@eminefuruncu
|
Keyifli okumalar dilerim, hatalarım varsa kusura bakmayın. Kalbim bana ihanet ederek göğüs kafesimi dövercesine hızlı atmaya başlamıştı. Anlamını bilmediğim o kelimeler nefesimi kesmişti. Usulca yutkunup başımı kolumun üzerinden kaldırıp dikleşerek oturdum. Gözlerimiz birbirine tutsak olmuş gibiydi, ne o çekiyordu kahvelerini benden nede ben mavilerimi ondan esirgiyordum. Yavuz Selim derin bir nefes alarak dikleşerek karşımda oturdu. Yaşadığımız bu anın bir benzerinin kesitlerini zihnim bana sunuyordu. "Anlamadım, ne söylemek istedin.?" Diye konuştum anlamadığımı belli ederek. Yavuz Selim dakikalardır gözlerimden ayırmadığı gözlerini sorduğum soruyla ayırıp bakışlarını dışarıda yağan yağmura çevirdi. Biçimli dudakları kıvrılırken omuzunu umursamazca kaldırıp indirdi. "Hiç, hiçbir şey söylemek istemedim." Tek kaşımı kaldırarak ona baktığımda o oturduğu yerden kalkıp yalancı bir edayla boğazını temizleyip konuştu. "Geç oldu sana kalacağın odayı göstereyim." Bir şeylerin cevabını vermekten kaçıyordu. Üstelemeyip başımı olumlu anlamda sallayıp oturduğum yerden kalktım. Bakışları kısa biran bana değdikten sonra büyük adımlarıyla önümden ilerlemeye başladı. Ahşap merdivenleri yavaşça çıkıp üst kata çıktığımızda geniş bir alan karşıladı bizi. Karşılıklı olacak şekilde dört tane kapı vardı, adımları krem rengi önünde durduğunda benim adımlarımda durdu. Eliyle kapıyı işaret ederek konuştu sakin sesiyle. "Nevresimler temiz zaten, üzerindekilerle rahat edemezsin diyerek daha önce giyilmemiş eşofman takımını bıraktım yatağın üzerine." Başımı usul usul sallayıp onu onayladım, gözleri yüzümde dolaşırken yutkunarak yerimde kıpırdandım. "Zahmet verdim." Diye konuştum kısık sesimle. Başını olumsuzca sallayarak konuştu. "Zahmet falan vermedin, bir şeye ihtiyacın olursa Nur karşı odada." Onu başımla onayladığımda yan odanın kapısını açıp içeriye girmişti. Derin bir nefes alarak kapıyı açıp odaya adım atıp ardından kapıyı kapatarak parmak uçlarını duvarda gezdirip ışığı açtım. Adımlarım yatağın önünde durduğunda huzursuzlukla kavruldum. Bu insanlara yük olduğumu düşünüyordum artık. Yatağın üzerindeki eşofman takımını bakıp derin bir nefes aldım, elime aldığım kıyafetlere öylece baktım, giyinip giyinmemek arasında gidip geliyordum. En sonunda giyinmeye karar verip üzerimdeki kıyafetleri çıkartıp odadaki kahverengi tekli koltuğun üzerine bırakıp bana verdiği kıyafetleri giyindim. Eşofmanın belini sıkıca bağlayıp, kazağın uzun gelen kollarını umursamadan ışığı kapatıp yatağa girdim. Yorgun zihnim uyumak için can atsa da uyuyamıyordum, başımdaki ağrı buna izin vermiyordu. Saatlerdir dönüp durduğum yatakta gözkapaklarım en sonunda gecenin karanlığına yenilerek kapanmıştı. ####### Sırtımda asılan sırt çantamın saplarını kavrayıp yüzüme yerleştirdiğim gülümsemeyle okuldan çıkıp hemen yan tarafta olan okula girdim. Okul çıkış saati olduğu için okuldan çıkan öğrenciler sanki üzerime hücum etmiş gibi hissetmiştim. Kenarda bulunan boş banklardan birine oturup Yavuz Selim abinin okuldan çıkmasını bekledim. Ellerimi dizlerimin yanına banka koyup hafifçe öne doğru eğildim. Derin bir nefes alıp içimden geçen dakikaları saymaya devam ettim. Okul tamamen boşalmıştı ama o çıkmamıştı, oysaki sabah okula geldiğinden emindim. Usulca oturduğum yerden kalkıp okula doğru yürümeye başladım. Bakışlarım etrafta dolaşırken ezbere bildiğim sınıfın önüne gelip durdum, ince parmaklarımla kapının kolunu kavrayıp yavaşça kapıyı açtım. Meraklı bakışlarım sınıfın içerisinde dolaşırken mavi gözlerim onu bulmuştu, yüzümde benden bağımsız yayılan tebessümle ona baktım. Sıranın üzerine doğru uzattığı koluna başını yaslamış uyuyordu. Kaşlarım usulca çatılmıştı, adımlarım sıranın yanında durduğunda çantamı ön sıraya bırakıp sıranın oturacağını onun sırasına doğru çevirip oturdum. Kolumu onun gibi sıraya yaslayıp başımı kolumun üzerine koyup onu izlemeye başladım. Düzenli nefes alışverişleri bir ninni gibi kulağıma doluyordu. Kararsız bir şekilde elimi yavaşça uzatıp alnına dökülen saç tutamını geriye doğru attım, saçlarına değen parmak uçlarım uyuşmuştu sanki. Titrek bir nefes alıp elimi çekeceğim esnada kahverengi gözlerini açmasıyla korkuyla yutkundum. Ona yakın olmamı istemediği için bana kızacağını birliyor ama ona yakın olmak için elimden geleni yapıyordum. Kahverengi gözleri mavi gözlerimde takılı kalmıştı, ne o çekiyordu nede ben çekiyordum gözlerimi ondan, ilk defa gözlerime bu kadar uzun baktığı için kalbim bana ihanet edercesine hızlı hızlı atıyordu. Gözkapaklarımı usulca kapatıp açarak camdan dışarıya bakmaya devam ettim. Gördüğüm şeyin bir rüya değil geçmişimden bir kesit olduğunu biliyordum, biz onunla o dakikaları yalamıştık belki de onun gibi hatırlamadığım nice anımız vardı. Üzerimdeki yorganı kenara atıp yataktan kalktım. Yabancı bir evde olmanın vermiş olduğu çekimserlik vardı üzerimde. Üzerimdeki kıyafetleri çıkartıp kendi kıyafetlerimi giyindim. Çıkardığım kıyafetleri katlayıp koltuğun üzerine koyup yatağın üzerini güzelce düzelttim. Bakışlarımı odada gezdirip gözüme çarpan kapının banyo olduğunu düşünerek yavaş adımlarla kapıya yaklaşıp kapıyı araladım, beyaz ve krem rengi dizayn edilmiş banyoya girip ihtiyaçlarımı kısa sürede halledip dağılmış saçlarımı toplayıp banyodan çıktım. Merdivenleri yavaş yavaş inerken her attığım adımda kulağıma konuşma sesleri daha yakından geliyordu. Sesleri takip ederek mutfağa geldiğimde Yavuz Selim ve Nur'u konuşurken buldum. Nur'un sırtı bana dönükken Yavuz Selim'in yüzü bana bakıyordu. Nurdaki bakışlarını kaldırmasıyla bakışlarımız kesişmişti, usulca yutkunup boğazını temizledi. "Günaydın." Diye konuştu kadifemsi sesiyle. Nur onun konuşmasıyla hızla bana dönüp gülümsedi. "Günaydın Ezka." Tebessüm ederek başımı salladım. "Günaydın." Diyerek karşılık verdim her ikisine de. Nur elindeki tabağı masaya koyup kaşlarıyla masayı gösterdi. "Hadi otur bende seni uyandırmaya gelecektim." Gözlerimi ondan kaçırıp başımı sallayıp çekingen bir şekilde masaya oturdum, ardından da onlar yerlerine oturdu. Sessiz bir şekilde kahvaltımızı yapmaya başladığımızda ortamdaki tek ses çatal bıçak sesleriydi. Üzerinde dumanı tüten çayımdan bir yudum aldığımda üzerimdeki bakışları hissedip başımı kaldırdığımda Nur ile göz göze geldim, yüzündeki ifadeden bir şey söylemek isteyip ama söyleyemediğini anlamıştım. Tek kaşımı kaldırarak ona bakıp sorarcasına başımı salladım. "Bir şey mi söyleyeceksin.?" Diye sordum sakince. Nur usulca yutkunup elindeki çatalı masanın üzerine bıraktı. "Doktora gitmeyi düşünüyor musun.?" Sorduğu soruyla bir kaç saniye sessiz kalıp öylece yüzüne baktım, bu soruya verecek bir cevabım yoktu. "Ne için.?" Diye sordum umursamaz tavrımla. Nur tek kaşını kaldırarak şaşkınlıkla bana baktı. "Ne demek ne için, başındaki o şey..." lafını tamamlamasına izin vermeyip gözlerimi sakince kapatıp açarak konuştum. "Başımdaki o şeyin beni öldüreceğini biliyorum, tıpkı yolun sonunda olduğumu bildiğim gibi." İçimde kopan fırtınalar, acıdan kavrulan bu kalbim bir gün huzura kavuşur muydu bilmiyorum. Bedenimde hissettiğim bu halsizlik yolun sonunda olduğumu hissettiriyordu bana. Nur cevap vermek için dudaklarını araladığında Yavuz Selim gür sesiyle konuştu. "Nur sus.!" Bakışlarım Yavuz Selimi bulduğunda gözlerindeki hüznü görmüştüm, gözlerini kapatıp derin bir nefes alarak fısıldarcasına konuştu acı çeker gibi. "Sus lütfen." "Ben onun iyiliği için konuşuyorum Yavuz Selim abi, tedavi görmeli." Başımı önüme eğip ellerimi dizlerimin üzerine koydum. "Tedavi için çok geç kalındığını bu masada oturan herkes biliyor." Buz tutmuş mavilerimle ona baktığımda hayır dercesine başını salladı, hızla oturduğum yerden kalkıp sertçe yutkunarak konuştum. "Afiyet olsun sizlere." Seri adımlarla mutfaktan çıkıp salona geldiğimde çift kişilik koltuğa oturdum. Dün yağan yağmurun ardından bugün güneş çıkmıştı. Kasım aynın son haftalarındaydık güneş olsa bile soğuk kendisini hissettiriyordu. Rüzgarın etkisiyle savrulan ağacın yapraklarını izledim bir müddet, benim hayatımda böyle savrulmuştu bir gece yarısı acımasız bir adamın ellerinde. Yanımda hissettiğim hareketlilikle başımı o tarafa çevirdim. Yavuz Selim sessizce yanımda oturmuş az önce baktığım gibi dışarıya bakıyordu. Büyük ellerini birbirine kenetleyip dizlerinin üzerine koyup başını bana çevirdiğinde utanarak önüme döndüm. "Nur haklı, doktora gitmeden yolun sonunda olup olmadığını bilemezsin." Kısa sesi tüylerimin ürpermesine sebep olmuştu. "Teyzem o gece öleceğimi kesin bir dille söylemişti oysaki." diye konuştum ruhu çekilmiş sesimle. Yavuz Selim derin bir nefes alarak bu kez sert sesiyle konuştu. "Bunu doktora gitmeden bilemeyiz, doğruluk payı ne kadar onu bile bilmiyoruz. Ben senin için en iyi doktorları bulmaya hazırım." Kahverengi gözlerine yerleşen umut tohumlarıyla baktı bana, dudaklarımın üzerine buruk bir tebessüm kondurdum. "Doktora falan gitmek istemiyorum." Bedenini bana doğru çevirip sağ elini kararsız bir şekilde dizlerimin üzerinde duran ellerime uzatıp geriye çekti, bana dokunmaktan çekiniyordu. Başını asi bir şekilde olumsuz anlamda salladı. "Ezka..." Evin içerisinde yayılan zil sesi konuşmasına izin vermemişti. Yayılan adım sesleriyle Nur'un kapıyı açtığını anlamıştık. "Senin ne işin var burada.?" Nur'un bağırmasıyla kaşlarımı çatarak Yavuz Selime baktım aynı şekilde oda bana bakmıştı. Hızla yerimizden kalkıp kapıya doğru ilerledik. Nur kaşları çatık bir şekilde karşısındaki Poyraza bakıyordu. "Arkadaşımın evine gelirken senden izin mi almam gerekiyordu küçük hanım.?" Poyraz içeriye doğru bir adım attığında, Nur ona doğru bir adım atıp içeriye girmesine mani oldu. Mavi gözlerinde hala o gecenin kırıklığı vardı, bunu karşısındaki adamda net bir şekilde görüyordu bence. "Evet, o gece yeterince alay edemdin diye mi iki gündür evden ayrılmıyorsun.?" Nur cesur bir şekilde başını kaldırıp Poyraza baktı, Poyraz derin bir nefes alıp başını eğerek Nura baktı. "Ben o gece seninle alay etmedim." Nur tek kaşını kaldırarak kırgınlıkla karşısındaki adama baktı. "Ona anlatıp kendi aranızda alay konusu etmişsin daha ne yapacaksın." Diye konuştu az önceye göre kısık sesiyle. "Ben ona bir şey söylemedim." Nur mavi gözlerini şaşkınlıkla aralayıp dolu dolu olan mavileriyle ona bakmaya devam etti. "Sadece sen biliyordun." Poyraz Nura doğru bir adım attığında Nur geriye doğru bir adım attı. "Bana yerimi çok güzel bir şekilde gösterdiğiniz için teşekkür etmeliyim aslında size." "Mesajları görmüş, ben söylemedim söylemede. Senin duygularınla alay etmem ettirmemde." Poyraz gür sesiyle bağırmasıyla Nur korkuyla yerinde sıçramıştı, Yavuz Selim bunu fark ederek sert sesiyle konuştu. "Yavaş Poyraz." Nur dolu dolu olmuş mavilerinin arasından karşısındaki adamın mavilerine söylediklerine inanmak istercesine baktı. Titreyen dudaklarını birbirine bastırıp başını yan tarafa çevirip hızlı adımlarla yanımızda ayrılıp üst kata doğru ilerledi. Poyraz giden Nurun arkasından bakıp sinirle alnına düşen saçlarından asılıp ağzının içinden bir şeyler söyledi. "Gir içeriye gir, sen daha çok çekersin o saçlarını." Yavuz Selim, Poyrazı içeriye itip kapıyı kapattığında bakışları bana değmişti. Ne yapacağımı bilemeyerek bakışlarımı ondan ayırıp olduğum yerde huzursuzca kıpırdandım. "Ben.. bir Nura bakayım." Hızla arkamı dönüp seri adımlarla merdivenleri çıkıp Nurun odasının önüne geldi. Kapıyı bir kez çalıp ardından yavaşça içeriye girdiğimde Nurun yatakta yüz üstü yatış ağladığını gördüm, kapıyı ardımdan kapatıp yavaş adımlarla yanına gelip yatağın kenarına oturdum. Kırılan narin kalbi hissettiği acıyı dışarıya yansıtıyordu artık. Belki basit bir özür bekliyordu lakin onu da alamıyordu. Elimi usulca uzatıp yumuşak sarı saçlarına dokundum. Usul usul saçlarını okşayıp içinde biriktirdiklerini akıtmasını bekledim sessizce, gözünden düşen her damla yaş yastığını ıslatıyordu. Aradan gecen amansız dakikaların ardından burnunu çekip kızarmış gözleriyle bana baktı. Ağlamaktan burnunun ucu kızarmış, gözleri şişmişti. Elinin tersiyle gözlerini sert bir şekilde sildi. "Beni biraz yalnız bırakır mısın? Biraz yalnız kalmak istiyorum." Ağladığı için kısılan sesiyle konuşup, kızarmış gözleriyle bana baktı. Dudaklarımın üzerine cansız bir tebessüm kondurup başımı sallayıp odadan çıktım. Ne yapmam gerektiğini bilemeyerek etrafıma baktım, alt kata inmeli miyim bilmiyorum. Çekimser adımlarla merdivenleri inip salona geldiğimde Yavuz Selimi tek başına oturmuş kahve içerken buldum. Adım seslerimi duymasıyla elindeki tabletten bakışlarını ayırıp bana baktı, bakışlarım etrafta gezdirdiğimde Poyraz'ın olmadığını gördüm. Gözlerimi ondan kaçırıp onun çaprazındaki ikili koltuğun en uçuna oturdum, içimdeki his rahat olmamı engelliyordu. "Nur nasıl.?" Diye sordu sakin sesiyle. Omuzumu sakince kaldırıp indirip ona baktım, dikkatli bakışları her hareketimi hafızasına kazımak istercesine bakıyordu bana. "Yalnız kalmak istediğini söyledi." Başını usul usul bakışlarını tekrardan elindeki tablete indirdi. Sağ eliyle tabletin ekranına dokunduğunda bakışlarım elinin üzerindeki yaraya kaymıştı, üzerindeki dikiş izleri işaret parmağının eklem yerinden başlayıp bilediğindeki kemiğe kadar uzanıyordu. Gözlerimi sıkıca kapatıp açarak dikkatli bakışlarımı elinden ayırdım. Alnına dökülen asi kahverengi saçları kaşlarının üzerine bir perde gibi dökülmüştü, biçimli çatık bir şekilde elindeki tablete bakıyordu. Üzerindeki bakışları hissetmiş gibi başını kaldırıp bana baktığında yuttuğum tükürüğüm boğazıma takılmıştı, peş peşe öksürerek utançla gözlerimi ondan ayırdım. Huzursuzca yerimde kıpırdanıp kalkacağım esnada söylediği şeyle tekrar oturmak zorunda kalmıştım. "Senin için alanında iyi bir doktor arkadaşımla konuştum seni tedavi etmeye hazır, eğer sende istersen yarın...." Cümlesini tamamlamasına izin vermeden öfkeyle kaşlarımı çatıp konuştum. "Sana bunu yapmanı kim söyledi peki, doktora gitmek istemediğimi söylemiştim." Yavuz Selim gözlerine yerleşen kırgınlıkla bana baktığında sertçe yutkundum. "Ben sadece senin için bir şeyler yapmak istemiştim." Tek kaşımı kaldırarak ona baktım. Niyeydi bu ısrar, istemediğimi söylediğim halde neden ısrar ediyordu. "Hangi sıfatla peki.?" Ağzımdan çıkan fütursuzca kelimeler onun bana kırgınlıkla bakan gözlerine birer gölge düşürmüştü. Başını usul usul sallayıp yüzüne kondurduğu ölü gülüşle baktı gözlerime. İçimde gittikçe büyüyen bir sıkıntı peyda oldu o an, ben o gözlerdeki kırgınlığı hiç sevmemiştim. Kahvelerinin üzerine çöken sis bulutunu hiç sevmemiştim. Elindeki tableti yavaşça kenara bırakıp sert bir şekilde yutkundu. "Ben.." Diye fısıldadı sert sesine nazaran kısık çıkan ses tonuyla, sanki suç işlemiş beş yaşındaki çocuk gibi. Gözlerini benden kaçırıp oturduğu yerden kalktı. "Özür dilerim, üstüme vazife değildi ama ben vazife sandım işte." Söylediği her kelimenin arkasında yatan kırgınlıkla çıkıp gitti salondan. Boğazıma takılan taş bana nefes aldırmazken içimdeki sıkıntı gittikçe büyüyerek beni içine hapis etti. Ben istemden de olsa az önce onu kırmıştım, gözlerindeki bakış, sesindeki tını bunun en büyük göstergesiydi. Derin bir nefes alıp sırımı koltuğa yasladım. O sadece benim iyiliğimi düşünmüştü ama ben bir aptal gibi onun lafını bile tamamlamasına izin vermedim. Tüm bedenim pişmanlık duygusuyla yanıp kavruldu, gözlerimin önünden gitmeyen kırgın bakışları pişmanlık duygumu daha da artırıyordu. Dakikalarca o koltukta öylece oturdum ama ne o nede Nur aşağıya inmemişti. Başımı kararsıza çevirip merdivenlere baktım, yanına gidip gitmemek arasında kalmıştım, ya beni istemeyip azarlarsa diye düşünmeden edemedim. Düşlerimin arasında ezdiğim alt dudağımı serbest bırakıp biranda içime dolan cesaretle yerimden kalkıp merdivenleri aşarak odasının önüne geldim. Buz tutmuş parmaklarımla kapıyı çaldım ama karşı taraftan istediğim yanıtı alamamıştım, tekrar çaldığımda ise aldığım yanıt aynı olmuştu. Usulca yutkunarak kapıyı araladım. Bakışlarım odanın içerisinde dolandı onu bulmak istercesine, çekingen bir şekilde etrafa bakan gözlerim onu gördüğünde rahatlamıştım. Balkonda sırtı bana dönük bir şekilde sigarasını içiyordu. "Gelebilir miyim.?" Diye sordum çekingen ses tonumla. Sesimi duyduğunda dudaklarına götürdüğü sigara havada asılı kalmıştı, anlaşılan kapıyı çaldığımı bile duymamıştı. Başını sağ omuzunun üzerinden çevirerek bana baktı. Gözleri şimdi kırgın ama soğuk bakıyordu, bu soğukluk nedenini bilmediğim bir şekilde beni ürpertmişti. Başını önüne çevirip elindeki sigarayı önündeki küllüğe bastırıp başını usul usul salladı. Titrek bir nefes alıp çekingen adımlarla yanına doğru ilerledim. Balkona adım atmamla soğuk hava yüzüme çarpıp titrememe sebep olmuştu, kollarımı vücuduma sararak ısınmaya çalıştım. Güneşin arkasına saklanan bulutlar her an üzerimize narin damlalarını akıtmaya hazır bir şekilde bekliyordu. Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı ona doğru çevirdim. İfadesiz yüz ifadesiyle dışarıya bakıyordu. Üzerindeki siyah kalın kazağın kollarını dirseklerine kadar çekmiş ellerini eşofmanın cebine koymuş sessizce karşıya bakıyordu. "Ben.. özür dilerim." Diye konuştum sessiz sesimle. Nefesini sert bir şekilde bırakıp başını olumsuz anlamda sallayarak arkamızda bulunan iki kişilik oturma yerine oturdu. Uzun bacaklarını hafifçe aralayıp öne doğru eğilerek dirseklerini bacaklarına yasladı. "Özür dileme haklısın." Başını kaldırıp ifadesiz gözleriyle bana bakıp. "Ben haddimi aştığım için özür dilerim asıl." Sesindeki o ince tını vicdanımı kasıp kavuruyordu adeta. Yavaş adımlarla yanına gidip kararsız bir şekilde yanına oturdum. Kuruyan dudaklarımı ıslatıp ne söylemem gerektiğini düşündüm. Onun yanında olmak isteyen bir yanım vardı, saatlerce onunla konuşmadan oturup sessizliği dinlemek isteyen bir yanım vardı. Ayaklarım sanki ona bağlıymış gibi ona çekiliyordu. Bedenini geriye yaslayıp asi saçlarını umursamazca eliyle dağıtıp bana yandan bir bakış attı. "Fevri davrandım, sen sadece benim iyiliğimi düşündün özür dilerim." Hiçbir duyguyu belli etmeyen gözlerinden bakışlarımı ayırıp halsiz bedenimi ona doğru yaklaştırıp gözlerime kondurduğum gülümsemeyle konuştum. "Şeyy... benim başım ağrıyor da başımı omuzuna yaslaya bilir miyim.?" Diye sordum çekingen bir şekilde. Neden böyle bir şey söylemiştim bilmiyorum ama başımın ağrıdığı doğruydu. Gözlerinden geçen şaşkınlıkla bana baktı tek kaşını kaldırarak, böyle bir şey söylememi beklemiyordu. Sertçe yutkunup gözlerini benden kaçırarak başını olumlu anlamda salladı. Dudaklarımın üzerine yayılan gülümsemeyle başımı usulca onun omuzuna koydum. Başımın altındaki beden kasılırken titrek bir nefes aldığını duyumsadım. "Bir gün seni tamamıyla hatırlayacağım, ama o gün çok geç gelirse bana kızma tamam mı.?" Diye sordum masum bir şekilde. Ellerimi birbirine kenetleyip dizlerimin üzerine koydum usulca. "Kızmam.. kızamam." Dedi kısık ama sert sesiyle. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapatıp mırıl mırıl sesimle konuştum. "Peki omuzunda uyusam kızar mısın.?" Kısa biran sessizlik oldu, bu sessizlik uykumun daha çok gelmesine sebep olmuştu. Ondan cevap alamayınca başımı kaldırarak ona baktım, o ise başını eğerek bana bakmıştı. "Kızar mısın.?" Diye sorumu yenilediğimde güler gibi bir ses çıkartıp başını olumsuz anlamda sallayıp başını önüne çevirdi. "İstediğin kadar uyuya bilirsin Piccino mio." Gülümseyerek başımı tekrardan omuzuna koydum. "Sadece 10 dakika." Yüzüme çarpan soğuk rüzgar beni üşütse de bunu umursamayıp beni içine çeken tatlı uykunun kollarına bıraktım kendimi. Başımın altındaki şeyin kıpırdamasıyla kaşlarımı çatarak huysuzca mırıldandım. Uzun kirpiklerimi yavaşça açıp aralık gözlerimle etrafıma bakıp nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Soğuktan bedenim uyuşmuştu, Elimi üzerime örtülen battaniyeye değdirip ona çok sarıldım. Gözümün önüne gelen görüntülerle bedenim yankılanan şimşekle yarıya açık olan gözlerimi tamamıyla açarak hızla bedenimi doğrulttum. Gözlerim onu bulduğunda utançla gözlerimi ondan ayırdım, kaç saattir böyle uyuyordum Allah bilir. "Şey... ben.. kusura bakma." Diye konuştum gözlerimi ondan kaçırarak. Oturduğu yerde dikleşerek omuzlarını oynatıp boynunu kütletti. "Biraz boyunum ağırsa da ben halimden memnundum." Ellerimdeki bakışlarımı ona çevirdim. Gözlerinde bir ışık vardı, bu ışık bana bakarken daima parlıyordu. sivri dilimden doğru sönse de bu çok kısa sürüyordu. "Ne kadar süredir uyuyordum." Sağ kolunu kaldırıp kolundaki saate kısa bir bakış atıp ardından bana baktı. Gözleri üzerime ne ara örtüldüğünü bilmediğim battaniyede dolaştı, omuzlarımdan düşecek gibi duran battaniyenin kenarlarından tutup yukarıya çekip battaniyeyi bana sardı. "Yaklaşık 2 saat 23 dakikadır." Şaşkınlıkla aralanan gözlerimle ona baktım. Şaşkın halime gözlerini kapatarak tebessüm ederek güldü. "Özür dilerim, keşke uyandırsaydın beni." Omuzunu umursamazca silkip oturduğu yerden kalktı. "Sorun değil ama biraz daha dışarıda oturursan hasta olacaksın." Balkonun kapısını açıp içeriye girdiğinde uyuşan bacaklarımı zorlayarak bende oturduğum yerden kalkıp içeriye girip kapıyı ardımdan kapattım. Bakışlarım girdiğim zaman dikkat etmediğim odanın içerisinde dolaştı benden bağımsızca. Ağırlıklı olarak gri olarak dizayn edilen oda güzeldi, geniş yatağın karşısında duran iki kapı vardı tahminimce bir giyinme odası diğeri ise banyoydu. Biranda kapının açılıp Yavuz Selim üzerine giyindiği siyah deri ceketle bana baktı. "Hadi hazırlan bir yere gideceğiz." Diye konuştu tok sesiyle. Tek kaşımı kaldırarak ona baktım merakla. "Nereye.?" "Festival var, Nur gitmek için ısrar etti saatlerdir senin uyanmanı bekliyor." Usul usul anladım dercesine başımı salladım, onlara ayak bağı olduğumu hissediyordum. "Şey ben gelmeyeyim siz Nurla gidin." Biçimli kaşlarını çatarak bana bakıp kapıya doğru ilerleyip kapıyı açarken bir yandan da konuşuyordu. "Seni evde tek başına bırakacak değilim, fazla kalmayız hadi hazırlan." Omuzlarımı düşürüp onun peşinden salona indiğimde Nur tek başına oturmuş televizyondaki bir programı izliyordu. Yavuz Selim karşısındaki koltuğa oturduğunda bende Nur'un yanına oturdum. Nur'un bakışları bizi bulduğunda oturduğu yerde dikleşti. "Hadi hazırlanın da çıkalım." Nur sevinçle yerinden kalkıp benimde elimden tutarak beni kaldırıp çıkışa doğru ilerlemeye başladı. "10 dakikaya geliyoruz" Yavuz Selim'in evinden ayrılıp Nurların evine geldiğimizde Nur kapıyı açıp içeriye geçmemi bekledi. Ayakkabılarımı çıkartıp içeriye girdiğimde Nur peşimden geliyordu. "Çabuk hazırlanmalıyız Ezka, yoksa her an fikri değişebilir." Nur kendi odasına giderken bende kaldığım odaya girip dolabın kapaklarını araladım. Mavi bol paça kot pantolon, mavi bir gömlek giyinip gömleğin üzerine kahverengi bir kazak giyindim. Topladığım saçlarımı açıp tarayarak öylece bıraktım. ayağımdaki çorapları çıkartıp beyaz çorap giyinerek odadan çıktığımda Nur merdivenlerden iniyordu. Beyaz spor ayakkabılarımı giyinip kapıyı açıp kenarda Nur'un bekledim. Kısa süre sonra Nurunda gelmesiyle kapıyı kapatarak evden ayrıldık. Onun evine doğru ilerlerken evinin kapısı açılıp tüm ihtişamıyla dışarıya çıkıtı. Bakışları bize değdiğinde bakışları kısa biran beni bulmuştu. Siyah Range rover arabasının kapılarını açıp geçmemizi bekledi, Nur ona gülümseyerek arka koltuğa oturduğunda bende yanına oturdum. Yavuz Selim arabanın etrafını dolaşıp sürücü yerine oturup sakin bir şekilde arabayı çalıştırıp sürmeye başladı. Bakışlarım akıp giden yolu takip ediyordu. Arabanın içinde yayılan sessizliği kimse bozmak için bir adım atmamıştı, önüme gelen saç tutamını kulağımın arkasına sıkıştırıp başımı çevirdiğimde aynada gözerimiz kesişti onunla. Kirpiklerimi kırpıştırarak bakışlarımı kaçırıp tekrar dışarıya bakmaya devam ettim. Araba kısa süre sonra gideceğimiz yere geldiğinde durmuştu. Bakışlarımı etrafta gezdirdim, etraf bir hayli kalabalıktı, bu kalabalık şimdiden ruhumu daraltmıştı. Nur arabadan indiğinde bende peşinden iniştim. Vücudumu saran soğuk rüzgar beni titretmişti. Yavuz Selim Arabadan inip yanımıza gelirken keskin bakışları üşüyen bedenide dolaşmıştı, huzursuzca yerimde kıpırdandım, keşke üzerimde ceket alsaydım. "Hadi gideli." Nur koluma girip festival alanına doğru ilerlemeye başladığında uyuşuk adımlarla ona eşlik ettim. Sahnedeki sanatçıyı dinleyen kalabalığın yanında durup boş gözlerle sahneye baktım, başımda hissettiğim keskin ağrı mutlu olmama izin vermiyordu. Yanımda olan hareketlikle başımı oraya çevirdim. Yavuz Selim ve Poyrazı gördüğümde gözlerim şaşkınlıkla aralandı. Bakışlarım Nur'a kaydığında onunda benim gibi şaşkın olduğunu gördüm, usulca yutkunup kuruyan dudaklarını ıslattı. "Yavuz Selim abi onun geleceğini neden söylemedin.?" diye sordu kırgın sesiyle. "Benimde yeni haberim oldu, beyefendi her yerden çıkar oldu şu iki gündür." Yavuz Selimin kinayeli sesine karşılık Poyraz gözlerini devirip önüne döndü. Nur kaşlarını çatarak ona bakmaya devam ettiğinde Poyraz tek kaşını kaldırıp sorarcasına ona baktı. Nur gözlerini onan kaçırıp düşen yüzüyle başını önüne çevirdi. Kollarımı bedenime sarıp üşüyen bedenimi ısıtmak istedim lakin başarılı olduğum söylenemezdi. "Ezka." Başımı çevirip bana seslenene baktığımda Yavuz Selimle göz göze geldim. Bana doğru bir adım atıp biçimli dudaklarını araladı. "İzin verirsen ceketimi omuzlarının üzerine bırakmak isterim." Kalbim bir kelebeğin son çırpınışları gibi atmaya başlamıştı, içimdeki anlam veremediğim his yine kendini belli etmişti. Usulca yutkunup bakışlarımı ondan kaçırdım, esen rüzgarla yüzüme savrulan saçlarımı geriye doğru attım. "Teşekkür ederim ama gerek yok." "Üşüdüğünü görebiliyorum." Bakışlarımı ona çevirdiğimde gözlerindeki sönmeyen ışıkla bana bakıyordu. "Bir şey olmaz çok üşümüyorum." Üzerindeki ceketi çıkartıp biçimli kaşlarını hafifçe çattı. "Titriyorsun resmen, neden üzerine ceket almadın.?" Omuzumu umursamazca kaldırıp indirdim. bu soruyu bende kendime sormuştum. Elindeki ceketle gözlerimin içine bakıyordu kabul etmem için. "Peki, ver ceketi." Elimi ona uzatıp vermesini bekledim lakin o bana bir adım daha yaklaşıp ceketi omuzlarıma koydu yüzündeki gülümsemeyle. Başımı kaldırıp kahvelerinin içine baktım, tıpkı onun benim mavilerime baktığı gibi. Etrafa ki sesler kısa bir anlığına silinirken gözümün önüne gelen geçmişe dair kesitler sertçe yutkunmama neden oldu. Elini uzatıp yüzüme düşen saçı geriye atacağı esnada etrafta yankılanan silah sesi ve insanların korku dolu bağrış sesleri kulaklarımda yankılandı. Gözlerimi kaplayan korkuyla ona baktım. Uzun parmaklarıyla elimi kavrayıp beni arkasına sakladığında kalbim korkuyla çarpıyordu. |
0% |