@eminefuruncu
|
Hatalarım varsa kusura bakmayın, keyifli okumalar dilerim.
Şaşkınlıkla aralanan gözler üzerimde dolaşıyordu. Yavaşça yutkunarak bakışlarımı onlardan kaçırarak ellerime indirdim. Kalbim heyecandan hızlı hızlı atarken bu heyecanı bastıramıyorum. "Gerçekten mi.?" Nur sesine yansıyan şaşkınlıkla konuştuğunda yüzüne yayılan tebessümle bize bakıyordu. "Evet, gerçekten."Yavuz Selim sakin sesiyle konuşup bakışlarını bana çevirerek gözünü kırptığında utançtan yanan yanaklarım dahada harlanmıştı. "Ay çok sevindim çocuklar." Teyzem heyecanla yerinden kalkıp yanıma geldi. "Kalkta bir sarılayım sana güzel kızım". Yavaşça oturduğum yerden kalkıp teyzemin açtığı kolları arasına girerek bana sarılmasına izin verdim. "Hayırlısı olsun çocuklar." Eniştem keyifle arkasına yaslanmış elindeki suyu içerken gülümseyen gözlerle bize bakıyordu. Sanki herkes bu haberi duymayı bekliyordu. Teyzem yavaşça benden ayrılıp geriye çekildiğinde bakışlarını bu kez Poyraza çevirdi. Poyraz yüzündeki silik gülüşle arkadaşına bakıyordu. "Poyraz oğlum sizin düğün ne zaman, bunlar sizi geçecek bak." Poyraz duyduğu soruyla yüzünde azda olsa olan silik gülüş yerle yeksan olmuştu. Yavaşça yutkunarak elindeki bardağı masanın üzerine bırakıp yorgun mavilerini kısa biran Nur'a çevirdi. Peş peşe yutkunup dudaklarını araladı. "İki hafta sonra." Nur'un gözlerine yerleşen inkisârı hayâl onu denizin ortasında kalmış bir sandal gibi sallamıştı. Titreyen dudaklarını birbirine bastırıp acı bir gülüş yerleştirdi solgun yüzüne. "Biz sormasak hiç söylemiyorsun oğlum." Diye konuştu teyzem sitemkar sesiyle. Poyraz ona mahcup gözlerle bakmakla yetinmişti. "Aklımdan çıkmış." Diye konuştu fısıltıyı anımsatan sesiyle. "Öyle olsun, e sizin düğünü ne zaman yapıyoruz çocuklar." Teyzem heyecanlı sesiyle konuşup yerine otururken bende yavaşça yerime oturdum. "Annem sizden çok heyecan yaptı." Teyzem Murat'a ters bir bakış atıp onu susturup bakışlarını bize çevirdiğinde Yavuz Selime baktım konuşması için. Bakışlarımdan sanki ne söylemek istediğimi anlamış gibi başını sallayarak konuştu. "Daha karar vermedik yenge." Teyzem başını sallayıp önüne döndüğünde herkes yemeğine kaldığı yerden devam etmişti. Keyifle yenilen yemeğin ardından içilen çaylar herkesin içini birazda olsa ısıtmıştı. Saatin gece yarısına yaklaşmasıyla Yavuz Selim ve Poyraz evlerine gitmek için evden ayrılmışlardı. Yorgun adamlarla odama doğru yürüyüp kapıyı aralayıp karanlık odanın içine girerek kapıyı ardımdan kapattım. Başımda hissettiğim keskin ağrı yine kendisini belli ederken bulanık gören gözlerim ona eşlik ediyordu. Ayağımdaki terlikleri çıkarıp kendimi soğuk yatağa yattığımda gözlerim yorgunlukta kapanmıştı. ###### Gözlerimi başımda hissettiğim keskin ağrı ile aralamıştım yeni güne. Yüzümü buruşturup yatakta dönüp camdan dışarıya baktım. Bedenimde hissettiğim yorgunluk ve halsizlik bütün gün bu yatakta yatma isteği uyandırıyordu bende. Yavaşça yatakta doğrularak oturduğumda gözlerim etrafı çift görüyordu, gözlerimi sıkı bir şekilde kapatıp açarak bunun düzelmesini umdum ama olmadı, düzelmedi. Yavaşça yataktan kalkıp banyoya doğru ilerledim küçük adımlarla. Yüzümü yıkasam belki düzelirim. İçten içe kendime verdiğim teselli beni avutmaya yetmiyordu. Banyonun kapısını açıp sıkı sıkı kavradığım kapının kolunu bırakmamla dengemin sarsılmayla dizlerimin üzerine yere düştüm. Hissettiğim acı gözlerimi sıkıca kapatmama sebep oluyordu. Başıma saplanan ağrıyla açıyla inleyip elimi başıma koyarak öne doğru eğildim. Bedenim boş bir çuval gibi yere düşerken yapabildiğim tek şey acıyla inlemekti. Gözlerimden düşen yaşlar kurak topraklarımı ıslatırken, açan çiçeklerimi solduruyorlardı. Dakikalarca soğuk mermerin üzerinde açımın dinmesini bekledim. Hissettiğim acı alev alev beni yakıyordu, gittikçe yorulduğumu, gittikçe sona geldiğimi hissediyorum. Harlı bir şekilde yanına ateşin son demleri kalmıştı. Nemli gözlerimi hafifçe aralayıp yorgun gözlerimi etrafa dolaştırdım. Dudaklarımın üzerine yerleşen gülüşle yavaşça yattığım soğuk mermerin üzerinden kalktım. Elimle duvara tutunarak lavaboya ulaşarak soğuk suyla yüzümü yıkadım. Başımı kaldırıp aynada kendime baktığımda sert bir şekilde yutkundum. Aynada gördüğüm yansıma bana aslında çok yabancı geliyordu. Yorgun ve bitkin bakan mavi gözler bana oldukça yabancıydı. Banyodaki işlerimi haledip oradan ayrılarak dolabın önüne gelerek elime ilk aldığım şeyi siyah eşofman takımını giyinerek saçlarımı bol bir şekilde topuz yaparak odadan çıktım. Salona girdiğimde masayı hazırlayan teyzemin bakışları bana dönmüştü. Beni görmesiyle gözleri şaşkınlıkla büyürken telaşlı adımlara yanıma geldi. "Ezka, Güzel kızım ne oldu? yüzün kireç gibi olmuş." "Önemli birşey yok teyze başım ağrıyor yine." Teyzem bu dediğime her ne kadar inanmak istemesede üzerime gelmek istemediği yüzündeki ifadeden belli oluyordu. "Peki, gel şöyle otur o zaman." İtiraz etmek için dudaklarımı aralayacağım sırada bana çattığı kaşlarıyla bakmasıyla yavaşça yutkunarak başımı olumlu anlamda salladım. Beni sandalyeye oturtup kendisi işine kaldığı yerden devam ederken gözleri hala benim üzerimdeydi. Bu hali gülüseyrek ona bakmama sebep olmuştu. Başımı çevirip dışarıya baktım durgun mavilerimle. Güneş bulutların arkasına saklanmış, bulutların gölgesinde soluklanıyordu. "Günaydın." Bir anda kulağımın dibinde duyduğum güçlü sesle koruyla yerimde sıçramıştım. Elimi göğsümün üzerinde koyup derin derin aldığım nefesleri bastırmaya çalışarak başımı yan tarafa çevirip bana gülümseyerek bakan Murat'a çattığım kaşlarımla baktım. "Ödümü kopardın." Omzunu umursamaz bir tavırla silkip her zaman oturduğu sandalyeye oturup rahat bir tavırla arkasına yaslandı. "Tamam anladık aşıksın ama bu kadar çok dalma be kuzen, beş kere günaydın diye seslenmeme rağmen beni duymadın." Dudaklarımın üzerine yerleşen tebessümle ona bakıp onun gibi umursamaz bir tabırla omzumu kaldırıp indirdim. "Belkide duymak istememişimdir Murat." Murat'ın yüzündeki gülümseyiş yavaş yavaş solarken çattığı kaşlarıyla bana baktı. "Bak bak laflara bak, dilde pabuç kadar maşAllah." Ağzına attığı siyah zeytini memnuniyetsiz bir şekilde çiğnerken kıstığı gözleriyle bana bakıyordu. Onun bu haline sesli bir şekilde gülmüştüm. Hissettiğim acıya rağmen beni gülümsetmesi bir kez daha ne kadar şanslı olduğumu bana göstermişti. Beni kendi kızlarında ayırmayan bu aileye çok şey borçluyum. "Neye güldünüz bu kadar.?" Nur abisinin yanına oturup merak dolu gözlerle bize bakarken konuşmak için dudaklarımı aralayacağım esnada Murat benden önce davranarak konuşmuştu. "Sanane sarı kafa." Elini uzatıp Nur'un saçlarını karıştırdığında Nur bağırarak abisinin elini itti. "Murat!!" "Abiye bağrılmaz sarı kafa." Nur abisine çattığı kaşlarıyla bakarken eniştem ve teyzem salondan içeriye girdi. Teyzem elindeki ekmek sepetini masaya koyup yerine oturduğunda, eniştemde yerine oturmuştu. "Rahat bırak kızları Murat." Eniştem sert sesiyle Murat'ı uyardığında Murat kıstığı gözlerini Nur ve benim üzerimde dolaştırmıştı. Dudaklarımın arasından dökülecek kıkırtıyı bastırarak başımı önüme çevirdim. Etraf sessizliğe bürünüp herkes sessizce kahvaltısını yapmaya başladığında bu sessizliği çalan kapının sesi bozmuştu. Nur yerinden kalkıp kapıyı açmaya gittiğinde kalbim sanki gelen kişiyi anlamış gibi heyecanla atmaya başlamıştı. Salonun girişinde yankılına adım sesleriyle bakışımı o tarafa doğru çeviridim. Gözlerim onu gördüğünde yüzümde oluşan gülümsemeye engel olamamıştım. Sert adımlarla masaya yaklaşıp benden bir iki adım uzakta durdu. Üzerindeki krem rengi kazak, siyah pantolon ve siyah kabanıyla itiraf etmeliyim ki oldukça yakışıklı duruyordu. "Afiyet olsun." Eniştem onu başyıla onaylayıp eliyle oturması için işaret verdiğinde Yavuz Selim onu reddetti. "Ben yedim amca, size afiyet olsun." Bakışlarını bana çevirip gözlerindeki gülümsemeyle bana baktı. "Ben aslında Ezka'yı almaya gelmiştim." Şaşkın gözlerle ona bakıp sorgularcasına tek kaşımı kaldırdım. "Biraz gezeriz diye düşündüm." Bakışlarımdan ne söylemek istediğimi anlayan adam beni cevapsız bırakmayıp aklımdaki soruyu cevaplamıştı. Başımı teyzeme doğru çevirip ona baktım. Ondan izin istediğimi anlayan teyzem elini uzatıp yavaşça saçlarımı okşadı. "Gidin güzel kızım." Hızla yerimden kalkıp heyecan dolu sesimle konuştum. "Sen beş dakika bekle geliyorum ben." Yavuz Selim başıyla beni onayladığında hızlı adımlarla odama giderek dolabın kapaklarını araladım.Bol paça siyah pantolon, beyaz bir gömlek ve onun üzerine krem rengi örme kazağı elime alıp hızlıca üzerime giyindim. Topuz yaptığım saçlarımı çözerek hızlı bir şekilde saçlarımı tarayıp salık bıraktım onları. Dolaptan aldığım siyah küçük çantaya gerekli eşyalarımı koyarak odadan ayrıldım. Adım seslerimi duyan Yavuz Selim bana doğru dönüp az önce benim oturduğum sandalyeden kalkarak bana doğru ilerledi. "İzninizle biz kaçar." Adımları yanımda durduğunda eniştem onu başıyla onaylamıştı. "Dikkat edin." Teyzem arkamızden seslenirken biz çoktan salondan çıkmıştık. Ayakkabılarımı giyip evden çıktığımızda Yavuz Selim elimi tutarak beni kendisine doğru çekti. "Güzel hanım böyle üşümeyecek misiniz.?" Başımı kaldırıp gülümseyerek ona bakıp başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır üşümem." Saçlarımın üzerine bir buse kondurup açtığı arabanın kapısını gösterdi kaşlarıyla. "Peki sen öyle diyorsan öyledir." Ayak parmaklarımın üzerinde yükselip yanağına bir buse kondurup arabaya bindiğimde Yavuz Selim hala olduğu yerde duruyordu. Şaşkın gözlerle bana bakarken ben onun bu haline gülüyordum. "Aniden şöyle şeyler yapma gözünü sevdiğim." Arabanın kapısını kapatıp kendi tarafına geçip arabaya bindi. Sakin bir şekilde arabayı sürerken bakışlarım onun üzerinde dolaşıyordu. Bakışları kısa biran bana dönüp ardından tekrardan yola döndü. "Çok beğendin sanırım, gözlerini alamıyorsun benden." Sesindeki keyifli tını utanarak önüme dönmeme sebep olurken, önüme düşen saçlarım kızaran yanaklarımı saklamamda bana yardımcı oluyordu. Kuruyan dudaklarımı dilimle ıslatıp başımı cama doğru çevirdim. "Beğenmeseydim evlenelim demezdim." "Öyle mi hanımefendi.?" Diye sordu keyifli sesiyle. Başımı yavaş yavaş sallayarak ona doğru çevirdim. "Öyle." Dudaklarını birbirine bastırarak kaşlarını yukarıya doğru kaldırıp başını ağır ağır salladı. Bakışlarımı ondan ayırıp akıp giden yola çevireceğim esnada her zaman aynada asılı olan yüzükler bu kez orada asılmıyordu, kaşlarım hafifce çatılırken yavaşça yutkunarak kuruyan boğazımı ıslattım. "Yüzükler yok." Aniden sorduğum soruyla Yavuz Selim'in yolda olan bakışları beni bulmuştu kısa biran. "Nerdeler.?" "Birazdan öğreneceksin nerede olduklarını.?" Yüzüme düşen saç tutamını geriye doğru itip, çattığm kaşlarımla ona baktım. "Anlamadım." "Sabret biraz güzeller güzelim." Sağ elini direksiyona koymuş parmaklarını ritmik bir şekilde direksiyona vuruyordu. Onun bu keyifli halini anlamayan bakışlarla seyre dalmak düşmüştü bana. Sessiz kalarak önüme dönüp akıp giden yolu izlemeye daldığımda aramızda daha fazla konuşma geçmemişti. Yaklaşık yarım saat sonra araba sahil kenarında durduğunda anlamayan bakışlarım onu bumuştu, daha farklı bir yere geleceğimizi düşünmüştüm. "Hadi bakalım in arabadan." Sorgulamadan söylediği şeyi yapıp arabadan indiğimde Yavuz Selim elinde tuttuğu siyah bir kumaş parçasıyla yanımda durmuştu. Çattığım kaşlarım elindeki kumaş parçasının üzerinde dolaşırken Yavuz Selim arkama geçerek ellerini omuzlarıma koydu. "Şimdi bu kumaşla gözlerini bağlayacağım ama korkma tamam mı.?" Ona içimde sorgusuz sualsiz güvenim yanım yine ona güvenmişti. Başımı yavaşça olumlu anlamda salladığımda, içimdeki korku kendini belli ediyordu lakin sessiz kaldım. Elindeki siyah kumaşla gözlerimi bağladığında elim panikle kolunu kavrayıp sıkıca ona tutunduğumda Yavuz Selim sanki korktuğumu anlamış gibi güven verircesine iki kolumdan tutarak beni yavaş ve temkinli adımlarla yürütmeye başladı. Kısa süre sonra onun adımları durmasıyla benim adımlarımda surmuştu. "Burada bekle geller güzelim." Sürekli kullandığı tabir beni küçük çoçuklar gibi mutlu ediyordu. Dudaklarım ona bir tebessüm armağan ettiğinde uzaklaşan adım sesleriyle yanımdan uzaklaştığını anlamıştım. İçimi saran amansız heyecan beni bertaraf etmek istiyordu. Üşüyen ellerimi birbirine dolayıp soğuk parmaklarımın ısınmasını istedim. Sabırsız bir şekilde olduğum yerde dururken kulaklarıma dolan sesle kalbim amansız bir heyecanla çarpmaya başlamıştı. Kirpiklerimi birbirine bastırıp aralarından süzülmek isteyen yaşları geriye ittim. Titreyen elimi yavaşça kaldırıp gözlerimi kapatan kumaş parçasının üzerine koydum. Parmaklarım acelesiz bir şekilde kumaşı çözdüğünde gözlerimin önü kısa biran kararsada gözlerimi kapatıp açarak bu durumun düzelmesini sağladım. Dudaklarımın üzerinde yeşeren tebessümle yavaş adımlarla ona doğru ilerlemeye başladım. Adımlarım onun arkasında durduğunda gözlerimden bir damla yaş akmıştı. İskelenin uç kısmında duran siyah piyanonun başında oturan adam uzun parmaklarını usta bir şekilde notaların üzerinde dolaştırıyordu. Hafiften çiselemeye başlayan yağmur damlaları onu ıslatsada o çalmaktan vazgeçmemişti. Zehirli bir söz gibi kulağıma dolan piyano sesi beynimin içinde yankılanıyordu. Yavaş adımlarla yanına yaklaşıp oturduğu pufun boş olan tarafına oturup başımı omzuna yaslayıp gözlerimi kapatıp onun parmaklarından dökülen zehirin sözlerini dinledim. Sesler durduğunda başımı kaldırıp ona baktım. Yavuz Selim bana doğru dönerek kabanının cebinden çıkardığı kutuya yavaşça araladı. Bakışlarım yavaşça kutuya düştüğünde kalbimi saran heyecan usulca yutkunmama sebep olmuştu. "Bu kutuya bana verdiğinde 'ben sana ait olanı sana veriyorum sende zamanı gelince benimkini bana ver' demiştin. Aslında zamanı geleli çok oldu ama ben sana bu yüzüğü bir türlü veremedim. Araya yıllar girsede sonunda sana ait olan yüzüğü sana veriyorum."Kutunun içinden çıkardığı Ay ve güneş desenli yüzükleri çıkarıp üzerinde güneş olanı yüzüğü avucumun içine bıraktı. Sağ elini kabanının cebine uzatıp içinde başka küçük kırmızı bir kutu çıkardı. "Lakin sana vermek istediğim asıl yüzük başka bir yüzük." Kutunun kapağını yavaşça araladığında kutunun içinde parlayan tek taşı gördüğümde dudaklarım şaşkınlıkla aralanmıştı. "Benimle evlenir misin piccino mio.?" Kalbimin sesi kulaklarımda yankılanırken heyecandan dilim lâl olmuştu. Dolan gözlerle ona bakarken yüzümü esir alan gülüş ona tutsak olmuştu. "Eh kabul edeyim bari." Diye konuştum heyecan dolu sesimle. Yavuz Selim benim verdiğim cevaba gülüp kutunun içerisinden çıkardığı yüzüğü parmağıma taktı. "Eh kabul et bari." Kollarımı onun boynuna dolayıp ona sıkıca sarıldığımda sarılışım onun kollarında hayat bulmuştu. Güçlü kollarıyla narin bedenimi sarıp başını boyun girintime yasladı. "Bu anın hayalini o kadar çok kurdum ki hala gerçek olduğuna inanamıyorum." Diye fısıldadı kısık sesiyle. Verdiği nefesler saçlarımın arasında dağılıp gidiyordu. Sağ elini kaldırıp yavaş yavaş saçlarımı okşadı. "Ama gercek." "Hiç olmayacak kadar." Saatlerce çiseleyen yağmurun altında piyano çalıp şarkı söylemiştik. Saatlar sonra ise Yavuz Selim soğuktan kızaran ellerime daha fazla dayanamayarak eve gitmek için beni ikna etmişti. Yorgun bir şekilde arabadan inip Yavuz Selim'e baktım. "Yarın sabah seni alırım.?" Tek kaşımı kaldırarak ona baktığımda anlamadığımı anlayarak tekrar konuştu. "Nikah için gün almaya gideceğiz ya." "Yaa öyle mi benim neden haberim yok.?" Alayvari bir şekilde sorduğum soruyla Yavuz Selim gülümseyerek konuştu. "Şimdi olduya güzeller güzelim." Ben ona ters bakışlar atarken o bana çapkın bir şekilde göz kırıyordu. Başımı olumsuz anlamda sallayarak arabanın kapısını kapatarak eve doğru ilerlemeye başladım. Hava çoktan kararmıştı ve ben kendimi oldukça yorgun hissediyordum, biran önce yatıp dinlenmek istiyordum. Zili çalıp kapının açılmasını bekledim bir kaç saniye. Kapı Nur tarafından açıldığında başımı çevirip geriye baktım hala orada duruyordu, ona gülümseyip gitmesi için işaret verdiğimde başını sallayarak beni onayladı. Eve girip kapıyı ardımdan kapattığımda Nur şaşkın gözlerle parmağımdaki yüzüğe bakıyordu. "İnanmıyorum." Diye adeta bağırdığında hızla ona doğru giderek kolunu vurdum. "Sessiz ol Nur!" Nur benim ikazımı aldırmadan beni kolumdan tuttuğu gibi odama götürdüğünde kapıyı aceleye kapatıp beni koltuğa oturtarak heyecan dolu sesiyle konuştu. "Çabuk anlat bana çabuk." Omzumda asılan çantayı kenara bırakıp gülümseyerek ona baktım, elimi ona doğru uzatıp heyecan dolu sesimle konuştum. "Bana evlenme teklifi etti." Nur söylediğim şeyle gözlerini devirirken rahat bir şekilde arkasına yaslandı. "Onu anladık zaten nasıl bir evlenme teklifi etti, onu soruyorum." "Sahil kenarına götürdü beni sonra gözlerimi bağlayıp beklememi söyledi bekledim lakin kulağıma piyanonun eşsiz sesi dolana kadar." "Vay Yavuz Selim abime bak sen." O anlar tekrar gözlerimin önüne gelirken kalbim hissettiği heyecanı kaldıramıyordu artık. "Sizin adınıza çok sevindim." Bir anda değişen ses tonuyla yutkunarak ona baktım. Kuruyan dudaklarımı birbirine bastırıp başımı omzuna koydum. "Üzülme, umuyorum ki mahşer yerine dönen o gönlün yakında iyileşecek." Bağıra çağıra konuşmak istesede birçok şeyi yuttuğunu dolan mavi denizlerinden anlıyordum. "Umarım." Titreyen sesiyle usulca konuşup oturduğu yerden kalkarak boğazını temizledi yavaşça. "Ben seni yalnız bırakayım, dinlenmek istersin belki." Arkasını dönüp giderken sadece arkasından buğulanmış gözlerle bakmak düşmüştü bana, yarasına derman olacak tek güzel bir kelamım bile yoktu ona, kelimelerin tükendiği yerdeydik. Derin bir nefes alarak oturduğum yerden kalkarak üzerimdeki kıyafetleri çıkarıp rahat bir pijama takımı giyinerek banyoya girdim. İhtiyaçlarımı giderip dişlerimi fırçaladıktan sonra banyodan çıktım. Odayı aydınlatan ışığı kapatıp ayaklarımı yere sürte sürte yatağa ulaştım. Battaniyeyi aralayıp içine girdiğimde yorgun gözlerim sanki bu anı bekliyormuş gibi anında kapanmıştı. Uyku beni yavaş yavaş içine çekerken yorgun bedenim ona yenik düşmüştü. Yorgun ayaklarım attığı her adımda daha çok sızlarken arkamdan gelen bağırış sesleri körpe yüreğimde derin korkuların açılmasına sebep oluyordu. Etrafı kuşatan karanlığın yoldaşı olmuştu sanki etrafa yankılana yabani hayvan sesleri. Ormanın derinliklerine doğru koşarken arkamdan bağıran çirkin sesli adam ve bir ordu dolusu adam vardı. Elimde sıkı sıkıya tuttuğum şey döndü bakışlarım, korkuyla yutkundum. Titreyen bacaklarım bir ağacın dibine çömeldiğimde üzerimdeki yağmurluğu çıkarıp, titreyen ellerimle kestiğim parçasına Flaşı sarıp ağacın dibine Flaşı gömerek üzerine bir taş koydum. O adamın çirkin sesi kulaklarıma dolarken birbirine dolaşan ayaklarım artık adım atmakta zorluk çekiyordu, ormanın her yeri birbirine benzerken o adamın sesi daha gür doluyordu kulağıma sanki. "Yakalayın onu.!" Kirpiklerimi korkuyla araladığımda aldığım her nefes ciğerlerime batıyor sanki. Gözlerimden düşen her gözyaşı yanaklarımın ıslanmasına sebep oluyordu. Yattığım yerden doğrularak üzerimdeki battaniyeyi kenara iterek ayaklarımı yataktan sarkıttım. Kalbim korkuyla çarpıyor, düştüğüm boşluğun içinden kendimi kurtaramıyorum. Gözlerimi yavaşça kapattığım gözlerimin önüne gelen görüntüler rüyalarımın bana gösterdiği gerçek olduğunu biliyordum. Elimin tersiyle yanağımı ıslatan gözyaşlarını silerek oturduğum yataktan kalkarak aceleyle kenarda duran terliklerimi giyinerek odadan çıktım. Saatin kaç olduğunu bilmiyordum, lakin evin içini saran sessizlik saatin bir hayli geç bir saat olduğunu gösteriyordu. Yağan yağmurun sesi kulaklarımı tırmalayan tek sesti. Adımlarım benden bağımsız dış kapıya doğru ilerliyordu. Titreyen ellerimle kapıyı açtığımda sağanak şeklinde yağan yağmur karşılamıştı beni. Bakışlarım kaşı eve kaydığında usulca yutkundum, onun yanına gidip kollarımı boynuna sararak korkmadan ağlamak istiyordum. Evden çıkıp kapıyı ardımdan kapatarak yavaş adımlarla yürüyerek onun evinin önüne geldim. Elimi kaldırıp kararsız bir şekilde kapıyı art arda çaldım. Yağan asi yağmur damlaları beni acımasızca ıslatıyor, akan gözyaşlarımı ustaca saklıyordu. Kapı yavaşça açıldığında Yavuz selim uykulu gözlerle karşıladı beni. Kısık bakan gözleri beni görmesiyle büyürken gözlerini bir korku sarmıştı anında. "Ezka." Diye şaşkınlıkla fısıldadı ismimi. Yavaşça yutkunarak gözlerimi kapatıp açarak ona baktığımda elini uzatarak beni kendisine doğru çekerek yağmurun beni ıslatmasına mani oldu. "Sırılsıklam olmuşsun. Ne oldu, neden ağladın sen.?" Evin kapısını kapatıp ellerini kollarımın iki yanına koyarak sorgulayan gözlerle bana baktı. "Ben hatırladım." "Neyi hatırladın.?" Alnına düşen saçlara değdi gözlerim kısa biran. Bakışlarım tekrardan ona düştüğünde kuruyan dudaklarımı araladım lakin dudaklarımın üzerinde hissettiğim sıcaklık kaşlarımın yavaşça çatılmasına sebep olmuştu. Yavuz Selim elini kaldırıp yavaşça burnumdan akan kanın üzerine koydu. O silsede anında yerini sıcak kan alıyordu. Gözlerimin önü kararmasıyla elimin altındaki kolunu sıkıca kavradım. "Ezka, güzelim." Diye konuştu telaşlı sesiyle. "Flaş, flaşın yerini hatırladım." Bedenim bir boşluğun içine düşmeden önce kana bulana dudaklarımın arasından dökülen son kelamlardı bunlar. Yavuz Selim yere düşmeden bedenimi yakalayıp kucağına aldığında gözlerim çoktan bir karanlığın içinde savruluyordu. |
0% |