğimde küçük dolabın kapağını açıp Elifin benim için aldığı kıyafetlere baktım, bu insanlara yük olduğumu günden güne daha da hissediyordum nenesiyle yaşadığı zor hayatı ben daha da zorlaştırıyordum kendi başımın çaresine bakmalıydım.

Elimi uzatıp siyah kalın örgü desenli kazak ve siyak kot pantolonu alıp giyindiğimde giysilerin soğukluğu tüylerimi diken diken etmişti, ayaklarıma iki çift çorap giyinip aynanın önündeki tarağı alıp kısa saçlarımı taramaya başladım uyuşuk hareketlerle. Saçımın her iki kenarından biraz alıp arkadan siyah tokayla bağlayıp kâküllerimi düzeltip telefonumu alarak odadan çıktım.

Salona geldiğimde içtenlikle olmasını umduğum bir tebessüm yerleştirdim dudaklarımın üzerine.

"Günaydın." Sesimle Elifin ve nenesinin bakışları bana dönmüştü.

"Günaydun kizum." Diyerek karşıladı Havva nene beni. Elif yerinden kalkıp sobanın üzerindeki çaydanlığı alıp tekrar yer sofrasına oturdu.

"Günaydın canım, gel otur hadi." Sessizce başımı sallayıp yanımdaki boşluğa oturdum. Herkes sessizce kahvaltısını yaparken ben çatalımla önümdeki zeytine işkence ediyordum, derin bir nefes alıp çatalımı kenara bırakıp çay bardağını elime aldım.

"Neden yemiyorsun.?" Elifin sorusuyla kısa bir an bakışlarım ona değmişti, omuzlarımı umursamazca silktim.

"Canım istemiyor." Aldığı cevaptan memnun olmasa da sessizce beni onayladı. Kısa ve sessiz geçen kahvaltının ardından evden ayrılıp kısa bir bekleyişin ardından otobüse binip okula gelmiştik.

Dalgın bakışlarımı yere indirdim insanların rahatsız eden bakışları bile umurumda değildi, atık kuyunun en dibindeydim saat hızla ilerleyip benim aleyhime işliyordu.

Fakülteden içeri girip sınıfa doğru ilerlerken koridorun karşısından gelen beden soluksuz kalmama neden oldu. Dünkü konuşmamış aklıma geldiğinde gözlerim benden bağımsız olarak dolmuştu, bana inanmamış olması beni derinden yaralamıştı.

Gözleri gözlerime değdiğinde toprak rengi gözlerinin kızardığını fark ettim. Sertçe yutkundum o gözlerin kızarmasına sebep olan kişi bendim, bedenlerimiz yan yana geldiğinde başını önüne çevirip yoluna devam etti, attığım adımlar bıçakla kesilir gibi kesildi o an.

Gözlerimi sıkıca kapatıp yaşlarımın akmasına izin verdim, öylece yoluna devam etmesi, beni yok sayması işte bu her şeyden çok yakmıştı canımı.

"Sare iyi misin.?" Elifin telaşlı sesiyle gözlerimi açarak ona baktım. Başımı olumsuz anlamda salladım, değildim ruhum ölmüştü şimdide çürüyordu.

"Değilim iyi falan değilim olmayacağımda, sen derse gir ben seni dışarıda bekliyorum." Fakülte içindeki oksijen bitmişte nefessiz kalmışım gibi nefes alamıyordum. Elifin yanıt vermesini beklemeden fakültenin içinden çıkıp dün Aliyle oturduğumuz banka oturdum. Soğuğu iliklerime kadar hissediyordum ama umursamadım sessizce gözyaşlarımı akıttım. Buz tutmuş ellerimi bu kez ısıtmak için hiçbir şey yapmadım, saat durmuştu artık benim için düştüğüm o kuyunun dibinde yalnızlığa hapis edilmiştim bu kara kışta.

Yanımda hissettiğimde hareketlilikle cansız bakışlarımı oraya çevirdim, gördüğüm kişi kaşlarımı derinden çatmama neden olmuştu her şeye aracı olan kişi yüzündeki pis gülüşle bana bakıyordu.

İçime doğan öfke ve nefretle baktım yüzüne. Hızla oturduğum yerden kalkıp karşısına geçtim içimdeki öfkeye mani olamayıp sağ elimi kaldırıp tüm gücümle yüzüne tokat attım başı yan tarafa düştüğünde dudaklarında alaycı bir gülüş doğdu.

"Sen ne adi bir insansın vesile olduğun bunca şeye rağmen nasıl yüzsüzce karşıma çıkabiliyorsun.?" Sesimin yükselmesini önemsemeden Yiğit'in yüzüne karşı içimdeki nefretimi kustum. Yiğit rahat bir şekilde arkasına yaslanıp tek kaşını kaldırarak alayla baktı yüzüme.

"Ben sana her küçük kızın yanı babasının yanıdır dedim diye onu terk etmek zorunda değildi." Şaşkınlıkla yüzüne baktım. Aldığım nefesler bana az geliyordu artık, hırsla montunun yakalarından tutup onu sarmaya başladım, içimdeki acıyı öfke köreltiyordu adeta.

"Ne diyorsun be sen yanıma gelip eğer gitmezsen baban ona zarar veriri demedin mi.?" Yiğit yakasındaki ellerimi tutup ellerimi ondan kurtarmaya çalıştı ama ben buna izin vermedim.

"Ah saf güzel seni. Evet dedim lakin sen babanı bu zamana kadar hiç tanıyamamışsın, o söylediğim sözlerin hepsini baban istediği için söyledim amacımız seni korkutup babanın yanına geri döndürmekti ama sen babanın yanına gelmeyip yine ondan kaçmayı seçtin, babanın derdi sadece seninle başka hiç kimseyle değil sadece sen." Duyduklarımla şaşkınlıkla yüzüne baktım. Boğazıma takılan nefesim beni öldürmek istiyordu sanki, titreyen ellerimi yavaşça yakalarından indirip dolan gözlerimle ona baktım bunca çekilen acı boşuna mıydı yani.

"Nasıl yani.?" Diye sordum titreyen sesimle. Yiğit derin bir nefes alıp oturduğu yerden kalktı.

"Yani demem o ki baban sen geri dön diye öyle söylememi istedi, ona zarar vermek gibi bir amacı yoktu eğer olsaydı şimdiye kadar vermiş olurdu değil mi.?" Sert bir şekilde yüzümdeki yaşları silip içimdeki öfkeyle yüzüne tekrar tokat atıp montunun yakalarından tutup onu sarsarak öfkeyle bağırdım.

"Ben sizin yüzünüzden onu arkamda bıraktım, ben o babam olmayı hak etmeyen adamın korkusundan onu arkamda bıraktım ona bir şey olacak diye korkumdan onu kaybettim ben." Yiğit sinirle kollarımdan kurtulup beni kendinden uzaklaştırdı, sinirle kasılmış yüzü ve öfkeyle harmanlanmış gözleriyle baktı gözlerime.

"Babanın tek derdi sen olduğunu bu zamana kadar anlayamamış olman senin aptallığın." Elimi tekrar tokat atmak için kaldırdığımda Yiğit öfkeyle beni geriye itti, dengemi sağlayamayıp sert bir şekilde yere düştüm.

"Yeter be bu kadar saf olmasaydın sende." Bağırmasıyla irkilerek öfkeyle kasılmış yüzüne baktım korkulu gözlerimle, üzerime yürümesiyle içimdeki korku daha da büyüdü.

"Ama şunu da unutma baban onun üzerinden seni yok edecek hemen değil yavaş yavaş." Kolumdan tutulup beni bir anda düştüğüm yerden kaldırıp gözlerindeki sinsilikle baktı bana. Kolumu ellerinin arasından kurtarmak için hamle yapsam da kolumu daha sıkı tutmuştu, acıyla yüzümü buruşturdum.

"Bırak beni şerefsiz adam." Yiğit'in söylediğim şeyle gözü seğirmişti adeta, bana vurmak için elini kaldırdığında korkuyla gözlerimi kapatıp başımı yana eğdim. Bekledim lakin beklediğim hamle gelmedi, kolumdaki sert dokunuş yok olup ardından duyduğum bir kemiğin kırılma sesiyle hızla gözlerimi açtım.

Yiğit düştüğü yerde acıyla kıvranırken elini kanayan burnuna koyup kanın akmasına mani oldu, elinin tersiyle burnunu silip alayla gülerek düştüğü yerden sendeleyerek kalktı.

"Oooo demek asıl olaylara sebep olan kişi sonunda teşvik edebildi." Ali, Yiğit'i yakasından kavrayıp sert bir yumruk attı yüzüne.

"Senin o alay akan sesini s*k***m." Yiğit'in bana vurmak için kaldırdığı elini tutup ters çevirip dişlerinin arasından tıslarcasına konuştu." Ona kaldırdığın elini de." Şaşkınlıkla aralanan gözlerimle ona bakıyordum, onu ilk kez böyle bir küfür ederken görüyordum.

Yiğit ani bir hareketle Ali'nin elinden kurtulup Aliye yumruk attığında korkuyla çığlık atıp Aliye doğru koşup yanına gittim. Kaşından süzülen kan sakallarının arasında kayboluyordu, korkudan dolan gözlerime mani olamıyordum gözlerimde biriken yaşlar onu bulanık görmeme neden oluyordu.

"Ali." Diye fısıldadım adını korkuyla ama onun bakışları beni bulmadı karşısındaki Yiğit'e avını parçalamak isteyen bir kartal gibi bakıyordu. Bakışlarım etrafıma kaydığında bizden başka kimsenin olmaması beni rahatlatmıştı.

"Sen beni bırakta şu yanındaki saf karına biraz akıl ver böyle giderse keklik gibi avlanacak haberin olsun." Yiğit baş parmağıyla dudağının kenarındaki kanı silip arsızca baktı bana.

"Ben avlayacağım şimdi seni keklik gibi." Ali tekrar Yiğit'e vurmak için hamle yaptığında korkuyla önüne geçip titreyen kollarımı beline sardım ani hareketimle Ali olduğu yerde dururken bedeninin kasıldığını an an hissettim.


"Yapma lütfen." Diye fısıldadım ağlamaklı sesimle. Korkudan akan gözyaşlarım onun siyah kazağını ıslatıyordu, Alinin derin bir nefes almasıyla göğsüne yasladığım başım göğsüyle birlikte kalkıp indi.

"Ah ah aşk neler yaptırıyor insana." Yiğit'in alay dolu sesi kulaklarıma iliştiğinde başımı çevirip ona baktım. Yaptığı, söylediği hiçbir şeyi umursamadan arkasını dönüp gitmişti.

Kollarımda hissettiğim dokunuşla başımı kaldırıp Ali'ye baktım ıslak kirpiklerimin arasından, benim aksime o başını eğerek bakıyordu bana.

"Derdine derman olarak görmeyecek kadar sende bir hiçim öyle mi.?" Titreyen dudaklarımı birbirine bastırıp başımı olumsuz anlamda salladım. Ona onu ne kadar sevdiğimi gösteremediğim için bendeki yerini ona gösteremediğim için kendime kızdım. Ben sevgisizlikle büyümüş bir kızdım sevgi nasıl gösterilir bilmiyorum.

"Senin yerin bende çok farklı en derindesin sen sadece ben bunu sana gösteremiyorum." Kollarımdaki ellerinin baskısını artırıp bendi kendisinden uzaklaştırmaya çalıştı ama ben izin vermeyip beline doladığım kollarımla sıkıca sarıldım ona, kaybetmekten korkarcasına.

"O yüzden mi derdini gelip bana anlatmadın gelip anlatsaydın biz şuan bu durumda olmayacaktık." Gözlerindeki ifadesizlik acının kaynağıydı acının dört yanını kuşattığı ifadesizlik. Acıyla yutkunup baktım gözlerinin en derinine.

"B... ben korktum o sana zarar verecek diye korktum." Görsün istedim gözlerimden nasıl çaresiz olduğumu, nasıl yaralı olduğumu, nasıl ona muhtaç olduğumu görsün istedim ama o görmedi belki de görmek istemedi.

Gözlerini gözlerimden ayırıp beni kendinden uzaklaştırdığında içimde bir şeyler koptu sanki dudaklarımın arasından kaçan hıçkırığa mani olamadım içim acıyordu neden görmüyordu.

"İsterdim ki derdine derman olarak beni görmeni ama sen beni dert kendini de derman olarak görüp arkanda beni bırakıp gitmeyi seçtin." Elimin tersiyle sert bir şekilde gözyaşlarımı silip ona doğru bir adım attım.

"Ben korktum neden anlamıyorsun korktum sana bir şey olacak diye korktum." Diye bağırdım bir an sesime yansıyan acıyla. Başını usulca olumsuz anlamda sallayıp topraklarını mavilerime sabitleyip beni öldürmek istercesine konuştu.

"Sana dert olan bir insan için korkmamalısın, kalbinde yer verdiğin bir insan için korkmalısın." Hırçın bir şekilde başımı sallayıp elimi uzatarak kan bulaşmış yüzüne dokunmak istediğime başını yana çevirerek ona dokunmama mani olup arkasını dönüp gitti. Havada asılı kalan elimi indirip yaşlı gözerle arkasından baktım.

Loading...
0%