@eminefuruncu
|
Hatalarım varsa kusura bakmayın, keyifli okumlar dilerim. Gecenin karanlığında asi bir şekilde üzerimize düşen her yağmur damlası içimdeki ateşi söndürmeye yetmiyordu, iliklerime kadar hissettiğim çaresizlik acıyla kıvranmama sebep oluyordu. Acı tüm benliğimi eline geçiriyordu yavaş yavaş bana düşense sessizce beklemekti. Dökülen gözyaşlarımın acının en belirgin göstergesiydi belki de. Usulca ondan ayrılıp titreyen bacaklarımla geriye doğru bir adım attım, bedenim bir savaştan çıkmış gibi yorgun ve halsizdi. Islak kirpiklerimin arasından karşımda sanki bir enkazın altında kalmış gibi duran adama baktım, gözlerinin içindeki acıyı net bir şekilde görebiliyordum. Sertçe yutkunup bakışlarımı ondan ayırıp gücü çekilmiş bacaklarımla bir adım attığımda sendelemem bir olmuştu, başımdaki ağrının şiddeti azalmazken midemin bulanması beni daha da çıkmaza sokuyordu. Dengemi kaybedip düşeceğim esnada Yavuz Selim kollarımdan sıkıca tutup düşmeme mani olmuştu, titreyen ellerimle usulca koluna dokundum ondan güç almak istercesine. "İyi misin.?" Telaşlı sesi kulaklarımı doldurduğunda usul usul başımı salladım. Asılında hiç iyi değildim, bedenim her an yere yığılacakmış gibi hissediyordum. Bir anda bedenimin havalanmasıyla şaşkınlıkla gözlerimi aralayıp ona baktım. "Ne yapıyorsun indir beni..?" Güçsüz sesimle bulunduğum serzenişi umursamayıp yeri dövercesine attığı adımlarla eve doğru ilerlemeye başladı. Kaşlarım sinirle birbirine girerken yumruk yaptığım elimi sert olduğunu düşündüğüm bir şekilde omuzuna vurdum. "Sana diyorum indir beni." Sert bakışları bir anda beni bulduğunda sertçe yutkundum. Dipsiz bir kuyuyu andıran bu gözler beni ürkütüyordu, uyarıcı bakışlarının ardından kabullenerek bini taşımasına izin verdim. Ayağıyla aralıklı duran kapıyı sert bir şekilde itmesiyle kapı tüm evin içinde yankılana bir sesle duvara vurmuştu, korkuyla yerimde sıçradığımda o sert adımlarıyla ilerlemeye devam etmişti. Telaşla mutfaktan çıkan teyzem ve eniştem korkulu bakışlarını üzerimize indirildiler, onları görmemle az önce duyduğum konuşmalar tekrar yankılandı kulaklarımda. Acıyla yutkunup elimin altındaki Yavuz Selim'in omuzunu sıktım. İçimde yeşeren acının tohumlarıyla dolan gözlerimi saklamak istercesine başımı usulca onun omuzuna koyup yüzümü gizledim, kimsenin acımı görmesini istemiyordum. Hissettiğim acıyı sanki anlamış gibi sert adımlarını mümkünmüş gibi daha sert atmaya başladı. Gözümden düşen gözyaşı onun boynunu ıslatırken başımı yasladığım beden an be an kas katı kesilmişti. "Yavuz Selim ne oldu.?" Teyzemin telaşlı sesini umursamadan öfkeli sesiyle bağırdı. "Sonra yenge sonra." Kaldığım odanın önüne gelip sert bir şekilde kapıyı açıp içeriye girdi. Nur oturduğu koltuktan kalkıp telaşla bize baktı. Bedenimi usulca yatağın üzerine bırakıp geriye çekilirken sert bir nefes alarak dipsiz bir kuyuyu andıran bakışları üzerimde dolaştı. Az önce öfkeden koyulaşan gözleri şimdi şefkatle bakıyordu bana, sertçe yutkunarak ona baktım. Uzun kemikli parmaklarını uzatıp akan gözyaşlarımı dokunmaya korkarcasına usul usul sildi. "Aklındaki o saçma düşünceleri sil at, iyi olacaksın." Bunu daha çok kendisini inandırmak için söylemiş gibiydi. Derin bir nefes alıp kapıya doğru yürürken sert sesiyle Nur'a hitaben konuştu. "Üzerini değiştirmesine yardım et." Nur başını onaylar şekilde salladığında çıkmıştı odadan. Titreyen dudaklarımı birbirine bastırıp kendimi ağlamamak için tuttum. Nur telaşla yanıma gelip yatağın kenarına oturdu. "Ne oldu Ezka? Bu halin ne.?" Buz tutmuş bakışlarımı usulca onun mavi gözlerine çevirdim, yattığım yataktan doğrulup yüzüme dökülen ıslak saçlarımı geriye doğru ittim. Bedenim soğuktan titrese de bu umurumda değildi. "Hiç." Diye konuştum titreyen cansız sesimle. Nur anlamadığını belirtircesine kaşlarını çatarak bana baktı. Usulca bacaklarımı sarkıtıp ayağa kalktım, Nur'un bakışlarını umursamadan dolaptan aldığım kıyafetlerle banyoya girdim, üzerimdeki ıslak kıyafetleri çıkarıp yanımda getirdiğim kıyafetleri giyinip çıkardığım kıyafetleri kirli sepetine atıp dolaptan aldığım saç havlusuyla saçlarımın nemini alıp havluyu kenara bıraktım. "Ne demek söyleyemedik yenge?" Yavuz Selimin bağırış sesini duyduğumda korkuyla yerimde sıçradım, sesi öyle gör çıkıyordu ki adeta tüm evde yankılanmıştı. Derin bir nefes alıp banyodan odaya girdim. Nur'un bakışları beni bulduğunda omuzlarımı düşürerek ona baktım. "Siz bunu nasıl yaparsınız.? Siz onun hasta olduğunu nasıl benden saklarsınız.?" Yavuz Selimin gür sesi kulaklarımızı tırmalıyordu adeta. Nur şaşkınlıkla bana baktığında usul usul başımı sallayıp dolan gözlerimle ona baktım. Nur üzerindeki şaşkınlığı atıp yanıma gelerek kollarını bedenime sıkıca doladı. Aradığım sevgiyi, şefkati bulmuşçasına kollarımı beline doladığım esnada gözlerimden yaşlar birer birer akmaya başlamıştı. "Söyleyemedik Yavuz Selim, nasıl söyleye bilirdik böyle bir şeyi.?" diye konuştu teyzem ağlamaktan pürüzlü çıkan sesiyle. "Hastalığın son evresinde, biz öğrendiğimizde her şey için çok geçti." Teyzemin ağzından çıkan her kelime kalbime bir hançer gibi saplanıyordu bana, o hançeri çıkarmak yerine daha da bastırıyorlar canımı daha da yakıyordular adeta can çekişmemi istercesine. "Ölüyorum." Diye fısıldadım titrek sesimle. Nur benden uzaklaşıp başını olumsuzca salladı. Dolu dolu olan mavi gözlerine sis bulutu çökmüş her an akmaya duruyordular, kendisini dizginlemeye çalışıyordu ama pek başarılı olduğu söylenemezdi. "İyileşeceksin." dudaklarımın arasından kaçan hıçkırıkla umutsuz bir şekilde ona baktım. Kolumdan tutup beni usulca yatağın kenarına oturttu, ellerimi ellerinin içerisine alıp "Olumsuz düşünme lütfen, iyileşeceksin." Diye fısıldadı titreyen sesiyle. Evin içini dolduran onun öfke dolu sesi artık kulaklarıma boğuk bir şekilde geliyordu. Başımdaki ağrı şiddetini bir saniye bile kesmezken midemin bulantısı ona yeniden eşlik etmeye başlamıştı. Nur yüz ifademden iyi olmadığımı anlamış olmalı ki acı dolu bir tebessüm edip yataktan kalkarak örtüyü açıp yapağa girmemi bekledi. "Yat hadi uyumak iyi gelecektir." Titrek bir nefes alarak ayağımdaki terlikleri çıkartıp yatağa girdim. Nur şefkatle saçlarımı okşayıp saçlarımın üzerine bir buse kondurup ışığı kapatarak odadan çıktı. Bedenimi cam tarafına dönüp dizlerimi karnıma doğru çekerek sessiz hıçkırıklarım eşliğinde sessiz sessiz yağan yağmuru izleyerek uykuya daldım. ########## Cansız bakışlarımı aynaya yansıyan yansımama çıkardım usulca, gözlerimdeki ışık sönmüş o ışığın yerini kanlar almıştı şimdi. Dudaklarımın üzerine yerleştirdiğim cansız gülüşle öylece yansımama baktım, gün geçtikçe bedenim solgunlaşıyordu. Hayata tutunacak bir dalı kalmamış kolu kanadı kırılmış yaralı bir kuş gibi çırpınıyordum, ben çırpındıkça akan gözyaşlarımı kimse silmiyor beni ellerinin tersiyle ölüme itiyorlardı adeta. Titrek bir nefes alıp üzerimdeki dizlerimin bir karış altına kadar gelen elbisemi düzeltip salık bıraktığım saçlarımı geriye doğru atıp cansız adımlarımı odanın çıkışına yönlendirdim. Adımlarım kapının önünde durunca setçe yutkundum, bu kapının ardında kalan insanların yüzünü görecek olmak beni sebepsiz yere tedirgin ediyordu. Belki de bazı gerçekleri benden sakladıkları için bir yanım onlara kırılmıştı. Kapıyı usulca açıp odadan çıkıp adımlarımı salona yönlendirdim, adım seslerimi duymalarıyla hepsinin bakışları bana dönmüştü. Bakışlarımı onlardan kaçırarak masada bana ayrılan yere oturdum, gözlerine yansıyan o acıma duygusunu görmeye hazır değildim. "Günaydın." Diye konuştum cansız sesimle. İçimde ölen duygularım sesime yansımıştı adeta. "Günaydın." Teyzemin bana karşılık vermesiyle bakışlarımı usulca ona çevirdim. Dolu dolu olmuş gözleriyle bana bakıyordu, bunu istemiyordum bana bu şekilde bakmalarını istemiyordum. Acıyla yutkunup bakışlarımı ondan kaçırdığımda bu kez gözlerim karşıma ki adamın gözlerinde asılı kalmıştı. Kızarmış gözleriyle bana bakıyordu, gözlerinde hiçbir duygu belirtisi yoktu. Bakışları öyle donuk öyle cansızdı ki sanki yaşam sevinci elinden alınmış gibi bakıyordu, keskin bakışlarından bakışlarımı ayırıp önümdeki tabağa çevirdim bakışlarımı. Evin içini dolduran zil sesiyle bakışlarımı kapıyı açmak için kalkan teyzeme çevirdim. Kısa süre sonra yanındaki Poyraz ile salona girdiğinde bakışlarım Nur'a dönmüştü, mavi gözlerine yerleşen sis bulutuyla öylece karşısındaki adama bakıyordu. "Afiyet olsun." Diye konuştu Poyraz sert sesiyle. Eniştem ve Yavuz Selim onu başıyla onaylamıştı, Nur ise sessizce önündeki tabağa bakıyordu. "Geç otur hadi, Nur sana servis açsın." Teyzemin sözleriyle Nur bakışlarını önündeki tabaktan kaldırdığında Poyrazla göz göze gelmişlerdi. Poyraz öylece Nur'a bakarken Nur titreyen gözleriyle ona bakıyordu, ağlamamak için kendisiyle savaş verdiği gözle görünen bir gerçekti. Poyraz teyzemi usul usul başını sallayarak onaylayıp Yavuz Selim'in yanındaki boş yere oturdu, teyzem Nur'un yerinden kıpırdamadığını gördüğünde hafifçe boğazını temizleyip konuştu. "Nur anneciğim Poyraz ağabeyine servis açsana." Diye konuştu yarı uyarı dolu sesiyle. Nur bakışlarını annesine yöneltip sertçe yutkunup oturduğu yerden kalkıp adeta koşarcasına mutfağa gitti. Dirin bir nefes alıp arkama yaslandım. Olmayan iştahım hepten beni terk etmişti. Kendi derdimin yanına şimdi Nur'un derdi de eklenmişti, onun bu haline oldukça üzülüyordum tutulduğu bu sevda yalnızca onu üzüyordu. Kısa süre sonra salona döndüğünde elindekileri Poyrazın önüne bırakıp çay bardağına çay doldurmak için eğildiğinde Poyraz başını çevirerek ona baktı. Nur'un kısa saçları bir duvar gibi ikisinin arasına dökülmüştü, Nur bardağı doldurduktan sonra çaydanlığı kenara bırakıp eski yerine benim yanıma Poyrazın ise karşısına oturmuştu. "Afiyet olsun size." Bir anda ayağa kalkan Yavuz Selimle bakışlarım onu bulmuştu onun bakışları ise yemeğini yiyen poyrazdaydı "Kahvaltını yaptıktan sonra çalışma odasına gel." Poyrazın cevap vermesini beklemeden salondan çıkıp merdivenlere yöneldi, bakışlarımı ondan ayırıp güçsüzlükle kahvaltımı yapmaya başladım. Kendimi zorlayarak yaptığım kahvaltıyla usulca oturduğum yerden kalktım. Masadaki bakışlar bana döndüğünde bunu umursamamıştım, dün akşamki olaya dair bana tek kelime bile etmemişlerdi, en azından bir açıklamayı hak ettiğimi düşünüyordum ama ne teyzem nede eniştem beni bu açıklamaya layık görmemişti anlaşılan. "Afiyet olsun sizlere." Adımlarım benden bağımsız bir şekilde üst kata yöneldiğinde sertçe yutkunup derin bir nefes aldım. Bu evde kaldığımdan beri ilk defa bu kata çıkıyordum, benim odam alt katta olduğu için bu kata çıkmayı gerek görmemiştim bu zamana kadar. Çekimser bir şekilde merdivenleri tırmanıp üst kata çıktığımda bakışlarımı etrafta gezdirdim. içimdeki sergilere dayanarak geldiğim odanın kapısının önünde durdu adımlarım. Neden onun yanına gidiyordum ki? bu sorunun cevabını bilmiyordum ama içimden geleni yapmak istiyordum. İnce parmaklarımla kavradığım kapının kolunu çevirip kapıyı hafifçe açtığımda görüş alanıma o girdi. Arkası bana dönük bir şekilde sağ eli cebinde balkonda öylece durmuş karşısındaki manzarayı izliyordu. Usulca odaya girip ardımdan kapıyı kapatıp yanına doğru adımladım, adım seslerini duymasına rağmen başını çevirip bana bakmamıştı. Tam arkasında durduğumda elindeki sigarasını küllüğe bastırıp sert bir şekilde nefesini bıraktı. "Piccino mio." Şaşkınlıkla aralanan gözlerimle ona baktım, benim olduğumu nasıl anlamıştı ki? Bedenini usulca bana çevirmesiyle mavi gözlerim kahverengi gözlerine tutunmuştu. Alnına düşen asi saç tutamlarını eliyle geriye atıp öylece bana baktı, üzerindeki beyaz gömleğin kollarını bir iki kere katlamış, gömleğinin ilk iki düğmesini acık bırakmıştı. "Benim odluğumu nasıl anladın.?" Dudaklarının üzerine yerleşen cansız gülüşle ellerini belinin üzerine koyup birbirine kenetledi. "Sen gelmeden önce kokun geliyor." Şaşkınlıkla ona baktım, dudaklarımı birbirine bastırıp başımı usul usul sallayıp bakışlarımı ondan ayırdım. Akşam yağan yağmur dinmiş yerine soğuk esintiyi bırakmıştı, rüzgarın esintisiyle uçuşan saçlarımı elimle düzelttim. "Beni evime götürür müsün.?" Diye konuştum sakin sesimle. O eve gidip geçmişimle yüzlemek istiyorum. "Neden.?" Diye sordu sert sesiyle. Ölü bakışlarımı ona çevirdiğimde onunda dipsiz bir kuyuyu andıran kahvelerini benim mavilerime tutunmuştu, yüzümde yeşeren cansız tebessümle ona bakmaya devam ettim. "Geçmişimle yüzleşmek istiyorum." Tepkisiz bir yüz ifadesiyle bir kaç saniye yüzüme bakıp usul usul başını olumlu anlamda salladı. "Götürürüm." içimde oluşan amansız heyecan yavaş yavaş tüm vücuduma yayılmaya başlamıştı. Geçmişime dair göreceğim kırıntılar beni heyecanlandırdığı gibi korkutuyordu da, neyle karşılaşacağımı bilmiyordum. Dudaklarımın üzerinde yeşeren tebessümle öylece ona bakıyordum, dipsiz kuyuyu andıran o gözleri gülüşüme iliştiğinde o dipsiz kuyuları acıyla doldu taştı adeta. Aldığı nefesi titrek bir şekilde verip eliyle kapıyı gösterdi yürümem için. Bakışlarımı ondan ayırıp odanın çıkışına doğru ilerlemeye başladım. Bu dipsiz kuyuyu andıran kahve gözler bana neden dipsiz bir geceyi andırıyordu, sanki acı çığlıkların havada uçuştuğu bir gecede ben bu gözleri görmüştüm, yada ben öyle sanıyordum. Odadan çıkıp merdivenlere ulaştığımda arkadan gelen adım sesleri hemen arkamdan beni takip ettiğini anladım. "Üzerine bir şey al istersen dışarısı soğuk." Ona cevap verme gereği duymadan merdivenleri inip kaldığım odanın önüne gelip usulca kapıyı açıp içeriye girdim, uyuşuk adımlarla dolabın önünde durduğunda dolabın kapağını açıp içerisinden siyah deri ceketi alıp üzerime geçirdim. Ceketin altında kalan saçlarımı kurtarıp odadan çıktım. Odadan çıktığımda gözlerim direkt onu bulmuştu. Bakışlarım salona döndü usulca, teyzemin bana bakan dolu gözleri beni çıkmaz yollara sürüklüyordu. bir yanım ona kırgındı benden hastalığımı sakladığı için lakin bir yanımda ona kıyamıyordu, titreyen bakışlarımı ondan ayırıp çıkışa doğru ilerledim. Kenardaki portmantodan siyah spor ayakkabılarımı alıp hızlıca giyinip dışarıya çıktım. Soğuk hava yüzüme çarptığında soğuğu iliklerime kadar hissediyor olmam titrememe neden olmuştu. Yanımda duran bedene yandan bir bakış atıp ellerimi ceketimin cebine koydum. Bakışlarım etrafta gezinirken elindeki anahtarın düğmesine basmasıyla ışıkları yanan Range rovere şaşkınlıkla baktım. Simsiyahtı, adeta asalet akıyordu arabadan. Arabaya doğru ilerlemeye başlamasıyla bende onu takip ederek arabaya bindim. Kemerimi takıp sırtımı koltuğa yaslayıp sessizce bekledim, aramızda anlam veremediğim bir sessizlik vardı ikimizde sessizliğin üzerine kilit vurmuştuk adeta. Araba asfalt yolda akıp giderken başımdaki ağrı usul usul kendini belli etmeye başlamıştı, derin bir nefes alarak yüzümü buruşturdu bu ağrıya bedenim yavaş yavaş alışıyordu sanki benden bir parçaya dönüşüyordu. Sertçe yutkunup bakışlarımı çevirdiğimde dikiz aynasının kenarından asılan zincire takılı kaldı gözlerim. Zincirin ucunda iki tane yüzük vardı birinin üzerinde ay diğerinin üzerinde ise güneş vardı. Parmak uçlarım yüzüklere dokunmak için sızlarken benliğim bunun yanlış olduğunu bana hatırlatıyordu. Benliğimi elimin tersiyle kenara itip öne doğru eğilip yüzükleri avuç içime alarak ilgiyle baktım, üzerimdeki bakışları umursamadan. "Çok güzeller, neden buradan asılıyorlar.?" Diye sordum meraklı ses tonumla. Parmak uçlarım üzerinde güneş deseni olan yüzüğün üzerinde dolaşırken erkeksi sesiyle ses tonuyla konuştu Yavuz Selim. "Sahibinin gelmesine bekliyorum." Yolda olan bakışlarını kısa bir anlığına bana çevirip tekrar önüne döndü. "Sabırla bana gelmesini bekliyorum o zaman orada değil onun parmağında olacak." Şaşkınlıkla havalanan kaşlarımla ona baktım. Kimden bahsettiğini deli gibi merak etsem de susmayı tercih edip usulca arkama yaslanıp sessizce yolun bitmesini bekledim. Araba üç katlı bir aparmanın önünde durduğunda derince yutkundum. Gelmiştim işte doğup büyüdüğüm ama hatırlamadığım o eve gelmiştim. "Eğer kendini hazır hissetmiyorsan geriye döne biliriz." Başımı olumsuz anlamda sallayıp karalılıkla ona baktım. "Hayır, içeriye girmek istiyorum." Usul usul başını sallayıp arabadan inmesiyle bende arabadan inip onun yanına vardım. Keskin bakışlarını üzerimde hissediyordum, gözlerine yansıyan korku benim içindi bunu anlaya biliyordum lakin geçmişimle yüzleşmek istiyordum. Derin bir nefes alıp apartmanın girişine doğru ilerlemeye başladığında bende pelinden ilerledim. Apartmanın dış kapışını elindeki anahtarla açıp merdivenleri çıkmaya başladı dik yürüyüşüyle. Adım attıkça içimdeki his tüm vücudumu sarıyordu. Adımlarını beyaz kapılı bir dairenin önünde durdurup elindeki anahtarla kapıyı açıp ayakkabılarını çıkartarak içeriye girdi. Ceketimin ceplerine koyduğum ellerim benden bağımsız bir şekilde yumruk olmuştu. Bakışlarımı ondan ayırıp ayağımdaki ayakkabıları çıkartıp eve girdim, kapıyı ardımdan yavaşça kapatıp ona baktım. "Yıllardır eve kimse girmedi o yüzden biraz havasız." Başımı sakince onaylar anlamda salladım. Gözlerimdeki kararlılığı anlamış olacak ki nefesini sert bir şekilde dudaklarının arasından serbest bırakarak önümde ilerlemeye başladı. Bakışlarım evin her köşesine değdi yavaş yavaş, gözlerimin önüne gelen silik görüntüler geçmişimden birer parçaydı. Bu ev benim geçmişimdi, gözlerim dolu dolu olduğunda acıyla yutkundum. Adımları beyaz bir kapının önünde durduğunda titreyen adımlarım durmuştu, içimde azda olan cesaret beni terk etmişti hiç olmayacak bir zamanda. "Burası senin odandı." Diye konuştu eliyle beyaz kapıyı göstererek. Başımla onu onaylayıp yüzüme dökülen saçlarımı kulağımın arkasına koyup titrek bir nefes aldım. "Ben içeride olacağım iyi hissetmediğin her an gelebilirsin. " Gözlerinde bana bakarken oluşan şefkat içimdeki eksik kalmış beni mutlu ediyordu nedensizce. Yanımdan ayrılmasıyla çekimser bir şekilde içeriye girdim. Bakışlarım odanın içerisinde dolaştı usulca, oda ağırlıklı olarak lila rengine bürünmüştü. Kapıyı acık bırakıp odanın içerisine doğru ilerledim. Tek kişilik bir yatak, yatağın çaprazında dolap, yatağın hemen karşısında çalışma masası ve kitaplık vardı. Parmak uçlarımı kitaplığın raflarında gezdirdim yavaşça, bir zamanlar buralara parmaklarım değmişti. Gözümden düşen bir damla yaşla titreyen dudaklarımı birbirine bastırdım. Adımlarım çalışma masasının önüne geldiğinde sert bir şekilde burnumu çekip ıslak kirpiklerimin arasından masaya baktım. Ders çalışırken aldığım notlar, acık kitabın üzerinde bırakılan kalem bile bana bu odaya kimsenin girmediğini anlatmıştı. Bu kalemi buraya en son ben bırakmıştım, hatırlıyorum o gece ders çalışıyordum, o kara gece. Parmak uçlarım kalemin üzerinde gezinirken ağlamam gittikçe artıyordu. Bakışlarım masanın kenarına yapıştırılan fotoğrafa iliştiğinde durdum ve sertçe yutkundum. Elimi uzatıp fotoğrafı elime aldım. Piyano masasında oturan bir kız ve bir çocuk birbirlerine bakıp gülerken çekilmiş bir fotoğraftı bu, resimdeki kız ben çocuk ise Yavuz Selimdi. Fotoğrafın arkasını çevirdim usulca ve gözlerimi sürekli onun ağzından duyduğum o kelimeye ilişti. 'Piccino mio(küçüğüm) geleceğin en iyi piyanisti sen olacaksın.' Küçüğüm demekmiş piccino mio. Elinde tuttuğu zarfı bana uzatıp almam için gözleriyle işaret veren Yavuz Selim ağabeye tek kaşımı kaldırarak baktım. "Ne bu.?" Diye sordum anlamadığımı belirtircesine. "Küçük bir hediye." Ona dişlerimi göstererek gülümseyip elindeki zarfı alıp içine baktım. İçinde bir resim vardı, ince parmaklarımla resmi çıkartıp büyük bir dikkatle resme baktım. Resimde o ve ben vardı, dün piyano çalarken yanıma geldiği bir anda çekilmiş bir resimdi ve biz bu resmimde çok güzel çıkmıştık. "Çok güzel." Diye fısıldadım heyecanlı sesimle. Resmin arkasını çevirdiğimde gördüğüm yazıyla tek kaşımı yukarıya kaldırıp "Piccino mio mu.?" diye konuştum şaşkınlıkla. Bakışlarım onu bulduğunda onunda bana baktığını gördüm, başını usul usul sallayıp bana bir adım yaklaştı. "Piccino mio İtalyanca küçüğüm demek." "Peki neden bana öyle dedin Yavuz Selim Ağabey.?" "Sen benim hayatımın en karanlık olduğu o dönemde girdin, herkes bir bir giderken sen küçük ellerinle sıkıca ellerime tutup beni o karanlıktan çıkardın, sen benim karanlığın içinde ay ışığı gibi parlayan küçüğümsün." Gözümden akan yaşı elimin tersiyle silip acıyla yutkundum, hatırladığım şey bana ağır gelmişti biz onunla mutluymuşuz. Elimde sıkıca tuttuğum resimle odadan çıkıp ayaklarımı yere sürte sürte kapısı acık odadan çıkıp içeriye girdim. Yavuz Selim koltukta öylece oturmuş karşısındaki duvara bakıyordu. Dudaklarımın arasından kaçan hıçkırıkla hızla bakışları bana döndü. "Piccino moi." Sesine yansıyan telaşla oturduğu yerden kalkıp bana doğru bir adım attı. "Küçüğüm" Diye fısıldadım sessiz sesimle. Kaşları derinden çatılırken bakışları yavaşça elimdeki fotoğrafa düşmüştü, sert bir şekilde yutkunup gözlerime baktı bense gözyaşlarımın arasından ona bakıyordum. |
0% |