@eminefuruncu
|
Hatalarım varsa kusura bakmayın, keyifli okumalar dilerim
Saçlarımın üzerinde duran elinin üzerine elimi usulca koydum. Derin derin bakan kahvelerinin içindeki yağmur bulutlarını saklayamamıştı. “Birgün yüzünü ve adını tekrardan unutmaktan korkuyorum.” Diye konuştum titreyen sesimle. Başımdaki bu şey yüzünden onu tekrardan unutmaktan korkuyorum. Yavuz Selim duyduğu kelamlarla sertçe yutkunup gözlerini sıkıca kapatıp açtı. “Sen unutsanda ben sana kendimi her daim hatırlatacağım.” Yüreğimin ortasına serptiği umut tohumlarıyla dolu dolu olan gözlerimle ona baktım. Saçlarımın arasında asılı duran elini yavaşça indirip dizimin üzerine koydum. “Başla o zaman.” Biçimli kaşlarının tekini kaldırıp indirdi yavaşça. Umutla parlayan gözlerinden bakışlarımı ayırıp önüme döndüm elinin içinde hapis duran elini kurtarırken. “Başlayalım bakalım.” Arabayı çalıştırıp sürmeye başladığında bakışlarım dikiz aynasında asılan zincire değidiğinde yavaşça yutkundum, bu iki yüzük hafızamda derin yerlere sahipti bunu hissediyordum. Elimi uzatıp yüzüklerin üzerindeki ay ve güneş deseninde gezdirdim. “Yüzüklerin sahibi hala gelmedi mi sana.?” Diye sordum sakin sesimle. Yavuz Selim yoldaki bakışlarını kısa biran bana değdirip tekrar önüne döndü. “Adım adım geliyor, çok az kaldı.” Kalbim ince bir sızıyla sızlarken yavaşça bıraktım yüzükleri geriye. Ellerimi birbirine kenetleyip dizlerimin üzerine koyarken kuruyan dudaklarımı ıslatıp yavaşça konuştum. “Belkide gelmiştir.” Arabanın kırmızı ışıkta durması ile yoldaki bakışlarını bana çevirdi. Bakışlarım onun çehresinde dolaşırken onun bakışları mavilerime esir olmuştu. “Belkide.” Bakışlarımı ondan ayırıp önüme çevirdiğimde araba tekrardan hareket etmişti. Elimi kararsız bir şekilde radyoya uzatıp çekingen bakışlarımı ona çevirdim. “Şarkı açabilir miyim.?” Diye sordum sakin sesimle. Bakışlarını yoldan ayırmadan başını yavaş yavaş salladığında radyoyu açıp çalan şarkıya kulak verdim. İkilem Geçemem Senden çalıyordu. Akşam oluyo, bir efkar basıyor Durup dururken Kurumuş yapraklar, başı boş sokaklar Bana eşlik ederken Başımı geriye yaslayıp radyoda çalan şarkıyı silik bir gülümsemeyle dinlemeye başladım, kulaklarıma dolan şarkının sözleri gülümsememe neden oluyordu. Bakışlarımı yavaçşa çevirip Yavuz Selime baktım, sanki ona baktığımı hissetmiş gibi bakışlarını kısa biran bana çevirdi. Dudaklarının üzerine kondurduğu kuru gülümsemyle kısık ama benim duyabileceğim ses tonuyla şarkıyı söylemeye başladı. Ah, şu gönlümün bahçesinde Yazı beklerken gökyüzünden bir damla düşer Sebebi yokken Güzel sesi kulaklarıma dolarken kalbim göğüs kafesimi acımasızca dövüyordu. Sağ elini direksiyona ritmik bir şekilde vurup arada yandan bakışlarıyla bana bakıyordu. Şarkı nakarat kısmına geldiğinde elini radyoya uzatıp müziğin sesini açtı. Ah, görebilsen, bir bilebilsen Ne haldeyim anlayabilsen Tutuşup yansa bütün şehir Kül olurum, geçemem senden. Bakışlarımı ondan kaçırıp önüme çevirdim utançla, bu sözlerin bana olduğunu gayet farkındaydım kalbim yerinden çıkıp ona doğru koşmak isterken ayaklarıma vurulan prangalar buna engel oluyordu. İçimdeki saklanan küçük kız çocuğu kalbimin sesini dinlemem gerektiğini bana söylerken tüm benliğimi bir belirsizlik sarmıştı. Usulca yutkunarak ondan ayırdığım bakışlarımı tekrar ona çevirdim. Tutuşup yansa bütün şehir Kül olurum, geçemem senden Gözlerime bakarak söylediği sözlerle kuruyan dudaklarımı ıslatıp dudaklarımı araladım. “Bunu bir aşk itirafı olarak mı saymalıyım sayın savcım.?” Diye konuştum hafif eğlenen ses tonumla. Yavuz Selim arabayı durdurduğunda bakışlarımı önce geldiğimiz yerde gezdirdim, eve gelmemiştik kimsenin olmadığı bir sahil kenarına gelmiştik. “Nasıl istersen, orası sana kalmış.” Kendinden emin sözleri benim korkaklığıma gölge düşürüyordu. “Hmmm o zaman aşk itirafı olarak sayacağım sayın savcım.” Benden böyle bir adım beklemediği şaşkınlıkla parlayan gözlerinden belli oluyordu. Önümde ne kadar zamanım olduğu belli değildi ve ben bana verilen zamanı onunla geçirmek istiyordum. Gülümseyerek ona baktım, onun bana şaşkın bakışlarına nazaran. “Bu kadar çok şaşılacak bir şey söylememiştim.” Gözlerini benden ayırıp utangaç bir tavırla saçlarını karıştırdı. “Haklısın, sadece… neyse hadi inelim arabadan.” Benim ona cevap vermemi beklemeden hızla arabadan inip arabanın önüne doğru ilerledi, tek kaşımı kaldırarak ona bakarken bende arabadan inip yavaş adımlarla yanına gittim. “Neden buraya geldik.?” Diye sordum meraklı sesimle. Bakışlarım etrafta gezinirken o ellerini cebine koyarak yavaş adımlarla ilerlemeye başlamıştı, adımlarımı onun adımlarına eşlik ederken aramızdaki sessizliği o bozmuştu. “Temiz hava iyi gelir diye düşündüm.” Adımlarını durdurup bedenini bana doğru çevrilmesiyle bende ona doğru dönmüştüm. “İstemiyorsan gidebiliriz.” başımı ağır ağır olumsuz anlamda salldım. “Yok, sadece biraz yorgun hissediyorum ondan.” bakışları şefkatle bende dolaşırken bakışlarındaki şefkat sesinede yansıyordu. Rüzgarın savurduğu saçlarımı elini uzatarak yavaşça kulağımın arkasına koydu. “Yaralarını tek tek saracağım, buz tutmuş o gözlerinde çiçekler yeşerteceğim Piccino mio” Ona kuru bir tebessümle karşılık verdiğimde sağ elini bana uzatarak tutmamı bekledi. “İleriye doğru yürümek ister misin.?” Bakışlarım önce bana uzattığı eline değdi sonra bana beklentiyle bakan kahverengi gözlere. Usulca yutkunup bakışlarımı eline indirip yavaşça elini tuttum. “İsterim.” Diye fısıldadım kısık sesimle. Büyük parmakları elimi kavrayıp gülümseyerek bana baktığında gülüşüne karşılık verdim. Yavaş adımlarla ilerlemeye başladığımızda kalbimin hiç bu kadar hızlı attığını hatırlamıyordum, sanki birazdan heyecandan duracakmış gibi. Elimi saran parmaklar bana güven veriyordu. Hafif esen rüzgar saçlarımı savuruyordu, elimle onları tutmaya çalışsam da pek başarılı olamıyordum. Adımlarımız bir kayalığın önünde durduğunda oturmak için hamle yaptığım esnada Yavuz Selim eliyle beklemem gerektiğini belirtip üzerindeki kabanı çıkarıp yere koydu. Bakışıyla kabanı göstererek konuştu sakin ses tonuyla. “Şimdi oturabilirsin.” Kalbim nazlı nazlı atarken usuca yutkunup başımı usul usul sallayıp yavaşça kabanın üzerine oturdum. Yavuz Selim yanıma oturup sessizce asi dalgalarıyla kıyıya vuran denizi izlemeye başladığında ona eşlik etmiştim bende sessizce. Üşüyen ellerimi birbirine kenetleyip dizlerimin üzerine koydum. aramızdaki sessizlik gittikçe büyüyerek uçuruma dönüşmeye başladığında başımı çevirerek ona baktığımda onun bakışlarının zaten bende olduğunu gördüm. Derin derin bakan gözlerine karşılık bakışlarımı utanarak ondan ayırıp onun ellerine düşürdüm. Sağ elinin üzerindeki yara izi yine gözüme çarptığında bu kez cesaret ederek elimi uzatıp sağ elinin üzerine koydum. Parmak uçlarım yavaşça yara izinin üzerinde dolaşırken Yavuz Selim bu hareketimle gerilmişti. “Nasıl oldu bu iz.?” Diye sordum meraklı sesimle. Saniyeler geçip dakikaya ulaşsada ondan bir yanıt alamadığımda başımı kaldırarak Yavuz Selime baktım. Usulca yutkunarak elini elinin arasından kurtardı. “Çok sevdiğim birisi yaptı.” Kaşlarımı çatarak ona baktığımda söylediği sözlere anlam yüklemeye çalıştım. Çok sevdiği birisi neden ona zarar versin ki.? “Çok sevdiğin birisi neden sana zarar verdi peki.?” Derin bir nefes alıp gözlerini ağı ağır kapatıp açarak baktı bana. “İsteyerek yapmadı.” Tek kaşımı kaldırıp anladım dercesine ağır ağır başımı salladım. Acaba çok sevdiği birisi kız mıydı yoksa erkekmi? Aklımda dolaşıp duran amansız soruları susturup önüme döndüm. “Başını omzuma koymayacak mısın.?” Yavuz Selimin sorduğu soruyla gülümseyerek ona baktım. Dudaklarımı bilmiyorum dercesine büzüp omzumu indirip kaldırdım. “Bilmem ki.” Yavuz Selim gözlerini benden kaçırıp, baş parmağıyla burnunun kenarını kaşıyarak kadifemsi sesiyle konuştu. “Yani yanlış anlama genelde başını omzuma koyardın ya ondan sordum, yani istersen yine koyabilirsin.” Çekingen bir şekilde söylediği kelimelere gülümseyerek baktım. Kuruyan dudaklarımı yavaşça dilimle ıslatıp bedenimi ona doğru yaklaştırdım usulca. Başımı omzuna koyup gözlerimi kapattım yavaşça. “Haklısın sayın savcım.” Esen rüzgar saçlarımı savunmasıyla saçlarımı yüzüme doğru savrulmuştu. Elimi uzatıp onları geriye atacağım esna da Yavuz Selim benden önce davranarak parma kuçlarıyla saçlarımı geriye doğru itti. Soğuk parmak uçları yüzüme değmesiyle biran irkilsem de bu çok kısa sürmüştü. Saçlarımı incitmekten korkarcasına yavaş hareketlerle geriye doğru iterek kulağımın arkasına sıkıştırdı. “Saçların seni ilk gördüğüm gün gibi kokuyor hala.” Kapattığım gözlerimi yavaşça açarak başımı biraz geriye atıp meraklı gözlerle ona baktım. bakışlarımdan ne söylemek istediğimi anlamış gibi “lavinia çiçeği gibi.” Gözlerini saran acı bir gülüşle bana baktı. “kokusu güzel olsada, anlamı güzel değil.” “Anlamı nedir ki.?”Diye sordum meraklı sesimle. Yavuz Selim Parmak uçlarıyla saçlarımı yüzüme gelmemesi için tutarken titrek bir nefes aldı. “Ölüm çiçeği olarak bilinir.” Kalbim keskin bir ağrıyla sızlarken bakışlarım donuklaşmıştı. Gözlerimi ondan kaçırıp yorgun bir şekilde kapattım. Parmak uçlarıyla cenemi kavrayıp ona bakmam için beni zorladığında ondan kaçırdığım gözlerimi kahverengi gözlerine sabitledim. “Hüzün çökmesin o gözlerine, iyi olacaksın sen.” Dudaklarımın üzerine yerleşen emanet bir tebessüm yavaş yavaş yeşerirken, gözlerimdeki acıyı gizleyemiyordum. “Keşke senin kadar bende inansam buna.” “İnanmalısın, sen o gözlerindeki ışığı söndürürsen ben insansam da bir anlamı kalmaz. Ben yıllarca bir yatağın başında uyanacağına inanarak bekledim.” Parmaklarını saçlarımın arasında usul usul gezerken dokunşları oldukça nerindi. “Saçlarının kokusu gönlüme dağılmış bir kere, inanmalısın.” Gözlerimden süzülen bir damla yaşı açeleyle silip, titreyen dudaklarımı birbirine bastırarak başımı salladım. “Ama birgün seni tekrar unutabilirim bunu biliyorsun.” Diye fısıldadım titreyen sesimle. Yanağıma süzülen yaşları baş parmağıyla yavaşça silerken başımı salladı. “Sen unutsanda ben sana kendimi hatırlatacağım.” Kalbime batan keskin ağrı saatlerce oturup ağlama isteği uyandıryordu bende. Bir savaşın içindeydik ve savaşı kimin kazancağı belli değildi. Saçlarım arasındaki elinin üzerine elimi koyup elini yvaşça saçlarımdan ayırdım. Başımı tekrardan omzuna koyarak acı bir şekilde yutkundum. “Umarım beni bu savaşın ortasında tek bırakmazsın.” Diye mırıldandım kısık kesmle, büyük ihtimalle ne söylediğimi anlamamıştı ama yinede ne söylediğimi sormamıştı. Dakikalarca başım onun omzunda karşımızdaki denizin dalgalarını izledik. Hava kararmaya başladığında saatin bir hayli ilerlediğini anlamıştım lakin oturduğum bu yerden, başımı yasladığım bu omuzdan kaldırasım yoktu. Yağmur hafif hafif atıştırmaya başladığında aramızdaki sessizliği Yavuz Selimin telefonunun sesi bozmuştu. Başımı omzundan kaldırmadan hareketlerine baktım uyuşmuş bakılarımla. Cebindeki telefonu çıkarıp kulağına yasladığında konuşmayarak karşı tarafın konuşmasını bekledi. Karşı tarafttaki kişi ona her ne dediyse başımı yasladığım omuzu kastaktı kesilmişti. “Ne zaman.?” Diye sordu sert sesiyle. Merakla başımı omzundan kaldırıp ona baktım. Çatık kaşlarıyla karşı tarafı dinliyordu. Derin bir nefes alıp diliyle dudaklarını ıslatıp gözlerini kapatıp açtı. “Benim eve geç geliyorum.” Net cevabıyla telefonu kapatıp başını çevirerek marakla ona bakan bana baktı. “Eve gitmeliyiz.” Tek kaşımı kaldırıp sorkularcasına ona baksam da o bunu umursamadan oturduğu yerden kalkmıştı bile. “Ne oldu.? Kimdi o.?” “Poyrazdı, hadi kalk.” Oturduğum yerden kalkıp yerdeki kabanı alıp üzerindeki tozu silkerek ona uzattım. “Ne dedi sana peki.?” Kabanı elimden alıp bana cevap vermeden arabaya doğru ilerlemeye başladığında tek kaşımı kaldırarak peşinden baktım. “Cevap versene.” Seri adımlarla peşinden ilerlerken bağırsamda o durmamıştı. Küçük adımlarım onun büyük adımlarına ulaştığında kolunu hızla kavrayıp durmasını sağladım. “Cevap ver bana, ne dedi sana.?” Kalbim duyacağım kötü şeyi hissetimiş gibi bir kelebeğin kanat çırpınışı gibi kanat çırpıyordu şimdi. Söyleyip söylememek arasında gidip gelen bakışarı ısrarlı bakışlarıma yenilerek gözlerini benden kaçırarak dudaklarını araladı. “Ekrem Kaya harekete geçmiş. Sende olan Flaşı almak için.” Duyduğum kelamlarla usulca yutkundum. Gözlerim sanki bu sözleri bekliyormuş gibi anında dolarken, Yavuz Selim gözlerine yerleştirdiği telaşla bana bakıyordu. “Korkuyorum.” Diye fısıldadım kısık sesimle. Yavuz Selim elleriyle yüzüme avuçlarının arasına alıp baş parmağıyla akan gözyaşımı silerken şefkat dolu sesiyle konuştu sakince. “Korkmanı gerektirecek bir durum yok, ben yanındayım sana birşey yağmasına izin vermem.” Sağ elimi kaldırıp elinin üzerine koydum yavaşça. Yağan yağmur gözyaşlarımı gizlemem de bana yardımcı oluyordu. “Ama o çok tehlikeli birisi, o benden ailemi aldı.” Serçe yutkunup ne söyleyeceğini bilemiyor gibi gözlerini kısa biran benden ayırdı. “Sen bunları düşünme, ben nefes aldığım sürece seni korumaya çalışacağım.” Titreyen dudaklarımı birbirne bastırıp başımı yavaşça olumlu anlmada salladım. Yüzümdeki ellerini indirip elimi kavradı usulca. Sert adımları arabaya doğru ilerlerken, ben korkak adımlarıma onu takip ediyordum. Arabanın yanına geldiğimizde binmem için arabanın kapısını açıp arabaya binmemi bekledi. Onu fazla bekletmeyerek arabaya bindim, kapımı yavaş bir şekilde kapatıp kendi de arabaya binerek arabayı çalıştırıp hızla sürmeye başladı. Sessiz bir şekilde önümde akıp giden yolu izliyordum. Gözlerimin önüne gelen kesik kesik görüntüler gözlerimi sertçe kapatıp açmama neden oluyordu. Karanlık bir ormanın içinde soluk soluğa kalarak koşuşumdan başka birşey düşmüyordu hafızama. Titrek bir nefes alıp ellerimi birbirine kenetleyerek dizlerimin üzerine bıraktım. “Ben, hatırlamıyorum. O flaşı ne yaptığımı hatırlamıyorum, hatırlamak için kendimi zorlasamda olmuyor.”Diye fısıldadım kısık sesimle. Yavuz Selim kısa biran bakışlarını bana çevirip ardından tekrar yola çevirdi bakışlarını. “Hatırlayacaksın, bir gün hatırlayacaksın ve o adamı o flashın içinde her ne varsa bitirecek. Hak ettiği yere gidecek sonunda.” Her bir kalamıyla kalbimdeki ağırlık birazda olsa hafifleyip, umutla beslendi. O günün gelmesini istiyordum. Yolun geri kalanında ne o konuşmuştu ne ben. Araba evin önünde durduğunda hava çoktan kararmıştı. Koltuğun kenarındaki çantamın sapını koluma takıp bakışlarımı ona çevridim. “Bir şey olursa benden gizleme olur mu.?” Diye sordum masumca. Yavuz Selim kahvelerine bulaştırdığı parıltılarla bana bakarak başını olumlu anlamda salladı. “Gizlemem, hadi git ve biraz dinlen yoruldun bugün.” Derin derin gözlerine bakıp başımı olumlu anlamda sallayarak arabadan inip evin kapısına doğru ilerledim. Zile basıp kapının açılmasını kısa süre beklediğimde kapıyı Nur açmıştı, Nur geçmem için bana yol verdiğinde eve girip kapıyı ardımdan apattım. Kısa süre sonra duyduğum araba sesiyle kendi evini önüne gittiğini anlamıştım. Ayağımdaki ayakkabıları çıkarıp kenardaki terlikleri giyinip doğrulduğumda Nur’un bakışlarıyla karşılaştım. Kızarmış mavi gözleri ağladığının işaretiydi. Tek kaşımı kaldırıp başımı sorgularcasına salladım. “Bir şey mi oldu, neden öyle bakıyorsun.?” Diye sordum meraklı sesimle. Nur bakışlarını benden kaçırıp başını olumsuz anlamda salladı. “Yoo olmadı, neden geç kaldınız bir şey oldu sandım.” Ağladığı için kısık çıkan sesi beni huzursuz etmişti. Ona doğru bir adım atıp elimi koluna koydum. “Sahilde oturduk biraz ondan, sen.. neden ağladın.” Sorduğum soruyla Nur derince yutkunup anında dolan mavi gözlerini benden kaçırdı. “Odanda konuşalım mı.?” Başımı olumlu anlamda sallayıp odama doğru ilerlemeye başladık, ben önde arkamdan o odaya girdiğinde kapıyı kapatıp adımlarını camın önündeki koltuğa yöneltip koltuğun bir kenarına oturdu. Üzerimdeki fazlalık eşyaları kenara bırakıp yavaş adımlarla yanına adımlayarak yanına oturdum. “Haftaya nişanı varmış.” Diye fısıldadı kısık sesiyle. Gözlerinden düşen her damla yaş canının nasıl yandığını gösteriyordu. “Bugün de üzülmemem gerektiğini söyledi bana, buna mecburmuş.” Başını omzuma koyup sessizce ağlarken ben ne yapacağımı bilememiştim. Elimi uzatıp yavaşça saçlarını okşadım, ona yalnız hissetmemesi için. “Ağlama, elbet birgün kanayan o yüreğin kabuk bağlayacak.” “Kalbim çok acıyor. bakışları ilk defa gözlerime değdi onda da kırgın bakışlar vardı.” Elim usul usul saçlarını okşarken bu onu sakinleştiriyordu. Akan burnunu çekip geriye çekti bedenini yavaşça.”Mavilerin arkasına saklamaya çalıştığı kırgınlığı saklayamamıştı” “Belkide gerçekten mecbur.” Başını olumsuz anlamda salladı yavaşça. Yüzüne dökülen sarı saçlarını geriye doğru itti. “O Sude’yi seviyor, neden sevdiği kadınla evlenmek ona mecburiyet olarak gelsin ki.” Haklıydı, Eğer Sude’yi seviyorsa neden mecbur olsun ki. “Bilmem ki.” Diye konuştum omzumu kaldırıp indirirken. Nur derin bir nefes alıp yüzündeki kuruyan yaşları elinin tersiyle silip burnunu sertce çekerek oturduğu yerden kalktı. “Neyse ben gidip kendimi toparlayayım biraz annem bu halimi görürse bırakmaz peşimi.” Onu başımla onayladığımda Nur odadan çıkıp kendi odasına gitmişti. Derin bir nefes alıp oturduğum yerden kalkıp saate baktım. Saat 23:34’dü gösteriyordu. Dolaptan aldığım kalın pijama takımını giyinip banyoya girip ihtiyaçlarımı giderip dişlerimi fırçalayıp, saçlarımı tarayıp odaya geri döndüm. Bedenim yorgunluktan dolayı hemen uyumak isterken beynim buna izin vermiyordu. Yatağa yaklaşıp yorganı açıp yatağın içine oturdum.Yağmur çoktan durmuş yerini aya bırakmıştı. Yatağa uzanıp yorganı üzerime çekip bakışlarımı dışarıya sabitmedim. Gözlerim yavaş yavaş kapanırken onlara mani olmayıp gözlerimi yavaşça kapattım. ########### Bedenimi kuşatan yorgunluk beni bırakmıyordu. Öyle halsiz hissediyordum ki yataktan çıkmak istemiyordum. Sağ tarafıma dönüp uyuşuk bir şekilde gözlerimi aralayıp pencereden dışarıya baktım. Havalar iyiden iyiye soğumuştu. Hiç istemesemde yataktan çıkıp banyoya girerek gerekli işlerimi halledip banyodan çıktım. Uyuşuk adımlarla dolabın karşısına geçip ne giyineceğimi düşündüm kısa biran. Rahat birşeyler giymek istediğim için elime bol paça kot bir pantolon ve beyaz üzerinde beyaz çizgileri olan bir kazak giyindim hızlıca. Üşüyen ayaklarıma aldığım çorapları giyip, birbirine giren saçlarımı tarayıp, bol bir topuz yaptım. Dağılan yatağımı toplayıp, kenarda duran terliklerimi giyinerek odadan çıktım. Adımlarım salona doğru ilerlerken kapının çalmasıyla kısa biran duraksayarak adımlarımı kapıya çevirdim. Telaşsız adımlarla kapıya ulaşıp kapıyı açtığımda karşımda onu gördüm. Yavuz Selim yüzüne yerleştirdiği tebessümle bana bakarken dudaklarını aralayıp konuştu. “Günaydın.” Usulca yutkunup bakışlarımı üzerinde gezdirdim, bugün lacivert bir kazak ve kot bir pantolon giymişti, üzerine aldığı siyah deri ceket ona ayrı bir hava katmıştı. Ona cevap vermediğimi hatırlayarak bakışlarımı ondan kaçırıp geçmesi için ona yer açtım. “Günaydın.” Eve girip ayakkabılarını çıkarıp kenardaki terlikleri uzanıp alarak giyindi. Üzerindeki deri ceketi çıkartırken aklımı kurcalayan soruyu sorup sormamak arasında gidip geliyordum. Kapıyı kapatıp sırtımı kapıya yaslayarak ona baktım, sanki bir şey söylemek istediğimi anlamış gibi bakışlarını bana çevirip tek kaşını kaldırıp sorgularcasına bana baktı. “Dün akşam ne konuştunuz Poyrazla, bir gelişme varmı.?” Diye sordum meraklı sesimle. Derin bir nefes alarak bana doğru bir adım attı, aramızda toplasan iki adımlık mesafe vardı. Yavaşça elini uzatıp, elini yanağıma koyup yumuşak dokunuşlarla yanağımda gezdirdi elini. “Sen bunları düşünme, ben senin yerinede düşünüyorum merak etme. Sen sadece… Geleceğimizi düşün.” Söylediği kelamlarla yanaklarım anında kızarmaya başlamıştı bile, bakışlarımı utançla ondan kaçırdığım esnada kolidorda Nur’un sesi duyuldu. Yavuz Selimi kendimden uzaklaştırmaya kalmadan Nur’un şaşkın sesi duyuldu. “Ay ne oluyor.” Hızla yavuz Selim ve kapı arasından çıktığımda Nur’un şaşkın bakışlarıyla karşılaştım. Yavuz Selim umursamaz bir tavırla Nura bakarak konuştu. “Bir şey olduğu yok, bağırıp durma.” “Ne demek yok,benim gözlerim neler görüyor böyle.” Nur eğlendiği her halinden belli bir tavırla konuşurken ben utançtan renk değiştiriyordum resmen. “Nur.!” Yavuz Selim dişlerinin arasından sinirle onun ismini söylerken bu kez Nur umursamaz bir tavırla konuşmuştu. “Ne canım, sanki bir şey söyledim.” Yavuz Selim bana kısa bir bakış atıp, ardından Nura kaşlarını çatarak baktı. Nur onun bu bakışlarından ürkerek şirince gülümsedi ona. “Tamam bir şey söylemedim, ama böyle kuytu köşelerde olmaz canım evlenin bence.” Gözlerim şaşkınlıkla aralanırken, Nur yüzündeki sinsi gülüşle bize bakıyordu. “Nur.!” Yavuz Selim,Nur’un adını bağırmasıyla Nur kahkaha atarak arkasına bakmadan yanımızdan ayrılmadı. Utangaç bakışlarım Yavuz Selime döndüğünde onun da bana baktığını görmem ile hızla bakışlarımı ondan ayırıp açeleci bir şekilde konuştum. “Ben.. salona geçeyim.” Cevap vermesini beklemeden hızlı adımlarla yanından ayrılıp salona girdiğimde herkes kahvaltı masasına oturmuştu. Utangaç bir tavırla herkese günaydın diyerek yerime oturduğumda onda çok geçmeden gelmişti. “Günaydın.” Sert sesiyle konuşup, Muratın yanına oturduğunda bakışlarını hala üzerimde hissediyorum. Sessiz bir şekilde ilerleyen kahvaltının sessizliğini Nur bozmuştu., “Ezka, Bugün alışverişe gidelim mi.?” Sorduğu soruyla başımı kaldırıp ona baktım. Yüzündeki beklentiyi gördüğümde kısa biran düşündüm. Canım hiç istemesede onu kırmamak adına başımı sallayarak kabul ettim. Sevinçle ellerini birbirine vurdu.” Kahvaltıdan sonra çıkarız o zaman.” “Olur, bana fark etmez.” “Murat ve bende gelelim, tehlikeli olabilir onun için.” Yavuz Selim’in kadifemsi kulaklarıma dolduğuna bakışlarımı ona çevirdim. Beni düşünüyor olması beni içten içe mutlu ediyordu. “Avm’ye gideceğiz, bence birşey olmaz. Orası kalabalık.” Diye konuştu Nur. Yavuz Selim elindeki çay bardağını masaya koyup gözlerinin ucuyla ona baktı. “Kalabalık olması bir şeyi değiştirmiyor Nur.” “Peki gelin ama bizden ayrı takılın lütfen.” “Haspam bizi mi beğenmiyon sen.” Murat tek kaşını kaldırarak Nura bakaşarken Nur başını sallayarak onayladı onu. “Sadece seni beğenmiyorum abicim, fazla kabasın.” Murat, Nur’un bu sözlerine gözlerini devirip çayından büyük bir yudum adı. “Görende kendisini prenses zanneder.” Nur abisine cevap vermek için ağzını açacağı esnada, teyzem bu atışmaya son verdi. “Ay susun, sabah sabah nerden buluyorsunuz bu enerjiyi anlamıyorum ki.” Teyzemin haklı isyanına, Eniştem, Yavuz Selim ve ben baş sallayarak onaylamıştık. “Sizin ruhunuz çekilmişse biz ne yapalım.?” Diye sordu Nur havalı olduğunu sandığı bir şekilde kısa saçını geriye doğru atarken. “Doğru diyor, sizin ruhunuz çelmiş.” Murat’ın, Nur’u savunmasıyla şaşırarak onlara baktık, sanki az önce atışan onlar değilmiş gibi. Yavuz Selim oturduğu yerden kalkıp, boğazını temizledi. “Afiyet olsun size amca.” Bakışlarını Nur ve benim üzerimde gezdirip “kahvaltınız bittiyse gidelim.” başımızı sallayarak oturduğumuz yerden kalkıp Teyzem ve enişteme afiyet olsun diyerek salondan ayrıldık. Üzerime siyah deri ceketimi giyinip spor ayakkabılarımı giyinerek evden çıktım. Onlarında evden çıkmasıyla hepimiz Yavuz Selim’in arabasına binerek yola çıkmıştık Arabanın içindeki tek ses radyoda kısık seste çalan şarkıydı. Başımı cama yaslayıp akıp giden yolu izledim dakikalarca. Dakikalar sonra araba büyük bir alışveriş merkezinin önünde durmuştu. Uyuşuk hereketlerle arabadan inip başımı gökyüzüne kaldırıp gökyüzüne baktım, her an yağmur yağacak gibi duruyordu. Nur yanıma gelip koluma girerek beni alışveriş merkezinin girişine doğru çekiştirmeye başladı. Yavuz Selim ve Murat arkamızdan gelirken biz Nur ile onların önünde ilerliyorduk. Giriş katta bir kahve dükkanının önünde durmuştuk. “Siz gidip gezin biz burada birer kahve içelim, bir şey olursa arayın.” Diye konuştu Yavuz Selim sakin ama sert sesiyle. Nur başını sallayarak onu onaylarken ben gözlerimi ondan kaçırmayı seçmiştim. Onları ardımızda bırakıp üst kata çıkarak sırayla mağazaları gezmeye başladık, Nur bu katta bir şey beğenmediği için üst kattaki tüm mağazalarda baksakta sonuç aynı olmuştu. Yorgunluktan sızlayan bedenim, ağrıyan başım kendisini belli ediyordu. Dinlenmek için konulan koltuklardan birine kendimi yorgunca bırakıp kızgın bakışlarımla Nura baktım. “Yeter artık Nur, ne alacaksan alda gidelim yorgunluktan bayılacağım şimdi.” Nur bedenini yanımdaki boş yere bırakıp Derin bir nefes aldı. “Haklısın bende yoruldum, ben bir lavaboya gideyim sonra eve gideriz.” Ona inanmayan gözlerle bakarken o oturduğu yerden kalkıp çantasını omzuna taktı. O kadar saattir boşuna mı dolanmıştık yani. “Sen burda bekle ben hemen gidip geleyim.” Başımı yorgunca sallayarak onu onayladım. Nur yanımdan ayrıldığında yorgunlukla sırtımı koltuğun arkasına yasladım. Bakışlarımı yorgunca etrafta gezdirdim. Yüzlerindeki tebessüm ile gülüşerek etrafta dolaşıyordu insanlar, dışarıdan bakınca hepsi mutluydu ama kimse kimsenin içini bilmiyordu. Derin bir nefes alıp bakışlarımı dizlerimin üzerine koyduğum ellerime indirdiğimde yan tarafımda olan hareketlilikle başımı yavaşça kaldırıp yan tarafıma baktım. Gördüğüm suret kalbimin korkuyla çarpmasına neden olurken, aldığım soluklar kokudan dolayı hızlanmıştı. O yanımdaydı ailemin katili, geçmişimi benden alan adam. Ekrem Kaya. Hızla oturduğum yerden kalkıp ondan uzaklaşmak adına geriye doğru bir kaç adım attım. Benim korkak bu tavrım onun eğlendirdiği yüzüne yerleştirdiği sinsi gülüşten belliydi. “Nasılsın küçük kız.?” Diye konuştu iğrenç sesiyle. Yüzümü buruşturarak ona baktığımda o benim bu halime gülmüştü. “Ne istiyorsun.?” Diye sordum içimdeki korkuyu bastırarak. Tek kaşını kaldırıp sorgularcasına bana baktı. Oturduğu koltuğa rahat bir şekilde oturup sağ bacağını sol bacağının üzerine atıp sağ kolunu koluğun yaslanma yerine koydu. “Ne istediğim daha önce sana ilettiğimi hatırlıyorum küçük kız, ah yoksa unuttun mu.?” Sertce yutkunup bakışlarımı ondan ayırdım. Flaşı istiyordu ama ben nerde olduğunu hatırlamıyordum. Geriye doğru bir adım atıp bakışlarımı ona çevirdim. içimde kol gezinen korkuya rağmen umursamaz tavrımla konuştum. “Ah sen bak şu işe, Flaşı nereye sakladığımı unuttum. Belki bir gün hatırlarım ama ne dersin.?” Az önce eğlenen yüz ifadesi anbean silinirken çattığı kaşlarıyla bana baktı. “Bana bak küçük kız benim sabrımı sınama ya sen flaşı verirsin yada ben almasını bilirim, flaş nerede?.” Korkuyla çarpan kalbimi sakinleştirmeye çalışarak derin bir nefes alıp usulca yutkundum. “Bilmiyorum.” Diye konuştum korkunun yuva yaptığı sesimle. Bakışlarını benden ayırıp başını hafifce arkasına çevirerek başını salladı.” “Yakalayın şu kızı.” Söylediği sözlerle adımlarım geri geri gitmeye başlamıştı. “Yaklaşmayın.” Diye bağırdım korkuyla ama beni umursamadan adamlar bana doğru gelmeye devam etti. “Yardım edin.!” Diye bağırdım korkuyla. Etrafımızdaki insanlar bize baksa da kimse bir şey yapmıyordu. Belim katlarda bulunan balkon demirine değdiğinde olduğum yerde durmuştum. Korkulu bakışlarım etrafta gezinirken Nur ile göz göze geldik, gözleri şaşkınlıkla ve korkuyla büyümüş bir şekilde bana bakıyordu. Korkudan dolan gözlerimi akmamları için tutarken, korkuyla çarpan kalbime engel olamıyordum. Adamların bana doğru bir adım daha atmasıyla ayağım kayarak dengemi kaybederek geriye doğru savruldum. Ağzımdan kaçan korku dolu çığlık etrafta yankılanmıştı. Balondan savrulan bedenimi son andan balkonun demirine tutunarak düşmekten kurtarmıştım. Boşlukta savrulan bedenim, bedenimi saran korkuyu kuçaklamıştı adeta. Etraftaki insanların bağırış sesleri, Nurun kokuyla ağlayarak bana seslenmesini duyuyor ama sımsıkı kapattığım gözlerimi açıp etrafıma bakamıyorum. Ellerimin arasındaki demiri sıkmaktan parmaklarım acımaya başlamıştı. “Ezka, korkma Yavuz Selim abim ve abim geliyor kurtaracak seni.”Az önce üzerime yürüyen adamlara ne olmuştu bilmiyordum ama Nur sıkı sıkıya kolumdan tutuyırdu, sanki burdan düşersem düşmemi engel olabilecekmiş gibi. Gözlerimden düşen yaşlar acıyla yutkunmama neden oluyordu. “Elim acıyor.” Diye konuştum ağladığım için kısık çıkan sesimle. “Dayan, lütfen dayan.” Diye konuştu Nur ağladığı için kısık çıkan sesiyle. Gözlerimi hafifce araladığımda korkuyla bedenim titredi, üçüncü katın balkonundan aşağıya savrulan bedenim boşlukta savruluyordu ve bu beni deli gibi korkutuyordu. Bir anda duyduğum silah sesiyle bakışımı korkarak Nura doğru kaldırdım. “Poyrazı ara Murat.” Duyduğum ses kalbimin huzurla çarpmasına neden olmuştu, sanki bu sesi duymayı bekliyormuş gibi hafiflemişti. “Nerde kaldılar.?.” “Adamlar gitmemiş, Onların buraya gelmesini beklemişler.” Nur’un korkuyla konuşması korkulu kalbimi dahada korkutmuştu. “Yavuz Selim.” Diye bağırdım etrafı saran silah sesleri ve insan seslerine rağmen. korkudan mı bilmem ama sesim umduğumdan güçlü ve çok çıkmıştı. Nur kolumu sıkı sıkıya tutsada benim bu demiri tutacak gücüm kalmamıştı. “Korkma, kurtaracağım seni.” Diye bağırarak karşılık verdi bana Yavuz Selim. “Kolum yoruldu.” Gözümden akan yaşlar etrafı bulanık görmemi sağlıyordu. “Biraz daha dayan ekip gelen kadar.” Bir elim demiri sıkı sıkıya turarken diğer elim sıkıca Nur’un kolunu tutuyordu. “Geldiler, ekip geldi Ezka.” Nurun umut dolu sesi gözlerimi yavaşça kapatıp açmama neden olmuştu. “Nur, elim çok acıyor.” Diye fısıldadım ağlamaklı kısık sesimle. Nur bana korkulu gözlerle bakarken ben ona dolu dolu olan gözlerimle bakıyordum. “Poyraz burası sende.” Onun güçlü sesini duyduğumda kirpiklerimi kırpıştırarak dolan gözlerimdeki yaşları bir bir düşürdüm. Kolumu güçlü bir kol sardığında bakışlarım o kolun sahibini buldu. Yavuz Selim korkudan parlayan gözleriyle bana bakarken, titreyen elimle koluna sıkıca tutundum. “Kurtaracağım seni, korkma.” Güven veren sesi kulaklarıma dolduğunda korkudan titreyen bedenim gevşemişti. “Artık korkmuyorum.” Instagram 👉 Emineninkaleminden |
0% |