@eminefuruncu
|
Hatalarım varsa kusura bakmayın, keyifli okumalar dilerim. Şaşkınlıkla araladığı gözleriyle bana bakan adama sakin bakışlarımla baktım. İnanmak istercesine gözlerime baktı saniyelerce, gözlerimde gördüğü her ne ise yavaşça yutkunarak kuruyan dudaklarını konuşmak için bir kaç kere aralasada dudaklarının arasından kelimeler dökülmemişti. Ciğerlerine doldurudğu titrek nefesle güçlikle dudaklarını aralayarak sesinin kulaklarıma dolmasına izin verdi. “Ne.?” Diye sordu üzerinden hala atamadığı şaşkınlığı yuva yaptığı sesiyle. Bakışlarımı ondan ayırıp gecenin karanlığına çevirdim. İçimde esen fırtınalar beni acımasızca savuruyordu, kalbim acıyla kıvranırken bu acıyı sadece onun dindireceğini biliyordum içten içe. Onun bana bakarken parlayan gözleri, bana olan sevgisi yaralarımı sarıyordu. “Yavuz Selim.. benim yarınlarım belli değil. Ben nefes alacağım her saniyeyi seninle geçirmek istiyorum artık.” Bakışlarımı yavaşça ona çevirip dudaklarıma kondurduğum tebessümle ona baktım. “Tabi sende istersen.” Dudaklarının üzerine yerleşen gülüş her geçen saniye artarken ellerini uzatıp yüzümü avuçlarının arasına aldı. “Sen.. sen ne dediğinin farkında mısın? Kalbim senin için böyle delicesine atarken… senle evlenecek olmak, bu… bu kalbimin hastalıklı bir şekilde hızlı atmasına sebep olacak, her an duracakmış gibi hissetmemi sağlıyor.” Gözleri sevgiyle parlarken heyecandan titreyen sesi bana olan sevgisini gösteriyordu. Ellerini aceleye yüzümden çekip oturduğu yerden kalktı. Ellerini başının iki yanına koyup balonda volta atmaya başladı. Daldığı derin düşünceden sıyrılıp gözlerindeki parıltıyla bana baktı. “Ben yarın gidip nikah tarihi alayım mı.? Evet evet alayım.” Bana sorduğu soruyu benim cevap vermeme izin vermeden yine kendisi çevaplamasıyla şaşkın gözlerle ona baktım. Sanki biraz fazla telaş yapmıştı. Elimi uzatıp elini tutup onu kendime doğru çekerek yanıma oturmasına sebep oldum. “Biraz sakin olur musun.?” “Olamam sakin olamam. Ben günlerdir, aylardır sana bu soruyu sormak için bekliyorum.. ama sen bana sordun.” Kısa biran yaşadığı aydınlanma ile çattığı kaşlarıyla bana baktı, tek kaşını sorgularcasına havaya kaldırdığında sorgulayan gözlerle ona baktım. “Bir dakika bu soruyu benim sana sormam gerekmez miydi güzeller güzelim.?” Dudaklarımın arasından dökülen kıkırtılara engel olamazken o bana çatık kaşlarıyla bakıyordu. “Yavuz Selim çok tatlısın.” Az önce ağlayan ben değilmişim gibi şimdi gülüyordum, onun yanında bir kez daha acılarımı unuttuğumu anlamıştım. Elimi uzatıp yanağını sıktığımda Yavuz Selim bana çattığı kaşlarıyla bakıyordu, elim tutup yanağından ayırıp avucumun içine bir öpücük kondurdu. “Burada tatlı olan tek kişi sensin.” Omzumu umursamazca kaldırıp indirerek sırtımı geriye doğru yasladım. “Sende az önce gayet tatlıydın sayın savcım.” Kolunu omzumun üzerinden atıp beni göğsüne doğru çekerek sırtını geriye yasladı. Başım sanki aradığım yer burasıymış gibi göğsündeki yerini almıştı saniyeler içinde. “Ezka.!” Diye beni uyarsada aslında gerçeğin oda farkındaydı. Ortamı bir anda saran sessizliği kuruyan dudaklarımı aralayarak ben bozdum. “Beynim seni unutmuş olsada kalbim seni unutmadı Yavuz Selim.” ######
Üzerime giydiğim kalın sweat kazağı düzeltip uyuşuk adımlarla aynanın önüne geçerek bir kuş yuvasını andıran saçlarıma gözlerimi devirerek baktım. Elimi tarağa uzatıp üzerimden bir türlü atamadığım uyku haliyle aheste aheste saçlarımı taramaya başladım. Taradığım saçlarımı kenarda duran tokayla bol bir şekilde at kuyruğu yaparak aynanın önünden ayrıldım. Bakışlarım buğulu cama döndüğünde havanın kapalı olduğunu gördüm, ince ince yağmur damlaları dudaklarımın üzerinde bir tebessüme ev sahipliği yaptırmıştı. Odadan çıkıp salona geçtiğimde herkesin çoktan kahvaltı masasına oturduğunu görmüştüm. Dilimi kuruyan dudaklarımın üzerinde yavaşça gezdirerek kuruyan dudaklarımın ıslanmasına sebep oldum. “Günaydın.” Diye konuştum yorgun bir savaşın içinde olan sesimle. Herkes bana gülümseyerek karşılık verdiğinde usulca bana ayrılan sandalyeye oturdum. “Nasılsın kızım.?” Teyzemin sorusuyla elimde ki çatalı masaya bırakıp gülümseyerek ona baktım. Bu gülüşün altında yatan acı çığlıkların oda farkındaydı aslında. “İyiyim.” Kısa ve öz cevabım her ne kadar onu tatmin etmese de ona dakikalarca iyi olduğuma dair cümleler kuramazdım, iyi değildim beynimin içini istila eden, beni günden güne görünmez bir kuyunun içine çeken bir hastalığım varken iyi olamazdım. Çalan zil sesi herkesin bakışlarını oraya çevirmesie sebep olurken teyzem oturduğu yerden yavaşça kalkarken gülümseyerek konuştu. “Yavuz Selim gelecekti.” Duyduğum isim kalbimin fütursuzca atmasına sebep olurken yavaşça yutkunarak bedenimi saran heyecanı bastırmaya çalıştım. Başımı önüme çevirip masanın üzerindeki ince belli bardağı parmaklarımla kavrayarak dudaklarıma yaklaştırdım. Çayımdan bir yudum alıp bardağı masanın üzerine bıraktığımda kapının eşiğinde onu gördüm. Yüzündeki gülümsemeyle masaya yaklaşıp her zaman oturduğu yere oturdu. “Herkese günaydın.” Sesinden nasıl mutlu olduğu belli oluyordu. Gülümseyerek etrafa bakan gözleri beni bulduğunda çapkın bir edayla gözünü kırptı. Bu hareketine dudaklarımın üzerinde yeşeren çiçeklerle karşılık verdim. “Sağol oğlum, neden geç kaldın?” Eniştemin sorduğu soruyla Yavuz Selim bakışlarını amcasına çevirdi. “Birkaç dosya vardı onları hallettim.” Eniştem onu başıyla onaylayıp kahvaltısına kaldığı yerden devam ederken Nur tek kaşını kaldırarak sorgulayan gözlerle Yavuz Selime baktı. “Sen neden bu kadar mutlusun.?” Yavuz Selim elindeki bardağı masanın üzerine bırakıp Nura kısa bir bakış atarak bakışlarını bana çevirdi. “Mutlu edenler sağolsun.” Gözlerimin içine bakarak söylediği kelamlar kalbimin hızla atmasına sebep olurken bakışlarımı utanarak ondan kaçırdım. “Herkes senin gibi ağlak olmuyor Nur hanım.” Nur bakışlarını yanında oturan abisine çevirip cevap vermek için dudaklarını aralayıp ardından tekrar kapattı, sanki tüm kelimeler boğazına dizilmiş gibi konuşamamıştı. “Yavuz Selim akşama Poyraz oğlumu yemeğe çağır, ne zamandır gelmiyor.” Nur hızla başını çevirip annesine baktı. Günlerdir onu görmemişti, şimdi aynı evde aynı masada olacak olmak birazda olsa kabuk bağlamaya başlayan yaralarını tekrar kanatmaya başlayacaktı belkide. “Olur, çağırırım.” Diye mırıldandı Yavuz Selim az önceye göre oldukça keyifsiz çıkan sesiyle. Biten kahvaltının ardından herkes bir köşeye çekilmişti. Bugün cumartesi olduğu için herkes evdeydi. Bakışlarım yanımda oturan Nura kaydığında durgun bakışlarıyla televizyona bakıyordu. Elimi uzatıp işaret parmağımla kolunu itekledim. Mavi gözleri bana dönerken kısık sesle konuştum. “Benim odaya gidelim mi sıkıldım.?” Sanki bu soruyu sormamı bekliyormuş gibi solmuş yüzünde güller açtı bir anda. “Olur olur gidelim.” Hızla oturduğu yerden kalktığında bende yerimden kalkmıştım. Ani kalkışımız salondaki bakışları bize çevirirken Nur gülümseyerek konuştu. “Biz Ezka’nın odasındayız.” Salondan çıkarken Yavuz Selim’in bakışlarını üzerimde yakalamıştım. Ona gülümseyerek arkamı dönüp Nur kapısını açtığı odama girip kapıyı ardımdan kapattım. Nur kendini yatağa atmış kollarını başının altına koyarak tavanı izliyordu. Adımlarım koltuğun önünde durduğunda koltuğu rahat bir şekilde oturdum. “Ne düşünüyorsun.?” Nur sorduğum soruyla bakışlarını tavandan ayırıp omzunu kaldırıp indirdi bilmiyorum dercesine. “Hiç.. onun söylediği bazı sözler aklımı karıştırıyor.” “Ne söyledi ki sana.?” Diye sordum sesime yansıyan marak tınısıyla. Yattığı yatakta doğrularak oturdu. Aldığı derin nefesle, sakin bir denizi anımsatan mavilerini bana çevirdi. “Bana bir keresinde ‘bazen istemesende zemheri soğuğunun tam ortasında kalıyorsun, baharların gelmesini beklerken estikce tenine vuran zemheri soğuğunu hatırlıyorsun acı bir şekilde’ demişti’ sence ne demek istedi?”
Kalbiyle aklı arasında verdiği bu savaşçı yorgun bir savaşçı misali tüm silahlarını indirmiş ona gelecek olan darbeyi bekliyordu, bu darbenin canını yakacağını biliyordu lakin tüm dirayeti ile bekliyordu yinede. “İsteyerek yada istemeyerek ne farkeder ki, o benim ona olan sevgimin üzerine bir kova köz dökerek onların yok olmasını sağladı.” Kaçırdığı gözleri, dilinin başka gözlerinin başka söylediğinin bir kanıtıydı. Onu içinde bir yerlerde seven bir yer hala vardı, bunu oda biliyordu. “Belkide isteyerek yapmadı.” Ellerindeki bakışlarını bana çevirip baktı. Başını olumsuz anlamda salladı. “Yarim olmadı o hiçbir zaman ama, yıllarca aylarca beklediğim yarimden ayrılmakta elbet kadardendir.” Durgun bir denizi anımsatan gözlerinin üzerine birer sis bulutu çöktü, bulutlar usul usul yağarken gözlerinden bir damla yanaklarına süzülerek yanaklarını ıslatı. Oturduğum yerden kalkıp yanına gidip ona sıkıca sarıldım. Sarılışıma titreyen kollarıyla karşılık vermişti. Gözyaşları usul usul akarken kapının çalmasıyla Nur aceleyle geriye çekilip gözyaşlarını sildi, her ne kadar silsede gözleri onun ağladığını ele veriyordu. Kapı yavaşça açılıp Yavuz Selim içeriye girdiğinde bakışları Nur ve benim aramda dolaşıp durdu bir süre. Büyük adımları yatağın önünde durduğunda sağ elini pantolonun cebine koyarak tek kaşını kaldırıp sorgularcasına Nur’a baktı. “Neden ağladın sen.?” Nur gözlerini ondan kaçırıp boğazını temizleyerek dudaklarını araladı. “Hiç.” “Nur! neden ağladın diye sordum sana.” Nur onun sorusuna sessiz kalırken Yavuz Selim sakin bir şekilde gözlerini kapatıp açarak çattığı kaşlarıyla Nur’a bakmaya devam etti. “Yoka Poyraz akşam yemeğe geliyor diye mi?” Nur başını kaldırıp olumsuz anlamda sallayıp hızla oturduğu yerden kalkarak kapıya doğru ilerledi. Yavuz Selim onu durdurmak için atak yaptığında elini sıkıca kavrayarak gitmesine engel oldum. Yavuz Selim’in bakışları bana döndüğünde kapanan kapıyla Nur’un odadan çıktığını anlamıştım. “Bırak gitsin, iyi değil şuan.” “Peki, öyle olsun.” Yanıma oturup sağ dizini diğer dizinin altına koratak bana doğru döndü. Gözlerinde gördüğüm duygu muhayyel değil, gerçekti. “Neden ağladığını sorsam bile söylemeyeceksin değil mi.?” Başmı olumlu anlamda sallayarak onu onayladım. “O söylemek istese zaten söylerdi şimdi söylemek bana düşmez.” “Peki öyle olsun.” Sağ elini uzatıp dokunmaktan korkarcasına yanağıma koydu. Baş parmağı usul usul tenimi severken ona parıldayan gözlerimle bakıyordum. Aşka düşen bir berduş gibiydim, onun gözlerine her baktığımda göğüs kafesimi döven kalbim gün doğumunda esen bir rüzgarla esir düşmüştü ona. “Akşam amcamlara söyleyelim mi.?” Tek kaşımı kaldırarak anlamadığımı belirtircesine ona baktım. “Neyi.?” Dudakları keyifle kıvrılırken keyifli sesiyle konuştu. “Benimle evlenmek istediğini.” “ Sen…. istemiyor musun.?” Çattığım kaşlarımla ona bakarken o bu halimden oldukça keyif alıyor gibi bakıyordu bana. Yüzümdeki elini indirip tedirgin sesimle ismini fısıldadım.”Yavuz Selim.” Dudaklarını çevreleyen tebessüm keyifli bir gülüşe dönüşürken odanın duvarlarında onun sesinin melodisi yankılanıyordu. “Sadece şaka yaptım, tabi ki seninle evlenmek istiyorum.” Ona gözlerimi devirerek bakım. Ellerin kaldırıp yüzümü avuçlarının arasına alarak alnını alnıma yasladı. Kahverengi gözleri mavi gözlerimde kaybolmuştu. “Sen müphem ile savrulan gönlümde açan ilk çiçeksin.” Sesi beni abluka altına alırken gözlerimi kırpmadan ona bakıyordum. Yerinden çıkıp gitmek isteyen kalbime ket vursamda bir faydası olmuyor, kalbim ona doğru koşuyordu. “Sen söyle şimdi gönlümde açan çiçeğim nasıl istemeyeyim seninle evlenmek.” Dudaklarımın üzerini esir alan tebessüme ona baktım, kollarımı yavaşça uzatıp beline dolayarak ona sarılıp başımı göğsüne yasladım. Kulağımın içine dolan kalp atışının sesi dünyanın en güzel melodisi olabilirdi. “Olur söyleyelim akşam onlara.” Elleri saçlarımın arasında bir yılan gibi kıvrılırken gözlerimi huzurla kapatıp ona daha sıkı bir şekilde sarıldım. Dakikalar birbirini hızla kovalayıp gecenin karanlığı bir kara çarşaf gibi etrafa yayılmıştı. Teyzemle hazırladığımız yemeklerin ardından şimdi masayı koyuyorduk yavaş yavaş, Nur elindeki sarma tabağını masanın boş bir kenarına bıraktığında bende elimdeki sürahiyi boş bir yere koymuştum. Çalan zil sesi evin içini doldurduğunda Nur usulca yutkunarak huzursuzca yerinde kıpırdandı. Eniştem ağır hareketlerle oturduğu yerden kalkıp kapıya doğru ilerlerken Yavuz Selim ve Murat ayağa kalkıp salona doğru yürüyen Poyrazı karşıladılar. “Hoşgeldin.” Yavuz Selim elini Poyraza uzatıp kabaca tokalaştılar. “Hoşbuldum.” Diye konuştu Poyraz dugun sesiyle. Yavuz Selimden ayrılıp aynı şekilde Murat’la selamlaştılar bu kez.
Nur çorbaları herkese teker teker koyup elindeki boş tencereyi kenara koyup doğrulduğunda masada tek boş yer olan yeri görmesiyle duraksamıştı. Ne yapacağını bilemeyecek tereddütle boş olan yere bakarken Poyraz başını kaldırarak ona baktı, sanki ne hissettiğini anlıyor gibi. Mavi gözleri yorgun bir şekilde karşısındaki mavi gözlere bakıyordu, belki biz anlamıyorduk ama o yorgun mavi gözlerin altında çok şey anlatıyordu. “Kızım otursana ayakta kaldın.” Teyzemin sesiyle kendisine gelen Nur titrek bir şekilde aldığı nefesle Poyraz’ın yanına oturdu. Kimine göre keyifli, kimine görede ızdıraptan farksız geçmişti yemek. Poyraz ara ara Nur’a baksada Nur dolan gözlerini bir kez olsun ona çevirmemişti. Bazı şeyler için çok geç kalmışlardı belkide, durgun bir denizi anımsatan mavi gözleri belkide yazlarına varamyacaktı. Poyraz’ın gözlerindeki o duygunun adı neydi bilmiyordum lakin başkasını seven bir adam başka bir kadına böyle bakmazdı. Yan tarafımdan gelen boğaz temizleme sesiyle bakışlarımı oraya çevirdim ağırca. Yavuz Selim bana kısa bir bakış atıp yavaşça yutkunarak bakışlarını amcasına çevirdi. Masadaki herkesin bakışları onun üzerine dönmüşken dudaklarını aralayarak konuştu. “Biz Ezka ile bir karar aldık.” İçimdeki heyecan yavaş yavaş kendisini belli ederken herkes sorgulayan gözlerle bize bakıyordu. “Hayırdır oğlum ne kararı aldınız.?” Elini uzatıp masanın üzerinde duran elimi yavaşça kavramasılya şaşkınlıkla aralanan gözlerimle ona baktım. Kararlı bir şekilde başını kaldırıp kahverengi gözlerini mavilerime sabitledi. “Biz evlenmeye karar verdik.” |
0% |