@eminefuruncu
|
Hatalarım varsa kusura bakmayın, keyifli okumlar dilerim Yüzüme savrulan geçmişin acı izleri beni amansızca ele geçirmişti. Yaşadığım acı dolu kara gece kirli bir çarşaf gibi gözlerimin önüne serilmişti. O adam ailemi açımdan benden almıştı, beni savunmasız ve kimsesiz bırakmıştı. Ailemin katilini görmek bedenimi ateşlerin ortasına atmıştı sanki. Boğazıma takılı kalan nefesim beni öldürmek istiyordu sanki. İçimde hissettiğim kara boşluk beni yavaş yavaş içine çekerken ona mani olamıyordum. Elimin altındaki ceketi ondan güç almak istercesine sıktım. Başımda hissettiğim keskin ağrı acıyla gözlerimi kapatmama sebep olmuştu. Gözlerimden düşen her damla yaş bunları yaşamama sebep olan adama nefretimi körüklüyordu. Dudaklarımın üzerinde sıcaklıkla başımı ondan uzaklaştırıp titreyen parmaklarımı dudaklarımın üzerine değdirdim. Parmaklarıma bulaşan kan korkmama sebep olmuştu, daha öncede burnumdan kan gelmişti lakin ben bu duruma alışmayacaktım sanırım. Gözlerimin önüne çöken sis bulutuyla parmaklarıma bulaşan kana öylece baktım. Bana öleceğimi hatırlatan kana. "Ezka." Diye konuştu Yavuz Selim korkunun sardığı ses tonuyla. Benim için korkuyor, benim için telaşlanıyordu beni korumaya çalışan bu adamı hatırlamamak şu körpe yüreğimi acıtıyordu. Başımı kaldırıp ona baktığımda gözlerindeki telaşa şahit olmuştum, ona acı bir şekilde gülümseyip başımı yan tarafa çevirdim. Elime bulaşan kanı elbiseme sildim. İçimdeki yorgunluk ve mutsuzluk gittikçe büyüyordu. Bir gün içimdeki yorgunluğa yenilmekten çok korkuyordum. "Beni eve götürür müsün.?" Diye sordum yorgun çıkan sesimle. "Götürürüm." Titreyen bacaklarım beni taşımakta zorlanırken bir adım atıp ilerlediğim esnada onunla göz göze gelmiştim, hayatımı çalan adamla. Titreyen ellerim yumruk yaparak tırnaklarımın etime batmasına izin verdim, bedenim bir enkazın altında kalmış gibi can çekişirken buz tutmuş mavi gözlerimle ona baktım. Kıstığı gözleriyle bana bakıyordu, hatırlamaya çalışırcasına. Tek kaşı yukarıya kalkarken dudakları şaşkınlıkla aralanmıştı. Beni gördüğüne neden bu kadar şaşırmıştı ki, insan hayatını altüst ettiği birisini görünce şaşır mıydı hiç?. Kolumda hissettiğim narin dokunuşla başımı uyuşuk bir şekilde çevirip oraya baktım. Yavuz Selim parmak uçlarıyla koluma dokunuyordu, sanki dokunmaktan korkarcasına. Ona baktığımda öfkenin ele geçirdiği yüz ifadesiyle adama bakıyordu, gözlerindeki öfke karşımızdaki adamı öldürecek kadar çoktu. "Gidelim." Kolumdan tutup telaşla yürümeye başladığında peşi sıra bende yürüyordum. Adımları o kadar hızlıydı ki ona yetişmekte güçlük çekiyordum. "Yavaşla biraz." Diye ikazda bulunsam da o beni duymamış gibi hızlı adımlarla ilerlemeye devam ediyordu. Ayağımdaki topuklular canımı yakarken dönen başım yürümeme engel oluyordu. Attığım her adımda yer ayağımın altından kayıyordu sanki. "Yavuz Selim." Gittikçe kısılan sesim fısıldar gibi çıkmıştı. Kendimi hiç iyi hissetmiyordum, her an bayılacakmışım gibi hissediyordum. Attığım titrek adımla ayağımın boşluğa düşer gibi düşmesiyle bedenim öne doğru savrulmuştu. Başım Yavuz Selim'in sırtına çarptığında acıyla inledim. Yavuz Selim telaşla bana döndüğünde yorgun gözlerle ona baktım. "İyi misin?" Diye sordu telaşlı sesiyle. Başımda gittikçe artan ağrıya ve dönen başıma inat başımı usulca olumlu anlamda salladım, lakin yüzüm benimle aynı şeyi söylemediğini Yavuz Selim'in bakışlarından anlamıştım. "İyi değilsin." Diye konuştu sert sesiyle. Başımı olumsuz anlamda salladım. "İyiyim." Değildim Ailemin katiliyle karşılaştığım için hiç iyi değildim. Geçmişimi benden çalan adamı gördüğüm için badenim can çekişiyordu adeta. Bana doğru bir adım atıp tereddütle elini koluma koyup derin bir nefes aldı. "İyi olmadığını görebiliyorum ama buradan biran önce gitmeliyiz." Başımı sallayıp onu onayladım. Ne için telaş yaptığını bilmesem de ona itiraz etmeyip arabaya binip oradan ayrılmamızı bekledim. Yorgunlukla başımı koltuğa yaslayıp gözlerimi kapattım, kendimi bir odaya kapatıp avazım çıktığı kadar ağlamak istiyordum, ağlayıp içimdeki her şeyi kusmak istiyordum. Biranda aklıma gelen Nurla hızla gözlerimi açıp ona baktım. Parmaklarını ritmik bir şekilde direksiyona vururken sinirli ve düşünceli duruyordu. "Nur'u unuttuk." Bakışları kasa biran beni bulup tekrar önüne döndü. "Unutmadık, Alkan getirecek onu." Tek kaşımı kaldırarak ona baktım. Bu duruma şaşırsam da sessiz kalmayı seçmiştim, konuşmaya bile halim yoktu. Ama içimdeki merak tohumları beni rahat bırakmıyordu, kuruyan dudaklarımı dilimle ıslatıp ellerimi birbirine kenetleyip dizlerimin üzerine koydum. "O adam beni gördüğünde neden şaşırdı.?" Diye sordum sakin sesimle. Direksiyona vurduğu parmakları sorumu duyduğunda durmuştu. Bakışlarını kısa biran bana çevirip tekrar önüne döndü. Sorduğum soru havada asılı kalırken kasılan çenesiyle tekrardan sinirlendiğini fark etmiştim. "Çünkü o adam senin öldüğünü sanıyordu." Şaşkınlıkla aralanan gözlerimle ona baktım. "Ne.?" Diye sordum şaşkınlıkla. Derin bir nefes alıp uzun parmaklarıyla direksiyonu kavrayıp sıktı. "Bunu daha sonra konuşuruz." Beni geçiştirdiğinin farkındaydım bazı şeyleri bana anlatmaktan kaçtıklarının da, sanırım öğrenebilmem için hafızamın yerine gelmesi gerekiyordu. "Hayır ben şimdi öğrenmek istiyorum." Arabanın durmasıyla başımı çevirip etrafıma baktım, eve gelmiştik. Arabadan inmek için hamle yaptığında hızla kolundan tutup bana bakmasını sağladım "Öğrenmek istiyorum." Kahverengi gözleri önce yüzüme sonra koluna doladığım parmaklarıma değdiğinde hazla elimi ondan ayırdım. Bakışlarımı ondan ayırıp önüme döndüm, derin bir nefes alıp sert sesiyle konuşmasıyla ona döndüm. "Sana tanıştığımız ilk gün bazı hatırlamadığın şeyler var demiştim o hatırlamadığın şeylerden bir tanesi de bu adamın seni kaçırmış olması. Senin öldüğünü düşünüyordu çünkü sen ondan kaçıp kurtulmayı başardın ama kaçarken başından ağır darbe aldın." Usulca yutkunup bakışlarını bana çevirdiğinde gözlerimin önüne gelen bir filimin sahneleri gibi kesik kesik görüntüler acıyla yutkunmama sağladı. "Seni ondan koruya bilmek için seni ölmüş gibi gösterdik, ancak bu şekilde seni aramaktan vazgeçmişti ama şimdi..." Gözümden benden bağımsız bir şekilde akan gözyaşım acıyla gülümsememe sebep oldu. Hissettiğim bu şey neydi? korkumu? yoksa çaresizlik mi? Ruhumu öldürdüğü gibi bedenimi de öldürmek isteyen bir celladım vardı. Bana kahverengi gözlerindeki hüzünle bakan adama öylece baktım. Benim için üzülüyordu, şu aciz halime üzülüyordu. "Son bir şey daha sorabilir miyim.?" "Sor." "Onu gördüğünde neden telaş yaptın.?" Sorduğum soruyla gözlerini benden ayırıp önüne döndü. Bakışları boşlukta kaybolurken usulca yutkunup gözlerini kapatıp açtı, sorduğum soru ona ağır gelmiş gibi heybetli duran omuzları düşmüş, kahverengi gözleri boşlukta asılı kalmıştı. Başımı usulca sallayıp önüme döndüm. "Peki." Diyerek arabanın kapısını açıp arabadan inip yorgun adımlarla eve doğru yürümeye başladım. Sırtımda dolaşan bakışların altında ezildiğimi hissediyor ama geriye dönüp bakamıyordum. Kan bulaşan parmaklarımı zile değdirip kapının açılmasını bekledim. Kısa süre sonra kapı teyzem tarafından açıldığında beni görmesiyle şaşkınlıkla aralanan gözlerini umursaman hızla yanından geçip yorgun adımlarla odama girip sırımı kapıya yasladım. Gözlerimden akan bir damla yaş içimdeki acının en büyük göstergesiydi. Bir zamanlar sevgiyle dolup taşan bu kalbim şimdi yalnızlığın içinde savruluyordu, annem ve babamın sevgisini hissetmeden yaşamak insanı yalnız ve çaresiz hissettiriyordu. Ben annemi ve babamı özlemiştim, ben geçmişimi özlemiştim. Ayağımdaki ayakkabıları çıkartıp yorgun adımlarla dolaba yaklaşıp içerisinden çıkardığım pijama takımını uyuşup hareketlerle giyinip soğuk yatağa yatıp bacaklarımı karnıma çekerek sessizce ağladım. Ağladığım zaman saçlarımı okşayacak bir annem yoktu, düştüğüm zaman beni kaldıracak bir babam yoktu. Onları benden alan kalbi kötülük dolu olan adam farkında olmadan beni de öldürmüştü. Gittikçe şiddetlenen baş ağrım uyumam zorlasa da yine de gözlerimi sıkıca kapattım. Dakikalar amansızca birbirini kovalarken göz kapaklarım gittikçe ağırlaşıyordu. Kapının açılma sesini duyduğumda yorgun düşen gözlerimi aralayamadım. Gittikçe bana yaklaşan adım seslerini duyuyor ama gözlerimi açamıyordum, belki de uyuduğumu sanıp gitmesini istiyordum gelen kişinin. Adımlar yatağın kenarında durduğunda aldığım kokuyla kaşlarımı çatmak istedim, burnuma dolan buram buram karamel kokusu Yavuz Selim'e aitti. Bu koku sebepsizce beni heyecanlandırmıştı. Yüzümde dolaşan bakışlarını hissedebiliyordum, kirpiklerimi kıpırdatmamak için kendimle savaşıyordum adeta. Yatağın kenarının çöktüğünü hissettim. Kalbimde hissettiğim amansız hissin ne olduğunu anlayamamıştım. "Ağlamışsın yine." Kısık sesiyle konuşup aldığı nefesi titrek bir şekilde verdi. Sağ elimin üzerinde hissettiğim dokunuşla elimi çekmek istesem de çekmemiştim. Parmak uçları yüzük parmağımın üzerinde dolaştı usul usul, daha öncede ben uyurken yanıma geldiğinde yine yüzük parmağıma dokunmuştu, içten içe bunu neden yaptığını merak etmeye başlamıştım. "Beni karanlıktan aydınlığa çıkardıktan sonra tekrardan o karanlığa hapis etmenden korkuyorum." Acı çeker gibi konuşup aldığı derin nefesle sustu. Sessizlik kulaklarımızı tırmalarken parmağımdaki dokunuş usulca yok oldu. "Ölü bir adamı daha çok öldürme." Oturduğu yerden kalkıp geldiği gibi sessizce gitmişti. Ne söylemek istemişti? Ben onu neden öldüreyim ki.? Gözlerimi açarak çatık kaşlarımla arkasından baktım. Derin bir nefes alıp diğer tarafıma dönerek gözlerimi sıkıca kapattım. Ne söylemek istediğini elbet bir gün öğrenecektim, yorgun olan bedenime daha fazla dayanamayarak gözlerimi kapatıp kendimi uykunun kollarına bıraktım. ########## Gözlerimi usulca aralayıp durgun bakışlarımı sessizliğin kulakları tırmaladığı odada gezdirdim. Bedenim tonlarca yükün altında kalmış gibi yorgundu, nefes almaya bile halim kalmamıştı. Kirpiklerimi usul usul kapatıp açarak karşımdaki cama baktım. Yağan her yağmur damlası cama vuruyor ardından kayboluyordu, kapalı olan gökyüzü sanki bize küsmüş gibiydi. Düşen her yağmur damlasında bize küskünlüğünü anlatmaya çalışıyordu. Derin bir nefes alarak yattığım yatakta doğrulup sırtımı yatak başlığına yasladım. Bakışlarım duvarda asılı olan saate kaydığında 12:35 olduğunu gördüm, gözlerim şaşkınlıkla aralandı, bu saate kadar nasıl uyudum ben. Üzerimdeki yorganı kenara itip ayaklarımı yataktan sarkıttım. Çıplak ayaklarımın zemine değmesiyle bir an irkilsem de bunu umursamayıp yataktan kalkıp banyoya doğru ilerledim. Banyoya girip kapıyı ardımdan kapattım. Aynaya değen yansımamla dudaklarım acıyla kıvrılmıştı, aynadaki yansımam tüm çaresizliğimi kanıtlar nitelikteydi. Uyuşuk bir şekilde üzerimdeki kıyafetleri çıkartıp duşa kabine girip kendimi sıcak suyun altına bıraktım Taş kesilen bedenim sıcak suyun etkisiyle şeker gibi erimişti adeta. Başımı duvara yaslayıp kulaklarımda yankılanıp duran kelimeler gözlerimi sıkıca kapatmama sebep olmuştu. 'Ölü olan bu adamı daha çok öldürme.' Ne söylemek istediğini, neyi kast ettiğini anlayamıyordum. Karşısına çıkıp neden öyle söyledin diye sormamak için ayaklarıma prangalar vuruyordum. Aklımdaki soruları bir kenara atıp kısa bir duş alıp dolaptan aldığım beyaz havluyu bedenime dolayıp banyodan çıktım. Saçlarımdan damlayan her su damlası parkeye damlıyor sesi odanın içinde dağılıyordu. Uyuşuk adımlarla dolabın önüne geçip çıkardığım iç çamaşırlarını giyinip kot pantolon ve lila rengi önünde yazıları olan sweat giyindim. Islak saçlarımı sweatin altından çıkartıp kısaca kurutup sıkı olmayan bir at kuyruğu yaptım. Ayaklarıma beyaz çoraplarımı giyinip kenarda duran terlikleri giyinip odadan çıktım. Salondan gelen konuşma sesleriyle adımlarımı oraya yönelmişti. Yüzüme düşen bir tutam saçımı kulağımın arkasına koyup salona girdim. Adım seslerimi duyan teyzem ve eniştemin bakışları bana döndüğünde utanarak gözlerimi onlardan kaçırdım. "Günaydın canım." Diye konuştu teyzem yüzüne kondurduğu sıcak tebessümle. "Günaydın." Diyerek karşılık verdim kısık sesimle. Bakışlarım salonda dolaştığında Nur'un olmadığını fark ettim. Usul adımlarla teyzemin yanına adımlayıp koltuğun boş tarafına oturdum. "Nur nerede.?" Diye sordum merak dolu sesimle. Teyzem sorduğum soruyla derin bir nefes alıp omuzlarını düşürerek arkasına yaslandı. "Odasında sabahtan beri çıkaramadım bir türlü, bir şeye üzülmüş belli yoksa böyle kapatmazdı kendisini." Dün akşamın aklıma gelmesiyle kendimi kötü hissetmiştim o kadının söylediği sözler yüzünden şuan bu haldeydi lakin ben kendi derdime düşüp onu teselli edememiştim. Biranda oturduğum yerden kalkıp geriye doğru bir adım atmamla teyzem anlamayan bakışlarla bana bakmıştı. Ellerimi birbirine dolayıp kuruyan dudaklarımı ıslattım. "Ben bir Nur'a bakayım." Diyerek oradan ayrılıp Nur'un odasına doğru ilerledim. Odanın önüne geldiğimde duran adımlarımla derin bir nefes aldım onu nasıl teselli edeceğimi bile bilmiyordum. Kapıyı çalıp bir şey söylemesini bekledim ama içeriden herhangi bir ses gelmemişti, tekrar çaldığımda aldığım cevap aynı olmuştu. Girip girmemek arasında sıkışıp kalan benliğim girmeyi seçmişti. yavaş bir şekilde kapıyı açıp içeriye girdim. Odanın içindeki sessizlik kulaklarımı tırmalıyordu. Kapıyı ardımdan kapatıp yavaş adımlarla ilerlediğimde yatakta yatan Nur'u gördüm. Beyaz nevresim takımından sadece sarı saçları gözüküyordu, kısa sarı saçları tel tel beyaz yastığın üzerine serilmişti. Adımlarım yatağın kenarında durduğunda bakışlarım yüzüne değdi. Ağlamaktan kızaran mavi gözlerini kırpmadan karşısındaki camdan yağan yağmuru izliyordu, yada ben öyle sanıyordum. Yatağın boş tarafına oturup elimi uzatarak yüzüne dökülen sarı saçlarını geriye doğru ittim. "Nur." Diye fısıldadım kısık sesimle. Bakışları kısa biran bana değip tekrar önüne dönmüştü, narin kalbi kırılmıştı ama onu tamir edecek kimse yoktu yada onu tamir edecek kişi yoktu. "İyi misin.?" Diye sordum saçma bir olduğunu bile bile. Kurumuş pembe dudaklarının üzerinde ölü bir gülüş gün yüzüne çıktı. Gri bulutların esir aldığı mavi gözleri beni bulduğunda gri bulutlarından bir yağmur damlası düştü. "İyiyim." Diye konuştu kısık sesiyle. Ağlamaktan kısılan sesi her şeyi anlatıyordu aslında, sert bir şekilde yutkunarak ona baktım. "Biliyor musun kalbim daha öncede kırılmıştı ama bu kez çok acıttı." Titreyen dudaklarını birbirine bastırıp gözlerini sıkıca kapatarak gözyaşlarını akıttı. "Ben ona onu sevdiğimi bile söylemedim, o benim ona olan bakışlarımdan anlamış onu sevdiğimi. sonra beni uyardı onda kardeşten öteye yüzüme acımasızca vurdu. Zaten hiçbir zaman ona yakın olmamıştım ben hep onu uzaktan sessizce sevdim, o'da o kadını sevdi." Elimi elinin üzerine koyup güven verircesine sıktım. Bir yağmur misali akıyordu gözyaşları. Düğümlenen boğazım konuşmamı engelliyordu, söyleyeceğim her kelime birer birer boğazıma takılıyordu. "Ben hiç utanmayacağım kadar utandım orada, yer yarılsa da içine girsem dedim. Benim ona olan zararsız sevgimi bile çok görüp sevdiği kadına anlatıp alay konusu etmişler belli ki beni aralarında." "Belki de o söylememiştir." Diye konuşurken buldum biran kendimi. Neden böyle bir şey söylemiştim bilmiyorum. Nur kızarmış gözlerini bana çevirip omuzunu umursamazca kaldırıp indirdi. "Onu sevdiğimi ondan başka kimse bilmiyordu ki." Masum sesi acıyı cüretkarca kucaklamıştı. Elini yatağın yaslayıp doğrularak yatakta oturup sırtını yatak başlığına yasladı. "Benim sevgim onun için bir çöpten farksızmış onu anladım." Gözümden düşen bir damla yaşla ona yaklaşıp sıkıca sarıldım ona. "Seni değersiz göreni sende değersiz gör." Başını boynuma yaslayıp hıçkırarak konuştu. "Kalbim söz dinlemiyor ki, biliyorum yanlış o başkasını seviyor ama ben onu uzaktan seviyorum, karşılıksız kalbimin kırılacağını bile bile." Dakikalar peşi sıra kovalayarak akıp giderken Nur kollarımın arasında tüm kırgınlığıyla ağlamıştı dakikalarca. Dakikalar sonra kollarım arasından ayrılan kız dudaklarının üzerine yerleştirdiği emanet tebessümle bana baktı. "Sanırım ağlamak beni acıktırdı." Tek kaşımı kaldırarak ona baktığımda yataktan çıkmış dolaba ilerliyordu. Dolabın kapağını açıp içeresinden siyah bir kot pantolon ve kırmızı bir kazak alıp banyoya girdi. Dakikalar sonra banyodan çıktığında yüzündeki emanet gülüş hala onunlaydı. Ayanın karşısına geçip birbirine giren sarı saçlarını tarayıp kısa saçlarını serbest bırakıp kâküllerini düzeltip bana doğru ilerledi, iyi gibi görünmeye çalışsa da kızarmış gözleri her şeyi anlatıyordu. "Hadi kahvaltı yapalım." Cevap vermemi beklemeyip odadan çıktığında bende peşinden çıkmıştım odadan. Adımlarım mutfakta durduğunda Nur'un kahvaltı hazırladığını gördüm, yanına ilerleyip hazırlamasına yardım etmeye başladığımda teyzem mutfağa girmişti. "Oooo Nur hanım sonunda odanızdan çıkabilmişsiniz." Teyzemin şakacı sesiyle gözlerini annesinden kaçırarak gülmüştü, Gülüşünün altında yatan ölümü saklamaya çalışmak istercesine. Nur elindeki çaydanlığı masanın üzerine koyup konuyu değiştirerek konuştu. "Yavuz Selim abim nerede? Hafta sonu bugün, evde olurdu genelde hafta sonları." Teyzem boş sandalyeye oturup arkasına yaslandı. Elime aldığım tabağı masaya koymak için adım attığımda söylediği şeyle adımlarım donmuştu adeta. "Kendi evine taşındı." Bedenimde hissettiğim anlam vermediğim his beni içine çekerken kendimi boşluğa düşmüş gibi hissetmiştim. Neden böyle olmuştu, neden hatırlamadığım bir adamın gidişi beni bu denli yalnız hissettirmişti. "Ne? Neden bize gidiyorum demedi.?" Nur'un peş peşe sorduğu sorularla boşlukta savrulan bakışlarım onlara kaymıştı. Gözlerimi kapatıp açarak derin bir nefes alıp elimdeki tabağı masaya koyup önümdeki sandalyeye oturdum. "Abartma Nur altüstü yan eve taşındı, duyanda ülkeyi terk etti sanır." Sessiz bir şekilde aralarındaki konuşmayı dinlerken teyzemin dediği şeyle gözlerim şaşkınlıkla aralandı. "Yan ev mi.?" Diye sordum şaşkın sesimle. Nur başını usul usul sallayıp başıyla camdan dışarıyı göstermesiyle oraya baktım. "Evet bak oradaki ev." İki evin arasında bahçeyi ayıran bir çit vardı. Onun bu kadar yakında olduğunu öğrenmek içimdeki küçük kızı mutlu etmişti. Bunun sebebini bende bilmiyordum, sanırım geçmişimde izler taşıyan o adamın geçmişimdeki yerini bilmek istediğim içindi. Başımı usulca sallayıp Nur'u onaylayıp önüme dönüp kahvaltımı yapmaya devam ettim. "Kahvaltımızı yaptıktan sonra yanına gidelim mi.?" Tabağımdaki bakışlarımı kaldırıp Nur'a baktığımda kabul etmemi isteyen gözlerle bana bakıyordu, usulca yutkunup gözlerimi ondan kaçırdım. "Şey benim biraz başım ağrıyor." Dudaklarımın arasından dökülen kelimeler yalan değil gerçekti, başımdaki keskin ağrı benim yakamı biran bile bırakmıyordu. "Yaa lütfen çok kalmayız." Parıldayan mavi gözleri umutla bana bakıyordu. Onu kırmak istemeyen yanım galip gelmişti. Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı olumlu anlamda salladım. "Peki gidelim." Ağlamaktan içleri kızarmış mavi gözleriyle bana gülümseyip kahvaltısını yapmaya devam etti. Sessizce yaptığımız kahvaltının ardından birlikte masayı toplayıp kirli bulaşıkları makineye yerleştirmiştik. Ellerimi kurulayıp camdan dışarıya baktığımda hala yağmur yağdığını gördüm. "Hala yağmur yağıyor." Diye fısıldadım sessiz sesimle. Yanımda olan hareketlilikle oraya döndüğümde Nur'un yanıma geldiğini gördüm. "Olsun gel hadi." Kolumdan tutup çekiştirerek mutfaktan çıkarak çıkışa doğru ilerledi adımları. Portmantonun önünde durduğunda ayağındaki terlikleri çıkartıp ayakkabılarını giyinip kenardaki şemsiyeyi eline almasıyla ona uyarak terliklerimi çıkartıp ayakkabılarımı giyindim. Kapıyı açıp dışarıya bir adım atmamla soğuğu iliklerime kadar hissetmiştim. Yüzüme düşen yağmur damlaları beni gülümsetirken esen rüzgar yüzüme birkaç saç tutamını amansızca savuruyordu. Kolumdan tutulup çekilmemle gözlerim şaşkınlıkla aralanmıştı. Nur koluma girip aceleci adımlarla iki bahçeyi birbirine bağlayan çitlerin ortasında bulunan kapıyı açıp onun evinin bahçesine geçmemizi sağladı. "Islanacağız şaşkın şey hızlı ol." Başımızda tutuğu şemsiye bizi tam olarak koruyamadığı içindi bu telaşı. Onun bu haline gülümseyip ona ayak uydurarak hızlı adımlarla ilerledim. İki evin arasında toplasan 15-20 ancak vardı. Adımlarımız kapının önünde durduğunda elimle hafif ıslanmış saçlarımı sildim. Nur'un kapıyı çalmasını beklerken o cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açmaya kalktığında şaşkınlıkla ona baktım. "Ne yapıyorsun? Kapıyı çalsana." Kolunu tutup kapıyı açmasına mani oldum. Nur bakışlarını bana çevirip gözleriyle anahtarı gösterip konuştu. "Bu anahtarı bize o verdi zaten, istediğimiz zaman gelelim diye." "Bence yine de zili çalmalıyız." Nur omuzunu silkip umursamazca konuştu. "Eğer zili çalacaksam o zaman niye bize bu anahtarı verdi." Kapıyı açıp eve girmesiyle karasız bir şekilde ona baktım. Bunun hala iyi bir fikir olmadığını düşünüyordum, müsait olup olmadığını bile bilmiyorduk. Nur elindeki şemsiyeyi kenara bırakıp kolumdan tutarak beni içeriye çekti. Evin içindeki sessizlik bile beni rahatsız ediyordu. Ayakkabılarımız çıkartıp ilerlemeye başladığımızda bakışlarım evde dolaşıyordu. Evi ağırlıklı olarak gri tonlarla dizayn edilmişti. Adımlarımız ilerledikçe kulaklarıma dolan konuşma sesleri kaşlarımı derinden çatmama sebep olmuştu. Adımlarımız geniş salonun önünde durdu yavaşça. Yavuz Selin ve Poyrazın karşılıklı oturmuş bir şekilde konuşurken buldu gözlerimiz. Yavuz Selim kaşları çatık bir şekilde Poyraz'a bakıyor Poyraz ise dalgın bir şekilde önündeki orta sehpaya bakıyordu. "Ben sadece onu üzmek istememiştim ama görüyorum ki onu en çok üzün ben oldum." Poyraz'ın sert sesiyle söylediği şeyle bakışlarım yanımdaki Nur'a kaydı. Nur sıkıca sıktığı yumruğuyla acıyla yutkunup, dolu dolu olan gözlerini sıkıca kapattı. Gözünden süzülen yaşları elinin tersiyle silip geriye doğru adım atmasıyla gideceğini anlayıp hızla kolunu tutup kaşlarımı olumsuz anlamda salladım. Kaçması gereken kişi o değildi. Bana dolu dolu gözleriyle bakıp başını olumsuz anlamda salladığında salona doğru bir adım atıp onu da kolundan çekerek gelmesini sağladım. "Hadi Nur." Başını olumsuz anlamda sallayıp geriye doğru bir adım atmak istediğinde kolunu tutan elim buna mani oldu. Başımı çevirip salona baktığımda Yavuz Seliminde Poyrazında şaşkın gözlerle bize baktığını gördüm. Nur'un koluna doladığım parmaklarımı çözüp ona baktığımda onunda onlara baktığını gördüm. Serçe yutkunup yüzüne yerleştirdiği yalancı gülüşle salona girip Yavuz Selim'in yanına oturmasıyla bende boş olan tekli koltuğa oturdum. "Ne zaman geldiniz siz, duymadık hiç." Diye sordu Yavuz Selim sakin sesiyle. Nur elindeki anahtarı gösterip yüzüne dökülen sarı saçlarını kulağının arkasına koydu. "Az önce, oysaki gelirken sessizde gelmemiştik." Kırgın çıkan sesini saklamaya çalışsa da boşunaydı. Mavi gözleri karşısındaki adama asla değmezken karşısındaki adam ona bakıyordu. Yavuz Selim başını olumlu anlamda sallayıp başını çevirmesiyle gözleri gözlerime takılı kalmıştı. Kulaklarımda çınlayan sesi gözlerimi ondan kaçırmama sebep olmuştu. Bakışlarımı ellerime düşürdüğümde bu kez dün akşamki dokunuş gelmişti aklıma. Parmağım benden bağımsız bir şekilde yüzük parmağıma dokundu. Etrafa yayılan sessizlik içimi daralmıştı. Başımı kaldırıp bakışlarımı etrafta gezdirdim, salonda bulunan boydan boya kitaplık en dikkat çekici şeydi belki de. Gözlerim benden bağımsız ona tutunduğunda yine göz göze gelmiştik. Gözlerindeki dipsiz kuyu beni anbean içine çekiyordu. Gözlerindeki ifadesizlik ne hissettiğini, ne düşündüğünü anlamama engel oluyordu, gözlerinin bir yanı gece bir yanı gündüz arasında sıkışıp kalmıştı sanki. Usulca yutkunup bakışlarımı ondan ayırıp salonun bahçeye bakan boydan boya camlarına sıkışıp kalmıştı sanki. Yayılıp giden kasvetli havayı peş peşe çalan zil bozmuştu. Yavuz Selim ağır hareketlerle oturduğu yerden kalkıp kapıya doğru ilerleyip gözden kayboldu. Salona giren teyzem ve eniştemle herkesin bakışları oraya dönmüştü. Nur annesinin telaşlı halini görmesiyle oturduğu yerden kalktı. "Babaannen fenalaşmış biz şimdi Trabzon'a gidiyoruz sen ve Ezka biz dönene kadar Yavuz Selim abinle burada kalın tamam mı?" "Ne oldu babaanneme? Bende geleyim sizinle." Diye konuştu Nur meraklı sesiyle. Eniştem Nur'a doğru bir adım atıp sıkıca sarıldı ona. "Sen burada Ezka ile kal tek kalmasın, babaannen iyi korkma." Söylediği şeyden emin olamayarak söylediği ses tonundan belliydi. Oturduğum yerden kalkıp çekimser gözlerle etrafa baktım. Kendimi bir yük gibi hissetmiştim omuzlarının üzerinde, olan bir yük. "Ben kendi başımın çaresine bakabilirim, Nur sizinle gelebilir." Diye konuştum sessiz sesimle. Biranda üzerime toplanan bakışlarla çekinerek onlara baktım. "Olmaz öyle tek kalma burada." Teyzemin itiraz etmesiyle bende itiraz etmek için dudaklarımı araladığım esnada Nur babasından ayrılıp bana doğru bir adım atıp gülümsedi. "Annem haklı Ezka, tek başına kalmak senin için tehlikeli olabilir." Nur'un söyledikleriyle biranda etraf sessizleşmişti. Nur söylediği şeyi fark ederek panikle bana baktığında gülümseyerek ona baktım. "Haklısın sanırım, başımdaki bu şey yüzünden her an başıma bir şey gelebilir." Etraf ölüm sessizliğine boyanmıştı. Herkes bana bakarken ben ona bakıyordum, kahve gözlerinde ölümün acı çığlığı olan adama. Söylediğim her kelime onu öldürmüş gibi bakıyordu bana. "Eee biz gidelim artık, kızlar sana emanet Yavuz Selim." Teyzem aceleci bir şekilde bir araya getirdiği kelimelerle Nur'a ve bana sıkıca sarılıp eniştemle evden ayrıldı. "Onlar gelene kadar başının etini yiyeceğiz Yavuz Selim ağabey." Nur muzip sesiyle konuşup, rahat bir şekilde koltuğa oturdu. Babaannesinin ilkten rahatsızlandığını duyduğunda telaşlansa da şuan gayet rahat duruyordu, Yavuz Selim ise babaannesi hakkında tek kelime etmemişti bile. "Aklındaki o yaramazlıkları sil Nur." Yavuz Selim, Nur'un yanına oturup sağ bacağını solun üstüne atıp kolunu koltuğun kenara yasladı. "Aaa üstüme iyilik sağlık hiçte aklımdan yaramaz bir fikir geçmiyordu bir kere." Diye konuştu Nur kıkırdayarak. Yavuz Selim başını usul usul sallayıp Nur'a baktım. "Tabi canım ben bilmez miyim seni." Nur gözlerini devirip önüne devirip önüne döndüğünde ona bakan adamı görmesiyle kaşlarını çatarak Poyraz'a baktı. "Ne bakıyorsun.?" Nur'un asi bir şekilde konuşmasıyla Poyraz kısa biran şaşırsa da bu şaşkınlık kısa sürüp bakışlarını Nur'dan ayırdı. "Kusura bakma, gözüm dalmış." "Bakıyorum kusura, bakma bana." Nur'dan böyle bir tepki beklemediğim için şaşırmıştım, içinde tuttukları ona ağır gelmişti belli ki. "Bakmam." Dedi Poyraz sert sesiyle. Nur bakışlarını ondan ayırıp sırtını koltuğa yasladı. "İyi edersin." Dedi güçlü tutmaya çalıştığı ses tonuyla, dokunsan ağlayacak gibi dursa da o güçlü durmaya çalışıyordu. Poyraz oturduğu yerden kalkıp bir adım attı. "Ben gideyim artık." Seri adımlarla salondan çıkmasıyla Yavuz Selimde peşinden ilerledi. Oturduğum yerden kalkıp Nur'un yanına oturduğumda bakışları bana kaymıştı. "İyi misin.?" Diye sordum sakince. Başını olumlu anlamda sallayıp yüzüne düşen kısa saçını geriye attı. "İyiyim, kanatlarım kırılsa da iyiyim." Söylediği şeyle üzgün gözlerle ona baktım, onu nasıl teselli etmem gerektiğini bilmiyordum. Duyduğum adım sesleriyle oraya baktım. Yavuz Selim yavaş adımlarla ilerleyip karşımızdaki koltuğa oturdu. "Eeee hanımlar akşam yemeğini kim yapıyor." Diye sordu Yavuz Selim keyifli sesiyle. Nur'a baktığımda onunda bana baktığını gördüm. "Valla hiç bana öyle bakma Ezka, hiç yemek yapacak havamda değildim." Oturduğu yerden kalkıp " Siz kendi aranızda halledin, edince beni çağırısınız." Diyerek salondan çıkıp gitti, şaşkın bakışlarımla arkasından bakakaldım. Çekingen bakışlarım karşımdaki adama kaydığında gözlerimiz birbirine tutunmuştu. Tüm iş bana mı kalmıştı şimdi. "Şey..." Diye başladığım cümlemin devamı gelmezken o konuşarak beni kurtarmıştı. "Yemek yapmama yardım eder misin.?" Çekindiğimi anladığı için böyle söylediğini anlamıştım. Başımı olumlu alamda sallayıp ona dudaklarımın üzerine yerleşen ölü tebessümle baktım. "Hadi o zaman." Diyerek oturduğu yerden kalkıp ilerlemeye başladığında oturduğum yerden kalkıp adımlarım onu takip etti. Girdimiz mutfakla bakışlarım etrafta gezindi, ferah ve büyük bir mutfağı vardı. Bakışlarım ona kaydığında kalçasını tezgaha yasayıp bana bakarken gördüm onu. "Ne yapmak istersin.?" Diye sorduğunda omuzumu umursamazca kaldırıp indirdim. Açıkçası bu konuda kendime pek güvenmiyordum uzun süredir yemek yapmadığım için. "Bilmem, yani pekte kendime güvendiğim söylenemez." Dediğim bu şey dudaklarının kıvrılmasına sebep olmuştu. Başını olumlu anlamda sallayıp üzerindeki lacivert kazağın kollarını yukarıya çekti. "Tavuk sote ve pilava ne dersin." "Olur." Önce ellerini yıkayıp ardından dolaptan gerekli olan malzemeleri tek tek çıkarıp tezgâhın üzerine koydu. "Hadi başlayalım o zaman." Diye konuştu kaşlarıyla malzemeleri göstererek. Usulca başımı sallayıp ellerimi yıkayıp ona baktım, bakışları bakışlarımı esir alırken utanarak gözlerimi ondan ayırdım. Kenarda duran kesme tahtasını önüme koyup gerekli malzemeleri tek tek özenerek kesmeye başladım. Soteyi yapabilmem için gerekli tencereyi ocağın üzerine koyup, kendisi pilavı yapmaya başladı. Arada sırada birbirine tutunan gözlerimiz haricinde ne o tek kelime etmiş nede ben etmiştim. Sessiz bir şekilde yemekleri yaptığımızda o Nur'u yemeğe çağırmak için üst kata çıkarken bana masayı hazırlamak düşmüştü. Elimdeki tabak, bardak, çatal, kaşığı, bir tepsiye koyup salona doğru ilerledim. Salona girdiğimde sofrayı yemek masasına kurmak yerine orta sehpanın üzerine kurmaya kara verdim. Elimdeki tepsiyi kenara bırakıp getirdiğim her şeyi itinayla sehpanın üzerine dizip tekrar mutfağa dönüp yemekleri alıp salona geri döndüm. Merdivenlerden gelen ayak seslerini duymamla bakışlarımı o tarafa çevirdim, Gelen kişi Yavuz Selimdi. Bakışları bir bana birde kurduğum sofraya değdiğinde çekingen bir şekilde ona baktım, sanırım sofrayı buraya kurmakla hata yapmıştım. "Şey ben buraya kurdum ama..." Cümlemi tamamlama izin vermeden konuştu. "Sorun değil gayet güzel olmuş." Sesi sert olsa da bu tını insanı rahatsız etmiyordu, sanırım ses tonu böyleydi. Bakışlarım merdivenlere döndüğünde meraklı sesimle sordum. "Nur gelmiyor mu.?" "Uyuyor o." Başımı usul usul sallayıp önüne koyduğum tabağı alıp yemeğini koyarak önüne koydum ardından da kendime koydum. Meraklı bakışlarım onun yüzünde dolaşıyordu nasıl bir tepki vereceğini merak ediyordum. Ağzına aldığı yemeği yavaş yavaş çiğnerken kaşlarını çatıp başını kaldırarak bana bakmasıyla hızla başımı önüme eğdim. "Çok güzel olmuş ellerine sağlık." Duyduğum şeyle dudaklarım benden bağımsız kıvrılmıştı, duyduğum şey beni mutlu etmişti. "Afiyet olsun." Diye fısıldadım sessiz sesimle. Ardından ne o konuştu nede ben sessiz bir şekilde yemeklerimizi yemiştik. Sofrayı toplamak istediğimde o buna engel olup kendisini toplamıştı. Dizlerimin üzerine koyduğum ellerime düşürdüm bakışlarımı, zihnim gibi bedenimde yorgundu. Arkamdan gelen sesle irkilerek oraya döndüm. "Kahve içer misin.?" Diye sordu Yavuz Selim. Kendimi bu insanlara yük olarak görmeye başlamıştım artık, utanarak ondan bakışlarımı kaçırıp başımı önüme eğdim. Piccino mio.?"Diye konuştu sorarcasına. "Fark etmez bana." Kısık sesim ona ulaşmış mıydı bilmiyorum ama o duymuş olmalı ki mutfağa geri dönmüştü. Hala önünde oturduğum sehpaya kolumu koyup başımı üzerine koydum, o gelene kadar gözlerimi dinlendirmemede bir sakınca yoktu bence. Hava çoktan karamış ay gri bulutların arasından parıldayarak bizlere bakıyordu. Göz kapaklarım usulca kapanırken buna mani olmamıştım, etrafımdaki derin sessizlik uykumu getiriyordu. Nefeslerim düzenli bir şekilde birbirini takip ederken etrafımda duyduğum tıkırtılar kaşlarımı hafifçe çatmama sebep olmuştu. Saçlarımda hissettiğim pamuk gibi dokunuş usulca yüzüme kaydı. Çattığım kaşarım bu dokunuşu garipsemeyerek düzelmişti, içimde hissettiğim karıncalanma neyin nesiydi bilmiyorum. "İl tuo amore é un anello di fuoco ( Sevdan bir ateş çemberi.)" Fısıltıyı andıran kelimelerle konuşan adamı duyduğumda kirpiklerim titremişti. Söylediği şeyi anlamanın vermiş olduğu etkiyle kaşlarımı hafifçe çatarak gözlerimi araladım. Gözlerim onun gözlerine tutunduğunda yüzümdeki eli yüzümde asılı kalmıştı. Masaya yasladığı kolunun üzerine yatan adam usulca yutkundu, elini yüzümden yavaşça ayırsa da gözlerini gözlerimden ayırmamıştı. |
0% |