@eminefuruncu
|
Hatalarım varsa kusura bakmayın, keyifli okumalar dilerim. Korku.. içimizin acıyla dolmasına sebep olur çoğu zaman, dört bir yanımızı sarar zehirli bir sarmaşık gibi. Gündüzümüz gecemize karışır, ay doğar ve tekrar batar ama o korku hiç geçmez. İçimde hissettiğim korku geçmiyor, içimin acıyla dolmasına sebep oluyordu. Gözlerimi saran zehirli sarmaşık hissettiğim korkuyu tüm gerçeği ile gösteriyordu. Elimi sıkıca saran parmaklar içimdeki kara bulutları aralayarak oradan bir güneş doğmasını sağladı. Gözlerini esir alan endişeyle bana bakan adam, bana güven veriyordu. Korkudan titreyen bedenim gözlerindeki şefkatle ısınıyordu adeta. “Korkma.” Diye konuştu telaşlı sesiyle, halbü ki o elimi tuttuğu an bedenimi zehirli sarmaşıklarıyla saran korku sarmaşıklarını yavaş yavaş benden ayırlmaya başlamıştı. Gözümden düşen bir damla gözyaşı titreyen dudaklarımı birbine bastırarak ona bakmamı sağlamıştı. Başımı usul usul sallayarak onu onayladım. İki eliyle elimi kavrayıp bedenimi yukarıya çekmeye çalıştığında kolumda hissettiğim acıyla dudaklarımın arasından acı dolu bir inilti dökülmüştü. “Kolum.” Diye mırıldandım acıyla. Yavuz Selim koyu kahverengi gözlerine yerleştirdiği korkuyla baktı dalgalı bir denizi anımsatan mavi gözlerime. “Özür dilerim canını yakmak istememiştim ama biraz dayanmalısın.” “Sorun yok, iyiyim.” Kuruyan dudaklarını diliyle ıslatıp. Titreyen gözlerini kapattı kısa biran, kahvelerini açıp bana tekrar baktığında korku hala orada duruyordu. Elinin tekini kenara koyup oradan destek alarak tek eliyle beni yukarıya çekmeye çalıştığında iki elimle sıkıca elini kavradım.Derin bir nefes alarak hızla bedenimi yukarıya çektiğinde bedenimin yere düşmesiyle şaşkın ve korku dolu bakışlarımı etrafta dolaştırdım. Yavuz Selim büyük elleriyle küçük yüzümü kavrayıp ona bakmamı sağladı. Korkudan dolan gözlerim onu bulanık görmeme sebep oluyordu. Titreyen elimi kaldırıp elinin üzerine koydum. “İyi misin.?” Diye sordu nefes nefese. Hala yaşadığım şeyin şaşkınlığı üzerimde hali hazırda duruken başımı yavaşça salladım. Etraftaki silah sesleri çoktan durmuştu. “İ…iyiyim.” Diye fısıldadım yorgun sesimle. Kendimi bir hayli yorgun ve bitkin hissediyorum, sanki tonlarca ağırlıkta yük kamyonu üzerime devrimiş gibi. Kolumu kavrayan parmakları bedenimi hızla kendisine çekerek sıkıca sarıldı. Titreyen kollarım yavaşça onun beline dolandığında başımı yorgunlukla göğsüne yasladım. “Eve gitmek istiyorum.” Diye mırıldandım kısık sesimle. Yavuz Selim bir eliyle saçlarımı yavaşça okşarken diğer eliyle sıkıca beni sarmıştı. Dudaklarını saçlarımın üzerine bastırıp yorgun bedenimi hızla kucağına alıp ayağa kalktığında yorgun gözlerimi şaşkınlıkla aralayarak ona baktım. “Ne yapıyorsun Yavuz Selim? Ben kendim yürürüm.” Başını eğip kısa biran bana bakıp ardından bakışlarını benden ayırıp arkasına çevirdi. “Nur gidiyoruz. Poyraz burası sende, onları eve bırakıp geleceğim.” Poyraz onu başını sallayarak onaylarken Nur Bitkin bir şekilde oturduğu yerden kalkıp yanımıza doğru ilerledi. Yavuz Selim sert adımlarla ilerlemeye başladığında beni yere bırakmayacağını anlayarak başımı yorgunlukla göğsüne yasladım, kollarımı düşmekten korkarcasına boynuna doladığımda Yavuz Selim'in yutkunuş sesi doldu kulaklarıma. AVM den çıkıp arabanın yanına geldiğimizde Nur, Yavuz Selime kapıyı açıp Yavuz Selimin beni arabaya koymasına yardımcı oldu. Nur yanıma Yavuz Selimde sürücü yerine oturup arabayı çalıştırıp sürmeye başladığında başımı geriye yaslayıp gözlerimi yorgunlukla açıp kapattım. Akıp giden yollar, akıp giden yıllarım gibi hızla gözümün önünden geçiyordu. Yaşadığım korku dolu anlar sönen küllerimde ateş olup yanmama neden olmuştu. Hissettiğim çaresizlik baharlarımda açan çiçeklerimi bir bir soldurmaya başlamıştı. Titreyen dudaklarımı birbirine bastırıp yorgunlukla gözlerimi kapattığımda gözümden süzülen bir damla yaşı silmek için hiçbir şey yapmadım, gözümden düşen yaşı silmeye bile mecalim yoktu. Gözlerim yavaş yavaş kapanırken bana yoldaş olan uykuya teslim oldum. Bedenimin bir ara havalandığımı hissetsemde gözlerimi açmak için güç bulamadım kendimde. Saçlarımın üzerinde gezinen el kalbimin huzurla dolmasına sebep olurken buna onun kadifemsi sesi de eşlik etmişti. “Sana söz piccino mio gözünden düşen her yaşın hesabını o adamdan soracağım.” ######### Titreyen kirpiklerimi birbirine bastırıp, susuzluktan kuruyan dudaklarımın üzeri dilimle ıslatıp yatakta yan dönüp bacaklarımı kendime çekerek beni sarıp sarmalayan uykunun kollarına kendimi yeniden bıraktım. Ellerimin arasında tuttuğum kutuya gülümseyerek bakıp, dudaklarımın sevinçle kıvrılmasına izin verdim. Kalbim nazlı nazlı atarken ayakkabımın ucunu yerde sürttüm heyecanla. Meraklı bakışlarım evin kapısında dolaşıp duruyordu. Dakikalar birbirini kovalayıp saatlare döndüğünde içimdeki heyecan yerini yavaçşa buruk bir boşluğa bıraktı. Düşen yüzümle dudaklarımı birbirine bastırıp arkamı dönüp gideceğim esnada çarptığım bedenle dudaklarımın arasından acı dolu bir inilti çıkarken başımı kaldırıp şaşkın gözlerle karşımdaki kişiye baktım. Yavuz Selim abime. Ben onu saatlerdir evde sanırken o aslında evde değilmiş meğersem. “Ne yapıyorsun burada.?” Diye sordu her zaman ki umursamaz ses tonuyla. Yüzümdeki şaşkın ifadeyi silip gülümseyerek ona baktım. Arkama sakladığım kutuyu çıkarıp ona doğru uzattım. Anlamaz gözlerle bana bakıp bu ne dercesine başını salladı. “Bu kutunun içinde iki tane şey var birisi senin için diğeri benim için. Ben.. sana ait olanı sana veriyorum, sende zamanı gelince benimkini bana ver.” Rüzgarın bozduğu saçları alnına bir perde gibi dökülmüştü, gözlerim onun saçlarında dolaşırken o uzanarak kutuyu elimden aldı sorgusuz sualsiz. Derin bir nefes alarak bakışlarını elindeki kutuya düşürdü. “Veririm.”Diye konuştu düz sesiyle. Tek kaşımı kaldırıp, rüzgarın uçurduğu saçımı kulağımın arkasına koydum yavaşça. “İçinde ne olduğunu merak etmiyor musun? içinde ne var diye sormadın bile.” Dudaklarının üzerine yerleşen silik gülüşle bana bakış bana doğru bir adım attı. “Sen veriyorsan fazla sorgulamama gerek yok demektir.” Duyduğum kelamlarla dudaklarımın üzerine yerleşen tebessümle ona baktım, onun bana baktığı gibi. Belkide ilk defa bana tebessüm ederek bakıyordu. Yüzük parmağımın üzerinde hissettiğim ince dokunuşlar gözlerimi yavaşça aralamama sebep olmuştu. Hafifce çattığım kaşlarımla uykulu gözlerimi karanlık odanın içerisinde gezdirdim, gözlerim yatağın boş kısmına başını koymuş yatan adama değdiğinde usulca yutkundum. Parmak uçları usul usul parmağıma değerken uyandığımdan habersizdi. “Uyan hadi.” Diye fısıldadı kısık sesiyle. “Yavuz Selim.” Diye fısıldadım ismini gecenin karanlığına. Sesim ona ulaşmasıyla başını yasladığı yerden kaldırıp cekingen gözlerle baktı gözlerime, parmakları parmağımı özgür bırakırken usulca yutkundu. “Kusura bakma, uyandırdım seni.” Yattığım yerde dikleşerek oturup, tek kaşımı kaldırarak ona baktım. “Sen.. bu saatte neden buradasın.?” Çömeldiği yerden kalkıp yataktan bir adım geriye gitti. Sanki suç işleyen bir çocuğun annesine yakalandığında üzerinde olan çekingenlik vardı üzerinde. “Ben… seni merak etmiştim, arabada uyuduğundan beri uyuyorsun uyanmayınca… bakmak istedim.” Bakışlarım komodinin üzerindeki saate kaydığında saatin sabahın 5’i olduğunu gördüm. Gözlerim şaşkınlıkla aralandı o kadar saat nasıl uyumuştum ben. “Neden merak ettin ki.?” Diye sordum ona anlamadığımı belli ederek. Yaşadığım korku dolu o anlardan sonra bedenim bir hayli yorgun düşmüştü, sanırım bu kadar çok uyumamın sebebi ondandı. Yavuz Selim derin bir nefes alıp gözlerini kapatıp açarak bana baktı, uykusuzluktan ve yorgunluktan kızarmış gözleriyle. “Sen bunlara takılma, yat hadi gözlerin hala yorgun bakıyor.” Kaçamak verdiği cevapla aslında ne demek istediğini anlamıştım. Yavaşça yutkunup acının esir aldığı mavi gözlerimle ona baktım. “Uyanmamamdan korktun değil mi.? Başımdaki bu şey yüzünde uyuyup uyanmamamdan korktun.” Yavuz Selim sarsılmış yüz ifadesiyle bana bakarken titreyen dudaklarımı biribirne bastırıp dolan mavilerimi ondan kaçırdım. “Ezka, güzelim.” Diye fısıldadı kısık sesiyle sanki omuzlarında tonlarca yük varmış gibi yorgunluktan sesi çıkmıyordu. Yavaşça yatağa yaklaşıp yatağın boş kısmına oturdu, elini usulca uzatıp elimin üzerine koydu. Uzun parmakları küçük elimi kavradı sıkıca. “Bana bak hadi.” Başımı kaldırıp ona baktım. Boştaki elini uzatıp yüzüme dökülen saçlarımı kulağımın arkasına koydu yavaşça. “Korkuyorum.. ben yıllarca mavilerini tekrardan görme umuduyla yaşadım, kaç gece başında uyanmanı bekledim bilmiyorum, şimdi bu kadar çok uyuyunca korktum, mavilerinin bana gülümseyerek bakmasına alışmışım bir kere nasıl korkmayayım.” Gözümden bir damla yaş süzüldü. Kalbimde hissettiğim acı beni birgün öldürecek. İlk değildi belki ama sonda olmayacaktı bu acı. “Yavuz Selim.. tedavinin işe yarayacağını bil..” Cümlemi tamamlama izin vermeden ne söylemek istediğimi anlayarak hızlı sözlerimi kesti. “Olumsuz düşünme, işe yarayacak belkide.” Yüzümü avuçlarının arasına alıp alnını alnıma yasladı. “Belkide seni tekrardan unutacağım.” Diye konuştum sesimle. “Unut, ben tekrardan hatırlatırım kendimi daha öncede dediğim gibi.” Dudaklarımın üzerine yerleşen tebessümle ona bakarak başımı geriye doğru çektim. Elimin tersiyle gözyaşlarımı sildim yavaşça. Zihnime dolan gördüğüm rüya ile duraksadım biran, zihnimde birleştirdiğim parçalarla gülümseyerek ona baktım. “Hala zamanı gelmedi mi.?” diye sordum ona tek kaşımı kaldırarak. Yavuz Selim tek kaşını kaldırarak bana baktı anlamayan gözlerle. “Sana verdiğim kutunun içindeki şeyi bana verme zamanı hala gelmedi mi.?” “Sen.. sen hatırlıyor musun.? yani o kutuda ne olduğunu hatırlıyor musun.?” Diye sordu şaşkın sesiyle. Onun bu haline tebessüm ederek baktım. Başımı sallayarak onayladım onu. “Evet, hatırlıyorum.” Yüzündeki gülümseme anbean büyüyerek baktı bana. O kutunun içinde arabasında asılan yüzükler olduğunu hatırlıyordum. “Hatırladığına göre artık sahibine gidebilir.” Yanaklarım dikkatli bakışlarına dayanamayarak kızarmaya başlamıştı, utanarak bakışlarımı ondan kaçırdığımda aklıma düşen gercekle acıyla yutkundum. “O adama ne oldu.? yakalandı mı.?” Diye sordum oldukça kısık çıkan sesimle. Yavuz Selim sorduğum soruyla kısa bir an duraksayıp ardından dudaklarını araladı. “Hayır o kaçtı ama iki tane adamını yakaladık, konuşmamakta oldukça kararlı olsalarda en sonunda pes edip konuşacaklarını düşünüyorum.” Başımı usul usul sallayıp onayladım onu. Söyleyecek bir söz kalmamış gibi dilim lal olmuştu, o adamın biran önce hak ettiği yere gitmesini istiyordum lakin sanırım bunun için öncelikle benim o flaşın yerini hatırlamam gerekiyordu. “Anlıyorum.” Diye fısıldadım kuru sesimle. Yavaşça oturduğu yerden kalkıp kırışmış beyaz gömleğini düzeltti. “Ben gideyim artık, sende dinlen.” Arkasını dönüp odadan çıktığında boş gözlerle dakikalarca arkasından baktım. Gözlerimi sıkıca kapatıp açarak bakışlarımı kapıdan ayırdım. Bedenimi yavaşça yatakta kaydırarak yatma pozisyonuna geldim, üzerimi örtüp durgun bakışlarımı cama cevirdim. Güneş yavaş yavaş doğramaya başlarken ben saatlerce boş hafızamın içinde bir flaşı arayıp durdum. Bir hafta sonra. O akşamın ardından bir hafta geçmişti. O akşamdan sonra Yavuz Selimi çok görmemiştim, sadece iki kere hastaneye giderken Nur ile bizimle gelmişti onun haricinde onu görmemiştim, kalbim biraz buruktu bu yüzden oysaki o adamı yakalamak için gece gündüz çalıştığını biliyordum. Bugün günlerden cumartesiydi. Poyrazın nişanı vardı bu akşam. Nur durgun bir şekilde dolaşıyordu bu bir haftadır. Mavi gözleri heran taşmaya hazır bir deniz gibiydi. Kalbinde verdiği savaş gözlerine de yansıyordu. Üzerimdeki siyah sade elbiseyi düzeltirken bakışlarım aynada dolaşıyordu. Elbise kare yaka, siyah tülden kolları ve geniş eteğiyle dizlerimin bir karış altında bitiyordu. Uzun saçlarımı hafif dalgalı yaparak bıraktım. Makyajımı ise oldukça hafif tutmuştum. Kenara bıraktığım siyah çift bantlı olan topuklu ayakkabıları giyinerek çantamın içerisine gerekli eşyalarımı koyarak odadan çıktım. Teyzem, eniştem ve Murat çoktan hazırlanmış salonda bekliyordu. Adımlarım salona ulaştığında herkesin bakışları bana dönmesi beni uyandırmıştı. “Bu ne güzellik kuzen.?” Diye sordu Murat eğlenen ses tonuyla. Omuzumu umursamazca kaldırıp indirdim sorusuna karşılık. “Her zamanki halim Murat.” “Abi diyeceksin kızım abi.” Diye konuştu sert sesiyle. Çattığı kaşlarıyla bana bakarken ben ona kıvrıla dudaklarımla bakıyordum. Onu sinir etmek nedense beni mutlu ediyordu. “Bak bir de gülüyor, gülmesene.” “Uğraşma kızla Murat, istediğini der sanane.” Diyerek beni savunan teyzeme hayretler içerisinde bakan Muratı gördüğümde dudaklarımın arasından çıkacak kıkırtıyı tuttum. Murat konuşmak için dudaklarını aralayacağı esnada salona giren Nuru gördüğünde susmuştu. “Nur da geldiğine göre çıkalım, geç kalacağız.” Eniştem oturduğu yerden kalkıp kapıya doğru ilerlerken teyzem de onun peşinden gidiyordu. Bakışlarım Nurun üzerinde dolaştı ağır ağır , kalın askıları olan düz kesim bir kırmızı elbise giyinmişti, kısa sarı saçlarını düzleştirip bırakmıştı, kızarmış gözlerinin altını kapatmak için makyaj yapsada bu pek işe yaramamış gibi duruyordu. Durgun bakışları Murat ve benim üzerimde kısa biran gezinip açeleyel bakışlarını bizden ayırdı, kızarmış gözlerini görmemizi istemeyerek. Yavaşça oturduğum yerden kalkıp yanına doğru ilerledim küçük adımlarla, adımlarım yanında durduğunda parmaklarım kolunu kavradı, yanındayım dercesine. “Her acı birgün geçer.” Diye fısıldadım ona sessizce. “Umarım gecer.” Yavaş adımlarla evden çıktığımızda Murat kapıyı kapatıp yanımıza gelerek arabanın kapılarını elindeki uzaktan kumandalı anahtarla açtı. Herkes sırayla arabaya binerken bir anda evin önünde duran arabayla herkesin bakışları oraya döndü. Yavuz Selim açtığı arabanın camından başını uzatarak henüz arabaya binmemiş enişteme hitaben konuştu. “Amca Ezka benimle gelebilir mi.?” Sorduğu soruyla kalbim hızlanırken herkesin bakışları bana dönmesiyle utanarak bakışlarımı kaçırdım ondardan. Eniştem teyzeme bakıp teyzemin baş sallamasıyla eniştemde başını sallayarak onayladı onu. “Kendiside istiyorsa gelsin oğlum.” Yavuz Selim’in onay bekleyen gözleri beni bulduğunda usulca yutkunarak bakışlarımı yanımdaki Nura çevirdim. “Sende gelmek ister misin.?” Nur sorduğum soruya karşılık başını ağır ağır olumsuz anlamda sallayarak cevapladı. “yok sen git.” Diye konuştu kısık sesiyle. Onu başımla onaylayıp çekingen adımlarla Yavuz Selim’in arabasına doğru ilerledim, adımlarım arabanın yanında durduğunda arabanın kapısını açıp arabaya bindim. Başımı çevirip bana gözlerini içi parlayarak bakan adama utangac gözlerle baktım. “Ne.. neden öyle bakıyorsun.?” “Güzelliğine daldı gözlerim, kusura bakma.” Dudaklarım üzerinde yeşeren tebessümle gözlerimi ondan kaçırdım. “İltifatın için teşekkür ederim.” Yavuz Selim derin bir nefes aldığında çalan korna ile bakışlarımız sesin geldiği yöne dönmüştü. Murat şöför koltuğuna oturmuş çattığı kaşlarıyla Yavuz Selime bakarak eliye yolu gösteriyordu, sanırım bu git artık demekti. Yavuz Selim arabayı sürmeye başladığında bakışlarım aynada asılan yüzüklere döndü lakin yüzükleri orada görememiştim, kaşlarım hafifce çatılırken ona sorup sormamak arasında gidip geliyordum. Meraklı yanımı bastırıp sessizce akıp giden yolu izlemeye karar verdim. Hafif hafif çiseleyen yağmur damlaları gecenin karanlığına yavaşça süzülüyordu. Soğuk iyice kendini belli ederken aralık ayını çoktan yarılamıştık. Araba güzel bir mekanın önünde durduğuna bakışlarımı yanımda oturan adama çevirdim yavaşça. “Böyle üşümeyecek misin.? Kaban falan almadın mı?” Diye konuştu sakin sesiyle. Bakışlarım üzerime düştüğünde haklı olduğunu fark etmiştim, bu kıyafetle üşüyeceğimi biliyordum lakin üzerime birşey almak aklıma gelmemişti. Başımı yavaşça olumsuz anlamda sallayıp yüzüme düşen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. “Hayır, aklıma gelmedi.” Dizlerimin üzerindeki çantamı kavrayıp arabadan inmek için hamle yaptığım esnada Yavuz Selim kolumdan tutarak beni durdurdu. “Bir şey mi oldu.?” Diye sordum tek kaşımı kaldırarak.?” Kolumu saran parmakları yavaşça benden ayrılırken hızla üzerindeki siyah kabanı çıkarıp bana doğru uzattı. “Bunu al, yani eğer sende istersen, üşüme.” “Gerek yok zaten kapalı mekanda olacak.” Bana uzattığı eli yavaşça yere inerken durgun bir ifadeyle başını salladı. Sanırım kabanını almadığım için bozulmuştu. Dudaklarımı yavaşça ıslatıp elimi uzatıp kabanı elinden aldım. “Yada ver ya, üşümeyeyim.” Kabanı üzerime giydiğimde bana bir hayli büyük gelmesi beni gülümsetmişti. Bakışlarım yeniden onu bulduğunda gülümseyen gözlerle bana baktığını gördüm. “Hadi gidelim artık.” Diye mırıldandım kısık tuttuğum sesimle. Başıyla yavaş yavaş beni onaylayıp o çok beğendiğim arabasından indi, onun ardından bende inerek arabanın kapısını kapattım. Adımlarım onda doğru ilerlerken kolları bana uzun gelen kabanın kollarını yukarıya doğru çekmeye çalışıyordum bir yandan. Adımlarımız karşılıklı durduğunda Yavuz Selim bana doğru bir adım atarak elini bana doğru uzatarak kabanın altında kalan saçlarımı kabanın dışına çıkardı. Parmak uçları dokunmaktan korkarcasına saçlarımın üzerinde gezerken başını eğerek bana bakan adama başımı kaldırarak bakıyordum. Hafif hafif çiseleyen yağmur damlaları üzerimize düşerken biz öylece duruyorduk. “Bu gece ay çok güzel değil mi.?” Diye sordu düz sesiyle. Bakışlarımı ondan ayırıp gökyüzüne çevirdim yavaşça. Tek kaşım şaşkınlıka havalanırken şaşkın bakışlarım onu buldu. “Ay yok ki.” Diye fısıldadım şaşkın sesimle. Yavuz Selim gülümseyerek yüzümü ellerinin arasına alıp alnını alnına yasladı yavaşça. “Yok ama yinede çok güzel.” “Nasıl yani.?” Şaşkın çıkan sesime karşılık o gülümseyerek bana bakıyordu. Alını alnımdan çeksede ellerini yüzümden çekmemişti. “Daha sonra anlamını açıklarım sana, belkide benim açıklamama gerek kalmadan sen öğrenirsin ne anlama geldiğini.” |
0% |