@eminefuruncu
|
Hatalarım varsa kusura bakmayın, keyifli okumalar dilerim. (Oy ve yorumlarınız eksik etmeyin lütfen.)
Genç kızın sinesinde hissettiği derin hüzün zehirli bir yılan gibi tüm bedenini sinsi bir şekilde ele geçirmek istiyordu. Gözlerini usulca kapatarak kuruyan dudaklarını birbirine bastırdı. Kalbi duyacağı kelamlara karşı hazır değildi. Bir kelebeğin son çırpınışları gibi atan kalbi her an durmaya hazır gibiydi. Cihangir genç kızın sorusuyla şaşırarak geriye doğru bir adım attı. Bir gün böyle bir şeyi ondan isteyeceğini içten içe biliyordu, gözlerine baktığında gördüğü pırıltı bunun en büyük işaretiydi lakin genç adam böyle bir şeye hazır değildi. Mazisi bir sis bulutunun altında kalmıştı, beklemediği bir anda aldığı ağır darbe onu, sis bulutunun altına hapsetmişti. Sanki ileriye doğru bir adım atsa o anları tekrar yaşayacakmış hissi benliğini bırakmıyordu. Ağır bir şekide yutkunup boğazını acımasızca saran ellerden kurtulmaya çalıştı. Aldığı nefesler boğazını takılı kalırken, gözleri hala bir yanıt bekleyen genç kızın üzerinde dolaşıyordu ağır aksak. Mihrimah odanın içini saran derin sessizlikle aslında cevabını net bir şekilde aldığını düşünüyordu. Genç kız başını yavaşça önüne eğerek başını usul usul balladı. Dolan gözlerinden akmak için fırsat kollayan gözyaşlarına artık engel olamıyordu. “Anladım, yapamazsın” Diye fısıldadı Mihrimah titrek sesiyle. Yavaşça yutkunarak boğazındaki o taştan kurtulmak istedi lakin olmadı, başaramadı. “Beni sevmeyeceğini zaten biliyordum lakin, benim seni sevmemi istemeyecek kadar beni sevmediğini bilmiyordum Cihangir.” Gözünden düşen bir damla yaş dizlerinin üzerine düştü usulca. Kalbinde hissettiği acı her saniye giderek büyüyordu sanki. Titreyen parmaklarını birbirine dolayıp içindeki duyguları biraz olsun bastırmaya çalıştı. Cihangir, virane olmuş kalbiyle bir arafın ortasında kaldığını hissediyordu. Genç kıza doğru bir adım atıp dilinin ucunda dolaşıp duran kelamaları özgür bıraktı. “Ben…yapamam.” Diye konuştu güçsüz çıkan sesiyle. Kalbi bilmediği bir duyguyla kıvranıyordu, bu duyguyla nasıl baş edeceğini bilmiyordu genç adam. “Sende yapma, üzülmekten başka bir şeye yaramıyor.” Mihrimah eğdiği başını kaldırıp dolu gözlerini karşısındaki adama çevirdi. Dudaklarının üzerinde yerleşen silik gülüşle elini kaldırıp yüzünü ıslatan gözyaşlarını sildi. “Duygularımı kendim yönlendire bilirim. Kalbimde hissettiğim bu şey, aşksa aşk sevdaysa sevda evet seni seviyorum ve bunu yapıp yapmayacağıma ben karar veririm sen değil.” Titreyen sesine inat zorlukla konuşurken içindeki rüzgar şiddetini gittikçe artıyordu. İçindeki küçük kız yeni bir köşeye çökmüş, hüzünlü gözlerle onları izliyordu. Mihrimah aradığı teselliyi içindeki küçük kızdan da bulamamış olmanın hüznüyle omuzları çökmüştü. Genç adam nasıl bir cevap vermesi gerektiğini bilemeyerek bakışlarını genç kızdan ayırıp cama doğru çevirdi. Usul usul yağmaya başlayan yağmur sanki onların içini saran hüznün gözyaşlarıydı. “Kalbinin üşümesini istemiyorum.” Kısık sesiyle konuşup derin bir nefes doldurdu ciğerlerine genç adam. “Üşütme o zaman kalbimi.” Cihangir camdaki bakışlarını genç kıza çevirdiğinde çalan telefonuyla sert bir şekilde yutkunarak boğazını temizledi. Telefonunu cebinden çıkarıp arayana baktığında biçimli kaşları hafifçe çatılmıştı. “Alo Cihangir hocam.” Diye konuştu telefonun diğer ucundaki telaşlı ses. “Efendim Gökçe.” Sert sesi karşı tarafa ulaştığında, telefonun ucundaki genç kız tedirgin bir şekilde yutkundu. “Hocam dün mide ameliyatı yaptığımız hasta az önce koyu renkli olarak kan kustu.” Cihangir dilini kuruyan dudaklarının üzerinde gezdirip oldukça sakin bir şekilde konuştu. “Mide kanaması geçiriyor, hastanın durumu ne.?” “Siyah renkli gaita, üst batında ağrı ve acı var hocam.” “Tamam geliyorum ben.”Telefonu kapatıp cebine koyarak bakışlarını genç kıza çevirdiğinde onunda merakla onu dinlediğini gördü. “Hastaneye gitmem gerekiyor.” Mihrimah yavaşça başını sallayıp onu onaylarken Cihangir koltuğun üzerinde uyuyan oğlunun üzerine montunu giydirip şapka ve bersini ona taktı. Genç adam bakışlarını hala yatağın ucunda oturan kıza çevirip düz sesiyle konuştu. “Hadi, sende hazırlan çıkmamız lazım.” Mihrimah yavaşça oturduğu yerden kalkıp dolabından aldığı kabanını elbisesinin üzerine giydi, dağılan saçlarını kiraz çiçeği tokasıyla sabitleyip kapıya doğru ilerledi. Adımları çıkışa doğru ilerlerken arkasından gelen adım sesleri kalbinin hızlı atmasına sebep oluyordu. “Aaa nereye gidiyordunuz çocuklar.?” Esma hanım ellerini önündeki önlüğe sileken meraklı gözleri onların üzerindeydi. “Benim hastanede işim çıktı, gitmemiz gerekiyor.” Cihangir, Esma hanımı yanıtlarken kehribar gözleri botlarını giyen genç kızdaydı. Mihrimah botlarını giyip kapıyı açarak dışarıya çıktığında Cihangirde kabanını ve botlarını giyinerek evden çıktı. “Ama böyle olmadı ki.?” Esma hanım kızının yanına gidip ona sıkıca sarıldı. Gözleri ıslak gözlerine düştüğünde kaşları hafifçe çatılmıştı. “Başka zaman yine geliriz, hadi Mihrimah.” Mihrimah başını usulca sallayıp annesinden ayrılarak arabaya bindiğinde Cihangir arabanın kapısını yavaşça kapatarak arka kapıyı açtı. Yusufu koltuğuna koyup kemerini bağlayarak seri adımlarla kendi yerine geçti. Kenarda onlara bakan Esma hanıma başıyla selam vererek arabayı hızlı bir şekilde sürmeye başladı. Araba köy yolundan çıkıp asfalt yola ulaştığında arabanın içinde hala kulak tırmalayan bir sessizlik vardı. Mihrimah başını koltuğa yaslayıp gözlerini yavaşça kapatarak sessizliği dinledi. Aklını saran düşünceler, beyninin içini istila ederken genç kız bu düşüncelerden nasıl kurtulacağını bilmiyordu. Az önce acık acık onu sevdiğini itiraf etmişti, dudaklarının arasından bir anda çıkıp giden kelamlara mani olamamıştı. Kalbi delicesine atarken dudaklarını kalbine itat etmişti. Derin bir nefes alarak içindeki sıkıntıyı dindirmeye çalıştı lakin olmadı. İçindeki bataklık gittikçe büyüyerek onu içine çekiyordu. “İyi misin.?” Cihangir yoldaki bakışlarını kısa bir anlığına genç kıza çevirip ardından yola çevirdi kehribar gözlerini. Mihrimah usul usul başını sallayıp genç adamı onayladı. Genç kız yavaş yavaş başını sallayarak genç adamın sorusunu yanıtladığında başını cama doğru çevirdi. Dizlerinin üzerindeki ellerini birbine dolayıp,dilinin ucuna bir bir dolanan sözcükleri zorlukla yutarak gözlerini yavaşça kapattı. Dakikalar sonra araba durduğunda Cihangir başını çevirerek oğluna baktı. Yusuf’un hala uyuduğunu gördüğünde dudaklarının üzerinde bir gülüş meydana geldi. Hızlı bir şekilde arabadan inip önce genç kızın inmesine yardımcı olarak sonra Yusufu pusetiyle birlikte alarak arabanın önünde bekleyen genç kızın yanına doğru ilerledi. Mihrimah elindeki bastonunu soğuktan üşüyen parmaklarına rağmen sıkıca kavramış iken Cihangir genç kızın sağ elini tutarak ileriye doğru bir adım attı. Mihrimah üzerindeki şaşkınlığı bir kenara atarak adımlarını elini sıkıca kavrayan adamın adımlarına uydurmaya çalıştı. Hastanenin büyük kapısı ağır bir şekilde açıldığında genç çift yan yana hastaneye girdi. Cihangir bir eliyle pusetinde uyuyan oğlunu tutarken bir eliyle sıkıca karısının elini tutuyordu. Üzerlerinde dolaşan bakışların ağırlığı altında kendisine ait olan odaya girdiklerinde yavaşça genç kızın elini bıraktı. Kapıyı yavaşça aralayıp genç kızın girmesini bekledi, Mihrimah çekingen bir şekilde odaya girdiğinde Cihangir elindeki puseti masanın karşısındaki ikili koltuğa bıraktı. “Benim şimdi gitmem gerekiyor, ben gelen kadar odadan çıkmayın.” Cihangir düz sesiyle konuştuğunda Mihrimah başını usulca sallayarak onu onayladı. Cihangir genç kızın kolundan hafifçe tutarak Yusufu bıraktığı koltuğun boş kısmına oturttu ona. “Yusuf ağlarsa kucağına alman yeterli olacaktır.” Genç adam son sözlerini söyleyip odadan çıkıp gittiğinde genç kız elini yavaşça uzatarak pusetinde uyuyan Yusufu bulmaya çalıştı. Parmak uçları Yusufun minik eline değdiğinde yüzünde bir tebessüm yeşerdi. “Ne kadar uykucu bir şeysin sen.?” Yüzündeki gülümseme aklına dolan sorularla solup gitmişti. “Ya sende baban gibi beni sevmezsen.” Elini yavaşça geriye çekip dolan gözlerini yavaşça kapattı. Titrek bir nefesle doldurdu ciğerlerini. “Sevilmemek hiç bu kadar canımı acıtmamıştı.” Titreyen sesine inat güçlükle konuştuğunda kalbinde hissettiği ağırlık onu artık eziyordu. Köşesine sinip olan biteni izleyen içindeki küçük kız onu teselli edecek tek bir söz bile söylemiyordu artık. Belki de teselli etmenin bir şeyi değiştirmeyeceğini anlamıştı. Çıktıkları bu yolda kalbinin böyle yaralanacağını bilmiyordu, oysaki o gözlerinin iyileşmesi için çıkmıştı bu yola şimdi kalbide hasta olmuştu. Elinin tersiyle yüzünü ıslatan gözyaşlarını silerek derin bir nefes aldı. Dakikalar bir su gibi akıp giderken artık oturmaktan sıkılmaya başlamıştı genç kız. Başını pusete doğru çevirip elini uzatarak Yusuf’un eline dokundu. “Sende uyanamadın ki, uyansan iki laf ederdik.” Genç kız kendi kendine sıkıntıyla konuşurken kapının yavaşça çalınıp ardından açıldığını duymasıyla elini Yusuf’un elinden ayırdı. Başını yavaşça kapının olduğu tarafa çevirip gelen kişinin kim olduğunu anlamaya çalıştı. “Ben Cihangir Beye bakmıştım.” Genç kız duyduğu kalın erkek sesiyle usulca yutkunup kuruyan dudaklarını araladı. “Bir hastasının yanına gitti.” Diye konuştu fısıltıya anımsatan sesiyle. Kapının önündeki genç adam başını yavaşça sallayıp odanın içerisine doğru bir adım att. “Onu burada beklememin bir sakıncası var mı.?” Genç adam sert sesiyle konuşup gözlerini koltukta oturan genç kızın üzerinde gezdirdi. Bakışları genç kızın yanında duran bastonda taklı kalırken gözleri genç kızın gözlerine denk gelmişti. Mihrimah başını yavaşça olumsuz anlamda sallayıp ellerini dizlerinin üzerinde birleştirdi. “Yok.” Genç adam gözlerini genç kızdan ayırıp kapıyı ardından kapatıp, masanın önündeki tekli koltuğa oturdu. Bakışları boydan cama düştüğünde yağan yağmurun arttığını fark etti. “Cihangir Beyin nesi oluyorsunuz.?” Diye sordu genç adam bakışları camda dolaşırken. Mihrimah duyduğu soruyla kaşları havalanmıştı usulca, yüzüne düşen saç tutamını geriye doğru attı. “Eşiyim.” Diye konuştu genç kız sakin sesiyle. Dizinin üzerinde birleştirdiği ellerini stresle birbirine sürtüp biran önce Cihangir’in gelmesini diledi içinden. Genç adam camdaki bakışlarını koltukta oturan genç kıza ve yanında uyuyan ufaklığa çevirdi. “Oğlunuz daha çok babasına benziyor sanırım.” Mihrimah duyduğu sözlerle ne söylemesi gerektiğini bilemeyerek yavaşça yutkundu. Dudaklarını konuşmak için aralayacağı esnada kapının açılma sesini duyması ile dudaklarını yavaşça kapattı. Cihangir odaya girdiğinde karşısında gördüğü adam ile kaşları hafifçe çatılırken odaya girip kapıyı ardından yavaşça kapattı. “Asaf bey.” Asaf bey oturduğu yerden kalkarak kendisine bakan adama elini uzattı. Cihangir adamın elini sıkıp yerine oturduğunda gözleri koltukta oturan genç kıza kaydı. “Sizi bu saatte rahatsız etmek istemezdim lakin burada olduğunuzu öğrenince babamın durumu hakkında konuşmak istedim sizinle.” Cihangir yavaşça sırtını koltuğa yaslayıp başını salladı. “Mühim değil konu nedir.?” Gözleri uyanan Yusufu pusetten alan karısı üzerinde dolaşırken aklı konuşan adamdaydı. “Babamın ameliyatını sizin yapmanızı istiyorum, hastanenin en iyi genel cerrahısınız.” Cihangir bakışlarını Asaf beye çevirip başını usulca salladı. Hafifçe öne doğru eğilip ellerini masanın üzerine koyarak birleştiridi. “Ben işimi yapıyorum sadece. Babanıza gelecek olursak uygun bir donör bulunmadığı halde babanızın fazla bir zamanı olmadığını size söylemiştim, şuan gözetim altında lakin her an ne olacağını bilemeyiz.” Asaf bey derin bir nefes alarak başını salladı. “Bulmak için elimden geleni yapacağım.” Asaf bey yavaşça oturduğu yerden kalkmasıyla Cihangir’de oturduğu yerden kalkmıştı. Asaf beyin gözleri koltuğun üzerinde oturan genç kıza düştüğünde Cihangir yavaş adımlarla yanlarına gelmişti. Mihrimah kucağındaki Yusufu düşmesinden korkarak sıkıca kavramış, odanın içinde dolaşan konuşmayı dinliyordu. Saçına dolana minik parmakları hissettiğinde yüzüne yayılan gülümsemeye engel olamadı. “Az önce tanışmadık ben Asaf Agâh Demirel, bu hastanenin başhekiminin oğlu.” Asaf bey mavi gözleriyle karşısındaki çifte bakıyordu. Cihangir ağır bir şekilde yutkunup dilini ağır bir şekilde kuruyan dudakların üzerinde gezdirdi. “Memnun oldum Mihrimah bende.” Diye konuştu genç kız kısık sesiyle. Cihangir içini kaplayan bilmediği bir duyduğuyla elini sıkıca kapatırken kıstığı kehribar gözlerini Asaf beyin üzerine çevirdi. “Ben gideyim artık.” Asaf beyin odadan çıkmasıyla Cihangir alayla gülüp camın önüne doğru yürüdü sert adımlarıyla. “Şey.. Yusuf acıktı sanırım.” Genç kızın naif sesini duyan Cihangir bakışlarını dışarıda yağan yağmurdan ayırıp onlara çevirdi. Yusuf elini yumruk yapmış ağzına sokmaya çalışıyordu, Cihangir onun bu haline gülümseyerek bakarken adımlarını onlara doğru attı. Eğilip Yusufu kucağına aldığında burnuna dolan kiraz çiçeği kokusu gözlerini yavaşça kapatıp kokuyu derin bir şekilde solumasına sebep olmuştu. “Acıktın mı sen.?” Yusuf çattığı kaşlarıyla babasına bakarken Cihangir’de çattığı kaşlarıyla oğluna bakıyordu.”Ne oldu paşam benimi beğenmedin.?” Mihrimah, Cihangir’in söylediği şeye gülmek istesede kendisine engel olarak gülmemişti. “Hadi eve gidelim.” Cihangir, Mihrimah’a bakarak söylediği kelamlarla Mihrimah kenarda duran bastonunu eline alarak yavaşa oturduğu yerden kalktı. Genç adam ona doğru bir adım attığında genç kızın sabahtan beri gözlerini ondan sakladığını fark etti. Söylediği her kelimenin onu ne denli yaraladığının farkındaydı, lakin içindeki korku ona doğru bir adım atıp kırdığı kalbi onarmasına mani oluyordu. Kucağında tuttuğu oğlunun huysuzlanması ile kendine gelen genç adam bakışlarını genç kızan ayırıp yavaşça boğazını temizledi. Koltuğun üzerindeki pusete oğlunu bırakıp puseti eline alarak kapıya doğru bir iki adım attığında omzunun üzerinden geriye doğru baktı. Bakışları genç kızın eline düştü, içinden o eli tutmak geçsede genç kızın vereceği tepkiden çekiniyordu içten içe. Kapıyı açıp dışarıya doğru çıktığında Mihrimahta yavaş adımlarla arkasından geliyordu. Cihangir adımlarını yavaşlatıp genç kızın adımlarına denk düşecek şekilde yanında yürüdü sakin adımlarla. Hastaneden çıkıp arabaya bindiklerinde arabanın içinde yine kulakları sağır eden sessizlik vardı. Cihangir sakin bir şekilde arabayı sürerken üzerinde anlam veremediği bir duygu karmaşası vardı. Bakışlarını kısa bir anlığına yanında oturan genç kıza çevirdiğinde genç kız sanki sessizlik yemine etmiş gibi sabahtan beri onunla tek kelime konuşmamıştı. Sıkıntıyla baş parmağını direksiyona vuruken içini saran sıkıntının biran önce onu bırakıp gitmesini istiyordu. Mihrimah başını cama yaslayıp heran kapanacak gibi duran gözlerine mani olmaya çalışıyordu. Üzerine serilen uyku tohumları onu içine çekmek istiyordu. Gözlerini hızlı hızlı kapatıp açarken arabanın durmasıyla başını yavaşça camdan kaldırdı. “Geldik.” Diye fısıldadı Cihangir sakin sesiyle. Mihrimah yine başını sallayarak onu onaylayıp arabanın kapısını açarak yavaşça arabadan indi. Kapıyı ardından yavaşça kapattığında üzerinde dolaşan bakışların ağırlığı altında eziliyordu adeta genç kız. Titreyen adımlarına inat eve doğru yürüyüp yavaşça kapıyı çaldı. Bugün onu ardına doğru iten adamı şimdi o ardında bırakmıştı. Süreyya kapıyı yavaşça açtığında karşısında gördüğü yengesiyle gözleri şaşkınlıkla havalanırken bakışları genç kızın arkasından gelen abisine döndü kısa bir anlığına. Genç kızın kızarmış gözleri kaşlarının hafifçe çatlamasına neden olmuştu. “Hoşgeldiniz.” Diye konuştu Süreyya bakışları Mihrimah ve Cihangir’in üzerinde dolaşırken. Mihrimah içeriye doğru bir adım atıp ayağındaki botları çıkartarak kenardaki terliklerini bularak giyindi üşüyen ayaklarına. “Hoşbulduk.”Kuru sesiyle konuşup Süreyya’nın yanından geçerken adımlarını durdurup başını genç kızın olduğu tarafa doğru çevirdi. “Ben biraz dinleneceğim.” Süreyya başını olumlu anlamda sallayıp yengesini onaylarken abisinin kucağına Yusufu bırakmasıyla bakışlarını abisine çevirmişti. Cihangir giden genç kızın arkasından kaşları çatık bir şekilde bakarken ayağındaki botları çıkarıp kenardaki terliklerini ayağına geçirdi. “Yusuf açıkmıştı, bir şeyler yedir ona.” Süreyya şaşkın gözlerle abisine bakarken kucağında mızmızlanan Yusufu susması için bir yandan sallıyordu. “Sen nereye.?” Diye sordu genç kız giden abisinin peşinden. Cihangir adımlarını durdurup başını omzunun üzerinden çevirerek kardeşine baktı kısa biran. “İşim var.” Seri adımlarla merdivenleri çıkıp odanın önüne geldiğinde az önce hızlı olan adımları şimdi duraksamıştı. Elini kapının kulpuna uzatıp açmak için yeltendiğinde gözlerini ağır bir şekilde kapattı. “Açıp ne diyeceğim ki?” Sekteye uğrayan adımları geriye doğru bir adım attığında korkuyla atan kalbi neyin nesiydi bilmiyordu genç adam. ‘Ya birgün o da beni sevmekten vazgeçerse.’ İçinde amansızca dolaşan düşünceler ona nefes aldırmıyordu artık, zehirli sarmaşık her tarafını acımasızca sarmıştı. Derin bir nefes alarak içinde verdiği savaşı sonlandırarak odanın kapısını açarak içeriye girdi. Kapıyı ardından sert bir şekilde kapattığında sert adım sesleri odanın içerisinde yankılanıyordu. Adımları genç kızın az ilerisinde durduğunda kehribar gözleri yatağın ucunda oturan genç kızın üzerinde dolaşıyordu. “Seni sevemeyeceğimi söylediğim için mi bu tavrın.?” Genç adam sert sesiyle konuşurken, sert çıkan sesine mani olamamıştı. Mihrimah başını kaldırıp gözlerini şaşkınlıkla aralayarak kızarmış gözlerini karşısındaki adamın kehribar gözlerine denk düşürdü. “Anlamadım.?” Diye fısıldadı genç kız anlamdığını belli eden sesi tonuyla. “Sabah sana öyle söylediğim için mi sabahtan beri tek kelam etmiyorsun.?” Mihrimah dolan gözlerini önüne eğerek onları karşısındaki adamdan saklamak istedi. İçindeki küçük kız saklandığı köşeden çıkıp titreyen adımlarıyla ona doğru bir adım atarak küçük elini omzuna koydu, Mihrimah titreyen dudaklarını birbirine bastırıp acı bir şekilde yutkundu. “Sevemeyeceğin bir kızın sesini sürekli duymak istemezsin diye düşünmüştüm.” Titreyen sesi genç adamın içinde bir şeylerin bir bir yıkılmasına sebep oluyordu, sanki o ağladıkça onun kalbi ateşin içinde kalıyordu. Kararsız bir şekilde genç kıza doğru bir adım attı. Dilinin ucuna dolanan kelamlar artık özgür kalmak istiyordu. “Ama ben sesini duymak istiyorum.” Sert sesinden dökülen kelamlar genç kızın başını şaşkınlıkla kaldırmasına sebep olurken Cihangir dilini ağır bir şekilde dudaklarının üzerinde dolaştırıp kuruyan dudaklarının ıslanmasını sağladı. “Sana istediğin sevgiyi veremesemde sesini duymak istiyorum.” Genç kız saniyelikte olsa içinde bir bir yeşeren umut tohumları yine bir bir solmuştu. Dolan gözlerinden bir damla yaş süzüldüğünde damarlarında kol gezen mutsuzluk artık canını acıtıyordu. Yarım kalan mutlulukları hiçbir zaman tamamlanmayacaktı. “Ciğerpâre’nin ne demek olduğunu biliyor musun.?” Diye sordu genç kız kırgın sesiyle. Kalbinin derinlerinde hissettiği acı artık sesine de yansıyordu, lakin karşısında sarsılmaz yüz ifadesiyle duran adam bu duruma kulaklarını tıkıyor, ona sırtını dönüyordu. Genç adam tek kaşını kaldırıp öylece karşısındaki duvara bakan kıza baktı. “Biliyorum, insanın kendi canından çok sevdiği kimseye denir.” Sert sesi odanın içine yayılırken genç kız gözlerini sıkıca kapatıp açarak sesin geldiği yöne çevirdi başını. Onu görmüyordu ama orada olduğunu hissediyordu. Mihrimah dudaklarının üzerine düşen gözyaşıyla cansız bir şekilde gülümsedi. “Sen… Sen tanıdığın herkesi çok sevdin, o kadar sevdin ki bana vereceğin bir sevgin kalmadı, Bırak sevgiyi benim seni sevmemi bile istemedin.” Genç adam duyduklarıyla adeta yerle yeksan olurken boğazına oturan taş oradan kalkmıyordu. Söylediği her kelimenin genç kızı ne kadar yaraladığını acı bir şekilde fark ediyordu. Mihrimah yavaşça oturduğu yerden kalkıp banyoya doğru bir adım attığı esnada Cihangir’in sesini duymasıyla adımları durmuştu. “Yanılıyorsun ben bu hayatta oğlumdan başka kimseyi çok sevmedim. Sana vereceğim bir sevgim var ama korkuyorum anlıyor musun sende onun gibi arkana bakmadan çekip gitmenden deli gibi korkuyorum.” Cihangir aklında gelen düşüncelerle içindeki öfkeye mani olmayıp bağırarak konuştuğunda gözlerini kapatarak sakin kalmaya çalıştı. Mihrimah duydukları ile şaşkınlıkla gözleri aralanırken bedenini yavaşça arkaya doğru döndü, bahsettiği kişinin elbette ölen eşi olduğunu biliyordu, deli gibi geçmişte ne yaşadıklarını merak etsede sormaya cesareti yoktu. “Ben korkak değilim, eğer seviyorsam sevdiğim adamın yanında dururum. Ne bırakıp giderim ne de senin gibi korkarak geride durmam.” Dilinin ucuna bağlı olan her kelimeyi özgür bıraktığında Cihangir tek kaşını kaldırarak karşısındaki kıza bakıyordu. Gözlerinde gördüğü kararlıklık ağır bir şekilde yutkunmasına neden olmuştu. “Korkak öyle mi.?” Diye sordu genç adam genç kıza doğru bir adım atarak. Mihrimah hızlı hızlı başını sallayıp kaşlarını hafifçe çattı. “Evet korkak, bir korkak gibi geçmişin arkasına saklanıyorsun.” Genç kız arkasını dönüp banyoya doğru bir iki adım attığında genç adam hızla genç kızın ince bileğinden kavrayarak onu durdurdu. Genç kızı kendisine doğru çevirip dudaklarını genç kızın dudaklarına bastırdığında ikiside oldukça şaşkındı. Mihrimah gözlerini şaşkınlık aralarken Cihangir genç kızı belinden kavrayıp sıkıca sarıldı, gitmesinden korkarcasına.
|
0% |