@eminefuruncu
|
Hatalarım varsa kusura bakmayın, keyifli okumalar dilerim. Yeis; Umutsuzluktan doğan karamsarlık, üzüntü diye bilinir. Genç kız umutsuzluktan doğan büyük bir üzüntünün içine gün geçtikte hapis olduğunu hissediyordu. Yüreğinde peydah olan kapanmayan açılar onu yeis’in içine tutsak ederken genç kız çaresizce ona uzatılacak eli bekliyordu. Dolan gözlerinden yaşlar usul usul akarken sessizce çaresizliğine ağladı dakikalarca. Dilinin ucuna vurulan prangalar dudaklarını mühürlerken, konuşmaya mecali kalmamıştı. Tıpkı onu onu dinleyecek kimsesi kalmadığı gibi. “Ben.. korktum. Canhıraş düşünceler beynimin içini kemirirken, korktum.” Titreyen sesiyle sessizce konuştu fısıltıya anımsatan sesiyle. Soğuk parmakları yavaşça acıyan parmağını sardı. İçindeki küçük kız arkasını dönüp yine hiç olmayacak bir zamanda giderken Mihrimah yine tek başına kalmıştı, hapis olduğu karanlık dünyanın içinde. Ayağındaki terlikleri çıkarıp koltuğun üzerinde yan dönerek oturup sağ kolunu koltuğun yaslanma kısmına koyarak başını kolunun üzerine koydu yavaşça. Saatin kaç olduğunu bilmiyordu ama dakikalardır ağladığı için bedeni yorgun düşüp onu derin bir uykunun içine çekmek istiyordu. Yorgun bedeni yavaşça uykunun kollarına düşerken odanın kapısı yavaşça aralanmıştı. Cihangir kapıyı ardından kapatıp odaya girdiğinde karşısında uyuyan kızı gördüğünde kaşları hafifçe çatılmıştı. Asi siyah saçları sırtına dağılıp koltuğun üzerine dökülürken, yüzü ağlamaktan kızarmıştı. Genç adam ciğerlerine doldurduğu titrek bir nefesle bakışlarını genç kızdan ayırıp giyinme odasına girerek hızla üzerindeki kıyafetleri çıkarıp siyah pantolon, koyu kahverengi boğazlı kazak ve koyu kahverengi kaban giyinerek giyinme odasından çıktı. Dağılan saçlarını eliyle düzeltirken kenardaki telefonunu ve cüzdanını cebine koydu. Sert adımları kapıya doğru ilerlerken kehribar gözleri koltukta uyuyan kızda takılı kaldı. Gözlerini ağır bir şekilde kapatıp dilini kuruyan dudaklarının üzerinde gezdirdi ağır ağır. Adımları genç kıza doğru ilerlerken içini saran amansız duygunun ne olduğunu bilmiyordu. Sert adımları genç kızın yanında durduğunda hafifçe eğilerek genç kızı tek hamlede kucağına alarak doğruldu. Adımları yatağa doğru ilerlerken bakışları bir kedi yavrusu gibi omzunda uyuyan genç kıza düşmüştü. “Bazen dengelerimi alt üst ediyorsun kiraz çiçeği.” Genç kızı yavaşça yatağa bırakıp hafifçe geriye çekilerek genç kızın yüzüne baktı. “Mesela neden seni o koltukta, o halde bırakıp gidemedim. Başkası olsa umrumda olmaz, neden sen umrumda oluyorsun.” Beyninin içini kuşatan düşünceler bir bir sıralanırken, birbirine karışan duygularını kontrol edemiyordu artık genç adam. Bakışları yavaşça genç kızın moraran parmağına düştüğünde, kolundaki saate bakıp saatin kaç olduğunu kontrol etti. Genç kızdan uzaklaşarak banyoya hızlı adımlarıyla girip ilk yardım çantasında aldığı kremle odaya geri döndü. Mihrimah yatakta yan dönmüş uyurken, Cihangir hızlı adımlarla genç kızın yanına ulaşıp yatağın önünde çömeldi. Elini tereddütle uzatarak Mihrimah’ın elini kavrayarak kapağını açtığı kremden parmağına hafifçe sürdü. Kremi komodinin üzerine bırakıp parmak uçlarıyla kremi genç kızın parmağına sürerken Mihrimah parmağında hissettiği ince sızıyla dudaklarının arasından acı dolu bir inilti döküldü. Cihangir öfkeyle gözlerini kapatarak Mihrimah'ın elini yatağın üzerine bırakıp çömeldiği yerden kalktı. “Söylemekten kaçtığın o şeyi er yada geç söyleyeceksin.” Yeri döven adımlarıyla odadan çıkıp, sert adımlarıyla merdivenleri inerek evden çıktı. Adımları arabasına doğru ilerlerken keskin gözleri salonun camından ona bakan Pınar’ı buldu. İçinden bir ses ‘Mihrimah’ın ağlamasına sebep olan o’ diye bas bas bağırırken, genç kız elini kolunu bağlıyordu. Öfke ve nefretin esir düştüğü kehribar gözlerini ağır ağır Pınar’ın üzerinden çekerek arabasına binerek hızla hastaneye doğru sürmeye başladı. #######
Yattığı yatakta yavaşça doğrularak oturup sırtını yatağın başlığına yasladığında saatin kaç olduğunu merak ediyordu. Elini uzatın parmaklarını yatağın diğer tarafına değdirdiğinde parmak uçlarını soğuk çarşaf karşılamıştı. Aldığı yorgun nefesi ağır ağır bırakırken ellerini birbirine dolayıp kucağına bıraktı. Parmağının artık acımadığı fark ettiğinde, kaşlarını çatarak parmağını kontrol etti. Acı yoktu ama nasıl göründüğünü bilmiyordu genç kız. Dakikalar birbirini hızla kovalarken Mihrimah sessizce yatakta oturmuş aklını kuşatan amansız sorulardan kurtulmaya çalışıyordu. Kapının yavaşça çalınıp ardından aralandığını duyduğunda başını yavaşça sesin geldiği yöne doğru çeviri. Süreyya yüzündeki gülümsemeyle hafifçe araladığı kapıdan bakışları yengesini bulduğunda odanın içerisine doğru bir adım attı. “Günaydın yenge. Kahvaltı hazır, hadi birlikte inelim.” Diye konuştu sevecen ses tonuyla. Mihrimah kaşlarını şaşkınlıkla havaya kaldırırken dudakları hafifçe aralanmıştı. Yorgun bedeni onu saatlerce uykunun içine hapsetmişti, genç kız bunu fark ettiğinde şaşkınlığını gizleyememişti. Yavaşça yutkunarak üzerindeki şaşkınlığı bir köşeye atarak dudaklarını araladı. “Teşekkür ederim ama benim pek yiyesim yok.” Diye konuştu naif sesiyle. Süreyya kaşlarını çatarak genç kıza doğru ilerlemeye başladı yavaş adımlarıyla. “Ama akşamda yemeden uyumuştun, hadi kalk.” Mihrimah ağır ağır başını olumsuz anlamda sallayıp üzerindeki battaniyeyi kenara doğru itti. “Biliyorum ama canım hiç istemiyor, sen git beklemesinler seni.” Süreyya ne söyleyeceğini bilmeyerek genç kıza bakarken en sonunda kabul ederek başını olumlu anlamda salladı. “Peki.” Sessiz adımlarıyla odadan çıkıp gittiğinde, Mihrimah bacaklarını sarkıtarak yatakta oturdu. Dolan gözlerini yavaşça kapatarak içindeki ağlama isteğini bastırmaya çalıştı. Cihangir’in evde olup olmadığını bilmiyordu, eğer o yanında olsaydı içinde azda bulduğu cesaretle inebilirdi lakin o yokken içindeki cesarette yoktu. İnsanlara karşı olan çekimserliği onu hep geriye itiyordu. Sanki her an birisi kötü bir söz söyleyip onu ağlatacakmış gibi hissediyordu. Hayatı boyunca dışlanıp, küçümsenen olmanın ağırlığı sarmıştı dört bir yanını. Elini uzatıp bastonunu bulmaya çalıştığında bastonunu bulamamıştı. Kaşları hafifçe çatılırken bastonun nerede olduğunu düşünüyordu. En son koltukta uyuya kalmıştı, buraya onu getiren kişinin Cihangir olduğu aklına düştüğünde dudakları burukça kıvrılmıştı. “Burada değilse, koltuğun yanındadır.” Yavaşça oturduğu yerden kalkıp temkinli adımlarla koltuğa doğru ilerlerken içinden attığı adımların sayısını sayıyordu. Ayağının sert bir şeye çarpmasıya eğilerek önünü kontrol ederken eline değen şeyle mutlulukla gülümsemişti. Bastonunu sıkıca eline alıp yavaş adımlarla banyoya girerek gerekli ihtiyaçlarını giderip lavabonun önünde durdu. Parmak uçlarıyla bulduğu diş fırçasını ve macununu eline alıp diş fırçasının üzerini kontrol etti. Parmaklarına değen desenlerle kendi fırcası olduğunu anlayarak dişlerini fırçaladı yavaş yavaş. Banyodan çıkıp giyinme odasına geldiğinde adımları dolabın önünde durmuştu. Elini uzatıp kıyafetlerin arasında dolaşırken elbiselerin olduğu yerde durdu parmakları. Yumuşak kumaşı elini içinde kayıp giden elbiseyi dolaptan alıp eliyle kontrol ederek nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalıştı. Elbise, kolları ve göğüs kısmına kadar krem, göğüs kısmından aşağısı lacivertti. Etek kısmı dizlerinin hemen altına gelirken, belini saran bir kemeri vardı. Boydan boya düğmeli olan elbisenin kolları balon koldan oluşuyordu. Genç kız gülümseyerek üzerindeki kıyafetleri çıkarıp, elindeki elbisenin birkaç düğmesini açarak elbiseyi başında geçirerek giyindi. Belindeki kemeri güzelce bağlayıp, düğmeleri iliklemeye başladı. Düğmeleri iliklemek onu fazlasıya zorlasada dakikalarca uğraşarak düğmeleri ilikledi. Derin bir nefes alarak adımlarını bu kez giyinme odasındaki masaya çevirdi. Adımaları masanın önünde durduğunda bulduğu tarakla saçlarını güzelce tarayıp saçlarını sıkı bir şekilde at kuyruğu yaptı. Giyinme odasından çıkıp odaya girdiğinde adımları duraksamıştı. “Şimdi ne yapacağım ki.” Diye sessizce mırıldanıp yatağı düzeltmek için bir adım attığında odanın kapısı aniden açılmasıyla korkuyla yerinde sıçrayıp bedenini kapıya doğru çevirdi. Cihangir yorgun bedeniyle odaya girip kapıyı ardından kapattığında uykulu gözleri genç kızı bulmuştu. Sabaha kadar türlü türlü insanla uğraşmak onu yorsada mesleğini severek yapıyordu genç adam. Hem uykusuzluktan hemde yorgunluktan ağrıyan başını görmezden gelerek genç kıza doğru bir kaç adım attı yavaşça. “Neden kahvaltı yapmadın.?” Diye sordu sert çıkan sesiyle. Mihrimah Duyduğu sert sesle irkilerek geriye doğru bir adım attı. “Şey… yemek istemiyorum.” Diye konuştu çekingen bir edayla. Tedirginlikle elbisesinin kenarını avucuna hapsederek, yumuşak kumaşı sıkıca kavradı. Cihangir yavaş adımlarla odanın içerisine doğru ilerlerken bakışları genç kızın sıkıca kapattığı elinde dolaşıyordu. Üzerindeki kabanı çıkartıp koltuğun üzerine atıp, üzerindeki kazağın kolları hafifçe yukarıya doğru çekiştirdi. “Git yemeğini ye.” Sert sesiyle konuşup giyinme odasına girdi yeri döven sert adımlarıyla. Üzerindeki kıyafetleri çıkarıp rahat bir eşofman takımı giyinerek odaya geri döndüğünde genç kızın hala olduğu yerde durduğunu fark etti. Kaşları hafifçe çatılırken tek kaşını kaldırarak dudaklarını araladı. “Neden hala buradasın, Git kahvaltını yap. Annem sana mutfakta bir şeyler hazırlayacaktı.” “Ben yemek istemiyorum.” Diye konuştu Mihrimah sakin sesiyle. Adımları oturmak için koltuğa doğru ilerlerken genç adamın söylediği sözlerle adımları yarıda kesilmişti. “Burada istediğin zaman, istediğin şeyi yapacak bir annen yok. O yüzden git ve kahvaltını yap.” Soğuk sesi kulakları sağır ederken genç kız dolan gözlerini yavaşça kapatıp acı bir şekilde yutkundu. Onsuz gitmek istemediği kahvaltıya, onsuz gitmesi için zorluyordu onu genç adam. Mihrimah usul usul başını sallayarak adımlarını kapıya doğru çevirdi bu kez. Yavaş adımlarıyla Cihangir’in yanından geçerken Cihangir, Mihrimah’ın dolu dolu olan gözlerini gördü. Aldığı nefes boğazına takılırken ellerini öfkeyle yumruk yaptı. Genç kız odadan çıkıp gittiğinde Cihangir öfkeyle yatağa tekme savurup içindeki yersiz öfkeyi bastırmaya çalıştı. “Sürekli o gözlerin dolmasına sebep oluyorum.” Yorgun bedenini yatağın kenarına bırakıp dirseklerini dizlerine yaslayarak ağrıyan başını ellerinin arasına aldı. Aklını kuşatan sorulardan bir türlü kurtulamıyordu genç adam, bedeni uyku diye direnirken aklı giden genç kızdaydı. Yavaşça yutkunarak başını elleri arasından kurtarıp yorgun bedenini yatağa bırakıp üzerini örterek gözlerini kapattı. “En iyisi uyumak.” Diye fısıldadı yorgun sesiyle. Gözleri uykuya dalmak için can atarken beyni ona izin vermiyordu. Hissettiği bir eksiklik uykuya dalmasına sebep oluyordu. Genç kız odadan çıkıp dolan gözlerinden akan yaşları elinin tesiyle silerek yavaş adımlarla merdivenlere doğru ilerledi. Adımları merdivenin başında durduğunda içindeki korkuyu bastırmaya çalışsada olmuyordu. Bir adım merdivenden uzaklaşırken duyduğu sesle irkilerek yerinde sıçradı. “Birlikte inelim mi merdivenleri yenge.?” Diye sordu Taner sakin sesiyle. Genç kızın merdivenlerden inerken korktuğunu biliyordu, yüzünü saran korku onu ele veriyordu. Mihrimah çekingen bir şekilde başını sallayıp başını eğerken Taner onun yanına gelerek kolunu ona doğru uzattı. “Dilersen kolumdan tutabilirsin.” Genç kız usul usul başını sallayarak elini uzattığında Taner kolunu yengesine doğru yaklaştırdı bulabilmesi için. Mihrimah, Taner’in kolunu bulduğunda çekingen bir şekilde ceketinin kenarından tutundu. Yavaş adımlarla merdivenleri inip mutfağa doğru ilerleyip mutfağa geldiklerinde Gül hanım onların geldiğini görerek gülümsedi. “Hadi gel kızım sana kuymak yaptım ye sıcak sıcak.” Mihrimah elini yavaşça Taner’in kolundan çekip hafifçe tebessüm ederek konuştu naif sesiyle. “Teşekkür ederim, yardımın için.” “Önemli değil yenge. Süreyya kapıda beni bekliyor, biraz daha bekletirsem akşama helvamı yersiniz.” Aceleci adımlarla mutfaktan çıkıp gittiğinde biraz sonra evin kapısının kapanma sesi dolmuştu kulaklara. “Hadi gel kızım.” Gül hanım, Mihrimah’ın kolundan tutarak masaya doğru yaklaştırıp, oturmasına yardımcı olduktan sonra masanın üzerindeki çay bardağına çay doldurup geri çekildi. “Hadi bakalım başla, bir şey istersen söyle tamam mı kızım.” Mihrimah usul usul başını sallayarak Gül hanımı onaylasada, çekindiğinden dolayı bir şey istemeyeceğini biliyordu. Genç kız sessizce kahvaltısını yaparken, Gül hanım akşam yemeği için kara lahana sarması sarıyordu. Mihrimah son lokmasını ağzına atıp geriye doğru yaslandığında Gül hanımda son yaprağını sarıp tençerenin içine koydu. “Bitirdin mi kızım.?” Gül hanım elindeki tencereyi ocağın üzerine koyup, hazırladığı salçalı suyu üzerine döküp üzerine bir tabak koyarak tencerenin kapağını kapattı. “Bitirdim.” Mihrimah sessizce Gül hanımı onayladığında Gül hanım ellerini yıkayıp hızla masanın üzerindeki tabakları kaldırdı. “Hadi içeriye gidelim o zaman, Yusufum da uyanmıştır hem.” Genç kız oturduğu yerden kalkıp Gül hanımla yavaş adımlarla salona geldiler. “Kızım sen otur ben Yusufu alıp geleyim.” Gül hanım Yusufu almak için üst kata çıkarken Mihrimah yavaşça koltuğa oturup ellerini birleştirip dizlerini üzerine koydu. Etraftaki sessizlik dikkatini çekerken kaşlarını hafifçe çatmaktan kendini alıkoyamadı. Gül hanım kucağında etrafa gülücük saçan torunuyla merdivenleri inip genç kızın yanına geldi. Mihrimah’ın yanına oturduğunda Yusuf babaannesinin kucağından çıkmak için debeleniyordu. “Bak bak hiç duruyor mu yerinde.” Mihrimah başını sesin geldiği tarafa çevirip onları görmesede gülümsedi. “Kızım sen şunu azıcık tutu ver ben mamasını yapıp geleyim.” Mihrimah itiraz etmek için dudaklarını aralayacaktı ki Gül hanım, Yusufu genç kızın kolları arasına bırakıp salondan ayrılmıştı. Mihrimah şaşkınlıkla gözlerini aralarken kolları arasında duran Yusufu düzgün bir şekilde tuttu düşmesinden korkarak. Yusuf elini uzatarak genç kızın saçlarına ulaşmak istesede bu isteğine ulaşamıyordu. Büzdüğü dudaklarıyla huysuz sesler çıkarıp ağlamaya başladığında Genç kızın içini amansız bir korku sarmıştı. Mihrimah, Yusuf’u yavaş yavaş sallasada, Yusuf susmak yerine daha çok ağlayarak elini genç kızın saçlarına doğru uzatıyordu. “Neden ağlıyorsun, bir yerini mi acıttım.?” Mihrimah, kucağında ağlayan bebekle neredeyse ağlayacak duruma gelmişti. “Ağlama, bak benimde ağlayasım geldi.” Ağlamaklı çıkan sesiyle konuşup Yusuf’u kollarında sallamaya devam etti genç kız. “Neden ağlıyor.?” Mihrimah duyduğu sesle usulca yutkunarak içinde gittikçe artan ağlama isteğine prangalar vurmak istedi. Titreyen çenesiyle başını kaldırıp sesin geldiği yöne doğru döndü. “Bilmiyorum bir anda ağlamaya başladı. Ben.. Ben onun canını yakacak bir şey yapmadım, gerçekten.” Cihangir çattığı kaşlarıyla karşısında neredeyse ağlayacak gibi duran kıza baktı. Usulca yutkunup bakışlarını oğluna indirdiğinde oğlunun genç kızın saçlarına ulaşmaya çalıştığını gördü. Dudaklarının üzerinde silik bir gülüş peydah olurken yavaşça koltuğa oturdu. “Biliyorum, saçlarına dokunmak istiyor, o yüzden ağlıyor.” Diye konuştu Cihangir yorgun olduğu için soğuk çıkan sesiyle. Ne kadar uyumaya çalışsa da bir türlü uyuyamamıştı, yanında hissettiği eksiklik uyumasına engel oluyordu. Mihrimah şaşırarak gözlerini aralarken kucağındaki Yusufu dik tutarak başını boynuna yasladı. Yusuf küçük elini uzatıp genç kızın saçalarına doladı minik paramklarını. Mihrimah yüzündeki tebessümle başını Yusuf'un boynuna koyup usulca kokusunu soldu. “Ama sen çok güzel koyuyorsun.” Diye fısıldadı sessizce lakin yanında oturan Cihangir onu duymuştu. Kehribar gözleri büyülenmiş gibi onları izliyordu. ‘Sende çok güzel kokuyorsun.’ Diye geçirdi içinden fütursuzca. Saniyeler sonra kaşları içinden geçirdiği şeyi fark ederek derinden çatılmıştı. “Ay geldim Yusuf’un geldim.”Gül hanım aceleyle salona girdiğinde gördüğü görüntüyle şaşkınlıkla dudakları aralanmıştı. Yusuf, Mihrimah'ın boynunda uyuya kalmıştı. “E bu az önce ağlıyordu. “İstediğine ulaşamadı ondan.” Cihangir eline aldığı kumandayla kanalları gezerken, uykusuzluktan yanan gözleri ve ağrıyan başı onu sinirlendiriyordu. “Sen niye uyumadın oğlum, uykusuzluktan gözlerin kızarmış.” Gül hanım elindeki biberonu masaya bırakıp boş koltuğa otururken Cihangir omzunu umursamaz bir tavırla kaldırıp indirdi. “Uyku tutmadı.” Kısa cevabıyla annesini yanıtlayıp uykulu gözlerini televizyona sabitledi. Gül hanım başını sallayarak önüne dönerken bakışları Mihrimah’ın boynunda uyuya kalan torununa takılmış, yüzüne yayılan tebessüme engel olamamıştı. “Senin uykun oğluna geçmiş baksana, sanki az önce uyanan o değil.” Cihangir bakışlarını oğluna çevirdiğinde oğlunun huzurla uyuduğunu fark etti. “Yerine koyayım ben onu rahat rahat uyusun.” Gül hanım usulca oturduğu yerden kalkıp gelinin yanına ulaştı, eğilip torununu kucağına almak istediğinde Yusuf sanki genç kızdan ayrıldığını hissetmiş gibi ağlamaya başlamıştı. “Şey.. ben rahatsız olmuyorum ondan, uyanana kadar kalabilir kucağımda.” Diye konuştu genç kız çekingen sesiyle. Gül hanım şaşırarak torununu Mihrimah’ın kucağına bırakıp geriye çekildiğinde Yusuf ağlamayı kesmişti, sanki aradığı kokuyu bulmuş gibi. Cihangir tek kaşını kaldırarak oğluna çevirdi kehribar gözlerini. Küçük parmaklarıyla sıkıca siyah saçları tutuyordu. Mihrimah onu incitmekten korkarcasına onu tutsada oğlunun kolları arasında çok mutlu olduğu aşikardı. “Bugün bu evde bir sessizlik var.” Cihangir delici kehribar gözlerini onlardan ayırıp karşısında örgü ören annesine çevirdi. Gül hanım ağır ağır gülerek başını salladı. “Ay sus şimdi duyup gelecekler.” “Nereye gittiler ki.?” Diye sordu Cihangir sorgulayıcı ses tonuyla. “Babaannenin bir tanıdığını ziyarete gittiler halanla, Pelin’de istemeye istemeye onlarla gitti.” Genç adam anladım dercesine başını sallayıp bakışları tekrardan televizyona çevirdi. Aradan geçen dakikaların ardından Yusuf küçük gözlerini aralayıp acıktığını belli etmek için huysuzlanmaya başlamıştı. Mihrimah kucağında kalkıp gitmek isteyen Yusufu zor tutarken Cihangir eğilerek oğlunu kucağına aldı. “Ne uykucu çıktın lan sen, açıkmasan uyanacağın yok.” Yusuf ağlamaklı suratıyla babasının yüzüne bakarken Gül hanım oturduğu yerden kalkarak torununu kucağına aldı. “Mercimek çorbası yaptıydım yedireyim ben ona, yersin dimi paşam.” Yusuf babaannesinin kollarında mutfağa giderken genç çift baş başa kalmıştı. Mihrimah derin bir nefes alarak Cihangir’in dün ona söylediği sözleri düşünüyordu. Gerçeği ona söylemediği için ona böyle soğuk davrandığını düşünüyordu içten içe genç kız. Keza sabahki soğuk hallerinide ona bağlıyordu genç kız. Oysaki genç adam bir türlü uyuyamadığı için sinirliydi. “Bana kızgınsın değil mi.?” Diye sordu genç kız sessizce. Cihangir televizyondaki bakışlarını yanındaki genç kıza çevirip, tek kaşını kaldırarak ona baktı. “Anlamadım.” Bariton ses tonu genç kızın usulca yutkunmasına sebep olurken kehribar gözleri genç kızın yüzünde dolaşıyordu. “Şey.. hani sen dün sordun, ama ben sana söylemedim ya ondan.” Dizlerinin üzerinde duran ellerini birbirine dolayıp buz kesmiş parmaklarını birbirine tutsak etti. Cihangir bakışlarını genç kızın ellerine kısa biran indiridip tekrardan genç kızın yüzüne çevirdi. “Sana kızgın olmam için ortada bir sebep olması gerek, söyleyip söylememek sana kalmış. Ben, bana yalan söylenmesini sevmem sadece.” Bir cam gibi kalbine batırmıştı sözlerini Mihrimah’ın kalbine. Mihrimah, usul usul başını sallayıp ağır bir şekilde yutkundu. Kısa biranlığında olsa onu umursamadığı için ona kızgın olduğunu düşünmüştü lakin yine yanılmıştı. Onu bu hayatta kimse umursamazdı. Titreyen dudaklarını birbirine bastırıp, içindeki hüzünlü kız çocuğunu ağlamaması için teselli etti. “Anladım, ben yanlış anlamışım.” Kırılsada, darılsada burada nazının geçeceği kimse yoktu. Kulaklarında sabah Cihangir’in söylediği kelamlar yankılanırken şimdi daha iyi anlamıştı ne demek istediğini. “Ben sadece bana doğruyu söylemediğin için sinirlendim. Söylememek istemiş olabilirsin bunun için sana neden kızgın olayım.” Yorgun bakışları genç kızın gözlerinde dolaşıyordu. Elini uzatıp ona dokunmak istediğinde bu isteğinden vazgeçti. Kırkınlıkla dolu gözler neden nefes almasını zorlaştırıyordu. “Hayatım boyunca annemden başka birisi neden ağladığımı merak edip yanıma geldi. Ben ne söyleyeceğimi bilemedim o an, dilimin ucuna prangalar vuruldu sanki o an. Korktum, ne zaman ağlasam duyduğum o kötü sözler beynimin içini istile etmişken konuşamadım. Sandım ki sende onlar gibi kötü söz söyleyeceksin.” Gözünden bir damla yaş usulca akarken, Cihangir yavaşça genç kıza yaklaşıp usulca elini tuttu. “Geçmişte ne yaşadın bilmiyorum ama, ben senin korka bileceğin biri değilim Mihrimah. “ Genç kız başını eğerek dudaklarının üzerine silik bir tebessüm kondurudu. “Ama bazen çok tutarsız davranıyorsun.” Diye fısıldadı Mihrimah sakin sesiyle. Elinin üzerindeki el kalbinin heyecanla atmasına sebep oluyordu. “Tutarsız dergen.?” Cihangir Tek kaşını kaldırıp hafifçe çattığı kaşlarıyla Mihrimah’ın yüzüne bakıyordu. Mihrimah başını usluca kaldırıp gözlerini telaşla büyüttü. “Kötü anlamda söylemedim.” Yanlış anlamasından korkarcasına hızla konuşurken Cihangir dudaklarının üzerine yerleşen silik tebessümle ona bakıyordu. Dudaklarını aralayıp konuşacağı esnada salona giren babaannesi, halası ve Pınar yüzünde susarak bedenini geriye doğru yasladı. “Oy ayaklarıma kara sular indi.” Hatice hanım kendini koltuğa yorgunlukla bırakıp gözlerini torununa çevirdiğinde bakışları onların elini bulmuştu. Mihrimah duyduğu sesle elini Cihangir’in elinden kurtarmak istediğinde Cihangir genç kızın elini sıkıca tutarak buna engel oldu. “Edepte kalmamış,” Hatice hanım sesli bir şekilde söylenip memnuniyetsiz bir şekilde başını yan tarafa çevirdi. Pınar dolan gözleriyle karşısındaki çifte bakarken, içini kaplayan öfke tohumlarını bastırmaya çalışıyordu. Cihangir bedenini biraz daha genç kıza yaklaştırıp genç kızı kendisine doğru çekti. Mihrimah hissettiği utançtan yanakları yanarken başını eğerek genç adamdan uzaklaşmaya çalıştı. “Uzaklaş biraz, babaannen burada ayıp.” Utançın sardığı sesi kısık çıkarken, Cihangir genç kızın söylediklerini umursamamıştı. “Babaannem senin kim olduğunu kavramalı, aynı şekilde onun yanındakilerde.” Sert sesiyle konuşup bakışlarını televizyona çevirdiğinde dakikalar aradan hızla akıp gidiyordu. Burnuna dolan kiraz çiçeği kokusu uykusunu getirirken kapanmak isteyen gözleriyle savaş veriyordu adeta. Ay gökyüzünü karanlığa boyarken akşam yemeği için son dokunuşları yapıyordu Gül hanım ve süreyya. “Hadi sofra hazır.” Herkes hazır masanın etrafına toplanıp sessizce yemeğini yiyordu. Cihangir önündeki yemeği bitirip yavaşça oturduğu sandalyeden kalkarken bakışları genç kıza düşmüştü. “Size afiyet olsun, ben biraz dinleneceğim.” Gitmek için bir adım attığında ayakları genç kızın bakışlarını görerek ona tutsak olmuş gibi gidemiyordu. Derin bir nefes alarak annesini kucağındaki uyuklayan oğlunu alıp merdivenlere doğru yöneldi. Yusuf elini uzatıp babasının yüzüne dokunurken Cihangir ona gülümseyerek bakıyordu. Adımları oğlunun odasında durduğunda odanın kapısını aralyarak odaya girdi. Oğlunu kucağında sallarken yusuf kocaman açtığı gözlerle babasını izliyordu. “Uyusana, onun kucağında olsan uyumuştum ama değilmi. Benimi beğenmedin lan sen.” Cihangir hafifce çattığı kaşlarıyla oğluna bakıp onu uyutmaya çalıştı dakikalarca. Yusuf Yorgun düşen gözlerini sonunda kapattığında Cihangir oğlunu usulca beşiğine koyup üzerini güzelce örterek geriye doğru çekildi. Dudaklarını oğlunu uyandırmaktan korkarcasına oğlunun yanağına değdirerek doğruldu. Genç adam oğlunun odasından çıkıp yavaş adımlarıyla kendi odasına geldiğinde yatakta yatan genç kızı gördüğünde dudaklarının üzerinde oluşan silik tebessüme engel olamamıştı. Kenarda duran seccadesini yere serip Yatsı namazına niyet ederek namazını kılmaya başladı. Mihrimah kapının açılıp kapanma sesinden onun geldiğini anlayarak gözlerini sıkıca kapatmıştı. Burnuna dolan koku ciğerlerine sızlatırken kalbinin nazlı nazlı atmasına engel olamıyordu. Dakikalar sonra Yatağın diğer tarafında hissettiği hareketlilik ile usulca yutkunarak yastığın altındaki elini usulca kapattı, içindeki heyecanı bastırmak istercesine. Cihangir üzerine battaniyeyi çekerken gözleri arkası ona dönük olan genç kızdaydı. Düzensiz alıp verdiği nefesler uyumadığını gösterirken genç adam derin bir nefes alarak gözlerini kapattı. Her nefes alışında burnuna dolan kiraz çiçeği kokusu ciğerlerini adeta yakıyordu. Mihrimah uykuya dalabilmek için aklından türlü türlü senaryolar kurup o senaryoların sonunu getirsede kaçan uykusunu getiremiyordu keza Cihangir’de aynı durumdan muzdarip çekiyordu. Cihangir kapattığı gözlerini aralayıp başını usulca Mihrimah’a doğru çevirdi. Genç kızın uyuyup uyumadığına anlamak için hafifçe başını kaldırdığında kirpiklerini oynattığını fark etti. ‘Neden uyumuyor.?’ Diye içinden kendi kendine yakınırken Mihrimah yüzünü bir anda ona doğru dönerek hafifçe ona yaklaştı. ‘Acaba ona sarılsam, uyumadığımı anlayıp bana kızar mı.?’Mihrimah içindeki küçük kız çocuğuna sorduğu soruyla küçük Mihrimah omzunu kaldırıp indirdi bilmiyorum dercesine. ‘Denemeden bilemeyiz. Hem ne kaybedersin ki en fazla bağırır, ona da biz fazlasıyla alışığız unuttun mu.?’ Diye sordu içindeki küçük kız. Mihrimah içten içe ona hak verirken nefesini düzenli alıp vermeye çalışıyordu. Cihangir uykulu bakışlarını Mihrimah’ın üzerinde dolaşırken Mihrimah’ın yavaşça ona yaklaşıp başını göğsüne koymasıyla aldığı nefesler bir bir boğazına dizilmişti. Kalbi uzun bir yoldan gelmiş gibi atıyordu. Genç kız daha öncede ona sarılarak uyumuştu lakin onların hepsini bilinçsiz olarak yaptığını biliyordu, ama bu kez genç kızın uyumadığını biliyordu. Mihrimah hissettiği huzurla gözlerini kapatırken başının altında ahenkle atan kalp atışını dinliyordu. Saçlarının arasına vuran sert nefesler onu tedirgin etsede Cihangir dudaklarını aralayıp tek kelam etmemişti ona. Genç adam gözlerini yavaşça kapatıp burnuna dolan kiraz çiçeği kokusunu soludu fütursuzca. Sağ elini yavaşça kaldırıp genç kızın asi siyah saçlarına koydu, parmaklarına dolaşan saçlar dudaklarının üzerinde silik bir gülüşü armağan etmişti. “Yusuf’un bu saçları neden bu kadar sevdiğini şimdi daha iyi anladım, insanı kendisine bağlayan görünmez bir bağ var senin saçlarında kiraz çiçeği.” Diye fısıldadı genç adam gecenin karanlığına. Lakin göğsünde çoktan uykuya gelen genç kız onu duymamış kendini uykunun kollarına bırakmıştı. Parmakları usul usul genç kızın saçlarında dolaşırken bedeni sonunda kendisini uykunun kollarına bırakmıştı. |
0% |