@eminefuruncu
|
Hatalarım varsa kusura bakmayın, keyifli okumalar dilerim.(Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin)
Kalbi bir serçenin çırpınışları gibi çırpınıyordu, lakin bu kez acıdan değil heyecandan. Cihangir kehribar gözlerini genç kızın utançtan kızaran yanaklarına indirdi ağırca. Kalbinde hissettiği amansız baskının ne olduğunu bilmiyordu genç adam. Elini yavaşça kaldırıp genç kızın siyah saçlarına dokundu parmak uçlarıyla, aldığı nefes boğazına takılırken sakallarını süsleyen asi siyah saçları yavaşça kendinden ayırdı. Burnuna dolan buram buram kiraz çiçeği kokusu gözlerini kapama isteği uyandırıyordu genç adamda. Mihrimah telaşla kendisini yatağın yan tarafına atıp doğrularak oturdu yatakta. İçindeki mahcup olmanın hissiyatıyla başını önüne eğerek ellerini birbirine doladı. “Ben… Ben özür dilerim bilerek olmadı.” Diye fısıldadı kısık sesiyle. Cihangir yattığı yerde doğrulup başını genç kıza doğru çevirdiğinde, utançla yanan yanaklarını siyah saçlarının sakladığını gördü. Boğazını art arda yutkunarak temizleyip kuruyan dudaklarını araladı genç adam. “Önemi yok.” Yavaşça oturduğu yerden kalkıp bakışlarını Mihrimahtan kaçırarak konuştu. “Kahvaltı hazırdı gidelim.” Genç kız usul usul usul başını sallayıp düşen bastonunu bulmak için eğilerek halının üzerini kontrol etti parmak uçlarıyla. Cihangir bakışlarını genç kıza indirip kehribar gözlerini onda dolaştırdığında yere düşen bastonunu aradığını anlamıştı. Derin bir nefes alarak genç kıza doğru bir adım atıp kolundan nazik bir şekilde tutarak onu eğildiği yerden kaldırıp yere düşen bastonu alıp Mihrimah'ın soğuktan kızarmış parmaklarının arasına bıraktı. “Yardıma ihtiyacın olduğunda benden isteyebilirsin.” Parmakları genç kızın soğuk parmaklarını kavrarken, genç kızın elini bırakmadan yavaş adımlarla ilerleyip odadan çıktılar birlikte. Salona giren çift ile herkesin bakışları onlara dönmüştü. Herkes Mihrimah’ın neden ağladığını merak ederken sürekli gözlerini kaçıram Cihangir onların kaşlarını çatmlarına sebep olmuştu. Cihangir, Mihrimah'ın sandalyesini çekip oturmasını sağladıktan sonra kendiside yanına oturdu. Sessiz geçen kahvaltının ardından herkes şöminenin sıcaklığında ısınıyordu. Etrafa yayılan sessizlik iç tırmalarken Cihangir bakışlarını yanında sessizce oturan karısına çevirdi. Bu kadar sessiz ve çekingen bir kişliği olmasına hala alışamamıştı genç adam. Cihangir yavaşça oturduğu yerden kalkıp kenarda duran telefonunu cebine koyarken bakışları salondaki gençlerin üzerindeydi. “Ben bir yürüyüş yapacağım.” Diye konuştu sert sesiyle. Mihrimah, Cihangir’in gideceğini duyduğunda içini saran telaşla başını kaldırıp sesin geldiği yöne çevirdi. Cihangir, genç kızın titrek gözlerini gördüğünde ne hissettiğini anlamıştı. Genç kızın kendisini onun yanına güvende hisettiğini bakışlarından anlayabiliyordu genç adam. “Hadi Mihrimah, gidelim.” Mihrimah duyduğu kelamlarla solgun yüzünde yeşeren tebessümle başını ağır ağır salladı. Kenarda duran bastonunu eline alıp yavaşça oturduğu yerden kalktığında ne tarafa gitmesi gerektiğini bilmediğini fark etti genç kız. Bastonunun ucuyla önünü kontrol ederek yavaş adımlarla ilerlerken kulakalarına dolan acımasız sözler gözlerini yine doldurmuştu. “Sen daha düz yerde yürüyemiyorsun, karın üzerinde nasıl yürüyeceksin.?” Pınar’ın bir iğne gibi olan sözleri acımasızca kalbine batarken gözlerinden bir damla yaş süzüldü. Elinde sıkıca tuttuğu bastonu parmakları arasına haps olmuştu. Cihangir duyduğu sözlerle derin bir nefes alıp sabır dilercesine gözlerini ağır ağır kapatıp açtı. Başını omzunun üzerinden çevirip bir buz kütlesi kadar soğuk sesiyle konuştu. “Söylediğin her şeyi iki kere düşünerek söylersen iyi olur, zira bu aralar söylediğin her kelam iğne gibi batıyor bana çünkü.” Acımasız ses tonuyla konuşup elini uzatarak genç kızın narin elini kavradı sıkıca. Yeri döven adımlarla çıkışa ilerlemeye başladığında, Mihrimah onun hızlı adımlarına yetişmeye çalışıyordu. Cihangir adımlarını kapının önünde durdurduğunda Mihrimah attığı son adımla Cihangir’in sırtına çarptı sert bir şekilde. Dudaklarının arasından acı dolu bir inilti dökülürken elini genç adamın elinden kurtarıp acıyan burnuna tuttu. Gözleri hissettiği acıdan dolayı dolarken titreyen dudaklarını birbirine bastırıp başını önüne eğdi. Genç adam arkasına dönüp genç kıza baktığında gözlerini acıdan dolayı dolduğunu görmüştü. Küçük burnu kızarırken aldığı titrek bir nefes gözlerinden bir damla yaşın düşmesine sebep olmuştu. Genç adam yeni yeni ne yaptığını fark ederek elini sıkıntıyla saçlarının arasına daldırıp asi bir şekilde dağıttı saçlarını. “Çok mu acıdı.?” Diye sordu genç adam ılımlı sesiyle. Mihrimah başını yavaşça kaldırıp titreyen gözlerini fark etmeden genç adamın kehribar gözlerine esir etmişti. Cihangir kendisine masum bir çocuk gibi bakan gözlere bakarak ağır bir şekilde yutkundu. Genç kız burnundaki elini yavaşça indirip başını ağır ağır olumlu anlamda salladı. “Acıdı.” Diye mırıldandı kısık sesiyle. “O haklı sanırım, ben daha düz yolda yürüyemiyorum karın üzerinde nasıl yürüyeyim. En iyisi sen tek git, ben odada otururum.” İçindeki ağlama isteğini bastırıp acı bir şekilde tebessüm ett. “Hem sana ayak bağı da olmam.” Diye mırıldandı kısık sesiyle. Belkide ömrünün sonuna kadar kendisini insanlara bir yük olarak görecekti genç kız. Kalbindeki kapanmayan yaralar buna izin vermiyordu. Acımasızca kırdıkları kabini İnsanlar unutsada, o unutmamıştı. O, ona söylenen hiçbir sözü unutmamıştı. Cihangir kaşlarını çatarak genç kızın yüzünde gezdirdi kehribar gözlerini. Genç kıza doğru bir adım attığında parmak uçları genç kızın parmak uçlarına değmişti. Mihrimah yüzüne vuran sıcak nefesle başını kaldırıp gözlerini şaşkınlıkla araladı. Cihangir büyük eliyle genç kızın küçük elini kavrayıp, şaşkınlıkla aralanan kahverengi gözlerine baktı. “Eğer bana ayak bağı olduğunu düşünseydim, sana ‘Hadi Mihrimah, gidelim’ demezdim.” Genç kız hızlı hızlı atan kalbime prangalar vurmaya çalışarak bir adım geriye doğru gitti. “Ama..” Cihangir, Mihrimah’ın cümlesini bitirmesini beklemeden elinden çekerek genç kızın yürümesini sağladı. Kenarda duran askılıktan genç kızın montunu alıp onun elleri arasına verip, ardından kendi montunu hızla giyinip beresini ve atkısını taktı. Elini askılığa bu kez genç kızın beresi ve şapkasını almak için uzatıp genç kızın beresini ve atkısını aldı. Bereyi genç kızın başına geçirirken parmaklarına değen siyah saçlar derin bir nefes almasına sebep olmuştu. Atkısını genç kızın boynuna dolayıp, montunun fermuarını boğazına kadar çekti genç adam. Mihrimah, kalbindeki amansız heyecanla genç adamın hareketlerini takip etmeye çalışıyordu. Ona ilk defa annesi dışında birisi böyle davranıyordu, sanki…bir bebekmiş gibi. Ondan habersiz dudaklarının üzerinde kuru bir tebessüm yeşermişti. “Hadi gidelim.” Diye mırıldandı genç adam sakin sesiyle. Genç kız karşısındaki bu adamın bazen ona karşı bu kadar iyi olmasına alışmaya başlayan benliğine ket vurmaya çalışıyordu. İçindeki bitmeyen korku bir gün acımasızca ortaya çıkıp onu yerle bir etmesinden korkuyordu belkide. Botlarını giyinerek evden ayrılan ikili yavaş adımlarla ilerlerken Mihrimah, Cihangir’in montunun kenarından tutuyordu parmak uçlarıyla. Genç adam onun bu çekingen haline bakıp dudaklarının yukarıya doğru kıvrılmasına izin verdi. Yere her bastıklarında ayaklarının altında ezilen kar taneleri kulaklarına eşsiz bir ritim gibi doluyordu.
Genç adam ellerini montunun cebine koyarak, yanındaki genç kıza ayak uydurarak yavaş adımlarla ilerliyordu. Usul usul yağan kar taneleri etrafı beyaza boyamaya devam ediyordu. Dakikalardır ormanın içinde yavaş adımlarla yürüyorlardı. Cihangir ağır bir şekilde yutkunup bakışlarını etrafa gezdirdi, buradan az öncede geçtiklerine emindi. İçini yavaş yavaş saran telaşı yanındaki genç kıza belli etmeden sakin adımlara ilerlemeye devam etti. Mihrimah yürümekten sızlayan bacaklarını güçlükle hareket ettiriyordu artık. Dudaklarını aralayıp yorulduğunu söylemek istiyordu lakin yanındaki adamdan çekiniyordu. Genç adamın tuttuğu montunun kenarını sıkıca kavradı üşüyen parmaklarıyla güç almak istercesine. Yüzüne düşen kar taneleri onu gülümsetse de, yorulan bedeni dinlenmek için can atıyordu artık. Cihangir bakışlarını yanında güçlükle yürüyen genç kıza çevirdi. Yüzünden nasıl yorulduğu belli oluyordu lakin genç adam dönüş yolunu bir türlü bulamıyordu. “Hay Allahım.” Diye mırıldandı kısık sesiyle genç adam. Mihrimah onu artık taşımayan bacaklarını zorlamayarak, yorgun adımlarını durdurdu. “Şey.. eve dönsek olur mu.? Ben yoruldum da.” Başını genç adamın olduğu tarafa çevirip vereceği cevabı bekledi. Cihangir derin bir nefes alarak gözlerini gezdirmeye devam etti. Elini montunun cebindeki telefona atıp telefonu cebinden çıkartıp çekip çekmediğine baktı. Telefonun çekmediğini gördüğünde gözlerini öfkeyle kapattı. “HasbinAllah.” Diye mırıldandı öfkeyle genç adam. Mihrimah, Cihangir’in öfkeli sesini duyduğunda onu sinirlendirdiğini düşünerek çekingen bir şekilde elini genç adamın montunun kenarından çekti. “Ben.. seni kızdırmak istemedim, biraz yoruldum da ondan söylemiştim.” Genç adam elindeki telefonu cebine atarak hüzünle yüzünü düşüren genç kıza baktı. Koyu kahve gözleri yine dolmuştu. Cihangir, Mihrimah’ın onu yanlış anladığını anlayarak ona doğru bir adım attı. Soğuk parmak uçlarıyla çenesini kavrayıp başını yavaşça kaldırdı. “Sana kızmadım.”Diye konuştu sert sesiyle genç adam. Mihrimah kaşlarını fark etmeden hafifce çatarak karşısındaki adam baktı, anlamadığını belli edercesine. “Sanırım kaybolduk.” Diye mırıldandı sıkıntılı sesiyle. Genç kız duyduğu sözlerle gözlerini şaşkınlıkla aralayıp korkuyla genç adama doğru bir adım atarak narin parmaklarıyla kolunu sıkıca kavradı. “Ne.?” Diye fısıldadı korku dolu sesiyle. “Ama ya bizi burada bir şey yerse.” Cihangir duyduklarıyla gülmek istese de bu isteğini bastırmıştı. “Korkma, yemez burada birşey. Ama biraz daha burada beklersek akşam karanlığında ne olur bilmiyorum.” Mihrimah kokunun esir aldığı gözlerle karşısındaki adama bakarken, Cihangir kendisine korkuyla bakan koyu kahverengi gözlerin içinde kaybolmuştu. “Ama ben çok yoruldum, yürüyemiyorum.” Diye mırıldandı genç kız masum sesiyle. “Sırtıma bin.!” Diye konuştu Cihangir kesin çıkan sesiyle. Mihrimah kirpiklerini şaşkınlıkla aralayıp geriye doğru bir adım attı. “Ne.?” Diye mırıldandı şaşkın sesiyle. Cihangir derin bir nefes alarak genç kızın elini tutarak onu kendisine doğru çekti. “İlerleye bilmemiz için yürümen gerekiyor. Yorulduğunu söyleyen sendin.” “Evet, ama..” “Fazla düşünmek için vakit yok, hava kararıyor.” Mihrimah çaresizce başını olumlu anlamda salladı. Zira yorgun bacakları onu daha fazla taşımıyordu. Cihangir, Mihrimah’ın önünde sırtını ona dönerek çömelerek omzunun üzerinden genç kıza bakıp az önce tuttuğu elini tekrardan tutarak onu haifice kendisine doğru çekti. Kendisini bulabilmesi için. “Hadi.” Mihrimah elinde hissettiği soğuk parmaklar onu irkilsede genç adam elini omzuna koyması ile genç kız diğer elini yavaşça uzatıp genç adamın diğer omzunu bularak ona sıkca tutundu. Cihangir, Mihrimah’ın ona sıkıca tutunmasıyla çömeldiği yerden kalkıp genç kızın bacaklarını beline doladı düşmemesi için. Mihrimah bir eliyle bastonunu tutarken diğer eliyle sıkıca Cihangir'e sarılmıştı. Çenesini genç adamın omzuna koyduğunda yüzlerinin birbirine değmesine sebep olmuştu. Cihangir yanağında hissettiği sıcaklıkla başını yavaşça yan tarafa çevirip ağır bir şekilde yutkundu. Genç kız çenesini omzuna koyduğu için siyah saçları öne doğru düşmüştü. Cihangir her başını çevirdiğinde yüzüne değen siyah saçlardan kehribar gözlerini alamıyordu. Burnuna dolan kiraz çiçeği kokusu, her nefes alışında ciğerlerini yakıyordu. Sert adımlarla karın üzerinde ilerlemeye başladığında sabah yaşadıkları kazayı aklından silmeye çalışıyordu. “Saçlarını geriye atar mısın.?” Diye konuştu Cihangir farkında olmadan sert çıkan sesiyle. Mihrimah biran irkilsede genç adamın dediğini yaparak öne düşen saçlarını geriye doğru attı lakin saçları yine öne düşmüştü. “Attım ama yine düşüyor.” Diye konuştu naif sesiyle. Cihangir gözlerini kapatarak derin bir nefes alıp içinden sabır çekerek sert adımlarla ilerlemeye devam etti. “Şey.. eğer sana rahatsızlık veriyorsam yürürüm ben.” Başını Cihangir’in omzundan ayırıp bedenini yavaşça geriye çekti. İçten içe ona yük olduğunu düşünüyordu. “Senden rahatsız oldum dediğimi hatırlamıyorum, sıkı tutun düşeceksin şimdi.” ‘Sen değil ama saçların beni rahatsız ediyor’ diye geçirdi içinde Cihangir. Mihrimah duyduklarıyla başını tekrardan genç adamın omzuna koyarak ona sıkıca tutundu. “Buldun mu yolu.?” Diye sordu genç kız sakin sesiyle. Cihangir başını kısa biran çevirip genç kıza bakıp ardından tekrardan bakışlarını yola çevirdi. “Hayır, basbaya kaybolduk.” Mihrimah bedenini kaplayan korkuyla elinin altındaki kolu sıkıca tuttu. Cihangir’in bakışları oraya düşerken boynuna vuran sıcak nefes dikkatini dağıtıyordu. “Ama hava çoktan kararmıştır, ya bizi bir şey yerse.” Panikle söylediği kelimeler Cihangiri gülümsetirken genç kız yüzünü kaplayan korkuyu silmeye çalışıyordu. “Yemez bizi bir şey, korkma.” Keskin bakışlarını etrafta gezdirirken gözüne takılan küçük kulübe ile yüzünde silik bir tebessüm oluşmuştu genç adamın. Hava çoktan kararmış, ay usul usul yerini alıyordu. “İlerde küçük bir kulübe var. Telefon çekene kadar veya birisi bizi bulana kadar orada kalabiliriz.” “Ama ya içinde birisi varsa.” “O zaman şansımıza küsüp geceyi dışarıda geçireceğiz.” Sert adımları hızla kulübeye ilerlerken sırtındaki genç kızı sıkıca tutuyordu düşmemesi için. Adımaları kulübenin önünde durduğunda ayağıyla yavaşça kapıya vurmasıyla kapı kendiliğinden açılmıştı. “Şanslıyız ki geceyi dışarıda geçirmeyeceğiz.” Kulübenin içine girip sırtındaki Genç kızı yavaşça yere bıraktığında Mihrimah biran dengesini sağlayamayıp genç adamın koluna tutundu sıkıca. Cihangir kolunu tutan genç kıza kısa bir bakış atıp ardından kehribar gözlerini kulübenin içinde dolaştırdı. Küçük kulübenin içinde eski tek kişilik bir yatak, küçük bir mutfak ve soba haricinde neredeyse boştu. Mutfağın hemen çaprazındaki küçük kapı ise tahminine göre lavaboydu. “Şey.. ben biraz üşüyorum.” Cihangir genç kızın konuşmasıyla bakışlarını genç kıza çevirdi. Titreyen bedenini fark ettiğinde genç kızın elini kavradı yavaşça. “Gel şöyle otur sen, ben sobayı yakacağım.” Mihrimah’ı yatağın üzerine oturtup adımlarını sobaya doğru çevirdi. Sobanın yanındaki odunları sobaya koyup, cebinden çıkardığı çakmakla yerdeki çırayı yakıp odunların arasına bıraktı. Ateş odunlara takılıp hızlı hızlı yanarken küçük kulübenin içinde çıtırtı sesleri yankılanıyordu. Sobadan çıkan ateşin ışığı kulübenin içini aydınlatırken Cihangir yavaş adımlarla ilerleyip Mihrimah’ın yanına oturdu. “Birazdan ısınır burası, ama odunlar bizi sabaha çıkarmaz.” Sırtını duvara yaslayıp başını genç kıza doğru evirdi. Ellerini montunun ceplerine koymuş soğuktan titreyen bedenini ısıtmaya çalışıyordu. Bakışları sobanın ışığıyla aydınlanan yüzünü bulduğunda küçük burnunun ve yanaklarının soğuktan kızardığını yeni fark etmişti genç adam. Cihangir bedenini hafifce öne doğru eğip kollarını dizlerine yaslayıp, elini uzatıp cebinden telefonunu alacağı esnada montunun iç cebindeki şey parmaklarına değmesiyle kaşları hafifçe çatılmıştı. Telefonunu çıkartıp, montunun iç cebinde kalan şeyi çıkardığında bunun bir gofret olduğunu gördü. Günler önce alıp ama yemeyi unuttuğu gofret. Dudaklarının üzerinde oluşan tebessümle başını genç kıza doğru çevirdi. “Gofret yemek ister misin.?” Diye sordu sakin sesiyle. Mihrimah duyduğu soruyla kaşlarını hafifçe çatarak başını sesin geldiği yöne doğru çevirdi. “Gofret mi.?” Diye sordu şaşkın sesiyle. Böyle bir yerde gofreti nerden bulduğunu düşünürken, midesindeki açlık kendisini belli etmişti. “Bir kaç gün önce almıştım, ama yemeyi unutmuşum.” Mihrimah kaşlarını yukarıya doğru kaldırıp başını olumlu anlamda salladığında Cihangir elindeki gofreti genç kızın avucunun içine bıraktı “Eğer yarısını yersen yerim, yoksa yemem.” Diye konuştu genç kız kendinden emin sesiyle. Elindeki gofretin ambalajını yavaşça açıp gofreti ambalajdan çıkartıp ortadan ikiye böldü. Sağ elindeki gofreti Cihangir’e doğru uzattığında, genç adam kehribar gözlerini kaplayan mugayir duygularla ona bakıyordu. “Ben yemeyeceğim, sen ye.” Gözlerini sobanın ateşine çevirip elindeki telefonun çekip çekmediğine baktı. “Ben senin gibi avucuna bırakamam, göremiyorum seni, al hadi.” Elindeki gofreti genç adamın olduğu tarafa doğru uzatıp sabırla almasını bekledi. Elini bulup kendisi vermek istesede genç adamın tepkisinden çekiniyordu. Cihangir başını ağır bir şekilde çevirip hala ona gofreti uzatan kıza baktı. “Parmakların senin gözlerin değil mi? Parmaklarınla bul o zaman.” Dudaklarının arasından çıkan fütursuzca kelimeler kulağına dolduğunda yeni yeni kavramıştı ne söylediğini. Mihrimah gözlerini şaşkınlıkla aralayıp hızlı hızlı atmaya başlayan kalbine prangalar vurmaya çalışarak Gofreti diğer eline bırakıp oturduğu yatakta biraz kayarak genç adama yaklaştı. Elini uzatıp onu bulmaya çalıştığında parmaklarına değen genç adamın koluyla yavaşça yutkunup parmaklarını yavaşça genç adamın kolundan indirip eline ulaştı. Soğuk parmakları onun sıcak parmaklarına değdiğinde içini saran amansız heyecanı görmezden gelmeye çalıştı. Gofretin bir parçasını Cihangir’in avucuna bırakıp geriye çekildiğinde yüzündeki hissettiği sıcaklık sobadan mı kaynaklıydı bilmiyordu genç kız. Cihangir donmuş kehribarlarını genç kızdan ayırıp avucunun içindeki gofrete düşürdü. Dudaklarının üzerindeki silik bir gülüş peydah olmuştu gecenin karanlığında. Sessizce ellerindeki gofretleri yediklerinde Mihrimah uykusu geldiği için esneyip duruyordu. “Şey.. uyusak mı.?” Cihangir yavaşça oturduğu yerden kalkıp yerdeki odunları sobaya attı. “Burada sadece bir tane yatak var, o da tek kişilik.” Diye konuştu durgun sesiyle genç adam. Mihrimah onun ne demek istediğini anlayarak başını usul usul salladı. “Ben sorun etmem ama sen temas sevmiyordun.” Cihangir duyduğu sözlerle genç kıza doğru bir adım atıp elinden tutarak onu yataktan kaldırdı. “Ben gereksiz temasları sevmem.” Elini uzatıp yatağın üzerindeki battaniyeyi geriye doğru iterek doğruldu. Keskin bakışları genç kızın yüzünde dolaşırken kuruyan dudaklarını yavaşça araladı.”Bu zamana kadar defalarca bana temas ettiğine göre demek ki bende sorun etmiyormuşum.” Mihrimah bir serçe gibi uçup gidecek olan kalbine bir avuç kül atsada kalbindeki heyecan sönmüyordu. Kalbi nazlı nazlı atarken dudakları ondan bağımsızca kırılmıştı. “Hadi yat.” Mihrimah başını olumlu anlamda sallayıp ayağındaki botları çıkartıp yatağın duvar tarafına doğru yaklaştı. Başını yavaşça yastığa koyduğunda Cihangir’de ayağındaki botları çıkarıp yatağın boş kısmına sığmakta zorlansada yatmıştı. Mihrimah, Cihangir’in sığmakta zorlandığını anladığında omzunun üzerinde yatarak sırtını duvara doğru döndü. Cihangir battaniyeyi üzerlerine örtüp gözlerini kulübenin küçük camına çevirdi. Dakikalar birbirini kovalarken Mihrimah gözlerini esir alan uykuya yenik düşmek üzereyken kulağına dolan sesle gözlerini korkuya açtı. Dışarıdan gelen hayvan sesleri korkuyla yanındaki adamın kolunu sıkmasına sebep olmuştu. “Demiştim sana burada yiyecek bizi yabani hayvanlar.” Korkulu sesi Cihangir’in kulaklarına dolduğunda Cihangir camdaki bakışlarını genç kıza indirdi. “Korkma..” “Bence sende korkmalısın. Duymuyor musun sesleri?” Cihangir sessiz bir şekilde gülüp genç kıza doğru yaklaştı. Mihrimah kendisine yaklaşan bedeni hissettiğinde küçük elleriyle kolunu sıkıca kavramıştı. “Korkma, ben seni korurum.”Diye fısıldadı genç adam kısık sesiyle. Mihrimah başını hafifce kaldırıdırdığında fark etmeden yüzlerini hizalamıştı. “Gerçekten mi.?” Diye sordu şaşkın sesiyle. Cihangir’in aklına sabah yaşadıkları kaza geldiğinde bakışlarını yavaşça genç kızın dudaklarına indirdi. Yavaşça yutkunup gözlerini ağır bir şekilde genç kızın gözlerine çıkardı. “Gerçekten.” Diye fısıldadı kısık sesiyle. Mihrimah içinde oluşan güven duygusuyla gözlerini huzurla kapattığında. Cihangir dakikalar sonra genç kızın düzenli alıp verdiği nefeslerden uykuya daldığını anlayıp bakışlarını tekrardan kulübenin camına çevirdi. Gözleri uyku için dirensede aklını saran amansız düşünceler uyumasına izin vermiyordu. Derin bir nefes alıp gözlerini kapattığı esnada bedenine bir kedi gibi sırnaşan beden ile gözlerini geri açtı. Mihrimah soğuktan üşüyen bedenini farkında olmadan Cihangir’e yaklaştırıp ince kollarını beline dolayıp başını genç adamın boyun girintisine koydu. Genç adam hareketsiz kalıp aldığı nefesi ağır ağır verdi. Kalbini saran bu amansız heyecan neyin nesiydi bilmiyordu. Buruna dolan kiraz çiçeği kokusu gözlerinin huzurla kapanmasına sebep olmuştu o farkında olmasada. “Kokun.. Neden bu kadar güzel.?”
|
0% |