@eminefuruncu
|
Hatalarım varsa kusura bakmayın, keyifli okumalar dilerim. (Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin. Not: Finalden önceki son bölüm.
Titreyen bakışlarım yerde acılar içinde yatan sevdiğim adamda dolaşıyordu. Dudaklarımın arasından kaçan hıçkırıklar arabanın içindeki tek sesti. Araba soğuk asfaltın üzerinde ilerlerken, öfkenin esiri olan gözlerimi yanımdaki adama çevirdim. Bir buz kütlesini anımsatan yüzüyle bana bakan adam korkuyla yutkunamama sebep olsada geri adım atmayarak çattığım kaşlarımla ona baktım. “Arabayı durdurun” Diye konuştum sert sesimle. Ekrem Kaya yüzünde yeşeren sinsi gülüşle bana bakarken dudakları alayla yukarıya doğru kıvrıldı. Başımdaki keskin ağrı her geçen saniye kendisini acımasızca belli ediyor, gözlerimin önüne düşen siyah noktalar gözlerimi sıkıca kapatıp açmama sebep olmuştu. “Sessizce otur, yoksa canın yanar.” Sert sesiyle konuşup rahat bir şekilde arkasına yaslandığında kaşlarımı çatarak ona baktım. Sessizce oturup onu dinleyeceğimi düşünüyorsa yanılıyordu. İçimdeki küçük kız korkudan bir köşeye çekilip küçük elleriyle kulaklarını kapatıp yanımda oturan adamın mide bulandıran sesini duymamaya çalıştı. Ağlamaktan kızaran gözlerimi ondan ayırıp içimdeki tüm cesareti toplayıp yanımdaki kapıyı açtığımda kolumdan tutulup çekilme ile yüzümde hissettiğim can yakan darbeyle gözlerimi usulca kapattım. Kolumu ondan kurtarmaya çalışırken gözümden düşen yaşlara engel olamıyordum. “Ne yapıyon lan sen.?” Yüzüme doğru bağıran adama buz tutmuş mavi gözlerimle bakarken içimdeki korkuyu bastırmaya çalışıyorum. Yanağımda hissettiğim acı her saniye büyürken, kalbimdeki acıda ona eşlik ediyordu. “Bırak beni.” Bir sarmaşık gibi sardığı bileğimi onun elinden kurtarmak için uğraşsamda, her bileğimi çekişimde tutuşu sıkılaşıyordu. “Bırak beni dedim sana.” Korku ile harmanlanan sesimle bağırdığımda gözlerinden geçen öfkenin tohumlarını görmüştüm. Bileğimi sıkıca tutarak beni kendisine doğru çekip sert bir şekilde cenemi kavrayarak ona bakmamı sağladı. “Bana bak, benim sabrımı zorlama.” Çattığım kaşlarımla ona baktım. Mavi gözlerim durgun bir deniz gibi sakindi lakin her an çıkanacak fırtınada birini içine alıp geri vermeyecek kadar asi dalgaları vardı. “Bırak beni.” Diye tıslayarak konuştum dişlerimin arasından. Ekrem Kaya sürekli aynı şeyi söylemeden memnun olmayan bir yüz ifadesiyle bana bakıyordu bir daha görmek istemediğim yüzüyle. “Papağan gibi aynı şeyi söyleyip durma lan.” Yüzüme doğru adeta kükrercesine bağırdığında yüzümü buruşturup, titreyen kirpiklerimi birbirine değdirdim. Sağ elimi kaldırıp yüzümü tutan elini tutup tırnaklarımı tüm gücümle onun eline batırdığımda hissettiği acıyla yüzünü buruşturarak bana baktı. Elini çenemden çekmeye çalışsamda buna müsade etmiyordu. Elinin üzerindeki elimi çekip onu kendimden uzaklaştırmaya çalıştığımda kollarımdan tutarak beni durdurmaya çalışıyordu. Yüzüme inen ikinci darbeyle başım sağ tarafa düşmüştü, saçlarım yüzümü bir örtü gibi örterken soluk alışlarım hızlanmıştım, içimdeki öfke zehrini kusmak istiyordu. Başımı yavaşça ona çevirip asi mavilerimle ona baktım. İğrenç bakışları üzerimde dolaşırken yumruk yaptığım elimi yavaşça serbest bıraktım. Elimi hızla havaya kaldırıp sert bir şekilde yüzüne indirdiğimde bu kez başı yana düşen o olmuştu. Arabayı süren adam yaptığım şeyi görüp arabayı durduğunda, Ekrem Kaya yana düşen başını ağır ağır bana çevirdi. Bakışlarıyla beni öldürmek ister gibi bakıyordu. “Efendim iyi misiniz.?” Ön taraftaki adamın sorduğu soruyla bakışları ağır ağır adamına dönerken bakışlarını üzerimden çekilmesiyle hızla arabanın kapısını açıp kendimi arabadan attım. Titreyen bacaklarımla asfaltın ortasında koşarken yağan yağmur bana eşlik ediyordu.Gecenin karanlığında ıslanan saçlarım yüzüme yapışıyordu. Kalbim yerinden çıkacak gibi atarken arkamdan bağıran adamları duymazlıktan geliyordum. Başımı omzumun üzerinden geriye çevirip baktığımda peşimden koşan adamları görmüştüm. Ben bu sahnenin bir benzerini yıllar önce yaşamıştım, korku tüm bedenimi ilmek ilmek işlerken bana yardım edecek kimse yoktu. Yavuz Selime koşan yorgun ayaklarım ona varmadan tükenmek istemiyordu. Dudaklarımın üzerinde hissettiğim sıcaklık derince yutkunmama sebep olmuştu. Elimin tersiyle silsemde yenisi gelen kırmızı sıvı bana oldukça tanıdıktı. “Yavuz Selim.” Diye fısıldadım korkudan titreyen sesimle. İçime ilmek ilmek işleyen korku onun içindi. Etrafı saran siren sesleri korkudan dolan gözlerimin sevinçle parlamasına sebep olmuştu. Gözlerime değen ışıkla adımlarım yavaşlarken elimi usulca kaldırıp gözlerimin üzerine siper ettim. Birbirine giren kaşlarımın altından gözlerimi kısarak gelen arabaya baktım. Bir enkazın altından kurtulan bedenim titrerken aldığım soluklar bana yetersiz geliyordu. Birbirine dolanan adımlarıma inat koşarak ona gitmeye çalışıyordum. Dudaklarımın üzerini kaplayan kızıl sıvı, beni yavaş yavaş çıkmaz yola sürüklüyordu. “Yavuz Selim.” Yorgun sesim boş yolun ortasında yankılanıyor, yağan yağmurun sesine karışıyordu. Solmuş mavilerim onu gördüğünde kalbimde hissettiğim acı serzeniş beni yerle yeksan etmişi. Aldığım soluklar bana yetersiz gelirken attığım her adım boşluğun içinde kaybolup gidiyordu. Titreyen bacaklarım bana en ağır şekilde ihanet ederek beni yarı yolda bırakıp beni acımasızca soğuk asfaltın üzerine düşüldüğünde dudaklarımın arasından canhıraş bir feryat dökülmüştü. Gözyaşlarım usul usul çenemi ıslatırken acıyan ellerimi umursamadan düştüğüm yerde doğrulmaya çalıştım. Dönen başım ve kararan gözlerim buna müsaade etmiyodu. Elimi başıma koyup usulca gözlerimi kapattım, başımda hissettiğim keskin ağrı beni öldürecek gibiydi. “Ezka.!” İsmin aşinası olduğun bir ses ile kulaklarıma dolduğun, eğdiğim başımı kaldırıp yavaşça gözlerimi araladım. Bulanık gören gözlerimi kapatıp açsam da değişen birşey olmuyordu. Bana koşarak yaklaşan beden titrek bir nefes almama sebep olmuştu. Nur korku dolu gözlerle bana doğru koşarken onun peşinden koşan beden Yavuz Selim’in yerden yatan bedeninin yanında durmuştu. Etraftaki siren sesleri ağrıyan başımı daha çok ağrımasına sebep olurken kaşlarım kendiliğinden hafifce çatılmıştı. Nur yanıma gelip önümde çömelerek oturduğunda korku dolu gözlerle bana bakıyordu. Elini yavaşça uzatıp ıslanan saçlarımı geriye doğru atıp korku dolu gözlerle ellerini omuzlarıma dayadı. “Ezka, iyi misin.?” Sesindeki korku kendini belli ederken başımı usulca salladım olumlu anlamda, halbuki iyi değildim, heran bedenim yere yığılmaya hazır bir çuval gibiydi. “Beni ona götür, lütfen.” Titreyen parmaklarım onun elini kavradığında yalvaran gözlerle ona baktım. Nur aceleyle başını sallayıp önce kendisi kalkıp sonrada beni kaldırdı soğuk asfaltın ortasından. Kolumu sıkıca kavrayıp düşmemi engellerken, titreyen adımlarla ona doğru ilerlemeye başladım. Başımı usulca omzumun üzerinden çevirip geriye baktığımda polis memurlarının Ekrem Kaya’yı kelepçelediğini gördüm dudaklarımın üzerinde oluşan silik tebessüm bana geçmişimi geri vermeye yetmemişti. Başını çevirip bana baktığında nefret dolu bakışlarımı acımasızca ona sundum. Yorgun bakışlarım önüme döndüğünde Nur’un yardımıyla titreyen bacaklarıma inat ona doğru yürüdüm. Bir çeşme gibi durmadan akan gözyaşlarım onun yerde yatan bedenine tutunduğunda aldığım nefes bana zehir olup, acımasızca beni öldürmek istedi. Titreyen dizlerimin üzerine düşüp soğuktan buz tutmuş parmaklarımı uzatarak onun güzel yüzünü ellerimin arasına aldım. “Yavuz Selim uyan.” Dudaklarımın arasından kaçan her hıçkırık gecenin karanlığında kaybolup gidiyordu. Elimi uzatıp yavaşça kanayan yarasına koyduğumda parmaklarıma bulaşan kan kalbimin acıyla sıkışmasına sebep olmuştu. “İyiyim ben, korkma” Sesini kaplayan acıya inat, baygın bakışlarıyla bana bakıyordu. Başımı olumsuz anlamda sallayıp bir elimle yüzünü severken bir elime yarasını bastırıyordum. “Canın acıyor.” Diye fısıldadım yorgun sesimle. Ağır ağır yutkunup, güçlükle sağ elini kaldırarak yüzündeki elimi kavrayıp dudaklarını yavaşça avuç içime bastırdı. “Evet acıyor, ama sen ağladığın için. Sen ağlamazsan canım acımaz.” Aceleyle elimin tersiyle gözyaşlarımı silip gülümseyerek ona baktım. “Tamam ağlamıyorum.” Kuruyan dudaklarını zorlayarak bana gülümsediğinde dudaklarımın üzerini kuşatan kızıl zehir yine kendisini belli etmişti. Elimi burnuma bastırıp kanamayı önlemeye çalışsamda başarılı olamıyordum. “Poyraz ambulansı aradın mı.?” Nur’un telaşlı sesi kulaklarıma boğuk bir şekilde dolarken kararan gözlerimi sıkıca kapattım. Oturduğum yer sanki kayıp gidiyor, ben tutunacak tek bir dal bulamıyordum. “Ezka, İyi misin.?” Nur’un telaşlı sesi kulaklarıma dolarken ona cevap verecek gücü kendimde bulamıyordum. Nur korkuyla kolumu tutup düşen başımı kaldırarak ona bakmaya zorladı beni lakin bulanık gören gözlerim buna mani oldu. Yorgun bedenim yaşaça soğuk asfalta düşerken Nur’un korku dolu bağırışları doluyordu kulağıma. Gözlerim usul usul kapanırken en son gördüğüm şey bana baygın gözlerle bakan müptelası olduğum bir çift gözdü.
Geceyi saran puslu hava yorgun gözlere birer perde indirmişti. Beyni istila eden amansız sözler, amansız korkular. Genç adam kalbinin her köşesinde hissettiği amansız korku onu acımasızca sarıyor, her geçen saniye yok etmeye hazır bekliyor gibiydi. Bakışlarını yorgunca yerden kaldırıp yogun gözlerini yatakta uyuyan güzeller güzeline çevirdi. Kalbi onun için korkuyla atarken o her şeyden habersizce uyuyordu. Dudaklarında beliren buruk bir tebessüm gözlerinden bir damla yaşın düşmesine sebep olmuştu. O kara günün üzerinden beş gün geçmişti, günler gelip geçiyor lakin sevdiği kadın gözlerini açmıyordu. Kalbi derbeder olmuş bir halde çaresizce uyanmasını bekliyordu. İlmek ilmek işlediği sevdası ilmek ilmek ellerinden kayıp gidiyordu. Yarasının üzerine koyduğu elini yavaşça oradan ayırıp genç kızın saçlarına koydu genç adam usulca. Dolan gözlerinden düşen gözyaşları derin bir nefes almasına sebep olmuştu. “Nefes alamıyorum, uyan artık.” Kendisini hiç bu kadar savunmasız, bu kadar çaresiz hissetmemişti Yavuz Selim. Daima omuzları dik olan adam beş günde yerle yeksan olmuştu. Soğuk parmak uçları genç kızın saçlarının arasında usulca dolaşırken yorgun gözleri onun yüzünde dolaşıyordu telaşsızca. Oturduğu koltuğu genç kızın yatağına biraz daha çekip başını genç kızın omzuna koydu usulca. Gözleri yorgunlukla kapanırken dudaklarının üzerinde silik bir tebessüm peydah oldu, usul usul kulağına dolan nabız sesi onu gülümsetiyordu. “Düğünümüze sayılı günler kaldı ama sen hala uyuyorsun.” Diye konuştu genç adam yorgun sesiyle. Sağ elini yavaşça uzatıp genç kızın elini kavrayıp yüzük parmağındaki yüzüğün üzerinde dolaştırdı parmağını. “Hayatım boyunca tek birşey istedim, senin uyanmanı. Çünkü… çünkü biliyorum ki bir gün uyuyacaksın ve bir daha uyanmayacaksın.” Titreyen sesi ona nefes aldırmaz iken gözlerinden düşen her gözyaşı genç kızın boynunu ıslatıyordu. “Bunu biliyor olmak canımı çok yakıyor güzeller güzelim.” Yağan asi yağmur genç adamın açısına eşlik ediyor, açısına ortak olyordu. Düşen her yağmur damlası onun kuruyan çiçeklerini ıslatıyordu, lakin çiçekler eskisi gibi olmuyordu. Dakikalar ona düşmanmış gibi akıp gidiyor, gecenin karanlığı yavaş yavaş kendisini aydınlığa bırakıyordu. Genç adamın gözleri uykusuzluktan kızarsada o uyumamak için direniyordu. Odanın kapısı yavaşça açılıp kapandığında odaya giren Poyraz ve Nur üzgün gözlerle genç adam bakıyordu. Günlerdir genç kızın yanından bir an olsun ayrılmayan bu adam kendi acısını unutmuştu. Poyraz yavaş adımlarla Yavuz Selim’e doğru yaklaşıp elini omzuna koyup güven verircesine sıktı. “Yavuz Selim. Dinlenmelisin, o uyandığında seni böyle görmek istemez.” Diye konuştu onu ikna etmeye çalışarak lakin Yavuz Selim kulaklarını ona tıkamış başının altında atan kalp atışının eşsiz ritmini dinliyordu. Poyraz bakışlarını Nura çevirip ona yardım istercesine baktı. Nur kararsız bir şekilde adımlarını Yavuz Selim’in yanına çevirip yatağın kenarında durdu. “Yavuz Selim abi.” Diye konuştu sesini kaplayan hüzünle. “İki gündür uykusuzsun, dinlenmelisin yaran iyileşmedi.” Genç adam ciğerlerine titrek bir nefes doldurup gözlerini ağır ağır kapatıp açtı. “İyiyim ben.” Diye konuştu kuru sesiyle. Ağlamaktan ve uykusuzluktan kızaran gözleri, yorgun yüzü ve sızlayan yarası tam tersini söylesede o diline prangalar vuruyordu. “En azından yaranı pansuman yaptıralım.” Diye konuştu bu kez Poyraz sert sesiyle. Kardeşim dediği adamı böyle görmek onu üzüyordu. Yavuz Selim derin bir nefes alarak başını yasladığı yerden kaldırıp yorgun gözlerini kendisine bakan ikiliye çevirdi. “Peki, ama sadece pansuman fazlası yok.” Nur yüzünde oluşan tebessümle başını hızlı hızlı sallayarak konuştu. “Tamam sadece pansuman, ben bir hemşire bulup geleyim hemen.” Nur hızlı adımlarla odadan ayrılıp giderken genç adam başını oturduğu koltuğun başlığına yaslayıp gözlerini yorgunlukla kapattı. “Yavuz Selim senin güçlü olman gerek, uyandığında seni böyle mi görsün? yıkık dökük bir halde.” Yavuz Selim kapattığı gözlerini yavaşça açıp yorgun gözleriyle karşısındaki adama baktı. Dudaklarının üzerinde oluşan cansız gülüş hissettiği acının silik bir göstergesiydi. “Sen beni anlayamazsın Poyraz. Sen beni anlayamazsın çünkü ben o her uyuduğunda bir daha uyanmayacak diye aklım çıkıyor, sen bunun nasıl bir şey olduğunu biliyor musun? Bilmiyorsun.” Aldığı her nefes ona haram olurken boğazını saran dikenli teller onu her geçen saniye öldürüyordu. “Ben.. Ben ya uyanmazsa diye aklımı kaybedecek duruma geldim sen bana neyin güçlü olmasından bahsediyordun.” Poyraz ne söylemesi gerektiğini bilmeyerek üzgün gözlerle genç adama baktı. Onu nasıl teselli etmesi gerektiğini bile bilmiyordu, gözlerini kapatarak elini sert bir şekilde yumruk yaptı. “Ben.. O varken iyiyim, o yoksa bende yokum.” Poyraz ağır adımlarla ona yaklaşıp koltuğun boş kalan kısmına oturdu usulca. Elini güven verircesine Yavuz Selim’in elini üzerine koydu. “O uyanacak.” Yavuz Selim başını çevirip yanında oturan adama baktı. Sanki dakikalardır bu cümleyi duymayı bekliyordu aciz bedeni. Halbuki acı gerçeği kazıya kazıya yazmışlardı beynini en ücra köşelerine. Odanın kapısı açılmasıyla iki genç adamın da bakışları oraya dönmüştü. Nur peşinden gelen hemşireyle odaya girip kapıyı yavaşça kapattı. Hemşire onlara küçük bir baş selamı verip elindeki tepsiyle Yavuz Selime doğru ilerledi. Poyraz oturduğu yerden kalıp kenara çekilirken genç hemşire elindeki tepsiyi kenardaki masanın üzerine bıraktı. “Sayın savcım pek iyi gözükmüyorsunuz isterseniz bir serumda takalım mı.?” Yavuz Selim eliyle yarasını açıp başını olumsuz anlamda salladı. “Gerek yok, pansuman yeterli.” Genç hemşire dudaklarını birbirine bastırıp başını olumlu anlamda sallayıp dikkati bir şekilde pansumanı yapmaya başladı. Dakikalar sonra pansuman bittiğinde hemşire odadan ayrılmıştı. “Amcamlar nerede.?” Diye sordu Yavuz Selim tarazlı sesiyle. “Annem, Ezka’nın durumuna fazla üzülünce fenalaştı biraz babamda onun yanında. Yan odadalar.” Yavuz Selim ağır ağır başını sallayıp genç kızı onaylayıp yogun bakışlarını uyuyan güzeller güzeline çevirdi. Bakışları onun solgun yüzünde dolaşırken kalbini saran yeis onu bırakmıyordu. Elini uzatıp yatağın kenarında duran elini kavradı yavaşça. Kuruyan dudaklarını usulca elinin üzerine bastırıp kokusunu hafızasına kazıdı. Parmaklarınn sardığı narin parmakların kıpırdadığını hissettiğinde kalbi yerinden çıkacakmış gibi hızlı hızlı atmaya başlamıştı. Bakışlarını genç kızın yüzüne çevirdiğinde güzel gözlerini çevrelyen kirpiklerinin bir yaprak gibi titrediğini gördü. “Ezka.” Dudaklarının arasından çıkan sevinç dolu ses odanın içinde yayılmıştı. Poyraz ve Nur’un bakışları telaşla onlara dönerken Yavuz Selim hızla oturduğu yerden kalkmasıyla yarasının sızladığını hissetmişti lakin o bunu önemsemedi. “Ezka, güzelim beni duyuyor musun.?” Bakışların gerisindeki Poyraza çevirip açeleyle konuştu. “Doktoru çağır çabuk.” Poyraz başını sallayıp hızla odadan ayrılırken genç kız yavaşça gözlerini aralamıştı. Hafifce çattığı kaşları ve yarıya açık gözleriyle ona telaşla bakan ikiliye baktı. Başındaki keskin ağrı yüzünü buruşturmasına sebep olurken boğazındaki kuruluk hissi güçlükle yutkunmasını sağlamıştı. Beyninin içinde dönüp duran sesler gözlerini sıkıca kapatmasına sebep olmuştu. Gözlerinin önüne düşen film şeridini anımsatan görüntüler ağırca yutkunmasına sebep olmuştu. “Ezka, iyi misin güzelim.?” Yavuz Selim sesini kaplayan heyecanı bastırmaya çalışarak konuşmaya çalışsada başarılı olamamıştı. Yüzündeki gülümseyiş herşeyi anlatıyor, beş yaşındaki bir çocuğun yaşadığı sevinçi yaşıyordu. “İyiyim.” Diye konuştu genç kız kuru sesiyle. Dilini kuruyan dudaklarının üzerinde yavaşça gezdirirken kapattığı gözlerini aralayıp ona telaşla bakan insanlara baktı. Yüzlerindeki korku genç kızın usulca yutkunmasına sebep olmuştu. Durgun gözlerini ağır ağır kapatıp açarak sevdiği adamın üzerinde dolaştırdı. Bakışları yarasının üzerinde dolaşırken kalbinde hissettiği ince sızı onu yavaşça ele geçirmeye başlamıştı. “Sen.. iyi misin. Vurulmuştun, neden ayaktasın.?” Durgun bir denizi anımsatıyordu mavi gözleri, bir hevesle açıldığı denizin ortasında savunmasız kalan bir denizcinin çaresizliği vardı mavi gözlerinde. Yavuz Selim genç kızın elini sıkıca kavrayıp gülümseyerek konuştu. “İyiyim ben, sen beni düşünme.” Ezka başını yavaşça sallayıp onu onayladığında başındaki keskin ağrı yine kendisini belli etmişti. Yorgun gözleri bulunduğu hastane odasını incelerken yavaşça yutkunup kuruyan dudaklarını araladı. “Ben… kaç gündür uyuyordum.” Diye sordu yorgun çıkan sesiyle. Yavuz Selim yatağın boş kenarına oturup elini uzatıp genç kızın yüzüne dokundu, uzun parmakları onun yüzünde dolaşırken bakışları onun gözlerindeydi. “Bugün altıncı gündü.” Genç kızın gözleri şaşkınlıkla aralanırken beyninin içinde yankılanan sesler susmuyordu. “O adama ne oldu.?” Yavuz Selim derin bir nefes alarak genç kıza doğru eğilip dudaklarını onun alnına yasladı. “Bunları düşünme.O yıllardır olması gereken yerde, hapiste.” Odanın kapısının açılma sesiyle Yavuz Selim bedenini yavaşça genç kızdan uzaklaştırıp yatağın kenarından kalktı. Doktor ağır adımlarla genç kıza yaklaşıp gülümseyerek konuştu. “Kendini nasıl hissediyorsunuz Ezka hanım.?” Genç kız kendisine yöneltilen soruyla yavaşça yutkunup derin bir nefes aldı. “Yorgun, birde başım ağrıyor.” Doktor ağır ağır başını sallarken elindeki dosyaya bir kaç birşey yazıp dosyayı kapattı. Gereki muayeneyi hızlıca yapıp odadan ayrılırken Yavuz Selim ve Poyrazda onun peşinden çıkmıştı odadan. Doktor ellerini önlüğünün ceplerine koyup buruk bir şekilde tebessüm etti onlara. “Size daha öncede söylemiştim, onun için yapabileceğimiz hiçbir şey kalmadı. Radyoterapi işe yaramıyor, ilaçlar ise sadece ağrısını hafifletiyor. Elimizden başka birşey gelmiyor, üzgünüm.” “Yani sen şimdi bana, onun öleceğini mi söylüyorsun.?” Diye konuştu Yavuz Selim güçlükle. Sesindeki acı gün yüzüne çıkmıştı. “Bunu daha öncede söylemiştim. Beyin sapı tümörü çok riskli bir tümör ve ameliyatı oldukça riskli, Ezka hanım bunu kaldıramaz. Radyoterapi bir umuttu lakin son evredeki hastalar için oldukça düşük bir umut.” Omuzları defalarca duymasına rağmen sanki ilk kez duymanın hüznüyle düşerken içindeki başlayan yangını bir türkü söndüremiyordu genç adam. Gözünden düşen gözyaşları içinde gittikçe büyüyen yangını söndürmeye yetmiyordu. Sırtını yavaşça arkasındaki duvara yaslayıp yavaşça kayarak yere oturdu. Poyraz genç adamın önünde diz çöküp elini omzuna koyarak ona destek olmak istedi sessizce. “Ölecek.” Diye fısıldadı acı dolu sesiyle. Kalbinden bir şeylerin sökülüp alındığını hisediyordu, bedeni acıyla kıvranırken bu acı ömrünün sonuna kadar onunla kalacaktı. Eğdiği başını kaldırıp kızaran gözleriyle karşısındaki adama baktı. “Poyraz… O..” Dilinin ucuna bulaşan zehir konuşmasına engel olmuyordu, bu zehir gittikce ona bulaşıyor onu öldürüyordu. “Düşününce bile aklımı kaybedecek gibi oluyorum. Ben.. ben onsuz nefes alamıyorum ki, ben onsuz yaşayamam.” Omuzları sarsılarak soğuk koridorun taşında ağlıyordu genç adam, üzerinde dolaşan bakışları umursamadan. “Yavuz Selim.” Diye konuştu boğazı düğümlenen Poyraz güçlükle. Genç adam başını duvara yaslayıp olumsuz anlamda salladı. “Onun yokluğu benim için ölüm demek.” “Kendini toparlamalısın, o en çok seni güçlü görmek ister.” Genç adam başını ağır ağır sallayıp elinin tersiyle gözyaşlarını silerek oturduğu yerden kalktı. “Haklısın. Onun için acımı içinde yaşamalıyım.” İçi dağlansa da bunu sevdiği için yapmalıydı genç adam. Odanın kapısını açıp içeriye girdiklerindek iki genç kızında bakışları onlara dönüştü. Nur oturduğu yerden kalkıp yavaş adımlarla kapıya doğru ilerledi. “Yavuz Selim abi, sen Ezkan’nın yanında dur biz eve gidip onun için kıyafet alalım. Ben giderken babama ve anneme söylerim onun uyandığını.” Yavuz Selim başını sallayarak genç kızı onayladığında Nur ve Poyraz odadan çıkmıştı. Yavuz Selim bakışlarını genç kıza çevirdiğinde genç kızın da ona baktığını gördü. Ezka Çattığı kaşlarıyla ona bakarken Yavuz Selim tek kaşını kaldırarak sorgularcasına ona bakıyordu. “Birşey mi oldu güzeller güzelim.” Diye sordu sesine yansıyan korkuyla. Ezka başını hafifce sallayarak onu onayladı. “Oldu, sen kaç gündür uyumuyor musun.?” Diye konuştu sert çıkmasını umduğu sesiyle. Yavuz Selim gözlerini genç kızdan kaçırıp ağırca yutkundu. “Gözlerini kaçırma, cevap ver.” “Uyuyamadım.” Diye konuştu kısık sesiyle, sanki suç işlemiş bir çocuğun annesinden azar işittiğinde çıkan masum sesle. Ezka yüzünde oluşan ufak tebessümle ona bakarken yattığı yatakta kenara kayıp onun için yer açtı. “Gel hadi.” Elini yatağın boş kısmına vurup gelmesi için işaret vermişti genç kız. Yavuz Selim kararsız bir şekilde genç kızın yüzüne bakıp ağır bir şekilde yutkundu. “Ben gelmeyeyim, rahat yatamazsın.” Sakin sesiyle konuşup koltuğa gitmek için hareket ettiği esnada genç kız huysuz çıkan ses tonuyla konuşmuştu bu kez. “Yavuz Selim, gel dediysem gel.” Genç adam derin bir nefes alıp onu üzmemek için yatağın boş tarafına doğru ilerleyip boş tarafa oturdu yavaşça. Ayağındaki ayakkabıları çıkarıp yatağa yattığında genç kız yüzünde oluşan soluk gülüşle genç adama yaklaşıp başını genç adamın göğsüne koydu yavaşça. Yavuz Selim başını yavaşça eğip burunu genç kızın saçlarının arasına yaslayıp onun eşsiz kokusunu soldu. Ciğerlerine dolan koku gözlerini dolmasına sebep olurken boğazına oturan taş bir türlü oradan kalkmıyordu. Kolunu geriye doğru atıp genç kızın iyice göğsüne sinmesine sebep olmuştu. Titreyen parmak uçları canını yakan saçlarda dolaşıyordu ağır ağır. Dolan gözlerini yavaşça kapatıp ağır bir şekilde yutkunduğunda gözlerinden bir damla yaş süzülmüştü. “Başım çok ağrıyor, günlerdir uyuyor olmama rağmen uykum var.” Ezka yorgun bakışlarını buğulu camda dolaştırırken beyninin içini saran düşünceleri susturamıyordu. “Bana bir şey söylemiyorsunuz lakin ben gözlerinizden her şeyi anlayabiliyorum.” Gözünden düşen bir damla yaş genç adamın gömleğini ıslatmıştı. Derin bir nefes alarak elini kaldırıp genç adamın beline sardı yarsına dikkat ederek. Yavuz Selim dudaklarını genç kızın saçlarına değdirip derin bir soluk aldı. Kolları onu sıkıca sarılırdı, sanki kendisine katıp saklamak istercesine. “Seni çok seviyorum.” Diye mırıldandı Ezka kısık sesiyle. Başını hafifce geriye doğru atıp genç adama baktığında dolan mavileriyle karşısındaki adama baktı. “Seni çok seviyorum Yavuz Selim, bunu sakın unutma.” Yavuz Selim genç kızın yüzünü elleri arasına alıp alnını alnına yasladı. “Seni çok seviyorum güzeller güzelim.” Müptela olan gözler birbirine tutuklu kalmıştı. Dil fiğar, yüreği yaralı iki aşıktı onlar. Genç kızın alnına dudaklarını bastırıp onu tekrardan göğsüne yatırdı genç adam. Kolları onu sıkı sıkı sararken, kanatları bir bir kırılmıştı. Giden turnalar belkide bir daha geriye gelmeyecekti, solan çiçekler belkide bir daha asla açmayacaktı. Genç adam ise yüreğinde peydah olan dil fiğar ile kalacaktı belkide. |
0% |