Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16. Bölüm

@eminefuruncu

 

Hatalarım varsa kusura bakmayın, keyifli okumalar dilerim.

Kör bir düğümle bağlanmıştık sanki, çözmesi öyle zordu ki parmak uçlarımız kan revan olmuştu ama yinede o kördüğümü çözememiştik. Kalbim bozuk bir saat gibi atarken buna sebep olan adam kollarımın arasındaydı, bana geç gelse de yanımdaydı.

Sanki bir rüyanın içindeydik bu rüya bittiğinde herkes olması gereken yerde olacaktı, kimisi toprağın altında kimisi yarım kalmış bir şekilde toprağın üstünde.

Titreyen dudaklarımı birbirine bastırıp yavaşça yutkunarak kollarımı onun bedeninden ayırarak aramızdaki kördüğümü çözdüm.

"Ama geç geldin." Diye fısıldadım kuru sesimle. Bir haftadır yanıma gelmemiş olmasına kırılmıştım, buna hakkım var mıydı bilmiyorum ama onu görünce ısınan bu kalbim onu göremeyince kırılmıştı.

Geriye doğru adım atarak onu arkamda bırakarak balkonda bulunan oturma yerine oturdum yavaşça. Hava soğuk olsa da bunu ne o nede ben umursamıyorduk. Nazlı bir şekilde esen rüzgar saçlarımı savuruyordu.

Yavuz Selim yorgun kahverengi gözleriyle öylece bana bakıyordu. Gözlerinin altı yorgunluktan şişmişti, günlerdir uykusuz kalmış gibi. Ellerini pantolonunun cebine koyup ağır ağır adımlar atarak yanıma gelerek yanımda ki boşluğa oturdu.

"Gelemedim özür dilerim." Kadifemsi sesi kulaklarıma dolduğunda başımı çevirip ona baktım. Sağ bacağını sol bacağının üzerine atmış elleri cebinde rahat bir şekilde oturuyordu yanımda. Rüzgar estikçe saçlarını süsleyen karamel kokusu burnuma doluyordu, bu istemsizce kokuyu içime çekme isteği uyandırıyordu bende.

Üşüyen ellerimi birbirine kenetleyerek dizlerimin üzerine koydum bakışlarımı önüme çevirirken. Kuruyan dudaklarımı usulca dilimle ıslatıp sakin sesimle konuştum.

"Özür dilemeni istemedim, sadece insan alıştığı bir şeyden uzak kalınca..... eksi hissediyor." Dilimden dökülen her kelam kulağıma iliştiğinde gözlerim şaşkınlıkla aralanmıştı, yanaklarım utançtan kızarmaya başlamıştı bile.

Yavuz Selim'in yoğun bakışlarını üzerimde hissetsemde başımı çevirip ona bakma cesaretini bulamamıştım o an.

"Haklısın, insan alıştığı bir şeyden kolay kolay ayrılamıyor." Başımı çevirip ona baktığımda onunda bana baktığını gördüm. Gözleri öyle derin bakıyordu ki gözlerinin içindeki kuyuya beni çekmek ister gibi, yoğun bakışları beni etkisi altına alıyordu yavaş yavaş. O kuyunun derinliklerine düşmekten korksam da geri adım atmıyordum.

"Yarın... yanımda olacak mısın.?" Diye sordum kısık sesimle. Derin bir nefes alarak başını usul usul salladı.

"Sen istediğin sürece her zaman yanında olacağım." Dudaklarımın üzerine benden bağımsızca yerleşen kuru bir gülümsemeyle ona baktım. Bakışları kısa biran gülümsememe dokunmuş ardından gözlerimi bulmuştu.

"Teşekkür ederim, beni yalnız bırakmadığın için." Gözlerinin içine yerleştirdiği ışıkla parıldayarak baktı bana. Sağ elini yavaşça uzatıp saçlarıma dokunacağı esnada eli duraksamıştı, bana dokunmadan önce hep ikilemde kalıyordu sanırım vereceğim tepki onu korkutuyordu.

"Dokunabilirsin." Verdiğim onayla buz tutmuş parmakları yüzüme sürtünerek saçlarıma ulaştı, yüzüme düşen bir kaç saçı kulağımın arkasına koydu.

"Kalbim senin yanında olmak istiyor." Kirpiklerimi utançla birbirine değerken bakışlarımı ondan kaçırıp başımı çevirmemle saçımda asılı duran eli boşluğa düşmüştü.

Rüzgarın sesi ninni gibi yayılıyordu etrafta. Usul usul yağan yağmur sesi ona eşlik ederek ninnisine eşlik ediyordu.

Başımın ağrısı yavaş yavaş kendisini belli etmeye başlamıştı yine. Yüzümü düşürerek gözlerimi sıkıca kapatıp açtım. Uyusam belki geçecekti ağrı lakin ben uyumak istemiyordum, onunla burada oturmak istiyordum. Soğuktan titreyen bedenime rağmen.

Başımı ona çevirip göz ucuyla ona baktım. Başını arkaya yaslamış öylece karşısına bakıyordu. Bedenimi ona yaklaştırıp bir şey söyleme gereği duymadan başımı omuzuna yasladım. Başımı yaslamamla Yavuz Selim öylece kalmıştı.

"Başım ağrıyor." Diye mırıldandım kısık sesimle. Yavuz Selim aldığı nefesi titrek bir şekilde vermesiyle saçlarımın arasında nefesini hissetmiştim. Elini yavaşça kaldırıp saçlarımın arasına koydu, parmakları usul usul dolaştı saçlarımın arasında ağrımı hafifletmek isteyerek.

"Kekin çok güzel olmuş yine." Söylediği şeyle başımı hafifçe kaldırarak ona baktım. Nereden biliyordu ki keki benim yaptığımı.

"Sen nereden biliyorsun keki benim yaptığımı.?" Yavuz Selim yüzündeki gülümsemeyle bana baktı.

"Yediğim şeyi eğer beğendiysem aradan yıllar geçse de tadını unutmam." Kaşlarım hafifçe çatılırken anlamayan bakışlarla baktım Yavuz Selime.

"Nasıl yani.?" Diye sordum anlamadığımı belli ederek.

"Unutmuş olabilirsin ama bu senin elinden yediğim ilk kek değil, yıllar önce de yapmıştın hatta yemediğimi düşünerek bana alınmıştın." Kaşlarım çatık bir şekilde başımı omzuna yaslayıp o anı hatırlamak istercesine gözlerimi kapattım.

Elimdeki kek kalıbını gülümseyerek tezgahın üzerine bırakıp gülümseyerek keke baktım. Çok güzel gözüküyordu, umarım tadıda görünüşü kadar güzel olmuştur.

Üzerimde beyaz bir tişört, kalın askıları olan belden oturtmalı kot bir elbise vardı. Topladığım saçlarımı çözerek omuzlarımın üzerine dökülmelerine izin verdim.

Kenara bıraktığım keki dilimleyerek birazını saklama kabına koyup saklama kabını alarak mutfaktan çıktım. Dış kapıya doğru yönelerek kenarda duran beyaz spor ayakkabılarımı giydim.

"Anne ben hazırım hadi." Diyerek evin içine doğru bağırdım annemin beni duyaması için. Sırtımı kapıya yaslayıp ayağımı sallayarak annemi beklemeye devam ettim.

"Geliyorum az bekle." Üst kattan gelen sesiyle başımı merdivenlere çevirip kaşlarımı çattım. Benden önce hazırlanmaya giden ama benden sonraya kalan anneme hayretler içerisinde bakıyordum. Merdivenden gelen aceleci adım seslerinin ardından kendiside görünmüştü en sonunda.

"Sonunda anne." Diyerek hayıflandım huysuz bir şekilde. Annem üzerindeki kıyafeti düzeltip kenardaki ayakkabılarını giyerken başını kaldırarak ters bir şekilde bana baktı.

"Sus kız işim vardı keyfimden bekletmedim ya." Kenarda duran çantasına anahtarı atıp, gözleriyle kapıyı gösterdi açmam için.

"Hadi bakalım aç kapıyı da gidelim sabahtan beri başımın etini yedin." Kapıyı açıp içimdeki heyecanla teyzemin evine doğru ilerlemeye başladım yanımda aheste aheste yürüyen annemle.

Bugün hafta sonuydu. Yavuz Selim abi büyük ihtimalle evdeydi bunu bildiğim için ona kek yapıp götürmek istemiştim.

Yüzümdeki gülümsemeyle yolun ortasında elindeki saklama kabının olduğu poşeti sallayarak yürüyordum. Onun için bir şeyler yapmak, yüzünde hafifte olsa beliren gülümsemeyi görmek içindi tüm bu çabam, ailesinin ona yaptıkları benim bile kalbimin sızlamasına sebep olurken o herşeyi anbean yaşamıştı.

Adımlarımız teyzemlerin evinin önüne gelmesiyle durmuştu. Annem kenardaki zili çaldığında sabırsızlıkla kapının açılmasını bekliyordum. kapı yavaşça açıldığında Nur gülümseyerek bize bakıyordu.

"Hoş geldiniz." Kenara çekilip geçmemiz için yol açtığında annem ona karşılık vermişti. Kenarda duran terlikleri giyinerek içeriye girdiğimizde Nur hızla elindeki poşeti alıp meraklı gözleriyle içerisine bakmıştı.

"Vayy kek mi yaptım.?" Keki poşetten çıkarıp kabın kapağını açacağı esnada hızla ona doğru atılarak keki ondan aldım.

"Şimdi değil, hem o burada mı.?" Diye sordum kısık ama meraklı sesimle. Nur tek kaşını kaldırarak bana bakıp omuzuna dökülen sarı saçlarını geriye doğru savurup kollarını göğüs hizasında bağladı.

"Şimdi anlaşıldı kek yapma nedenin, evet evde." Bana doğru yaklaşıp üzerime doğru eğilerek yüzündeki gülümsemeyle "Hatta şuan salonda oturuyor." Söylediği şeyle kalbim hızlı hızlı atmaya başlamıştı yine. Heyecanla elimi sıkıp bakışlarımı Nurdan kaçırdım.

"Sen bunu al ama yeme bak." Elimdeki kek kalıbını Nura uzatıp tehdit edercesine konuştum kaşlarımı çatarak. Nur yüzünü memnuniyetsiz bir şekilde buruşturup elimdeki kabı aldı.

"İyi be yemedik kekini." Onu ardımda bırakarak salona doğru ilerleyip titrek bir nefes alarak salona girdim. Kısa biran herkesin bakışları bana dönmesi utanmama sebep olurken hızlı adımlar atarak Murat abinin yanına oturdum.

"Hoş geldin teyzem." Teyzeme gülümseyerek bakıp usulca başımı salladım.

 

Annem ve teyzem bir koltukta örgü hakkında konuşurken, Yavuz Selim abi tekli koltukta oturmuş elindeki kalın kitabı okuyordu. Başını kaldırıp biran bile bana bakmamıştı. Bozulan moralim sessizce kabuğuma çekilmeme sebep olmuştu.

Omuzumdan tutulup çekilmemle neye uğradığımı şaşırmıştım. Murat abi beni kendisine doğru çekerek saçlarımı karıştırarak konuştu.

"Ne o kız selam sabahı kestin mi.?" Saçlarımı dağıtan elini kendimden kurtarmaya çalışarak ondan uzaklaşmak istesem de o buna müsade etmiyordu.

"Ya bıraksana Murat." Ona abi demediğim zaman hep kızardı bende inadına ona abi demezdim.

"Abi diyeceksin abi." Eline sert bir şekilde vurup ondan uzaklaşarak çattığım kaşlarımla ona baktım.

"Yoo hiçte öyle bir şey yapmayacağım." Bir yandan onun bozduğu saçlarımı düzeltirken bir yandanda ona sinirli olduğunu düşündüğüm bakışlar atıyordum.

"Ben senden büyüğüm kızım abi diyeceksin." Elimi havada öyle dercesine umursamazca sallayarak önüme döndüm. Biliyordum ki bu halim onu daha da sinir ediyordu.

"Bak bak hareketlere bak." Onun dediklerine kıkırdayarak gülerek başımı çevirdiğimde Yavuz Selim abinin kaşları çatık bir şekilde bize baktığını gördüm. Bakışları bana değdi usulca, kahverengi gözleri boşluğa bakar gibi bakıyordu. Ağır ağır yutkunarak gözlerini benden ayırıp elindeki kitaba geriye çevirdi.

Derin bir nefes alarak önüme döndüm. Yine sessizce kabuğuna çekilmiş bir şekilde duruyordu. Onu konuşurken, gülerken çok az görmüştüm hatta onun aksine ben çok konuşup güldüğüm için çoğu zaman benden kaçardı, benimle konuşmak istemezdi lakin ben o kaçtıkça ben onun yanında olmak için onu onu kovalamıştım.

Nur elindeki tepsiyle içeriye girip herkese çay ve kek vererek yanıma oturdu. Önümdeki sehpadan çayımı alıp bir yudum içtim gözlerimi Yavuz Selim abiden ayırmayarak, keki yediğinde vereceği tepkiyi merak ediyordum.

"Keki Ezka yapmış." Nur'un bir anda söylediği şeyle herkesin bakışları bana dönüştü, onun bile.

"Desene zehirleneceğiz." Murat Abinin alay kokan sözlerine karşılık sadece gözlerimi devirmekle yetinmiştim. Önündeki tabaktaki kekten büyük bir parça alarak ağzına sıkıştırıp beğeni dolu bir kaç mırıltı çıkardı. "Aferin kız, güzel yapmışsın."

"Seninkine hatırlat bir dahakine fare zehri koyacağım Murat daha güzel olur." Gülümseyerek söylediğim sözlere karşılık bu sefer göz deviren o olmuştu. Yavuz Selim abinin bir anda oturduğu yerden kalkmasıyla herkesin bakışları ona dönmüştü. elindeki kitabı sıkıca kavramış ifadesiz gözleriyle bakıyordu.

"Sizlere afiyet olsun ben odama çıkıyorum yenge." Kimsenin cevap vermesini beklemeden yeri döven adımlarıyla salondan çıkıp gitmişti. Bakışlarımı onun oturduğu yere çevirdim usulca, kekini bozmamıştı bile oysaki ben onun için yapmıştım bu keki.

Gözlerim sebepsizce dolarken onları gizlemek için başımı önüme eğdim. Elimdeki çay bardağını sıkıca kavradı parmaklarım benden bağımsızca.

"Üzülme." Diye fısıldadı Nur sessizce kulağıma. Usulca yutkunarak başımı yavaşça salladım. Elimdeki bardağı masanın üzerine bırakıp oturduğum yerden kalktım.

"Ben bir lavaboya gideyim." Diyerek salondan çıktım. Dolan gözlerimi akmamaları için kapatıp açarak derin bir nefes alarak lavaboya gireceğim esnada mutfağın balkonunda oturan onu gördüm, adımlarım benden bağımsızca mutfak kapısının önüne doğru ilerledi. Yanına gitmek isteyen tarafımı bastırmaya çalışarak geriye dönmek istedim lakin yapamadım, beni ona çeken bir şey vardı.

Benliğim yanına gidip gitmemek arasında savrulurken onun sesi doldu kulaklarıma.

"Daha ne kadar orada duracaksın." Kuruyan dudaklarımı ıslatarak içimde bulduğum cesaretle yanına doğru ilerlemeye başladım yavaş adımlarla. Adımlarım yanında durduğunda onun gibi bende elma ağacına bakıyordum.

"Canım isteyene kadar." Diye konuştum mırıltı gibi çıkan sesimle. Bakışlarını bana çevirip bana baksa da ben ona bakmamıştım, kalbim ona birazcık kırılmıştı çünkü.

"Ne o küstün mü bana.?" Şaşkınlık dolu bakışlarımla ona bakıp omuzumu umursamazca kaldırıp indirdim.

"Ne münasebet canım hiçte öyle bir şey yapmadım." Dudaklarının üzerine kuru bir gülümseme yerleştirerek baktı bana.

"Bana pek öyle gelmedi ama."

"Sen yanlış anlamışsın demek ki, küsmedim sana." Başını ağır ağır sallayarak önüne döndü, sanki ona küsmediğimi öğrenmek onu mutlu etmişti. "Ama kekimden yemediğin için birazcık üzülmüş olabilirim." Başını çevirip gözlerime baktı orada ne gördü bilmiyorum ama derin bir nefes alarak başıyla arkadaki masayı gösterdi, başımı çevirip masaya baktığımda yaptığım keki gördüm.

"Yedim merak etme, hatta şu ana kadar yediğim en güzel kekiti." Söylediği her kelamla yüzümdeki gülümseme büyümüştü. Kalbim ince bir sızıyla atıyordu şimdi, az önce gözyaşı akıtmak için hazır olan gözlerim şimdi parlayarak ona bakıyordu.


Yüzüme yayılan gülümsemeyle gözlerim kapalı bir şekilde başımı salladım yavaşça. Hafızama yayılan anılar gülümsememe sebep olurken kalbimin hızlı atmasına sebep olmuştu. Geçmişin silik çehresi kendisini her gösterdiğinde kalbimde ince bir sızı oluşuyordu.

"Hatırladım." Diye mırıldandım kısık sesimle. Saçlarımın arasında başımın ağrısını dindirmek için gezinen parmakları uykumu getirmişti. "Yemediğin için bir hayli üzülmüştüm." Saçlarımın arasındaki eli duraksayarak başını eğerek yüzüme baktı.

"Uykun gelmiş, hadi kalk." Başımı omuzundan kaldırıp baygın gözlerimle ona baktım. Elini uzatıp parmaklarını yanağıma değdirdi usulca. "Buz gibi olmuşsun." Usulca yutkunarak bakışlarımı ondan ayırdım, ne söylemem veya ne yapmam gerektiğini bilmiyordum.

"Şey soğuk ya ondan." Oturduğum yerden kalkıp bir iki adım gerileyerek karşısında durdum. "Geç oldu." Diye mırıldandım kısık sesimle. Yavuz selim başını sallayarak oturduğu yerden kalktı.

"Haklısın geç oldu gideyim ben." Başımı sallayarak onu onayladım. Balkonun kapısını açarak odaya girdiğinde ardından bende odaya girerek kapıyı peşimden kapattım.

"İyi geceler sana." Başımı hafifçe kaldırarak ona baktım. Esen rüzgar asi saçlarını alnına savurmuştu lakin hala güzel gözüküyordu.

"Sana da." Diye konuştu yorgun sesiyle. Arkasını dönüp ağır adımlarla odadan çıktığında ben hala ardından bakıyordum. Neden o gidince bir tarafım eksik kalmış gibi hissediyorum, neden kalbim böylesine üzgün atıyordu.

Dalgın bakışlarımı kapıdan ayırarak dolaptan aldığım pijama takımını giyinip yorgun bedenimi yatağıma bıraktım, yorganı üzerime çekerken gözlerimde yavaşça kapanıyordu. Dışarıdaki yağmur sesi uykumu daha çok getirirken kapanmak isteyen göz kapaklarıma mani olmayarak kapanmalarına izin verdim.

#########

Üzerimdeki kırık beyaz yüksek bel bol paça pantolonu düzeltip,giydiğim kırık beyaz balıkçı yaka kazağın uçlarını pantolonun içine koydum. Kenara bıraktığım kalın kahverengi triko hırkamı giyindim. Saçlarımı yavaş bir şekilde tarayıp omuzlarımın üzerine dökülmelerine izin verdim. Kenara bıraktığım kahverengi çantamın içerisine gerekli şeyleri koyarak odadan çıktım.

Uyananlı bir hayli oluyordu. Saat ilerledikçe randevu saatim de yaklaşmıştı, içimdeki amansız korku sanki gittikçe büyüyordu neyden korktuğumu bilmiyordum ama korkuyordum.

Adımlarımı salona çevirip oraya doğru ilerledim. Adımlarım kapının önünde durduğunda usulca yutkunarak dudaklarımı araladım konuşmak için.

"Ben hazırım teyze." Sesim odanın içinde yayılmasıyla herkesin bakışları beni buluştu. Teyzem oturduğu yerden kalkıp yanıma gelirken Yavuz Selim ve Nurda oturduğu yerden kalkmıştı.

"Benim böyle hiç içime sinmiyor çocuklar bende mi gelsem sizinle." Diye konuştu teyzem tedirgin sesiyle. Yüz ifadesinden bile nasıl tereddütte kaldığı anlaşılıyordu.

"İçine sinmeyecek bir şey yok ki ortada teyze, Yavuz Selim beni götürüp getirecek hastaneye, hem Nur'da bizimle olacak." Güven verircesine ona gülümsediğimde istemeye istemeye başını sallayarak onayladı beni.

"Peki öyle olsun, ama bir şey olursa beni arıyorsunuz bakın." Elini tehdit edercesine havada salladı üçümüze karşı.

"Tamam anne ben seni arayıp haber vereceğim sen meraklanma." Üçümüz evden çıkıp arabaya bindiğimizde teyzem de kapıyı kapatarak eve girmişti.

Araba asfaltta kayıp giderken arabanın içinde sessizlik vardı. Nur ile yan yana arkaya oturmuştuk. Arabanın içinde kısık seste çalan piyano sesi dudaklarımın üzerinde cansız bir tebessüme yer vermişti, hafızama dolan anılarla gözlerim huzurla kapanmıştı. Bir zamanlar piyano çalmaktan yara olan parmaklarım şimdilerde pas tutmuştu, bu kalbimin ince bir şekilde sızlamasına neden olmuştu.

Araba hastanenin önünde durduğunda yavaş adımlarla arabadan indim. Esen rüzgar bedenime değdiğinde bedenim kısa biran ürpermişti. Yüzüme savrulan saçlarımı elimle geriye doğru iterek yanıma gelen Yavuz Selim ve Nura baktım. Sanırım benim ilk adımı atmamı bekliyorlardı.

Derin bir nefes alarak hastanenin girişine doğru ilerlemeye başladım. Hastanenin içerisine girip adımlarım nereye gideceğini bilerek ilerledi. Doktorun odasının önüne geldiğimizde adımlarını yavaşlayarak durmuştu. Nur bana güç vermek istercesine elimi sıktığında ona gülümseyerek kapıyı yavaşça çaldım.

İçeriden gelen sesle Yavuz Selim kapıyı açarak geçmemiz için bize yol verdi ardından kendisi de odaya girerek kapıyı kapattı. Doktor bizi görmesiyle yerinden kalkıp Yavuz Selimle tokalaştı.

"Hoş geldiniz bende sizi bekliyordum, oturun lütfen." Kibar bir şekilde gülümseyerek eliyle oturmamız için koltuğu gösterdi. Gösterdiği koltuğu oturduk sırayla, ben ortada kalacak şekilde oturmuştuk. Doktor kendi yerine oturup kollarını masaya koyarak gülümseyerek bana baktı.

"Nasılsın Ezka." Sorduğu soruyla usulca yutkunarak kuruyan dudaklarımı ıslattım.

"İyiyim, teşekkürler." Başını olumlu anlamda sallayıp önündeki birkaç kağıda bakarak konuştu.

"Gergin olduğunu görebiliyorum ama radyoterapi işe yarayabilir." 'Son evrede olan hastaların % 37'si hayatta kalıyor' kulaklarıma dolan doktorun sesi kalbime keskin bir şekilde batmıştı. Ben daha yolun başındaydım belki de ama ben şimdiden yorulmuştum. "10 hafta boyunca haftada beş gün olacak şekilde uygulanacak seanslar. Seanslar 30 dakika sürecek." Doktorun tane tane her şeyi anlatmasıyla usul usul başımı salladım. "O zaman hazırsan başlayalım."

"Hazırım, başlayalım." Doktor oturduğu yerden kalkıp kapıya doğru yöneldiğinde bende oturduğum yerden kalkıp başımı Yavuz selime çevirdim " Siz gelmeyin, burada bekleyin." Yavuz Selim itiraz etmek için dudaklarını aralayacağı esnada itiraz ederek onu susturdum. "Lütfen, Yavuz Selim." Yavuz Selim isteksiz bir şekilde başını salladı.

"Peki senin dediğin gibi olsun."

Doktorla birlikte odadan çıkıp koridor boyunca yürüyerek koridorun sonundaki odanın önünde durduk. kapıyı açıp geçmeme müsade eden doktora küçük bir tebessümle karşılık verdim.

"şu odada bulunan hasta önlüğünü giyinip karşı odaya gelir misin.?" Başımla onu onaylayıp gösterdiği odaya girip üzerimde ki kıyafetleri çıkartıp hasta önlüğünü giyindim. Önlüğün içinde kalan saçlarımı dışarıya çıkartıp odadan çıkarak karşı odaya girdim. Doktor elindeki dosyadaki bir şeyleri yanındaki doktora gösteriyordu, benim geldiğimi görünce dosyayı yanındaki doktora verdi. Eliyle sedyeyi göstererek konuştu. "Şöyle uzan lütfen." Sedyeye uzanıp ellerimi karnımın üzerine bıraktım.

Doktor üzerime bir şey örtüp başımı durması gereken şekilde ayarladı.

"Kıpırdamadan durman gerekiyor Ezka." Başımla onu onayladım usulca yutkunurken." İki doktor odadan çıkmasıyla gözlerimi kapatarak bu anın çabuk bir şekilde bitmesini bekledim.

Dakikalar sonra seansın bitmesiyle yattığım sedyeden kalkarak bulunduğum odadan çıkıp kıyafetlerimin olduğu odaya girdim. Üzerimi uyuşuk hareketlerle giyinip odadan çıkıp çıkış kapısına ilerledim. Kapıyı açıp dışarıya çıktığımda Yavuz Selim ve Nuru karşımda bulmuştum. Gözlerimi devirip bitkin bir şekilde konuştum.

"Size o odada beklemenizi söylemiştim." Yavuz Selim bana doğru bir adım atarken kahverengi gözlerini yorgun yüzümde gezdiriyordu.

"Ben orada beklemek istemedim, aklım sende kalıyordu öyle." Bir şey söyleme gereği duymayarak usul usul salladım başımı. "Ben doktorunla konuştum gidebilirmişiz, gidelim mi.?"

"Gidelim." Diye mırıldandım sakin sesimle. Nur ile yan yana yürürken Yavuz Selim arkamızdan geliyordu. Hastaneden çıkıp arabaya bindiğimizde yorgunlukla başımı cama yasladım. Üzerimdeki sessizliğin onlarda farkındaydı belki de o yüzden sessiz kalıp yarama tuz basmıyorlardı.

"Aç mısınız, isterseniz bir şeyler yiyebiliriz." Yavuz Selimin sorduğu soruyu ben sessizlikle karşılarken Nur büyük bir sevinçle karşılayıp kabul etmişti.

Araba dakikalar sonra restoranın önünde durduğunda arabadan indim. Nur yanıma gelip koluma girerek yürümem için kolumu çekiştirdiğinde ayaklarım istemeyerek ona uyum sağlamıştı. Restoranın içine girip cam kenarında bulunan boş bir masaya oturduk. Nur ile yan yana otururken Yavuz Selim Restoranın girişinde telefonla konuşuyordu.

Gözlerimi ağır ağır kapatıp açarak onu izledim. Her kimle konuşuyorsa kaşları çatılmıştı. Üzerindeki beyaz gömlek, siyah kumaş pantolonu siyah kaban giyerek tamamlamıştı. Özenle yaptığı saçlarından birkaç asi tutan alnını süslerken bu onun çokta umrunda değil gibiydi.

Telefonu kapatıp cebine koyarak bulunduğumuz masaya doğru ilerlemeye başladığında gözlerimiz birbirine esir olmuştu.

Kendinden emin adımlarla masaya gelerek üzerindeki kabanı çıkarıp sandalyenin arkasına asarak sandalyeye oturdu. Yorgun bakışlarını üzerimizde gezdirip konuşmak için dudaklarını araladı.

"Ne yersiniz." Elini kaldırıp garsonun yanımıza gelmesini sağladı. Yanımıza gelen garson siparişler için beklerken ilk konuşan Nur olmuştu.

"Ben köri soslu tavuk alayım." Canım hiç istemese de üzerimde dolaşan bakışların ağırlığından kurtulmak için Nur'un istediği köri soslu tavuktan istemeyi seçmiştim. Yavuz Selim'de kendi siparişini vererek garsonu yanımızdan göndermişti.

Başımı çevirip camdan dışarıya baktım suskun bir şekilde. Elimi çenemin altına koyup dakikalarca dışardaki denizi izledim. Önüme bırakılan tabakla biran irkilerek geriye çekildiğimde garsonun siparişleri getirdiğini gördüm. Başımı çevirip onlara baktığımda Yavuz Selim'in bakışlarını yakaladım, gözlerinde acı vardı benimle birlikte o da acı çekiyordu. İyi olduğumu kanıtlamak ister gibi dudaklarımın üzerine kondurduğum cansız gülüşe ona baktım. Bakışlarımı ondan kaçırıp önümdeki yemeği yemeye başladım.

"Afiyet olsun." Duyduğumuz sesle herkesin başları sesin sahibine dönmüştü. Poyraza. Elindeki mavi kapaklı dosyayı Yavuz Selimin önüne bırakıp Yavuz Selimin yanındaki sandalyeye Nur'un karşısına oturdu. "İstediğin dosya kardeşim." Yavuz Selim başını sağ ol dercesine sallayıp dosyayı eline alıp kabaca göz gezdirdi içinde.

"Sağ ol kardeşim." Bakışlarımı Nura çevirdim yavaşça, başını eğmiş sessiz bir şekilde önündeki yemeği karıştırıp duruyordu. Az önce gülen kız şimdi kabuğuna çekilmişti. Sırtımı geriye yaslayıp sessizce yemeğin bitmesini bekledim.

Poyraz sertçe yutkunarak boynundaki kravatı gevşetti. Bakışları Nur'un üzerinde dolaşırken bir şey söylemek istediği yüz ifadesinden belli oluyordu.

"Yemeğiniz bittiyse kalkalım mı.?" Yavuz Selim'in sorusuyla Nur sanki bu soruyu bekliyormuş gibi hızla oturduğu yerden kalkmıştı.

"Evet hadi gidelim." Poyraz gözlerini kapatıp açarak derin bir nefes alıp Nura bakarak konuştu.

"Seninle biraz konuşabilir miyiz.?" Nur hırçın mavi gözlerini karşısındaki yorgun mavi gözlere çevirip biçimle kaşlarını çattı.

"Hayır." Kesin bir şekilde konuşup kenara bıraktığı çantasını koluna taktı. "Hadi kalksanıza." Yavuz Selimle birbirimize bakıp oturduğumuz yerden kalktık.

"Sadece beş dakika." Poyraz ayağa kalkıp yorgun mavi gözleriyle karşısındaki kıza baktı.

"İstemiyorum." Nur başını çevirip acıyla yutkunarak kesin sesiyle koşmuştu.

"İstemiyorsa zorlama." Diye konuştu Yavuz Selim, Poyraza hitaben. Poyraz derin bir nefes alıp pes etmeyerek ısrar etti.

"Sadece beş dakika." Nur asi gözlerini Poyraza çevirip koluna astığı çantayı sert bir şekilde masanın üzerine bıraktı.

"İyi konuş, seni dinliyorum." Kollarını göğüz hizasında bağlayıp sabırsızca karşısındaki adamın konuşmasını bekledi.

"Siz gidin onu ben getiririm." Diye konuştu Poyraz, Yavuz Selime dönüp konuşurken. Yavuz Selim kısa biran Nura bakıp başını sallayarak onayladı onu.

"Geç kalmayın, sana emanet." Poyraz onu onayladığında Yavuz Selim'le restorandan çıkmıştık. Yan yana yavaş adımlarla arabanın yanına geldiğimizde Yavuz Selim arabanın kapılarını açmıştı. Arabanın yolcu koltuğuna oturup arabayı çalıştırmasını bekledim ama arabayı çalıştırmıyordu. Başımı çevirip ona baktığımda onunda bana baktığını gördüm.

"Bir şey mi oldu.?" Diye sordum usulca yutkunurken. Yavuz Selim başımı usul usul sallayarak elini uzatıp yüzüme düşen saç tutamını kulağımın arkasına koydu.

"Oldu, buz tutmuş gözlerinde çiçekler yeşerttiğim kadın çiçekleri susuz bırakıyor." Baş parmağını usul usul saçlarımın arasında gezdirirken gözlerindeki acı çığlıklarla bana bakıyordu, benden o çığlıkları duymamı istiyordu ama ben kulaklarımı ona kapatmıştım sanki. "Kurutma çiçeklerini, onları kurutup beni öldürme." Dilim lal oldu konuşamadım içim sızlarken . Gözümden bir damla yaş düşerken öylece ona baktım, yaralarımı saran adamı yaralarımla öldürüyordum.

Instagram: Emineninkaleminden
👉 emine_61_furuncu

Loading...
0%