@eminefuruncu
|
Hatalarım varsa kusura bakmayın, keyifli okumalar dilerim. Muzdarip çeken yorgun bedenim bir boşluğun içinde savruluyor, beni bitkin düşürüyordu. Gözlerim o müphem boşluktan kurtulup aralanmak istiyordu lakin buna engel olan birşey vardı.. beynimin içini istila eden beni her geçen saniye kemirerek yok eden hastalık gibi. Çevremde konuşulan sesleri duyuyor lakin gözlerimi açamıyordum. tonlarca çimento dökülmüş gibi ağırlamış olan göz kapaklarımı zorlukla araladığımda boş bir odada tek başıma olduğumu fark ettim. Yorgun bakışlarım aralıklı duran odanın kapısına düştüğünde güçlükle yutkundum, ben neredeydim.? Başımda hissettiğim keskin ağrı gözlerimi sıkıca kapatarak kısıkça inlememe sebep olmuştu. Aralık duran kapının önünde duran beden yavaşça bana doğru döndüğünde kulağına yasladığı telefonu hızla kapatrak cebine koydu. Seri adımlarla odaya girip bana doğru ilerlerken attığı her adım yeri dövüyordu adeta. Ürkek bakışlarım onu bulduğunda, o yatağın boş kısmına oturup sağ elimi sıkıca kavradı. “Ezka, iyi misin güzelim.?” Çattığım kaşlarımla elimi tutan adama bakarken bakışlarım bir ona birde elimi tutan eline düşüyordu. Elimi yavaşça elinden ayırıp tedirgin gözlerle ona baktım. “Kimsiniz.?” Diye konuştum oldukça kısık çıkan sesimle. Dudaklarımdan dökülen her kelime karşımdaki adamı yerle yeksan etmişti sanki, yüzündeki derin sarsılış, gözlerindeki korku bunun en büyük göstergesiydi. “Anlamadım.?” Sert sesi kulaklarıma dolduğunda yavaşça yutkunarak ona baktım. Başımdaki keskin ağrı yine acımasızca kendini hatırlattığında memnuniyetsiz bir şekilde yüzümü buruşturdum. “Ben… sizi tanımıyorum.” Kahverengi gözleri esir alan kara bulutlar her an yağmaya hazır asi yağmur damlaları gibi duruyordu. Gözlerindeki o hüzün, çaresizlik ile kardeş olmuştu sanki. “Ben… Yavuz Selim.” İsmi kulaklarımda yankılanırken beynimin her köşesinde bu isim yankılanıyordu. Yatağın kenarında duran elimi sıkıca kavrayıp umut dolu gözlerle baktı bana. “Evleneceğin adam, hatırlasana bugün sana evlenme teklifi ettim.” Şaşkınlıkla aralanan gözlerimle ona bakakaldım. Ben bunların hiçbirini hatırlamıyorum. Kalbim onu saran heyecanla usul usul atarken beynim onu hatırlamaya çalışıyordu. “Hatırlamıyorum.” Diye fısıldadım başımı olumsuz anlamda sallarken. Omuzları büyük bir üzüntüyle çöktü, sanki tek sözümle evini barkını ateşe vermişim, onu evsiz bırakmışım gibi. Yavaşa oturduğu yerden kalkıp yüzümü ellerinin arasına aldı. “Doktoru arayıp gelmesini isteyeceğim, sen sakın korkma tamam mı? Hatırlayacaksın.” Odadan çıkıp giden adamın arkasından boş ve yorgun gözlerle baktım. İçime doldurduğum titrek nefes ciğerlerime batıyordu. Bakışlarımı kapıdan ayırıp cama doğru çevirdim. Sağanak şeklinde yağmur yağıyor, esen asi rüzgar ona eşlik ediyordu. Gözlerim yorgun bir şekilde açılıp kapanırken aradan kaç dakika geçmişti bilmiyordum. Odanın kapısı yavaşça aralandığında başımı çevirmeden cama yansıyan görüntüye baktım. O gelmişti, Yavuz Selim. Dört bir yanım acıyla kavrulan bedenim bu acının ne ilk neden son olduğunu bana bağıra bağıra söylüyordu. Adımları yatağın kenarında durduğunda sakin sesiyle konuştu. “Doktor geldi, iznin olursa seni muayene etmek istiyor.” Sessiz kalıp sadece başımı yorgun bir şekilde sallamakla yetindim. Odanın kapısını aralayarak içeriye yabancı bir adamın girmesine izin verdiğinde bakışlarım onların üzerinde dolaşıyordu. “Bir kaç saat önce ağlayarak yanıma geldi, sonra burnu kanadı ve bayıldı. Uyandığında ise bir şey hatırlamadığını söyledi.” Yavuz Selim doktora olayı anlatırken ben sanki bir yabancıymışım gibi onları dinliyordum. Doktor yanıma gelerek kısa bir şekilde beni muayene ederek geriye çekildi. “Hastalığına bağlı olarak geçirdiği bir atak, sana daha önce bundan bahsetmiştim. Hastalık ilerledikçe bu tür durumlar kendisini gösterir. Sabah uyandığında büyük ihtimalle her şeyi hatırlar.” Doktor bakışlarını üzgün bir şekilde bana çevirdiğinde yüreğim yangın yerine dönmüştü. Dolan gözlerimi önüme düşürdüm. Dilinden fütursuzca dökülen kelimeler nedendi. Beni öldürmek için mi? “Bu ilacı düzenli olarak kullansın, ağrılarını hafifletir.” Doktor Yavuz Selimin eline bir kutu ilaç bırakıp odadan çıkıp gittiğinde onunla başbaşa kalmıştık. Yavaşça bana yaklaşıp yatağın kenarına oturdu. Ellerini uzatıp yüzümü elleri arasına aldığında taşmaya hazır mavi gözlerimle onun ıslanmış kahverengi topraklarına baktım. “O gözlerini hüzün kaplamasın, o gözlerin bana dolu dolu bakmasın. Sabah olduğunda her şeyi hatırlayacaksın, beni yine hatırlayacaksın.” Bana ne kadar yabancı gelsede bir o kadarda tanıdık geliyordu. Sesi, gözleri, bakışları, her şeyi bana tanıdıktı. Başımı usul usul sallayıp onu onayladığımda dudaklarını alnıma bastırıp kısık sesiyle fısıldadı. “Seni seviyorum, kokun ölüm çiçeğine benzesede gündüzümü geceme karıştıran o kokunu bir dakika daha solumak için herşeyimi veririm.” Yavaşça geriye çekilip üzerimi güzelce örterek ayağa kalktı. “Şimdi uyu.” Arkasını dönüp gittiğinde şaşkın gözlerle arkasından bakıyordum. Yavaşça yutkunarak yatakta yan dönerek cama doğru döndüm, dizlerimi karnıma doğru çekip yorgun gözlerimi kapatarak aklımı istila eden düşünceleri yakarak söndürdüm. ####### Gözlerimi ağırca araladığımda başımda hissettiğim keskin ağrı kaşlarımı çatmama sebep olmuştu. Elimi yavaşça saçlarıma daldırıp saçlarımın diplerine masaj yaptım, sanki hissettiğim ağrı gidecekmiş gibi. Bakışlarım ağır ağır odanın içerisinde dolaştığında buranın benim odam olmadığını fark ettim, burası Yavuz Selim’in evinde daha önce kaldığım odaydı. Yavaşça yatakta doğrularak oturduğumda üzerimde dün akşam giydiği pijamaların olmadığını fark ettim. Yavaşça yutkunarak dün akşam ne olduğunu hatırlamaya çalıştım, en son Yavuz Selim’in kollarında bayıldığımı hatırlıyordum. Ayaklarımı yataktan sarkıtıp çıplak ayaklarımın soğuk zeminle buluşmasına izin verdim. Yavaşça yataktan kalkıp odadan çıkıp ezbere bildiğim yolu takip ederek alt kata indim, kulağıma dolan konuşma sesleri beni meraklandırırken adımlarım sesin geldiği yöne doğru ilerlemişti. Salona girdiğimde karşılıklı oturan Nur ve Yavuz Selim’in bakışları bana dönmüştü. Yavuz Selim’in gözlerindeki yorgunluk ve uykusuzluk buradan bile belli oluyordu. Üzerimdeki dikkatle dolaşan bakışları umursamadan yorgun adımlarla Yavuz Selim’in yanına ilerleyerek yanına oturdum yavaşça. Tek kaşımı kaldırıp sorgularcaına onlara baktım. “Ne oldu, neden öyle bakıyorsunuz.?” Sorduğum soruyla Nur derin bir nefes alarak arkasına yaslanırken Yavuz Selim bana gülümseyerek bakıyordu, ne için bu kadar sevinmişti bunlar? “İyi olmana sevindik.” Diye cevapladı beni Nur. Bayıldığım için endişelendiklerini anladığımda başımı yavaşça salladım. Yavuz Selim Yavaşça bana yaklaşıp elimi tuttu, bakışlarım elleri ve yüzü arasında gidip gelmişti. “Kendini nasıl hissediyorsun.?” Diye sordu pürüzlü sesiyle. Sesi neden böyle çıkıyordu, sanki… ağlamış gibi. “İyi.. sadece başım ağrıyor.” Kolumdan tutup beni kendisine çekerek sıkıca sarıldı. Dudakları başımın üzerine bir buse kondurduğunda sağ eli saçlarımın arasında dolaşıyordu. “Çok korktum, yeniden beni unutacaksın diye çok korktum.” Kaşlarım hafifce çatılırken başımı kaldırıp ona baktım. Az önce yorgunluk akan gözlerinde çiçekler yeşeriyordu adeta. “O ne demek.” Başını olumsuz anlamda sallayıp yüzümü ellerinin arasına alarak yüzme düşen saç tutamlarını geriye doğru itti. “Boşver, sen.. gece benim yanıma geldiğinde bana bir şeyi hatırladığını söylemiştin neyi hatırladın.?” Gözlerim boşluğa daldı. Bir hiçliğin ortasında savrularak hatırladığım acı gerçeği düşündüm. Gözlerimin önüne gelen görüntülerle gözlerim acı bir şekilde kapandı. “O gece..” Diye konuştum kısık sesimle. Boğazımı saran ipler her geçen saniye dahada sıkılaşıyor gerçeği söylememem için beni öldürmeye çalışıyordu. Güçlükle yutkunarak başımdaki şiddetli ağrıyı görmezden gelerek kuru dudaklarımı araladım. “O gece flaşı kaçtığım o yerin bahçesindeki ağaçların bir tanesinin dibine gömdüm.” Yavuz Selim ve Nur şaşkın gözlerle bana bakarken Yavuz Selim üzerindeki şoku atarak hızla ayağa kalktı. “Eminsin değilmi güzelim.?” Başımı yavaş yavaş sallayarak onu onayladım. “Nasıl bir ağaç olduğunu bilmiyorum ama.” “Sorun değil, Gerekirse tek tek ağaçların diplerine bakacağız ama o flaşı bulacağız. O adamda hak ettiğini.” Eğilerek masanın üzerindeki telefonunu eline alarak bakışlarını bana çevirdi. Bana doğru eğilerek dudaklarını alnıma bastırdı. “Sen şimdi Nur ile git, bende fazlasıyla uzayan şu meseleyi çözmeye gideyim.” Gözlerime yerleşen amansız telaşla yüzüme tutan ellerini kavradım. “Ama o adam çok tehlikeli.” Baş parmağı yavaş yavaş yüzümü okşarken gülümseyerek konuştu. “Korkma, birşey olmayacak.” Doğrularak benden ayrıldığında bakışlarını Nur’a çevirdi. “Sana emanet.” Nur başını sallayarak onu onayladığında Yavuz Selim hızla salondan ayrılıp evden çıktı. Şaşkın ve bir o kadarda korku dolu gözlerle Nur’a baktım. Nur gülümseyerek oturduğu yerden kalkarak bana doğru ilerledi. “Korkmana gerek yok, o bir savcı kendisini korumayı biliyordur.” Elimden tutup beni oturduğum yerden kaldırıp kapıya doğru ilerledi. “Annem bizi bekliyor, geceden beri telaştan aklı çıktı. Sessiz kalarak ona ayak uydurarak Yavuz Selim’in evinden çıkıp teyzemlerin evine doğru ilerledik. Adımlarımız kapının önünde durduğunda kapı saniyesinde açılmıştı, sanki kapının arkasında bizim gelmemizi bekliyordu teyzem. Teyzem derin bir nefes alarak kollarını bana sardığında bende ona sarılmıştım. “Geceden beri aklım çıktı.” Telaşlı sesiyle konuşup benden ayrıldığında çattığı kaşlarıyla bana bakıyordu. “Sen gece neden çıkıp gidiyorsun kızım ya başına birşey gelseydi.” Yavaşça yutkunup tedirgin gözlerle ona bakarken indatıma Nur yetişti. “Anne sıkma istersen kızı.” “Peki öyle olsun, açmısınız birşey hazırlayayım size.?” Altları kirlenen terliklerimi kenarda bırkaıp salona doğru giderken başımı olumsuz anlamda salladım. “Benim pek yiyesim yok teyze.” Koltuğa oturup ağrıyan başımı arkaya yasladım. Nur Yanıma oturup cebinden çıkardığı ilacı bana gösterdi. “Öyle birşey yok küçük hanım bu ilac içilecek, onun için yemek yiyeceksin.”İtiraz etmek için dudaklarımı aralayacağım esnada çattığı kaşlarıyla bana bakmasıyla susmuştum. “Otur burada ben yiyecek birşeyler getireceğim bize.” Sessiz kalarak başımla onu onayladığımda yanımdan ayrılmıştı. Dakikalar sonra Nur ve teyzem salona girdiğinde Nur elindeki tepsiyi masaya koyarak gözleriyle oturmamı işaret etti. Yavaşça oturduğum yerden kalkıp gösterdiği yere oturup önüme koyduğu kahvaltıya baktım, içim hiç istemesede üzerimdeki bakışlardan kurtulmak için kenardaki çatalımı elime alarak yemeye başladım. Çayımdan aldığım son yudumla kahvaltımı bitirip geriye doğru yaslandım, teyzemin ısrarı üzerine karnım tıka basa doymuştu. Nur elindeki pembe ilacı önüme koyup masanın üzerindeki sürahiden bir bardak su döküp önüme koydu. “Hadi bakalım iç onu, Yoksa Yavuz Selim abim beni paralar.” Söylediği şeye karşılık gözlerimi devirerek ilacı ona göstere göstere içtim. Nur memnun bir şekilde gülümseyip önümdeki tepsiyi alarak salondan çıktı. Derin bir nefes alarak bakışlarımı salonun içinde gezdirdim. Teyzem elindeki örgüyü örerken bir yandanda televizyondaki programı izliyordu. Oturduğum yerden kalkıp yavaş adımlarla ona yaklaşıp birşey demeden dizlerinin üzerine yattım, teyzemin bakışları kısa biran bana dönüp gülümseyerek bana baktı. Elindeki örgüyü kenara bırakıp bir anne şefkatiyle saçlarımı okşadı yavaş yavaş. Gülümseyerek gözlerimi kapattım, başımın ağrısını kısa bir anda olsa unutup uykunun kollarına düştüm. ####### 2 Hafta sonra. Günler hızlı hızlı akıp giderken bize sadece sessizce izlemek düşüyordu. Beynimin bana oynadığı acımasız oyun beni gün gün dahada çıkmaz bir yola sürüklüyor, rüzgarın acımasızca estiği bir uçurum kenarında tek başıma bırakıyordu. Estikce tenime değen asi rüzgar ben gökyüzüne savurmak istiyordu. O günün üzerinden günler, haftalar geçmişti. Yavuz Selim ve Poyraz flaşı bulmak için gece gündüz çalışmış, günler sonra o flaşı bulmuşlardı. Flaşın içindeki bilgiler herkesin kanının donmasına sebep olmuştu,Ekrem Kaya tam anlamıyla adi bir adamın tekiydi. Tepeden tırnağa kana bulanmış bir adamdı o. 932 çocuğu zorla alıkoymuş, 124 kişinin kesten ölümüne sebep olmuş birisiydi o. Flaşın içinde kaçırdığı çocuklara ait bilgiler vardı, onları nasıl zorla çalıştırdığı ve çocuğunu vermek istemeyen aileyi nasıl acımasızca öldürüldü vardı. Yavuz Selim her yerde onu arıyordu o adam er yada geç hak ettiği sonu bulacaktı. Bugün günlerden pazar, Poyraz ve Sude’nin düğünü vardı. Herkes bir intibak içinde düğüne hazırlansa da Nur’un ne hissettiği muğlaktı. Sessizce köşesine çekilmiş siyah saten elbisesini düzeltirken yüzünü kaplayan hüzün parçaları yüzüne gölgeler düşürüyordu. Derin bir nefes alarak üzerimdeki kırmızı elbisenin ince kemerini beline taktım. Elbise dizlerimin hemen altında biten, kare yaka, uzun kollu bir elbiseydi. Belindeki ince siyah kemer ile güzel duruyordu. Düzleştirdiğim saçlarımı geriye doğru atıp kenardaki siyah kabanımı üzerime giyindim. Havalar iyice soğumuştu ve ben fazlasıyla üşüyordum. Kenardaki küçük siyah çantamın içine gerekli eşyaları bırakıp çantanın kapağını kapattım. “Ben hazırım.” Diye seslendim Nur’a. Nur aynadaki bakışlarını bana çevirip başını yavaşça sallayarak kabanını üzerine giyindi. “Hadi gidelim.” Yüzüme düşen saç tutamını kulağımın arkasına koyarak odadan çıktık birlikte. Dış kapının oraya geldiğimizde herkesin orada bizi beklediğini gördük. Portmantodan aldığımız ayakkabıları hızla ayağımıza geçirip evden çıktık. Yavuz Selim gözleri ile onun arabasına binmem için bana işaret verirken onun bu haline tebessümle baktım. Yavaş adımlarla ona doğru yaklaşıp karşısında durdum. “Çok yakışıklı gözüküyorsunuz sayın savcım.” Diye konuştum huysuz sesimle. Yavuz Selim’in dudakları memnuniyetle kıvrılırken elini kulağımın arkasına sıkıştırdığım saç tutamına uzattı. “Sen birde benim gözümden kendini gör, güzelliğin karşısında nutkum tutuluyor her defasında. “ Utançla yanaklarım kızarırken, gözlerimi ondan kaçırdım. Kalbim hızlı hızlı atarken kelimeler bir bir yanmıştı dilimin ucunda. “Şey geç kalıyoruz.” Diye mırıldandım kısık tuttuğum sesimle. Yavuz Selim bu halime gülerken arabanın ön kapısını açıp binmem için işaret verdi kaşlarıyla. Hızla arabaya binip heyecandan titreyen ellerimi birbirine bastırdım. Yavuz Selim kapıyı kapatıp kendi tarafına gecerek arabayı çalıştırıp sürmeye başladı. Araba sessizce yolda ilerlerken bakışlarım parmağımdaki yüzüğe düştü, yüzümde bir gülümseme peydah olmuştu. “2 hafta sonra düğünümüz olduğuna hala inanamıyorum.” Diye konuştum heyecanlı sesimle. Yavuz Selim 5 gün önce nikah için gün almıştı, ben hızlı davrandığını düşünsemde o tam tersini düşünüyordu. İşaret parmağını keyifle direksiyona vurup dururken keyifli sesiyle konuştu. “Bende, içim öyle senle dolu ki kalbim heyecandan durabilir.” Başımı koltuğa yaslayıp ona sevgi dolu gözlerle baktım, kalbim onun için öylesine hızlı atıyordu ki bunu gözlerimle ona anlatmaya çalıştım. Dakikalar saatlere döndüğünde araba düğün salonunun önünde durmuştu. Başımı koltuktan kaldırıp yavaşça bakışlarımı etrafta dolaştırdım, deniz kenarında bir düğün salonuydu. Dalgaların kayalıklara her asi vuruşu huzurla kulaklarımıza doluyordu. Arabadan yavaşça inip kabanımın önünü kapattım, esen rüzgar saçlarmı savururken bakışlarım bana doğru gelen adamın üzerindeydi. Adımları önümde durduğunda büyük elini bana doğru uzattı. Tereddüt etmeden soğuktan üşüyen elimi elinin içine bıraktım.. Parmaklarım onun parmaklarına haps olduğunda adımları düğün salonuna doğru ilerlemeye başlamıştı. Tanımadığım onca simanın arasından içeriye girip teyzemlerin oturduğu masaya gelerek bizim için ayrılan masaya oturduk Yavuz Selim'le. Elimdeki çantayı dizlerimin üzerine bırakıp bakışlarımı Nur’a çevirdim. Yine mavileri taşmayı hazır bir deniz gibi duruyordu. Hüzünlü ve kırgın bakışlarını saklamaya çalışsada titreyen kirpiklerinin altındaki mavi gözleri onu ele veriyordu. Düştüğü ateşte yanarken Poyraz ona arkasını dönüp gitmeyi seçmişti. Kalbinde ilmek ilmek işlediği sevdayi değersiz görmüştü belkide. Elimi yavaşça uzatıp elini sıktım, dolu dolu olan gözleri bana döndüğünde ona burukça gülümsedim. Elimden daha fazlası gelmiyordu, hüzünlü bakan o gözlerin gülümseyerek bakmasını çok isterdim lakin elimden birşey gelmiyordu. Buruk tebessüme karşılık kuruyan dudaklar ile soluk bir tebessüm sundu bana. Salonu kaplayan fon müzikle herkesin bakışları girişe dönmüştü. Poyraz ve Sude yavaş adımlarla onlar için hazırlanan masaya ilerleyip oturduklarında Sude’nin yüzündeki gülümsemeye nazaran Poyrazın suratı sirke satıyordu. Nikah memuru gelip yerine oturduğunda şahitlerde yerlerini almıştı. Bakışlarım Nura kaydı benden bağımsızca. Akmaya hazır mavi gözleriyle onlara bakıyordu. Ciğerlerime derin bir nefes doldurup bakışlarımı ondan ayrıdım. Nikah memurunun Sudeye sorduğu soruyu Sude büyük bir coşkuyla ‘evet’ diye yanıtladığında salonu alkış sesleri kaplamıştı. Aynı Soru Poyraza sorulduğunda Poyrazın keskin bakışlarının doğrudan Nur’da olduğunu gördüm. Biçimli kaşları hafifce çatıldı ardından mavi gözlerini sıkıca kapatıp açtı. Herkes ondan bir cevap beklerken o sanki sağır olmuş gibi Nura bakıyordu. Kuruyan dudaklarını yavaşça diliyle ıslatıp başını nikah memuruna doğru çevirdi. Sude Poyraza gülümseyerek bakarken Poyraz ona duygusuz gözlerle bakıyordu. Mavi gözlerini Sudeden ayırıp tekrardan Nura çevirdi. “Hayır.” Dudaklarının arasından dökülen kelime herkesi şaşkına çevirirken o oturduğu yerden kalkıp soğuk sesiyle konuştu. “Kalbim başka bir kadın için atarken başka bir kadınla evlenemem.” Salondan yükselen konuşma sesleri, insanların şaşkınlık dolu sesleri kulakları tırmalıyordu. “Ne dedi o.” Diye sordu Nur şaşkın sesiyle. Şaşkınlıktan büyüyen mavi gözleriyle Poyraza bakarken Poyraz kararlı adımlarla ona doğru geliyordu. “Bana doğru geliyor bu.” Sude’nin öfkeli bağırışları salonda yankılanırken insanların gürültüsü de ona eşlik ediyordu. “Poyraz!” Sude, Poyraz’ın ismini haykırsada o bunu umursamadan adımlarını Nur’un önünde durdurdu. Nur şaşkınca ona bakarken o elini uzatıp Nur’un elini tutarak onu oturduğu yerden kaldırdı. “Bu zamana kadar seni üzdüğüm için özür dilerim.” Az önce duygusuz gözlerle bakan Poyraz şimdi Nura sevgi dolu gözlerle bakıyordu. “Ne diyorsun sen oğlum.?” Diye sordu teyzem şaşkınca. Poyraz bakışlarını teyzeme çevirip mahcup bir şekilde ona baktı. “Poyraz bana bunu yapamazsın, beni nikah masasında terk edemezsin.” Sude ağlayarak yanımıza gelerek Poyrazın kolundan asılarak onu kendisine doğru çevirip yüzüne doğru adeta haykırarak bağırdı. “Bırak kolumu.” Poyraz sakin sesiyle onu uyarasada Sude ağlayarak kolundan asılmaya ve bağırarak konuşmaya devam etti. “Beni bu kız için terk edemezsin.”Poyraz öfkeyle kolunu onun elleri arasından kurtarıp öfkeden koyulaşmış mavileriyle ona bakıp bağırarak konuştu. “Bu kız dediğin kız benim sevdiğim kız, sana defalarca sevdiğimi haykırdığım kız, sana defalarca benim kalbim ona ait diye haykırdığım kız ama sen ne yaptın beni duymadın. Ben annemin ısrarı için kabul ettiğim bu evliliği sen bir inat uğruna kabul ettin. Şimdi.. Ne annemin ısrarları nede senin inadın umrumda değil, sadece o umrumda.” Salondan yükselen ‘aaaa’ sesleri hissettiğim şaşkınlığı yansıtıyordu aslında. Bakışlarım Yavuz Selim’e döndüğünde keyifle Poyraza bakıyordu. Tek kaşımı yukarıya kaldırıp sorgularcasına ona baktım. “Sen tüm bunları biliyor muydun.?” Diye sordum ona şaşkınlıkla. Yavuz Selim ağır ağır başını sallayarak konuştu. “Hayır demesini bende beklemiyordum ama diğer her şeyi biliyordum.” Yavaşça yerinden kalkıp elimden tutarak benimde kalkmama sebep oldu. “Neden bana söylemedin.?” “Bu mesele Poyrazın meselesi, söylemek bana düşmezdi.” Haklıydı, sonuçta Poyraz’ın şahsi meselesiydi. “Bana bunu yapamazsın, hepsi bu kız yüzünden” Sude bağırarak Nur’un üzerine yürüdüğünde Poyraz Nur’un önüne geçerek onu arkasına aldı. “Yeter! Ben bu laflarını çok dinledim. Şimdi daha fazla uzatmadan gitsen iyi olur.” Sude başını olumsuz anlamda sallayıp ona doğru bir adım atacağı esnada tanımadığım bir kadın kolundan tutarak onu durdurdu. “Yürü gidiyoruz.” Kadın Sudeyi kolundan tutup görürürken Sude gitmemek için direniyordu. “Anne bırak.” Kolunu annesinden kurtarmak için uğraşsada başarılı olamıyordu. Kadın onu salondan çıkardığında insanlarda yavaş yavaş dağılıyordu. Salonda bir tek biz kaldığımızda Poyraz yavaşça bakışlarını hepimizin üzerinde gezdirip en son Nur’un üzerinde durdu. “Madem kızımı seviyordun bu zamana kadar neden gelmedin? Düğün günü mü onu ne kadar çok sevdiğin aklına geldi Poyraz oğlum.” Diye konuştu eniştem sert sesiyle. Poyraz mahcup bir şekilde enişteme bakıp başını önüne eğdi. “Haklısınız ama.. bir açıklamam var.” “Senden açıklama isteyen olmadı. üstelik o açıklamayı bana, bize değil herkesin içinde gelip elini tuttuğun kıza vereceksin… Tabi dinlemek isterse.” Nur babasının söylemesiyle sanki yani hatırlamış gibi hızla elini Poyraz'ın elinden ayırdı. “Dinlemek istiyor musun açıklamasını.?” Diye sordu Murat kardeşinin yanına gelirken. Nur kararsız bir şekilde bakışlarını bizde dolaştırıp başını usulca salladı, aklını kurcalayan soru işaretlerinden kurtulmak istiyordu belkide. Eniştem başını ağır ağır sallayıp teyzemin elinden tuttu. “En geç bir saat sonra kızım evde olsun, bir dakika bile geçerse o seke seke geldiğin topuklarından vururum seni.” Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken, Poyraz yavaşça yutkunarak başını hızlı hızlı salladı. “Geçmez, bir saat sonra evde olur.” Eniştem başını ağır ağır sallayıp teyzemide alıp arkasını dönüp giderken Murat gözlerini kısarak Poyraza baktı. “Bana bak Lodos musun Poyraz mısın her neysen, kardeşim eve ağlayarak gelirse beni uğraştırmadan kendini bir yerden at.” Murat'ın bu dediğine kıkırdadığımda herkesin bakışları bana dönmüştü. Gülüşüm yüzümde dona kalırken yavaşça yutkundum. “Şey.. pardon.” Utanarak başımı önüme eğdiğimde Yavuz Selim beni kendisine çekerek dudaklarını saçlarıma bastırdı. “Hadi Murat biz gidelim.” Murat önden ilerlerken biz Yavuz Selim İle onun arkasından ilerliyorduk. Salondan çıkıp arabalara ulaştığımızda Murat arabasına binip giderken bizde Yavuz Selim’in arabasına binip yola çıkmıştık. “Hala olanların şokundayım, Poyraz madem Nuru seviyordu neden Sude ile evlenmeyi kabul etti.” Diye sordu merak dolu sesimle. “Annesi zorladı onu, sevmediğini defalarca söylesede annesi hastalığını bahane ederek oğlunu evlendirmek istedi.” “Poyraz’ın annesi hasta mı.?” “Evet, kanser.” Başımı yavaş yavaş sallayarak anladığımı belli ettim. Araba yolda akıp giderken sessizce arkama yaslanıp akıp giden yolu izlemeye başladım. Uyku gözlerimi esir düşmeye başladığında arabanın sarsılmasıyla gözlerimi araladım. “Yavuz Selim.” Diye konuştum korku dolu sesimle. Arabanın etrafını saran arabaların içinden çıkan adamlara korku dolu gözlerle bakıyordum. Yavuz Selim belindeki silahı çıkarıp bana baktı. “Sakın arabadan inme, başını eğ.” Ona korku dolu gözlerle bakarken o başımı eğip koltukla torpidonun arasına saklanmamı sağladı. “Hayır, gitme.” Diye konuştum titreyen sesimle. Başımı hafifçe kaldırıp ona baktığımda güven veren gözlerle bana baktı. “Birşey olmayacak geleceğim.” Gözümden düşen bir damla yaşla gidişini izlerken arabanın kapısını sert bir şekilde kapatmasıyla gözlerimi sıkıca kapattım. Kalbim korkunun esiri olmuş hızlı hızlı atarken başıma saplanan keskin ağrı ile acıyla inledim. Dakikalar birbirini kovalıyor ama Yavuz Selim gelmiyordu. Yavaşça yutkunup başımı kaldırıp bakacağım esnada duyduğum silah sesleriyle gözlerim korkuyla büyüdü. Saklandığım yerden çıkıp korkudan dolan gözlerimle etrafa baktım. Gözlerim yüzündeki pis sırıtışla bana bakan adama değdiğinde korkuyla yutkundum. Başıyla bir işaret verdiğinde arabaya doğru yaklaşan bir adam gördüm. “Ezka, Poyrazı ara.” Yavuz Selim’in bağırmasıyla hızla etrafıma bakıp kenarda duran çantamdan telefonumu çıkarıp titreyen ellerimle Poyraz’ın ismini bularak onu aradım. Telefonu kulağıma dayayıp açmasını beklerken bakışlarım bana doğru yaklaşan admadaydı. Adamın bacağına sıkılan kurşunla adam yere düşerken korku dolu bakışlarım Yavuz Selimi arıyordu. “Alo.” Poyraz’ın sesi kulağıma dolduğunda hızlı hızlı konuşmaya başladım. “Poyraz yardım et, Ekrem Kaya yolumuzu kesti.”Bir yağmur misali yanağımı ıslatan gözyaşlarım arasında zorlukla konuşmuştum. “Ne! nerdesiniz.” Bir anda arabanın kapısı açılmasıyla dudaklarımın arasından korku dolu bir bağırış kopmuştu. Bana ürkütücü bir şekilde bakan adam kolumdan tutarak beni arabadan indirmeye çalıştığında ona direndim arabadan inmemek için. Elimdeki telefon yere düşerken bağırışlarım kulak tırmalayan türdendi. “Bırak beni, Yavuz Selim.!” Dudaklarımın arasından onun ismi dökülüyordu lakin onu göremiyordum. “Ezka, bırakın lan onu.” Kolumdan tutan adam beni sert bir şekilde çekip indirdiğinde sert bir şekilde yere düşmüştüm. Ellerimin içi sızlarken gözlerimden bir damla yaş düşmüştü. Başımı yavaşça kaldırıp etrafıma baktığımda yerde yatan Yavuz Selimi gördüğümde dudaklarımdan bir feryat kopmuştu. “Yavuz Selim.” Gökyüzü bize acımış gibi ağlamaya başlarken, gözyaşlarım ona eşlik ediyordu. Kalbim korkuyla sızlarken ona düştüğüm yerden doğrularak ona doğru bir adım atmak istedim lakin kolumdan tutulup çekilmemle geriye doğru savrulmuştum. “Bırak beni, Yavuz Selim iyi misin.?” Acı feryadım yeri göğü inletirken herkes bunu kulaklarını tıkamıştı. Yavuz Selim acı içinde yerde kıvranırken gözlerim karnından akan gördüğünde içimde acı bir serzeniş koptu. “İyiyim, korkma.” Diye konuştu acı dolu sesiyle. Düştüğü yerden kalkmaya çalışırken Ekrem arkasından ona yaklaşıp ayağıyla ona vurarak sert bir şekilde yere düşmesine sebep oldu. “Yavuz Selim.!” Dudaklarım onun ismini sayıklarken kolumdan acımadan çeken adam beni bir arabanın içine adeta fırlattığında başım cama sert bir şekilde vurmuştu. Dudaklarımın arasından acı dolu inilti döküldüğünde gözlerimden düşen yaşlarda ona eşlik ediyordu. “Ezka, korkma güzelim.” Acı içinde yerde kıvranan adam acısını unutarak yine beni düşünüyordu. “Yavuz Selim, bırak beni pis adam.” Yanımda oturan adama yumruk atıp ondan kurtulmaya çalışsamda olmuyordu, sadece tepkisiz gözlerle bana bakıyordu. Araba ilerlemeye başladığında elimi korkuyla cama vurdum, korku tüm benliğimi ele geçirirken ben sadece onun ismini haykırdım. “Yavuz Selim.” Kalbim hiç bu kadar acımamıştı, kalbim hiç bu denli hüzünle kaplanmamıştı. Araba onun yanından akıp giderken o kanlar içinde yerde bana bakmıştı. Bakışlarındaki o çaresizlik, benim gözlerimdeki korkuya eşdeğer düşmüştü. Yağmur damlaları asi bir şekilde yağarken her biri acımıza eşlik ediyordu. Yağmurlu bir gecede acı tüm yanımızı sarmıştı. Karanlık gecenin ayazında sesimizi bizden başka duyan yoktu, herkes bize arkasını dönerken yanımızda kalan tek şey içimizi saran acıydı. |
0% |