@eminefuruncu
|
Ruhumu kanatarak onardığım o narin kanatlarım acıya daha fazla dayanamayıp tekrar kanamaya başlamıştı. Halbuki onlar acıya alışmıştı, onları kaç kez onardığımı ben bile bilmiyordum. Sanırım saymayı unutacak kadar çoktu. Ben hayalini kurarak uyuduğum o güzel günlere kavuşamayacaktım, çünkü bir enkazdan kaçarken bir diğerine yakalanmıştım. Sertçe yutkunup karşımdaki adama baktım, yüzündeki hiçbir mimiği oynatmadan bana bakıyordu, ne hissettiğini gerçekten çok iyi saklıyordu. Bacağımı yavaşça korkuluktan indirip tamamen ona döndüm, yavaşça bana yaklaşırken elinde tuttuğu beyaz poşetler dikkatimi çekti. Poşetleri kenarına bıraktıktan sonra konuştu. "İçeriye gir.!" Dedi gayet sakin bir sesle, yavaş adımlarla odanın içine girip kapıyı kapattım, ardından ellerimi önümde birleştirip beklemeye başladım. Giydiğim siyah terlikleri inceliyordum, üzerlerinde küçük beyaz çiçekler vardı sadece. "Neden kaderinden kaçıyorsun?" Dediği şeyle gözlerimi terliklerden ayırıp ona baktım, sırtı bana dönük bir şekilde getirdiği poşetlere bakıyordu. "Kaderimden kaçıp tekrar kaderime geliyorum zaten." derken sesim kısıktı, yavaşça bana dönüp bana bakmadan konuştu. "O zaman vazgeç kaçmaktan." dedi tok sesiyle ardından biraz durup ekledi. "Bu poşetlerde yarın sabah giyineceğim kıyafetler var." anlamayan gözlerle toprak rengini anımsatan gözlerle baktım, ardından sağ gözünün altındaki bene gerçekten dikkat çeken bir bendi. "Yarın sabah derken." dedim anlamadığımı belli ederek. "Yarın sabah imam nikâhımız kıyılacak." Gözlerimi büyüterek ona baktım, ne diyordu bu adam? Bir kaç adımla yanına yaklaşık çatık kaşlarımla konuştum. "Ne diyorsun sen ya!" Dedim hayretler içinde, gerçekten şu anda hayretler içindeydim hiç tanımadığım bu insanlar bir anda hayatıma giriyor, seni korumak için seninle evlenmek zorunda diyen annesi bir taraftan, diğer taraftan da annesi için onunla evlenmemi isteyen bu adam, evlenmek istemesine anlam verebilmiştim bir nebze ama neden hemen istediğini anlam veremiyordum. "Duydun işte yarın sabah imam nikâhımız kıyılacak." Tek kaşımı kaldırarak ona bakamaya devam ettim. "Ben evet dediğimi hatırlamıyorum." "Bende sana cevap vermen için süre verdiğimi hatırlamıyorum." Dedi meydan okurcasına ardından kapıya doğru ilerlemeye başladı. Hızlı adımlarla ona yetişip kolundan tutarak kendime çevirdim, bir bana bir kolundaki elime baktı, kaşlarını sertçe çatıp kolunu elimden çekti. Şaşkın gözlerle ona bakarken konuşmama fırsat vermeden o konuştu. "Helalim oluncaya kadar bir daha sakın bana dokunma." bir şey söylememe fırsat vermeden hızla odadan çıkıp gitti. Şaşkınlıkla arkasından bakakaldım, ona dokunmama neden bu kadar büyük tepki verdiğine anlam yükleyemezken çaresizce halının üzerine oturdum, ne yapamam gerektiğini bilmeden elimden gelen tek şeyi yapıp ağlamaya başladım. Babam beni birazcık sevmiş olsaydı bunları yaşamak zorunda kalmayacaktım. Şuan birine inanmaya o kadar çok ihtiyacım vardı ki sanırım hiç tanımadığım o kadının söylediği şeylere şeylere inanmak istiyordum. Annemin beni ona emanet ederek öldüğüne inanmak istiyordum, bu evliliğin beni babamdan korumak için olduğuna inanmak istiyordum. ######## Güneş geceye inat bir şekilde doğmaktan vazgeçmeden her gün büyük heybetiyle aydınlatıyordu dünyayı, bir benin dünyamı aydınlatmıyordu. Rahatsız bir şekilde yerimde kıpırdandım, halının üzerinde uyuya kalmıştım, her yerim tutulmuştu. Yavaşça yerimden doğruldum, gözlerim odanın içerisinde saat ararken masanın üzerindeki saatte takılı kaldı gözlerim 09:39'u gösteriyordu. Yavaşça yerimden kalkıp banyo diye düşündüğüm kapıdan içeriye girdim, diğer oda gibi burasıda siyahtı, mermerler bile siyahtı ruhum daralıyordu galiba, siyahı severdim ama bu kadar yoğun olması fazlaydı. Aynadaki yansımama baktım ,dağılmış saçlar, ağlamaktan kızarmış mavi gözler, ıslak kıyafetleri üzerinde kurumuş bir Sare ile karşılaşmayı tabii ki bekliyordum öylede oldu. Yüzümü soğuk su ile yıkayıp dağılan saçlarımı elimle düzeltmeye çalıştım, ardından banyodan uyuşuk adımlarla çıktım. Banyodan çıktığımda Hüma'ya görmeyi beklemiyordum tek kaşımı kaldırarak ona baktım. "Günaydın." sesindeki sevecenlik kendimi ona yakın hissetmemi sağlıyordu. "Günaydın." Benim sesim onunkine nazaran durgundu, sesimde bitmişlik vardı. Yerinden kalkıp dün akşam abisinin bıraktığı beyaz poşetle yanıma geldi. "Bunu giymen gerekiyor." Boş gözlerle Hüma'nın yüzüne bakmaya devam ettim. "Lütfen Sare abim sinirlenmeden giyin." Alinin de dediği gibi kaderimden kaçmamalıydım belki de, dönüp dolaşıp ona geliyordum zaten, yavaşça elindeki poşeti aldım. Hüma şaşırarak bana baksana umursamadım. "Sen giyinip gel daha sonra ben sana ne yapman gerektiğini anlatacağım." Başımla uyuşuk bir şekilde onu onaylayıp az önce çıktığım banyoya tekrar girdim, poşeti açtığımda beyaz bir elbise ile karşılaştım, elbise belden oturtmalı etek kısmı Mevlana model olan üst Kısımın da küçük çiçek işlemeleri olan uzun kollu bir elbiseydi. Güzel bir elbiseydi. Üzerimdeki kıyafetleri uyuşuk hareketlerle çıkartıp elbiseyi giyindim ardından çıkardığım kıyafetleri katlayıp kenara koyup banyodan çıktım. Hüma yatağın üzerine oturmuş beni bekliyordu, benim geldiğimi fark edince yerinden kalkıp bana baktı. "Çok yakışmış." Dedi gülümseyerek, onun aksine somurtmaya devam ederek ona baktım. Yatağın üzerindeki poşetleri karıştırmaya başlayınca umursamaz bir şekilde onu izlemeye devam ettim. Beyaz poşetlerin birinden beyaz bir şal ve beyaz bir ayakkabı kutusu çıkardı, kutuyu yatağın üzerine bırakıp şalı elinde tutarak konuştu. "İmam nikahı kıyacağımız için başını kapatman gerekiyor." Bir şala birde ona bakarak konuştum. "Ben onu nasıl takacağımı bilmiyorum." Dedim sesiz bir şekilde. "Sorun değil ben yaparım şalını ama önce abdest alman gerekiyor." Biraz durup tekrar konuştu. "Önce ben alayım sen beni izle daha sonrada sen alırsın." Başımı olumlu anlamda sallayıp onu izlemeye başladım. Başındaki toz pembe eşarbı çıkartıp kenara koydu sonrada elbisesinin kollarını dirseklerine kadar çekip ağzının içinde bir şeyler söyleyip ellerini bileklerine kadar üç kere yıkadı, sağ eli ile ağzına üç kere su verip suyu tükürürdü, yine sağ eli ile burnuna da üç kere su verip sol ile burnunun kenarına tutarak sümkürdü ardından avuç içine doldurduğu şu ile üç kere yüzünü yıkadı, sonra sağ kolunu dirseklerine kadar üç kare yıkayıp aynısını sol kolunda yaptı, sağ elini ıslatıp saçlarının on kısmını ıslattı, daha sonra iki elini de ıslatıp serçe parmaklarını kulağının içine bas parmaklarını kulağının arkasına koyarak abdest almaya devam etti, baş ve serçe parmaklarını kullanmadan parmaklarının dışı ile boynunu yıkadı, sağ ayağını topuk kemiği ile birlikte yıkayıp sol ayağından aynısını yapıp suyu kapattı. Köşede asılı duran siyah siyah havlu ile yüzünü ve kollarını kurulayıp bana baktı, sıra bendeydi. Daha önce hiç abdest almamış birisi olarak heyecanlanmıştım. "Öncelikle 'Niyet ettim Allah rızası için abdest almaya 'diyerek niyet edeceksin sonrada 'Eüzubillahimineşşeytanirracim Bissmillahirrahmanirrahim' diyerek abdest almaya başla. "Başımı yavaşça sallayıp dediklerini içimden tekrar ederek ederek yaptıklarının aynısını yaparak abdest aldım. Hafiflediğini hissetmiştim o an. Hüma'nın elini ve yüzünü kuruladığı havluyu alıp bende elimi ve yüzümü kurulayıp kenara bıraktım havluyu, Hüma'ya baktığımda çoktan eşarbını yapmış beni bekliyordu. "Tamam şimdi saçlarını alçak bir topuz yap." dediğini yapmak için ellerimi saçlarıma götürdüğümde tokamın olmadığı aklıma geldi. "Tokam yok" dedim Hüma'ya dönerek. "Sen bekle ben odamdan alıp geleyim." diyerek yanımdan koşarak uzaklaştı. Kısa bir süre sonra Hüma tekrar yanıma geldi, elindeki tokayı bana doğru uzatması ile tokayı elinden alıp açık kahverengi olan saçlarımı alçak olacak şekilde topuz yaptım, ama kâküllerim hâlâ aynı duruyordu. İşaret parmağımla kâküllerimi gösterip konuştum. "Bunlar ne olacak." Hüma bu defa elindeki tel tokaları gösterip gülümsedi, bu kız sürekli gülümsüyordu anlaşılan. Elindeki tokaları alarak kâküllerimi geriye doğru atarak tutturdum, ardından Hüma'ya dönüp baktım sırada ne var der gibisinden. "Odaya gidelim gel." Diyerek banyodan ayrılmasıyla bende onu takip ederek banyodan çıktım. "Sen söyle otur ben şalını yapayım." Diyerek siyah koltuğu gösterdi, dediğini yapıp koltuğa oturdum. İnsanların elinde oyuncak olmuştum, ne yöne çekilirsem o yöne gidiyordum. Hüma önüme gelip başıma beyaz bir bone taktı ilk başta sonrada şalın az bir kısmını içeriye doğru katlayıp iki ucu eşit olacak şekilde başıma artıp çenemin altından birleştirdi şalı, bir kaç yerine daha iğne takıp şalın uçlarını çapraz bir şekilde omuzlarımdan aşağıya bıraktı, bana kısa bir bakış attıktan sonra koşarak yatağın üzerindeki ayakkabı kutusunu alıp geldi. "Bunları da giy." Gözlerimi devirerek elindeki kutuyu alıp açtım, içinde babet ayakkabı vardı, elbisem gibi üzerinde küçük çiçek desenleri vardı, güzel gözüküyorlardı. Ayakkabıları yavaşça kutudan çıkartıp giyindim. Hüma elimden tutup beni ayağı kaldırıp gülümseyerek konuştu. "Gerçekten çok güzel oldun." Dediği şeyle tebessüm ederek cevap verebildim. "Abim sana tutulmazsa iyidir." Dedi ağzının içinden, kaşlarımı çatarak ona baktım. "Anlamdım." "Şey.. Ben kendi kendime konuştum, önemli bir şey değil" dedi panik içinde. Kapıya vurulma sesiyle ikimizde başımızı kapıya çevirdik. Hüma'nın " gel abi" demesiyle kapı yavaşça açılarak içeriye girdi. Benim aksime o siyaha bürünmüştü, siyah gömleği ve siyah pantolonu ile gerçekten çok zıttık. Siyah saçlarını yukarıya doğru taşmıştı. Toprak rengini anımsatan gözleri bir kaç saniye bende dolaştıktan sonra Hüma'ya döndü. "Hazır mısınız.?" Bu soruyu daha çok hitaben sorulmuş bir soruydu. "Evet, ben yapmam gerekenleri yaptım." Dedi abisini, basını sallayarak Hüma'yı onaylayıp konuştu. "Aşağıda imam sana bir kaç soru soracak, adın ne? babanın adı ne? ne kadar Mehir belirledin? Diye soracak 90 gram altın istediğini söylersin." Bu konuşmada bana hitabendi. Başımı belli belirsiz bir şekilde salladım. "Hadi imam gelecek birazdan." diyerek odanda çıktı. Hüma elimden tutarak beni yürütmeye zorladı. Birazdan her şey benim için belki de bitecekti, hiç tanımadığım bu adamla evlenerek. Sert bir şekilde yutkunup Hüma'nın peşinden yürümeye başladım. Merdivenlerden inip salona girdiğimizde tanımadığım insanların bakışlarına maruz kaldım, utançla başımı eğdim, buradan gitmek istiyordum. Odaya göz gezdirdiğimde salonun baş köşesindeki koltuğa oturmuş bana sinirli gözlerle bakan babası, hemen onun yanında tekerlekli sandalyede bana yorgun gözlerle bakarak tebessüm eden annesi, onun çaprazındaki koltukta ise dün babasının yanında olan adam vardı, onunla çok benziyorlardı ,tek fark bu adamın mavi gözlü olmasıydı abisi olabilme ihtimali yüzde kaçtı?. Adamın kucağındaki küçük kız çocuğu" Baba kim bu abla" sesindeki sevimliliğe tebessüm etmek istedim ama yapamadım, mimiklerim ölmüştü sanırım. Adam kızın kulağına eğilip bir şeyler söyledi ardından kız şaşırarak bana baktı babasına fazla benziyordu acaba annesi kimdi? Odaya biraz daha göz attığımda kapalı ela gözlü bir kızla karşılaştım, kapının hemen kenarında durmuş bana bakıyordu benim ona baktığımı görünce utanıp başını eğdi, acaba annesi bu kısmıydı? "Güzel kızım yanıma gelsene." Ayşe hanımın seslenişi ile ona çevirdim bakışlarımı, ne yapmam gerektiğini bilmeden olduğum yerde dikilmeye devam ettim, gitmeli miydim? Yanındaki adam beni ürkütüyordu. "Ali imam geldi." Diyerek içeriye giren adamın sesiyle yerimden sıçradım, fazla gür sesi vardı. Bakışlarımı Ali'ye bana yaklaştığını gördüm, ellerimi önümde birleştirip bekledim. Yanıma gelip sesiz bir şekilde konuştu. "Hadi." Dedi eliyle gösterdiği yere doğru ilerlemeye başladım, içimde tuhaf bir his vardı sanırım korkuyordum. İmamın karşısındaki sandalyelerin birine ben diğerine o oturmuştu. İmam ve onun arsındaki sandalyelere ise az önce içeriye giren adam ve abisi olarak tahmin ettiğim adam oturdu. "Gelin hanım mehiri ne kadar olarak belirlediniz" diye sorması ile imamın bakışlarımı ona çevirdim. "90 gram altın" dedim sesiz bir şekilde benden söylememi istediği şeyi söyleyerek. "Adın nedir.?" "Sare." "Babanın adı nedir.?" diye sormasıyla durdum. Beni yalnızlığa iten babam. "Mustafa" diye mırıldandım. Bana sorduğu soruların aynısını bu kez ona yöneltmişti. "Adın nedir .?" "Ali." "Babanın adı nedir.?" "Selim." İmam ardından şahitlere dönüp önce kendi tarafındakine sordu. "Adın nedir.?" "Murat." Babanın adı nedir.?" "Erdem." Ardından da diğerine sordu. "Adın nedir.?" "Araf." "Babanın adı nedir.?" "Selim." "Allahu Teâlâ'nın emiri peygamber efendimizin sünneti, mezhebimizin imamı olan Ebu halifenin içtihadı ve hazır olan Müslümanların şahitlikleriyle 90 gram altın ile Selim oğlu Ali'yi kocalığa kabul ettin mi?" Diye sordu imam, gözlerim ellerimin üzerinde dolaşırken konuştum. "Evet ettim." Dedim "Ettin mi.?" diye tekrar sordu imam. "Ettim." Diye tekrar cevapladım. "Ettin mi?" Diye tarar sormasıyla duraksadım. "E.. Ettim." duymuyor muydu acaba beni imam diye düşündüm bir an sesim cılız çıkıyordu evet ama duyulmayacak kadar değildi. İmam bu defa ona dönüp aynı soruyu ona da üç kez sordu, oda benim gibi üç kez aynı cevabı verdi. Ardından imam dua okumaya başladı kısa bir süre onu dinledikten imam gitmek için ayağa kalktı ,kulağımda hissettiğim sıcak nefes ile ürperdim. "Hoş geldin pedaliza..."" |
0% |