Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm

@eminefuruncu

 

Keyifli okumalar dilerim, hatalarım varsa kusura bakmayın. Herkese hayırlı ramazanlar dilerim.

Not = Medyadaki şarkı ile okumanızı tavsiye ederim.

İnsan bazen istemediği şeylere mahkum edilen bir candı. Bani mahkum eden geçmişimi elimden alıp, beni bu hayata mahkum etmişti acımazsıza. Canım yanıyordu bedenim bir boşlukta savruluyordu, kimse buna mani olamazken gözümden akan her damla yaş o boşluğu doldurup beni boğuyordu.

Karşımda sarsılmış yüz ifadesiyle bana bakan adamın benim geçmişimdeki yerini her gecen gün daha çok merak eder olmuştum, öylesine bir yerde olmadığım bakışlarından belli oluyordu aslında, gözlerindeki boşluk beni içine çekiyordu.

Başımda hissettiğim keskin ağrıyla elimi oraya bastırmamak için kendimle bir savaşa girmiştim, gözlerimi kapatıp dişlerimi sıktım hissettiğim bu ağrı canımı yakıyordu.

"Sence de bana bazı şeylerden bahsetmen gerekmiyor mu artık.?" Dudaklarımın arasından zorlukla dökülen her kelime kalan son dermanımı da benden almıştı. Gözlerini sıkıca kapatıp açarak derin bir nefes alıp bana doğru bir adım attığında bedenim benden bağımsız bir şekilde bir adım geriye gitmişti, bu hareketim onun sertçe yutkunmasına sebep olmuştu.

"Şöyle otur istersen." Sert sesiyle konuşup çenesiyle koltuğu gösterdi. Bakışlarımı ondan ayırıp koltuğun köşesine oturdum, ardından da o koltuğun diğer köşesine oturup ellerini birbirine kenetleyip dizlerinin üzerine koydu.

Evin içini saran sessizlik canımı sıkıyordu artık, huzursuzca yerimde kıpırdanıp dudaklarımı araladığım esnada onun sesi doldu kulaklarıma.

"En baştan başlayalım o zaman, senin hayatıma dahil olmana vesile insanlardan başlayalım. " Diyerek susup derin bir nefes alıp sert sesiyle konuşmaya başladı.

"O zamanlar lise 2'ye gidiyordum. Benden 3 yaş küçük bir erkek kardeşim vardı, ismi Ahmet'ti. Annem ve babam ona çok düşkündü, onu ne kadar çok sevdiyseler beni o kadar çok sevmediler, onun istediği bir şeyi ikiletmeden yaparken benim isteğimi duymazdan gelirlerdi." Nefesini titrek bir şekilde bırakıp setçe yutkunup devam etti.

"Hasta olduğum zaman benimle ilgilenen bir annem olmadı, yada okulda bir belge aldığımda saçımı okşayıp aferin diyen bir babam olmadı hiç. Hep geri planda kalan , hep sevilmeyen , hep görülmeyen ben oldum. Konuşmama bile tahammül etmezlerdi, bende susardım, susup sessizce ağlayarak kendimi odama kapatıp saatlerce ders çalışırdım, aklımdaki sorulardan kurutla bilmek için." Susup sessizce karşısında ki duvara sabitledi donuk bakışlarını. Güç almak istercesine ellerini sıktı. Boğazıma oturan taş yutkunmama izin vermemişti.

"Oysaki bende onların çocuğuydum ama sevilmeyen, istenmeyen. Zamanla bu duruma alıştım evde bir yabancı gibi yaşıyordum. Lise 2'ye geldiğimde ise bir akşam annem ve babam dışarıya çıkmıştı ilk kez o akşam kardeşimi bana emanet itmişlerdi, ama o akşam evimizde yangın çıktı. Duman kokusunu aldığımda hızla yatağımdan kalkıp kardeşimin odasına koşmuştum ama alevler her tarafı sarmıştı. Yangını gören komşular itfaiye ye haber vermiş kısa sürede gelen itfaiyeciler beni kurtarmıştı ama o alevlerin içinde kalmıştı. Korkuyordum kardeşime bir şey olacak diye ama ben daha üzerindeki korkuyu atamadan yüzüme yediğim tokatla öylece kalmıştım." Serçe yutkunup dudaklarının üzerine kondurduğu acı tebessümle usul usul başını salladı, ses tonundan bile nasıl acı çektiği belli oluyordu.

"Babam kardeşimi kurtaramadım diye beni dövmüştü oysaki bende çocuktum bende korkmuştum ama o bunu görmemişti. Sonra o alevlerin arasından kardeşimin cansız bedenini çıkardılar işte o zaman benim için hayat bitmişti, kardeşimi bana emanet etmişlerdi ama ben onu koruyamamıştım. İşittiğim hakaretler, yediği dayaklar canımı yakmadı da beni evden kovdukları zaman canım yanmıştı, kardeşimin ölümünü benden bilip beni evlatlıktan reddetmişlerdi." Sustu acıyla yutkunup sadece sustu, bu adamın söylediği her kelime kalbimin sızlamasına sebep olmuştu. Çöken omuzlarıyla bana baktı hüznün sardığı kahverengi gözleriyle. Bu güne kadar yüzünde asılı olan sert yüz ifadesinin yerine kırgın bir çocuğun yüz ifadesi almıştı.

Usulca ona yaklaştım elini tutmak istedim ama bunu yapamadım, o cesareti kendimde bulamadım.

"Sonra amcam sahip çıktı bana. aldı getirdi evine babamın yapmadığı babalığı o yaptı bana, annemin yapmadığı anneliği ise yengem yaptı. Günden güne sessizliğimde boğulup gittim. o kadar çok kardeşin senin yüzünden öldü dediler ki bir zaman sonra bende buna inanmaya başladım. Sonra seni gördüm." Bakışları bana döndüğünde dolu dolu olmuş gözlerimle ona baktım.

"Ailenle arada sırada amcamlara geliyordun. Ben sessizce bir köşede otururken sen yanıma gelip benimle konuştun, parıldayan o mavi gözlerin karanlık dünyama ışık saçtın. Hayatım boyunca ilk defa birisi benim yanıma gelip gülümseyerek benimle konuşmuştu, bu ilki hiçbir zaman unutmadım ben, karanlık dünyama parlayan ay ışığını unutmadım hiçbir zaman ben." Gözümden süzülen bir damla yaşla ona baktım öylece. Gözlerini kırpamadan mavilerimin en derinine bakıyordu, usulca yutkunup bakışlarını benden kaçırıp fısıldar sesiyle konuştu.

"Sana bir kez sarılmama izin verir misin Piccino mio.?" Titreyen dudaklarımı birbirine bastırıp boğazıma yapışan taştan kurtulmak istercesine art arda yutkundum. Umut dolu bakışlarını bana değdiğinde çaresizliğin arasında sıkışıp kalan benliğimle ona baktım. Gözümden düşen yaşı elimin tersiyle silip gözlerimin ondan kaçırıp başımı salladım.

Dudaklarının üzerindeki cansız tebessümle sarılmaktan çekinircesine bana sarılıp aldığı nefesi titrek bir şekilde bırakıtı. bana sarılan adamın içindeki yaralı çocuk usul usul ağlarken kollarını bana dolayan adam acısını yok etmenin yolunu benim kollarımda bulmuştu. Teselli olarak adlandırdığımız bu şey aslında çaresizlikti.

Ellerim iki yanımda asılı dururken uçurum kenarındaki duygularım ona sarılmama engel oluyordu. sanki ona sarılırsam kaybedecekmişim gibi hissediyorum. Sarılışına karşılık bulamayan sert çehresinin altına saklanan yarlı çocuk küskünce kollarını benden ayrılıp boğazını yalancı bir öksürükle temizleyerek arkasına yaslandı.

Gözlerindeki o cam kırıkları vicdanımı ele geçirmiş çaresizlik içinde kıvranmama sebep olmuştu. Yüzüne yansıyan hüzün bana yabancı gelmiyordu ben bu hüzne daha öncede şahit olmuştum, bu hüzün zamanla geçmeyen türden en derinde olandı. Onun hüznü annesi ve babası tarafından ona bırakılmıştı.

Sertçe yutkunup gözlerini usul usul açıp kapatıp başını uyuşuk bir şekilde bana çevirdiğinde bakışlarımız birbirine tutundu, gözlerindeki o küçük çocuk bir köşeye oturmuş hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.

"Şimdilik bu kadar anlatmam yeterli sanırım." Yüzüme dökülen saçlarımı kulağımın arakasına koyup usul usul sallayıp oturduğum yerden kalkıp boğazımı temizledim.

"Gidelim mi.?" diye sordum çekingen ses tonumla. Sorduğum soruya cevap verme gereği duymadan oturduğu yerden kalkıp evin dış kapısına doğru yürümeye başladı. Adımlarım onun adımlarını takip ederek evden çıkıp arabaya bindiğimizde aramızdaki sessizlik ölüm kokuyordu.

Başımı çevirip göz ucuyla ona baktım. Bir anda sessizliğe kapanması geçmişin acı sayfalarını hatırladığı içindi, canı yandıkça sessizliğe hapis ediyordu kendisini. Bakışlarımı ondan ayırıp başımı koltuğun arkasına yaslayıp akıp giden yolu izledim.

Araba evin önünde durduğunda arabadan inip eve doğru yürüdüm uyuşuk adımlarla, adımlarım kapının önünde durduğunda esen rüzgar içimi titretmişti. Elimi kaldırıp zile dokunacağım esnada bir el daha zile donmak için zile uzanmıştı, ellerimiz yan yana dururken buz tutmuş mavilerim onun kahvelerini buldu. Havada asılı duran elimi indirip zile basmasına müsaade ettim.

Kapıyı çalışının ardından bir kaç saniye sonra kapı teyzem tarafından açıldı. Teyzem bizi gördüğünde yüzüne yayılan gülümsemeyle bize geçmemiz için yol açtı.

"Hoş geldiniz çocuklar, geçin içeriye dışarısı çok soğuk." Yavuz Selim önden geçip ayakkabılarını çıkarıp dolaptan aldığı terlikleri giyinip sessizce içeriye geçti. Sessizce teyzem tarafından fark edilmiş olacak ki teyzem kaşlarını hafifçe çatarak onun arkasından baktı.

Ayağımdaki ayakkabıları çıkarıp dolaptan aldığım terliklerimi giyinip üzerimdeki deri ceketi çıkartıp portmantoya asıp başımı çevirdiğim esnada teyzemle bakışlarımız kesişti.

"Yavuz Selim'in neyi var.?" sorduğu soruyla sertçe yutkunarak bakışlarımı teyzemden kaçırdım.

"Şey teyze.. şey." Nasıl cevap vereceğimi bilemezken imdadıma Nur yetişmişti.

"Anne gelsenize neden duruyorsunuz orada.? " Derin bir nefes alıp kaçarcasına teyzemin yanından ayrılıp Nur'la salona geçtik. Şöminenin iki yanında bulunan tekli koltuğa oturan adamı gördüğümde içimde anlam veremediğim bir acı gün yüzüne çıktı. öylece durmuş dışarıyı izliyordu.

Nur ile yan yana koltuğa oturduğumuzda bakışlarımı ondan alamıyordum. Onun bu sessizliğin içine ben sokmuştum bugün, eğer ona bazı şeyleri anlatması gerektiğini söylemeseydim o bu halde olmazdı belki de ben hatırlamadığım geçmişimle insanları üzüyordum, suçluluk duygusuyla başımı önüme eğdim.

"Neyin var Ezka.?" Nur'un sessizce sorduğu soruyla irkilerek ona baktım. Başımı olumsuz anlamda sallayıp yalancı bir gülüşümü ona sundum.

"Başım ağrıyor biraz." Hüzünle gözlerime bakıp usul usul başını salladı. Derin bir nefes alarak oturduğum yerden kalktım.

"Ben biraz uyuyacağım belki iyi gelir." Başını sallayarak beni onaylayıp şefkatle gözlerime baktı.

"Tamam canım ben seni akşam yemeğine uyandırırım."

"Gerek yok ben uyanınca yerim bir şeyler." İtiraz etmek için dudaklarını araladığında konuşasına izin vermeden yanından ayrılıp kaldığım odaya girip kapıyı kapatıp derin bir nefes aldım. Halsiz bedenimi zorlayarak dolaptan aldığım eşofman takımını giyinip yatağın içerisine girdim. Hava bir anda kararmıştı, bulutlar gökyüzüne dağılıp hepsi üzerimize gözyaşlarını dökmeye başladığında bize düşen sadece izlemekti.

Kapanmak için an kollayan gözlerimi zorlamadan kapattım. Gözlerimin önüne bugün gördüğüm resim geliyordu, huzursuzca yerimde kıpırdanıp üzerimdeki battaniyeyi başıma kadar çekerek sıkıca gözlerimi kapatıp kendimi uykunun kollarına bıraktım.

Yüzüme kondurduğum tebessümle yürümeye devam ettim. sırtımdan düşecek gibi olan gibi duran okul çantamı düzeltip kolumdaki siyah kayışlı saate baktım iki dakika sonra evden çıkacaktı. Adımlarımı hızlandırıp teyzemlerin evinin olduğu sokağa giriş yaptım, sokağın başına giriş yaptığımda o evden çıkmıştı onu gördüğümde yüzümdeki gülümseme daha çok büyümüştü.

"Yavuz Selim ağabey." Diye bağırdım sokağın başından ona doğru. Sesimi duyduğunda adımları kısa biran duraksayıp başını sağ omuzunun üzerinden çevirip bana bakıp yoluna devam etti, bu yaptığına kaşlarımı çatmak istesem de çatmamıştım alışmıştım artık onun bu haline.

Adımlarımı hızlandırıp koşarak ona yetişmeye çalıştım. rüzgarın etkisiyle yüzümde dans eden saçlarımı elimin tersiyle geriye doğru iterek koşmaya devam ettim.

"Beklesene." Diye bağırdım huysuz sesimle ama o beni dinlemeyerek yürümeye devam etti. Nefes nefese ona ulaştığımda önüne geçerek ilerlemesine mani oldum, ellerimi dizlerimin üzerine koyarak düzensiz nefesimi düzene koymaya çalıştım. Düzene koyduğum nefesimle doğrularak ona baktım çatık kaşlarımla o ise tepkisiz gözleriyle bana bakıyordu.

"Neden beklemiyorsun Yavuz Selim ağabey.?" Sorduğum soruyu umursamadan yanımdan geçerek ilerlemeye devam etti. Onun bu hallerine alışmıştım artık teyzemlerle neredeyse iki aydır yaşıyordu ama konuştuğuna çok az şahitlik etmiştim, genellikle bir köşede kendi başına sessizce oturuyordu. Onunla konuşmak istesem de o benimle konuşmak istemiyordu.

Onun okuduğu lise ve benim okuduğum ortaokul yan yana olduğu için bazı sabahlar onunla okula gitmek için yolumu uzatıp onun geçtiği yerden geçiyordum ama o sessizliğini itinayla koruyordu.

Omuzlarımı düşürerek ona yetişip ellerimi trençkotumun ceplerine koyarak yanında ilerleye başladım.

Aramızda yayılan sessizlikle ilerliyorduk ve bu sessizlik benim canımı sıkıyordu. Konuşmak istiyordum ama sorduğum sorulara bile cevap alamıyor olmak beni geriye itiyordu.

İlerleyen adımları durduğunda benimde durmuştu. Bedenini bana doğru çevirip tek kaşını kaldırarak sert sesiyle konuştu.

"Beni takip etmeyi bırak küçük şey." Şaşkınlıkla aralanan gözlerimle ona baktım ilk defa benimle konuşmuştu, yüzüme yansıyan gülümsemeyle ona bakıp umursamaz tavrımla dudaklarımı oynattım.

"Yoo öyle bir şey yapmayacağım." Derin bir nefes alıp başını olumsuz anlamda sallayıp ilerlemeye devam etti. Birkaç adımda ona yetişip önüne geçip geriye doğru ilerlerken ona masum masum baktım.

"Sadece seninle konuşmak istiyorum bunda kötü bir amaç yok ki."

"İsteme." Diye sert sesiyle konuşmasıyla kaşlarımı çatarak alttan alttan ona baktım. Geriye doğru yürümek beni zorlasa da bunu yapmaktan vazgeçmedim.

"Neden ki.?"

"Ben istemiyorum çünkü." Tam ona cevap vermek için ağzımı açtığım esnada ayağımın taşa takılmasıyla bedenim geriye doğru savruldu, şaşkınlıkla aralanan gözlerin büyürken koluma dolanan parmaklar düşmeme izin vermeyip beni tutmuştu. Kahverengi gözleri ilk kez mavilerime tutunmuştu, kahverengi gözlerinin altına saklanmış hüzünlü çocuk yaşlı gözleriyle bizi izliyordu.

Gözlerimi araladığımda acı içinde yutkundum. Gördüğüm rüyanın etkisinden çıkamazken bu rüyanın geçmişimden bir kesit olduğunu biliyorum. Geçmişim yavaş yavaş yağmur gibi önüme dökülüyordu. Derin bir nefes alıp yüzüme yapışan saçlarımı geriye atıp yatakta doğruldum. Hava çoktan kararmış ona usul usul yağan yağmur eşlik ediyordu.

Gözlerim sakince camdan dışarıyı izlerken ağzımda hissettiğim kurulukla yataktan kalkıp kenarda duran terliklerimi ayağıma geçirip odadan çıktım. Evin içindeki sessizlik kulağıma dolarken bu sessizliğe yağmur damlalarının sesi eşlik ediyordu.

Sessizce mutfağa girip ışığı açma gereği duymadan dolaptan aldığım bardağa su doldurup suyu içerken mutfak balkonundan gelen kısık tondaki türküyü duydum.

Eklemedir koca konak ekleme (Aman aman)
Nazlı da yârim yine yine geldi aklıma
Nasıl edeyim başımdaki sevdâya (Aman aman)
Aman aman dostlar yoldan geldim yorgunum
Orta da boylu bir güzele vurgunum

Adımlarım benden bağımsız bir şekilde oraya doğru ilerlerken elimdeki bardağı tezgahın üzerine bıraktım. Adımlarım aralıklı balkon kapısının önünde dururken onu görmüştüm Yavuz Selim'i.

Yerin soğukluğunu umursamadan yere oturmuş, sırtını duvara yaslayıp dizlerini katlamıştı. Sağ eli dizinin üzerinde dururken sol eli soğuk zeminin üzerinde duruyordu. Sağ elindeki yanan sigarasından düşen küller umurunda bile değildi.

Başını arkasındaki duvara yaslayıp elindeki sigaradan içip dumanını gecenin ayazına üfleyip telefonundan çalan türküye kısık sesiyle eşlik etti.

Bizim bağın menekşesi al olur
Âlem de sevdiğine de yanar kul olur
Sevdiğini alamayan del olur
Haydi haydi gidelim aynalı kavağa üçümüz
Taze de şeftalidir bizim yükümüz

Bizim bağa gideriken serhaya
Çektiler kolumdan beni tenhaya
Nasıl edeyim başımdaki sevdâya
Aman aman dostlar kabir de bana dar gelir
Bu gençlikte ölüm bana zor gelir

Başımı kapının kenarına yaslayıp onu dinledim. Sesi en güzel şarkının nakarat kısmı kadar güzeldi lakin onu bu kadar dertlendiren şeyin ne olduğunu içten içe merak etmiştim.

içimi tırmalayan ses bugün olanlardan kaynaklı olduğunu söylüyordu bana bağıra bağıra. Kararsız bir şekilde elimi kapının koluna uzatıp kapıyı hafifçe ittim, kapıdan çıkan sesle gecenin karanlığında olan gözleri beni bulmuştu.

Yüzüme yerleştirdiğim emanet tebessümle yanına adımlarken sessizce konuştum.

"Sesin güzelmiş." Adımlarım karşısında durduğunda durgun bakışları buz tutmuş mavilerime değdi. Gözlerinin içi kızarmıştı, usulca kaşlarımı çattığımda o elindeki sigarayı söndürüp yüzündeki buruk gülüşle başını salladı.

"Güzelmiş.." Durdu gözlerini gözlerime sabitleyip "Yani öyle derler." Sesindeki yorgunluk kolaylıkla anlaşılacak kadar fazlaydı.

Gözlerini ilk ayıran ben olmuştum. Böyle derin bir özlemle bakması beni rahatsız etmişti, ne yapacağımı bilemeyerek bakışlarımı etrafta gezdirip yüzüme dökülen saç tutamını kulağımın arkasına koydum.

"Neden bu soğukta burada oturuyorsun.?" Diye sorarken buldum kendimi bir anda. Başını duvara yaslayıp derin bir nefes alıp umursamazca omuzunu kaldırıp indirdi. Ona doğru bir adım atıp onun gibi yere oturdum, bakışları beni bulduğunda kenardaki hırkasını bana uzattı.

"Bunun üzerine otur." Onu dinleyerek elindeki hırkayı alıp üzerine oturdum. Arkadan çalmaya devam eden türkü ortama yayılan tek sesti.

"Bugün sana geçmişini hatırlattığım için özür dilerim." Diye fısıldadım kısık sesimle. Soğuktan üşüyen ellerimi birbirine kenetleyip dizlerimin üzerine koydum.

"Benim geçmişimde sen varsın özür dileme." Duvara yasladığım başımı ona çevirdiğimde oda duvara yasladığı başını bana çevirmişti. "Sadece geçmişimin acı kaynağını hatırlamış olmak biraz canımı acıttı. Benim geçmişim seni tanıdıktan sonra değişti." Yüzümde benden bağımsız buruk bir tebessüm oluştu. Geçmişimin tozlu raflarındaki tozlar yavaş yavaş silinecek ve ben bu adamı bir gün tamamen hatırlayacaktım, yada başımın içinde bulunan bu hastalık onu bana tamamen unutturacaktı.

"Belki hatırlarsan diye anlatmıyorum piccino mio, belki geçmişimizi hatırlarsın." Umut dolu sesi bana da umut olmuştu, omuzlarımı kaldırıp indirdim umutsuzca.

"Bunu bize zaman gösterecek." Başını gökyüzüne çevirip sert bir şekilde yutkunduğunda bakışlarım ahenk içinde hareket eden adem elmasına takılı kaldı. Kısık tonda çalan türküyü yorgun sesiyle dillendirdi, bakışlarımı hissetmiş gibi uyuşuk bir şekilde başını bana çevirdi.

"Orta da boylu bir güzele vurgunum." Gözlerimin içine bakarak söylediği sözlerle usulca yutkundum. Yüzüme yayılan ısı beni kısa sürede etkisi altına alırken boğazımın üzerine kapanan görünmez eller konuşmama izin vermiyordu. Aceleci bir şekilde yerimden kalkıp bir kaç adım geriledim.

"Saat geç oldu iyi geceler sana." Balkondan çıkıp aceleci adımlarla odama girdiğimde basit bir şarkı sözünden bu kadar panik yapmama anlam verememiştim. Gözlerimi sıkıca kapatıp açarak başımı olumsuz anlamda salladım.

Ayağımdaki terlikleri çıkartıp yatağa girip sıkıca gözlerimi kapattım, kulaklarımda hala onun sesi yankılanıyordu.

##########

Elimdeki çay bardağını masanın üzerine bırakıp sırtımı sandalyeye yasladım. Sessizlik eşliğinde kahvaltımızı yapıyorduk, etrafa yayılan tek ses çatal bıçak sesleriydi.

Yavuz Selim elindeki çatalı tabağının kenarına bırakıp yalancı bir şekilde boğazını temizlemesiyle masadaki herkesin bakışları onu bulmuştu. Yüzündeki sarsılmaz ifadesiyle baktı önündeki tabağa.

"Bir kaç gün sonra evimdeki tadilat bitiyor amca." Sert erkeksi sesiyle konuşup uzun parmaklarıyla kavradığı çay bardağını dudaklarına değdirip bir yudum içti. Söylediği kelimeler eniştemin yüz ifadesini değiştirmişti anbean. sıkıtıyla sırtını sandalyesinin arkasına yasladı.

"Başka bir eve taşınmak zorunda değilsin Yavuz Selim." Elindeki bardağı masaya bırakıp amcasına baktı.

"Bunları daha önce konuşmuştuk amca." Eniştem başını usul usul sallayıp memnun olmayan yüz ifadesiyle ona baktı.

"Peki dediğin gibi olsun bu konuda sana ısrar etmeyeceğim, lakin arkanda bir amcan olduğunu unutma." Şefkat ve merhametin harmanlandığı sesiyle konuşup gülümseyen gözleriyle Yavuz Selim'e baktı. Yavuz Selim gözlerine yerleşen buruklukla amcasına baktı, bu burukluk babasından görmediği sevgiyi amcasından gördüğü için.

"Olur." Diye konuştu başını sallarken yerinden kalkacağı esnada Nur heyecanlı sesiyle ortaya atıldı.

"Yavuz Selim ağabey bu akşamki resim sergisine gidelim mi.?"

"Resim sergisi?" Diye sordu tek kaşını kaldırarak.

"Evet resim sergisi var, Alkan'da orada resimlerini sergiliyor beni de davet etti, gidelim mi.?" Nur'un ses tonundan bile gitmek için ne kadar hevesli olduğu anlaşılıyordu. Yavuz Selim memnuniyetsiz bir şekilde yüzünü buruşturup istemeye istemeye başını salladı.

"O zibididen hiç hoşlanmıyorum Nur ama senin için birkaç saatliğine katlana bilirdim." Nur yüzüne yayılan gülümsemeyle hızla yerinden kalkıp Yavuz Selim yanına gelip kollarını boynuna doladı.

"Yaa çok teşekkür ederim." Yavuz Selim boynuna dolanan kolları çözüp huysuz ses tonuyla konuşarak ayağa kalktı.

"Sırnaşma Nur. Akşam 6'da hazır olun, eğer bekletirseniz gitmeyiz ona göre." Nur gözlerini devirip umursamaz tavrıyla başını salladı.

"Tamam tamam bekletilmeyi sevmiyorsun anladık."

Başını olumsuz anlamda sallayıp başını çevirdiğinde göz göze gelmiştik. ilk kez bu gözlere bakmak tuhaf hissettirmişti bana, bakışlarımı ondan ayırıp dizlerimin üzerine birbirine kenetlediğim ellerime düşürdüm.

"İzninizle duruşmaya yetişmem gerekiyor." Herkes onu başıyla onayladığında seri adımlarla evden ayrılmıştı. Nur masayı toplamaya başladığında ona yardım edip masayı toplamış ardından bulaşıkları makineye dizip benim kaldığım odaya gelmiştik. teyzem ve eniştem ise salonda baş başa oturuyordu.

"Ne giysem acaba.?" Kendi kendine soru soran Nur'a dönüp baktım, koltuğa gelişigüzel oturmuş çatık kaşlarıyla düşündüğünü gördüm. Dudaklarım benden bağımsız yukarıya doğru kıvrıldı.

"Sen ne giyeceksin.?" Omuzumu umursamazca kaldırıp indirdim, açıkçası çokta umurumda değildi.

"Of Ezka insan az heyecan yapar, bu ne böyle baston yutmuş gibisin." Kaşlarımı çatarak anlamayarak ona baktım, o ise benim sakinliğime nazaran gayet enerjik haliyle oturduğu yerden kalkıp dolaba doğru yürüdü, dolabın kapağını açıp kıyafetlere tek tek bakarken yine kendi kendine konuşuyordu.

"Bu olmaz, bu hiç olmaz, bunu kim aldı be?" Dudaklarımın arasından dökülen kıkırtıyla başımı olumsuz anlamda sallayarak baktım ona.

"Bu olur bunu giyin." Diyerek elindeki elbiseyi bana uzattı. Gözlerim usulca elbisenin üzerinde dolaştı. Siyah kalın askılı, önü kare yaka olup önüne aşağıya dizilmiş parlak küçük düğümeler onu tamamlıyordu, kolları tülden olup elbise dizlerimin altına geçek kadar uzun boyu vardı. Nur elindeki elbiseyi koltuğun üzerine atıp yanına tek bantlı bileğinden bağlamalıydı.

"Ay saat 4:30 olmuş, kalk kız hemen hazırlanmaya başla bende gidiyordum yoksa hiçbir yere gidemeyeceğiz." Nur hızlı hızlı konuşup koşar adımlarla odadan çıktığında sadece arkasından bakmakla yetinmiştim, istemeye istemeye yerimden kalkıp hazırlanmaya başladım.

Üzerimdeki kıyafetleri çıkartıp Nur'un seçtiği elbiseyi üzerime geçirip ayakkabıları bağlayıp bağcıklarını bağladım. Aynanın önündeki pufa oturup uzun kahverengi saçlarımı tarayıp güzelce tarayıp önce fön çekip ardından da ensemin üzerinden sıkıca at kuyruğu yaptım, makyaj olarak ise rimel ve ten rengi bir ruj sürmeyi tercih etmiştim.

Usulca ayağa kalkıp aynadaki yansımama baktım, naif bir görüntüm vardı bu görüntüye gülümseyerek baktım. Odanın kapısı pat diye açıldığında korkuyla oraya döndüm.

"Hadi Ezka, Yavuz Selim abim geldi, söylenmeye başladı bile." Aceleci bir şekilde konuşmasıyla masanın üzerinde ki siyah küçük çantamı alıp yanına doğru ilerledim.

"Geliyorum Nur." Bakışlarım onun üzerinde dolaştı usulca, giyindiği kırmızı elbise dalgalı kısa sarı saçları ile çok güzel olmuştu.

"Hayır bir dakika beklese bir yeri eksilecek sanki." Nur kendi kendine konuşarak çıkışa doğru yürürken peşi ilerliyordum. "Anne biz çıktık." diye içeriye doğru bağırıp dış kapıyı açarak çıktı ardından da ben.

Arabaya yaslanmış bir şekilde bekleyen adam bizi görünce elindeki sigarayı yere atıp ayakkabısının altıyla ezdi. Bakışları önce Nur'un ardından da bana tutunduğunda usulca yutkunup ardından bakışlarını benden ayırıp siyah range rover'ına bindi.

Önümden ilerleyen Nur yürümediğimi fark edip elimden tutarak yürümemi sağladı. Arabanın arka kapısını açıp içine girdiğinde peşinden binip kapıyı kapattım.

Araba asfalt yolda ilerlemeye başladığında bakışlarım benden bağımsız ona kaymıştı. Üzerindeki siyah takım elbise, yüzünü kaplayan sakalları biçimli kaşları ve şekillendirdiği saçlarıyla karizmatik bir görüntü sunuyordu bize.

Bakışları bir anda aynadan bize kayınca gözlerimiz birbirine tutundu, ona bakarken görmüştü beni utançla bakışlarımı ondan ayırıp camdan dışarıya çevirdi.

"Adresi tarif et Nur." Nur'un yolu tarif etmesi haricinde sessiz gecen yolculuk bittiğinde bakışlarım etrafta gezindi, etrafın kalabalık olması beni şimdiden bunaltmıştı.

Arabadan indiğimizde gecenin soğuğu vücudumu sarmış beni titretmişti. İçimde oluşan huzursuzluk adım atmama izin vermiyordu, Nur gülümseyerek yanıma gelip koluma dokundu.

"Hadi içeriye girelim, üşüdük." Sessiz kalkıp başımı sallayıp yanında onunla birlikte ilerlemeye başladım, hemen yanımda olan adam sessizce bize eşlik ediyordu.

Büyük cam kapıdan içeriye girdiğimizde bakışlarım etrafta gezindi. Duvarlarda asılı olan resimler ilgi çeken türdendi, hepsinin ayrı manası ayrı anlamı vardı.

Çekingen bir şekilde öylece onlara ayak uyduruyordum. İçimdeki huzursuzluk beni etkisi altına alıyordu her gecen saniye.

"Bu resim Alkan'a ait." Nur'un eliyle işaret ettiği resmin önünde durup dikkatli bir şekilde resmi inceledim. Kelebeğin içine saklanmış sırtları birbirine yaslı bir kadın ve adamın resmi vardı. Tek kaşımı kaldırarak resme bakmaya devam ettim, kadının gözünden yaş akarken adamın gözünden kan akıyordu.

"Nur gelmişsin." Duyduğum kalın erkek sesiyle başım benden bağımsız o yöne dönmüştü. 1.85 boylarında tahminen 25 yaşarın da esmer bir adam gülümseyerek Nur'a bakıyordu.

"Geleceğimi söylemiştim." Nur utangaç bir şekilde gülümseyip yüzüne düşen sarı saç tutamını geriye attı. Adamın bakışları yan yana duran Yavuz Selim ve beni bulduğunda yüzündeki gülümseme silinmişti, sanırım Yavuz Selim'i görmeyi beklemiyordu.

"Merhaba Yavuz Selim." Yavuz Selim elinin tekini cebine koyup tepkisiz gözlerle karşısındaki adama baktı, adam cevap alamayacağını anlayınca bu kez bakışları beni buldu.

"Merhaba güzel bayan ben Nur'un arkadaşı Alkan." Elini bana uzatıp içtenlikle gülümsediğinde çekingen bir şekilde elimi ona uzatacağım esnada Alkan'ın eline başka bir el vurarak elin düşmesine sebep oldu.

"Eline koluna sahip çık." Yavuz Selim dişlerinin arasından adeta tıslayarak konuşmasıyla yersiz sinirlenmesine kaşlarımı çattım.

"Ah sizlerde mi buradasınız.?" Duyduğum ince kadın sesiyle başımı yana çevirdiğim esnada poyrazı ve yanında bulunan esmer bir kadını gördüm.

Kadın yüzündeki emanet gülümsemeyle bize bakıyordu. bakışlarım Nur'a döndüğünde az önceki neşeli halinden eser kalmadığını gördüm. Başını bir suçlu gibi önüne eğmiş öylece yere bakıyordu.

"Hayırdır kardeşim." Diye sordu Poyraz sert erkeksi sesiyle Yavuz Selim'e hitaben. Yavuz Selim kaşlarıyla Nur'un yanında duran Alkan'ı gösterip sert sesiyle konuştu.

"Nur'un arkadaşı oluyor kendisi, sergiye Nur'u davet etmiş geldik işte." Poyrazın bakışları Nur ve Alkan üzerinde dolaşırken Alkan elini Poyraz'a uzattı.

"Alkan." Diyerek kendisini tanıttı. Poyraz sert yüz ifadesiyle pantolonun cebindeki elini çıkarıp Alkan'a uzattım.

"Poyraz." Yüz ifadesi kadar sert sesiyle konuşup adeta bir buz kütlesini andıran gözleriyle karşısındaki adama baktı. Alkan yüzüne yerleştirdiği alaycı gülüşle ona bakıp başını usul usul sallayıp elini Poyraz'dan kurtardı.

"Bizi kimse tanıştırmayacak sanırım ben Sude, Poyrazın kız arkadaşıyım." Bir anda önüme uzatılan elle şaşırsam da bunu göstermeden bakışlarım elin sahibine tutundu. Sude yüzündeki emanet gülüşle bana bakarken bakışlarım eline düştü, bu eli tutmak istemiyordum sebepsizce. Yavaşça yutkunup dilimi kuruyan dudaklarımın üzerinde gezdirip onun yaptığı gibi yüzüme yerleştirdiğim emanet gülüşle ona baktım.

"Ezka, Nur'un kuzeniyim." Eli havada kalan kadın bozularak elini indirdiğinde herkes bu hareketime şaşırsa da kanımın ısınmadığı bir insana yapmacık hareketler yaparak onu kandırmak istemezdim. Gözlerini kısarak baktığında mavi gözlerimi açarak baktım ona.

"Nur sergiyi sana gezdirmemi ister misin.?" Alkan'ın Nur'a sorduğu soruyla dakikalardır başı öne eğik olan Nur başını kaldırıp Alkan'a bakıp başını olumlu anlamda sallayarak dudaklarını araladığı esnada kelimeler adeta ağzına geri tıkanmıştı.

"Uzun zaman oldu görüşmeyeli Nur nasılsın.?" Sude'nin sorduğu soruyla Nur gözlerindeki sönüş ışıkla ona baktı.

"İyiyim Sude abla sen nasılsın.?" Diye sordu oldukça kısık sesiyle. Karşısında sevdiği adam duruyordu ama sevdiği kadınla bu oldukça can yakıcı bir şey olmalıydı, öyle ki onları görene kadar mutluluk saçan kız bir anda yanan mum gibi sönmüştü. Sude yüzüne yerleştirdiği alaycı gülüşe tüm zehrini üzerine akıttı adeta Nur'un

"Bana abla diyorsun ama abla dediğin kişinin sevdiği adamı seviyorsun bu nasıl iş Nur.?" Sude'nin söylediği her kelime ortaya bomba gibi düşerken herkes şaşkınlıkla birbirine bakıyordu. Nur duyduğu şeylerle sertçe yutkunup titreyen dudaklarını birbirine bastırıp dolan mavileriyle baktı karşısındaki çifte.

"Sude sus." Poyraz sert sesiyle Sude'yi uyarsa da o bunu umursamayıp zehrini kustu.

"Ağabey dediğin adamı sevmemelisin Nur." Nur gözlerinden düşen bir damla yaşla başını yan tarafa çevirip acıyla gözlerine kapatıp ellerini sıktı.

"Sana sus dedim Sude." Poyrazın adeta kükremesiyle herkesin bakışları bize dönmüştü, Sude irkilerek yanındaki adama dönüp konuşmak için dudaklarını araladığı esnada Poyrazın alev alan gözlerini görünce susmuştu.

Alkan, Nur'un kolundan tutup kimseye bir şey söylemeden onu dışarıya doğru yürütmeye başladı. Yavuz Selim sinirden kasılmış yüz ifadesiyle karşısındaki adama baktı.

"Salak adam gördüm de senin gibisinde ilk kez görüyorum Poyraz." Poyraza doğru bir adım atıp adeta tıslarcasına konuştu. "Sana dost olarak bir tavsiye vereyim kardeşim, sen ilk olarak şu yanındakinden kurtul o sana gelmez."

Elime dolanan parmaklar beni peşinden çekiştirdiğinde ayağımdaki topuklar buna pek izin vermiyordu, koşar adımlarla arkasından ilerliyordum.

"Yavaşla biraz." Diye itirazda bulunsam da beni duymamıştı bile.

"Yavuz Selim dur." Sert sesimle konuştuğumda çoktan dışarıya çıkmıştık. Sert sesim onun yavaşlamasına sebep olurken asi bir şekilde elimi ondan kurtarıp öfkeyle konuşacağım esnada gördüğüm adamla bacaklarım kokudan titremişti.

Korkuyla yutkunup az önce bıraktığım buz tutmuş ele dokundum, korkudan bedenim titrerken katilimi karşımda görmek başımdaki ağıyı keskin bir şekilde bana hissettirmişti. Korkudan dolan gözlerimle ona bakarken o beni fark etmemişti, Yavuz Selim değişen ruh halime anlam veremeyerek baktığım yere bakmasıyla parmak uçlarımla tuttuğum elini elime dolayıp hızla önüme geçip görüş acımı kapattı.

Dolan mavi gözlerimle başımı kaldırarak ona baktım, öfkeden koyulaşmış kahverengi gözleri mavilerimi görünce yerini şefkate bıraktı.

Kulaklarıma dolan o adamın çirkin sesi annemi ve babamı benden aldığı o anı bir bir gözlerimin önüne dökmüştü. Gittikçe yaklaşan sesiyle Yavuz Selim başımı göğsüne yaslayıp yüzümü kapatacak şekilde sıkıca bana sarıldı. Bedenim acı içinde can çekişirken kolları arasında olduğum adama sarıldım teselliyi onun kollarında bulmak umuduyla.

Loading...
0%