@eminefuruncu
|
Hatalarım varsa kusura bakmayın, keyifli okumalar dilerim.
Panzehiri olmayan bu zehir kalbimi istila altına alıyordu. Panzehiri kalbimdeydi. Göz kapaklarımı uyuşuk bir şekilde kapatıp açarak yanımda oturan teyzeme çevirdim. Sabahın erken saatinde eniştem ve yanlarında tanımadığım bir adamla gelmişlerdi. Teyzem endişeli gözleriyle bir benimle bir Yavuz Selimle ilgileniyordu, bu ilgi beni yavaş yavaş bunaltmaya başlamıştı. "Ezka, güzelim hadi bunu' da ye." Teyzemin bana uzattığı elmaya baygın gözlerimle baktım. Sabahtan beri yediğim kaçıncı şeydi bu bilmiyorum ama midem artık bir çöplükten farklı değildi. Mideme girecek olan tek lokma isyan bayraklarını çekmesine sebep olacaktı. "Teyze yemesem." Diye konuştum masumca. Teyzem kaşlarını sanki imkansız bir şey söylemişim gibi derinden çatarak baktı bana. Önüme uzattığı elma dilimini mecbur kalarak almıştım. Elmayı yavaşça ağzıma uzattığımda elmanın parmaklarımın arasından kayıp gitmesiyle şaşkın bakışlarımla yan tarafıma döndüm. Yavuz Selim az önce benim elimde olan elmayı almış keyifle yiyordu. Ona dönen bakışlarımı gördüğünde gözünü kırmasıyla kalbim ritmini şaşırarak hızlı atmaya başladı. O bana göz kırmıştı. "Yavuz Selim, oğlum neden kızın elindekini alıyorsun.?" Eniştemin sorusuyla Yavuz Selim sağlam omuzunu kaldırıp indirdi. "Yaralanan benim ama o yiyor meyveleri." çocuk gibi şikayet etmesi beni gülümsetmişti. "Aaa aşk olsun sana da veriyorum ya oğlum." Teyzem küskün bakışlarla Yavuz Selime baksa da, Yavuz Selim yüzündeki yarım gülüşle bana bakıyordu. "Ooo kuzen." Ortamda yayılan yabancı erkek sesiyle herkesin bakışları oraya dönmüştü. Bu sesi sabah teyzemler geldiğinde de duymuştum, sabah geldikten sonra teyzemlerin evine geçmiştik daha sonrasında bu adamın sesini bir daha duymamıştım, şimdi nerden çıkmıştı hiçbir fikrim yoktu. Yavuz Selim salona giren genç adamı gördüğünde oturduğu yerden kalkıp kaba bir şekilde selamlaştılar. Henüz kim olduğunu bilmediğim adam Yavuz Selimim yaralı omuzuna vurduğunda Yavuz Selim ağzının içinden bir şeyler söyleyip kaşlarını çatarak karşısındaki adama baktı. "Senin o elini Murat." Yavuz Selim karşısındaki adama sert yüz ifadesiyle bakarken, o Yavuz Selime sırıtarak bakıyordu. Murat denilen adam bakışlarını yavaşça bana şaşkınlıkla gözlerini araladı. "Lan Ezka." Bir anda bağırmasıyla korkuyla yerimde sıçradım. Yavuz selimi elinin tersiyle kenara itip bana doğru büyük adımlarla gelerek kolumdan tutup bedenimi boş bir çuval koltuktan kaldırarak sıkıca sarıldı. "Kış uykusundan uyandığını duymuştum, uyumak sana baya yaramış eskiden çirkin bir şeydin, bir bakayım sana." Bedenimi geriye doğru itip başını olumlu anlamda salladı." Harbi güzel olmuşsun lan." "Ne." Kaşlarımı çatarak karşımdaki adama baktım. "Sen eskiden zeki bir şeydin, yoksa aptallaştın mı.?" Şaşkınlıkla gözlerim aralanırken dudaklarımda onlara eşlik etmişti. "Murat.!" Yavuz Selim sert sesiyle araya girip, Murat denilen adamı kolundan tutarak geriye doğru çekti. "Yeter, fazla konuştun." "Dur lan daha kendimi tanıtmadım, ben Murat Atalar bu gördüğün iki şahısın ilk göz ağrılarıyım." Teyzem ve eniştemi gösterdiğinde tek kaşımı kaldırarak ona baktım, bu adam Nurun abisi miydi.? Kendisini rahat bir şekilde eniştemin yanındaki boş koltuğa atıp sağ kolunu koltuğun kenarına koydu. Bana kaşlarını kaldırarak baktığında bakışlarımı ondan ayırıp kalktığım yere geriye oturdum. "Ee Ezka nasılsın.?" Ellerimi dizlerimin üzerine bırakıp, alt dudağımı ıslattım. "İyiyim." Kısa yanıtım onu memnun etmemiş gibi yüzünü buruşturarak bana baktı. "Bu kız eskiden daha çok konuşurdu ." Eniştem elini kaldırıp ensesine bir tane vurduğunda ağzından açı dolu bir inilti koptu. "Baba ne yapıyordun ya.?" "Sus.!" Eniştemin kısa ikazıyla memnuniyetsiz bir şekilde arkasına yaslandı. "Konuşmakta suç oldu." Sitemkar sesi küskün bir çocuğu andırıyordu, elinden pamuk şekeri alınmış bir çocuğun sesi. "Sen onu takma kızım." Enişteme kısarak baktığında dudaklarımı gülmemek için an kollar olmuştu. Teyzem oturduğu yerden kalkıp mutfağa gittiğinde, eniştem akşam haberlerini izlemeye devam ediyordu. Yavuz Selim ise karşısındaki Murat'a keskin gözlerle bakıyordu. Nur yanıma gelip yorgunlukla bedenini koltuğa bıraktı. Sabahtan beri ütü yapıyordu, resmen tüm dolabındaki kıyafetleri tek tek ütülemişti, onun bu halini gördüğümde ben bunalmıştım. "Çok yoruldum." "Sana istersen yardım edebileceğimi söylemiştim." Gülümseyerek bana bakıp yüzüne yapışan sarı saçı geriye doğru attı. "Düşünmen yeterli. "Sarı kafa." Murat tek kaşını kaldırarak Nura baktı. "Senin neden yüzün beş karış." Nur abisinin sorduğu soruyla rahatsızca yerinde kıpırdanıp dikleşerek oturdu. Gergin bir şekilde topuz yaptığı saçından yüzüne düşen sacı geriye doğru atıp abisine baktı. "Yorgunum sadece." Murat emin olmak istercesine Nur'un yüzünü izliyordu. Tek kaşını kaldırıp başını salladı. "Öyle olsun." Kendi ortalarında dolaşan konuşmayı bir zamandan sonra takip edememiştim. Başımdaki ağrı beni yalnız bırakmayıp yine hiç olmayacak biranda kendisini belli etmişti. Sağ elimi yavaşça kaldırıp başıma koydum. Derin bir nefes alıp içimde savrularak etrafa dağılan yaprakları tutmaya çalıştım. Elimi uzattığım her yaprak parmak uçlarıma değerek yere düşüyordu. Yavaşça oturduğum yerden kalktım, kalkışımla herkesin bakışları beni bulsa da umursamadım. "Ben uyuyacağım, sizlere iyi geceler." Sesime yuva yapan bitkinlik kendisini cesurca belli ediyordu. "İyi misin Ezka? saat daha erken." Yavuz Selimin keskin bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Bakışlarımı ona değdirmeden Nurun sorusunu başımı olumlu anlamda sallayarak onayladım. "İyiyim... bir şeyim yok." Titreyen bakışlarımı zorlayarak sırtımı delip gecen bakışlar eşliğinde salondan çıkıp kaldığım odaya girdim. Kapıyı açarak içeriye girip kapıyı kapattım. Karanlık odanın içerisini aydınlatan ay ışığının bana sunduğu sönük ışıkla yatağa yaklaştım. Parmaklarımla yatağın üzerine serilmiş yumuşak dokulu battaniyeyi kavrayıp kenara doğru ittim. Bedenimi yatağa bıraktığımda başımın ağrısı gözlerimi sıkıca kapatmama sebep olmuştu. Üzerimi örtmeden yan dönüp bacaklarımı karnıma doğru çektim, canım yanıyordu lakin bunu dile getiremiyordum. Gözümden düşen bir damla yaş gecenin ayazında kayboldu. Uyku bedenimi yavaş yavaş esir almaya başladığında odanın kapısının yavaşça açıldığını duydum ama hiçbir tepki vermedim. Yavaş ama titrek adımlar baş ucumda durduğunda burnuma dolan koku kalbimin hızlanmasına sebep olmuştu, karamel kokusu insanı kendisine bağlayan bir kokuydu. "Ağlamışsın." O uyuduğumu sanarak konuşsa da bilincim yarıya acıktı. "Senin canın yandıkça benim kalbim yanıyor." Söylediği her kelam kalbimin hastalıklı bir şekilde atmasına sebep olmuştu. Ruhum sıkışmıştı sanki, kalbim onun ellerine gitmek için an kollar olmuştu. Yatağın kenarının hafifçe çöktüğünü hissettiğimde kaşlarım huysuz bir şekilde çatılmıştı. Yüzük parmağımın üzerinde dolaşan dokunuşlar bedenimin karıncalanmasına sebep olmuştu. "Ellerimin arasından kayıp gitmene izin vermeyeceğim." Kısık ama sert sesi kararlılığını temsil ediyordu. "Bana verdiğin o sözü tutmak zorundasın Piccino mio." ######### Yorgun bedenime inat göz kapaklarım aralanmak için beni zor zorluyordu. Dışarıda hafifçe yağan yağmurun sesi bana güzel bir ninni gibi geliyordu. Usulca yutkunup boğazımdaki kuruluğun gitmesini istesem de gitmiyordu. Gözlerimi açıp boş bakışlarla camdan dışarıya baktım, ince ince yağmur yağıyordu. Derin bir nefes alıp yüzüme dökülen saçlarımı elime geriye itip yatağın diğer tarafına doğru döndüm. Gördüğüm beden şaşkınlıkla kaşlarımın havalanmasına sebep olurken yavaşça yutkundum. Yavuz Selim Karşımdaki koltukta kızarmış gözleriyle bana bakıyordu. Yorgunluktan gözlerinin altında halkalar oluşmuş, asi kahverengi saçları rüzgarda savrulmuş gibi dağılmıştı. Üzerine giydiği buz mavisi kazağın kolları dirseklerine kadar çekmişti, sağ kolunu koltuğun kenarına yaslayıp başını avuç içine koymuş bir şeklide dikkatli gözlerle bana bakıyordu. Yattığım yerde dikleşerek tek kaşımı kaldırarak ona baktım sorgularcasına, o sabaha kadar burada mı kalmıştı. "Neden buradasın.?" Dudaklarımın arasından fütursuzca dökülen kelimeler onun yüzünde ölü bir tebessüme sebep oldu, hissettiği acı yüzünün her zerresine yansımıştı. "Gidemedim." Sert sesi kulaklarıma dolduğunda biran irkilmiştim. "Anlamadım." Diye konuştum anlamadığımı belli ederek. Sırtını yasladığı koltukta öne doğru eğdi, güçlü duran omuzlarının üzerinde tonlarca yük varmış gibi çökmüştü. "İnsan kalbi attığı yerde durmak ister, benim kalbimde burada atıyor." Dudaklarından çıkan her kelime beni nefessiz bırakmıştı adeta. Kalbime bulaşan zehir şimdi tüm vücuduma yayılıyordu, bu zehrin panzehiri onun ellerindeydi. Kalbimin atışının sesi kulaklarımı dolduruyordu. Sanki.. sanki en güzel şarkının nakaratı gibi. Eğdiği başını yavaşça kaldırıp kızarmış gözleriyle baktı bana, gözlerindeki kahverengi topraklarda beni boğmak istercesine. "Ama... kalbimin attığı bu yerde ölümün kokusu var." Aldığım nefesler boğazımı yırttı. Ne demek istediğini net bir şekilde anlamıştım. "Tedavi ol." Sesindeki acı feryat içimi acıtıyordu, kalbimin derinlerinde hissettiğim acının adını biliyordum lakin bana hiçte yabancı gelmiyordu. "Sana yalvarıyorum tedavi ol, ben... ben seni tekrar kaybetmek istemiyorum." Dolan mavi gözlerimden bir damla yaş usulca süzüldü uçurumun kenarından, derin bir nefes alıp başımı önüme eğdim. "Hissediyorum geç kaldık." Titreyen sesim sessiz odanın içinde yayıldı. Gözümden düşen yaşlar ellerimi ıslatıyordu. "Bunu sen bilemezsin." Gür sesiyle bağırdığında biran irkilsem de kendimi kısa sürede toparlamıştım. "Bu kadar kolay vazgeçemezsin." Yanıma yaklaşan adım seslerini duyumsadığımda başımı kaldırıp ıslak kirpiklerimin arasından ona baktım. Yatağın boş kenarına oturup çekingen bir şekilde elimi tuttu. Sert bir şekilde yutkunmasıyla adem elması ahenk içinde hareket etti. "Bağırmak istememiştim, özür dilerim" Dudaklarımın üzerine yerleşen cansız bir gülüşle baktım kahvelerine. Bazen cesurca davranmak gerekiyordu, korkup saklandığımız gerçekler peşimizi bırakmıyordu aksine bir azrail gibi gibi peşimizde dolaşıyordu. "Vazgeçmiyorum." Diye konuştum cesurca. Yavuz Selim tek kaşını kaldırarak bana baktı, anlamadığını belirtircesine. "Doktora gitmeyi kabul ediyorum." dudaklarımdan dökülen her kelime onun asık suratında güller açtırdı. "Gerçekten mi.?" Diye sordu emin olamayan ses tonuyla. Başımı sallayarak onayladım onu. "Gerçekten." Beklemediğim biranda beni kendisine çekip sıkıca sarıldığında şaşkınlıkla gözlerim aralanmıştı. Böyle bir şey yapmasını beklemiyordum. Başını boynuma yaslayıp gizleme gereği duymadan kokumu içine çekti. Yanağıma değen yumuşak saçlarında parmaklarımı özgürce gezdirmek istiyordum ama yapamıyordum. Parmaklarımı sıkıca kapatıp bu isteğime ket vurdum. Yavaşça geriye çekildiğinde aramızdaki yakınlıktan dolayı gözlerimi ondan kaçırdım. Bakışlarını yüzümün her zerresinde hissediyordum, bu utanmama sebep oluyordu. Yüzüme dökülen saçımı parmak uçlarıyla geriye attı, buz tutmuş parmak uçlarını çeneme yaslayıp başımı kendisine doğru çevirdi. "Kalbimin attığı yerde duracağım, tam burada, yanında." söylediği her kelime birer sözdü asılında "Sen git desende gitmeyeceğim, tıpkı senin yaptığın gibi." Bedenini geriye çekip yanıma oturup, sırtını yatağın başlığına yasladı. "Anlamadım." diye konuştum, başımı ona doğru çevirirken. Başını yatak başlığına yaslayıp gözlerini kapatıp gülümsedi. "Sana git derdim ama sen gitmezdin, daima yanımda dururdun." Geçmişin silik sayfalarından bahsediyordu. Gözlerimin önüne kesik kesik gelen görüntüler bana tam olarak yardımcı olmuyordu. Başımı yatağın başlığına yaslayıp camdan dışarıya baktım, gün henüz yeni ayıyordu. "Hatırlasana ben okuldan çıkana kadar gitmezdin beklerdin, eğer okuldan çıkmazsam sen okula girerdin. Bir gün ben yine okuldan geç çıkmıştım ama sen gitmek yerine beni beklemiştin, yağmurun altında." Gülümseyerek anlattığı anıları gözlerimi kapatarak hatırlamaya çalıştım. Esen soğuk rüzgar saçlarımı savururken kırmızı şemsiyeme düşen yağmur damlaları gittikçe hızlanıyordu. Dakikalardır hareketsiz duran bedenim artık üşümeye başlamıştı, üzerimdeki ince beyaz gömlek beni soğuktan korumak için yeterli değildi. Dudaklarımı birbirine bastırıp üzgün gözlerle okulun çıkış kapısına baktım. Dakikalardır o kapıdan çımasını beklediğim kişi çıkmıyordu oradan, sanki benim burada olduğumu biliyor da benden kaçıyordu. Derin bir nefes alıp ayakkabımın ucunu önümde biriken su birikintisinin kenarında dolaştırdım. Su birikintisine yansıyan görüntüm beni gülümsetiyordu. Elimde dakikalardır tuttuğum şemsiye öne doğru eğildiğim için oda benimle birlikte öne eğilmişti, bu hareketim sırtımın ıslanmasına sebep olsa da bu pekte umurumda değildi. Kırmızı şemsiyem biranda geriye doğru çekilmesiyle korkuyla yerimde sıçradım, hızla arkamı döndüğümde onu karşımda gördüm. Yavuz Selim abimi. Yüzüme yayılan gülmeyerek ona bakıp elimdeki şemsiyeyi ona doğru uzatıp, şemsiyenin altına girmesine sebep oldum. "Neden buradasın.".?" Diye sordu katı sesiyle. Omuzumu önemsiz bir şeyden bahseder gibi silkip yüzüme düşen saçımı geriye doğru attım. Bu hareketim onun bakışlarının saçlarıma düşmesine sebep olmuştu. "Seni bekliyordum." Söylediğim onu sinirlendirmiş gibi derin bir nefes alıp bakışlarını benden kaçırıp yürümeye başladı. "Bir daha bekleme." Büyük adımlarına yetişebilmek için attığım adımlarla ona yetişip kırmızı şemsiyemle yanında yürümeye başladım. "Yoo bekleyeceğim." "Ezka, yanımda durmanı istemiyorum git." Söylediği kelimeler beni kırsa da sanki hiç kırmamış gibi gülümseyerek ona bakıp başımı olumsuz anlamda salladım. "Ama ben gitmek istemiyorum ki." Soğuktan sesim titremişti, bunu o'da fark etmişti. Esen rüzgar saçlarımı savururken, yağmur gittikçe artıyordu. Bakışları usul usul üzerimde dolaşıp gözlerini ağır ağır kapatıp açarak baktı yüzüme. Sırtındaki çantasını eline alıp içinden hırkasını çıkartıp bana uzattı. Beklemediğim bu hareket karşısında dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. O belki de ilk kez o gün bana karşı olan yelkenlerini indirmeye başlamıştı. Yüzüme yerleşen gülümsemeyle usul usul başımı salladım. "Hatırladım, o gün bana hırkanı vermiştin." Bakışlarım onu buldu usulca. Mavi gözlerim bana bakarken bir inçi gibi parlayan kahverengi gözlerine tutundu. Dudaklarına kondurduğu tebessümle usul usul başını salladı. "Belki de sana karşı prangalarımı ilk kez o gün orada kırmıştım." Kadifemsi sesi kulaklarıma dolduğunda kalbim yine farklı atmaya başlamıştı, karşımdaki adamın sesi bile beni heyecanlandırır olmuştu. Bakışlarımı ondan ayırıp kuruyan dudaklarımı ıslatırken omuzumu umursamazca kaldırıp indirdim. "Bilmem, belki de." Gün çoktan aymıştı. Onunla orada kaç saat oturup konuşmuştuk bilmiyorum ama saat 9: 15 olmuştu çoktan. Yataktan kalmak için hamle yaptığımda odanın kapısı biranda açılmıştı. "Ezka hadi.... kalk." İçeriye bağırarak giren Nur ikimizi yan yana yatakta görünce şaşkınlıkla gözlerini aralamıştı. Mavi gözleri bir bana birde yanımdaki Yavuz Selim'in üzerine değiyordu. "Siz... neden o yataktasınız.?" Nur'un sorduğu soruyla yanaklarım utançla kızarmaya başlamıştı. Halbuki yanlış anlaşılacak bir durum yoktu. Yavuz Selimle yan yana otursak ta aramızda gözle görünen bir mesafe vardı. Yavuz Selim yataktan kalkıp Nur'un yanına doğru ilerledi. Sakin adımlarla Nur'un önünde durduğunda başını eğerek ona baktı. "Konuşuyorduk Nur." Sert sesiyle konuşup elinin tersiyle Nuru kenara itti. "Şaşırmanı gereken bir durum yok yani." Diyerek odadan çıkıp gitmişti. Nur üzerindeki şaşkınlığı atıp tek kaşını kaldırıp sinsice sırıtarak bana baktı. Bu gülüşün sanırım ne anlama geldiğini biliyordum, hızla yataktan kalkıp banyoya doğru ilerledim. "Nereye gidiyordun? Gel buraya." Nur'un sessiz serzenişini umursamayıp banyonun kapısını açmadan ona baktım. "Konuşuyorduk sadece." Banyonun kapısını açıp içeriye girip hızla kapıyı kapattım. "Öyle olsun bakalım, hadi çabuk ol kahvaltı hazır." Duyduğum sesleriyle gittiğini anlamıştım. Elimi yüzümü yıkayıp, dişlerimi fırçalayarak banyodan çıktım. Adımlarım dolabın önünde durduğunda kısa biran ne giyeceğimi düşündüm. Elime aldığım kot elbiseye baktım, sanrım bu olurdu. Hızla üzerimdeki kıyafetleri çıkartıp kot elbiseyi giydim. Elbisenin önündeki düğmeleri ilikleyip belindeki ince siyah kemeri bağladım. Elbise düzlerimin altında bitiyordu, açıkçası üzerimdeki duruşunu beğenmiştim. Kuş yuvasına dönen saçlarımı yavaşça tarayıp at kuyruğu yaptım. Dolaptan aldığım beyaz çorapları ayağıma giyinip terliklerimi de giyinerek odadan çıktım. Yatağımı sonra düzeltmeyi aklıma not etmiştim. Adımlarım salona yaklaştıkça salondaki konuşma sesleri daha çok artıyordu. Çekingen bir şekilde salona girdiğimde herkesin bakışları bana dönüştü. "Günaydın." Diye mırıldandım ağzımın içinden. Herkes ağız birliğiyle 'günaydın' dediğinde bunların arasında Poyraz'da olduğunu gördüm. Sabah sabah onu burada görmeyi beklemiyordum açıkçası. Masada benim için ayrılan sandalyeye oturdum usulca. Üzerimdeki bakışlar beni huzursuz ediyordu. "Nur annecim, börek bitmiş tabağı doldur hadi." Nur başını sallayıp yanımdaki sandalyesinden kalkıp masadaki boş tabağı alarak mutfağa doğru ilerledi. Üzerimdeki yoğun bakışlara dayanamayıp başımı kaldırdığımda Yavuz Selimle göz göze geldim. Yine gözlerini ayırmadan beni izliyordu, yavaşça yutkunup bakışlarımı onun üzerinde gezdirdim. Üzerindeki siyah takım elbise ile bir hayli iyi gözüküyordu, özenle yaptığı saçları ona ayrı bir ahenk katmıştı. Sertçe yutkunup gözlerimi ondan ayırdım, bu düşüncelerime kara bir kilit vurmalıydım. Çatalımı elime alıp önümdeki börekten bir ısırık aldım, tadı bir hayli güzeldi. "Poyraz oğlum, nişanlanıyormuşsun hiçte söylemiyorsun bak. Annen söylemese haberimiz olmayacak." Teyzemin dudaklarından dökülen her kelime ateş olarak saçıldı etrafa bu ateş en çok kapının girişindeki Nuru yakmıştı. Nur duyduğu kelimelerle elindeki tabağı yere düşürmüştü. Acıyla bakan mavi gözleri dolu doluydu, sanki taşmayı bekleyen bir deniz gibi. Titreyen dudaklarını birbirine bastırıp mavilerini Poyraza çevirdi. Poyraz kaskatı kesilmiş yüzüyle karşısındaki kıza baktı sadece. Masanın üzerindeki elini sıkmaktan parmak boğumları beyazlamıştı. Kırgınlıkla bakan maviler şimdi kış bahçelerine dönmüştü. Baharların, yazların bir daha gelmeyeceği kış bahçeleri.
|
0% |