@eminefuruncu
|
Hatalarım varsa kusura bakmayın, keyifli okumalar dilerim. Ömürler bitiyordu. Kimi zaman duyduğumuz bir çift kötü kelama kırılarak bitiyor, kimi zaman kalbimizde sakladığımız buruk bir sevgiyle bitiyordu. Dudaklarımızın arasından çıkan her ah, gözümüzden düşen her gözyaşı içimizdeki acının sadece buruk bir gösterimiydi. Mihrimah duyduğu kelamlarla kahverengi gözleri dolmuştu, kuruyan toprakları ıslatmak ister gibi. Uzun kirpiklerini birbirine değdirdi usulca. Hayat ona tüm acımasızlığıyla sevgisizliğin ortasında boğulup gideceğini bağıra bağıra söylüyordu sanki. Mihrimah buna kulaklarını kapatmak istediğinde acımasız eller, ellerine yapışıp acı dolu lafları duymasını sağlıyordu. Onu bu hayatta sadece annesi ve babası sevmişti. Titreyen dudaklarını birbirine bastırıp eğdiği başını kaldırdı, elinin tersiyle yanağından akan gözyaşını sildi. "Ben sizden sevgi dilenmedim." Naif sesi arabanın içinde yayıldığında Cihangir duyduğu ince sesle başını kaldırıp aynadan öylece karşısında bakan genç kıza baktı. Biçimli kaşları hafifçe çatık dururken uzun kirpikleri hafif nemliydi. Cihangir bir şey söylemeyerek sessiz kalmayı seçmişti. Çatlayacak gibi ağrıyan başı tek bir sesi daha kabul etmeyecekti sanki. Yoğun kar yağışından dolayı bir saatlik yolu iki saatte gelmişlerdi. Araba sonunda Arslanoğlu evinin önünde durduğunda Cihangir arabayı gelişigüzel evin önüne park etmişti. Arabanın kapısını açıp kendinden emin adımlarıyla arabadan inip arabanın kapısını kapattı. Mihrimah sert bir şekilde kapatılan kapıyla korkuyla yerinde sıçramıştı, kalbi yaralı bir kuşun kalbi gibi ürkek ve korkuyla atıyordu. Cihangir sert adımlarıyla evin kapısına ulaştığında adımları sekteye uğramıştı. Derin bir nefes alıp başını geriye çevirip arabaya baktı. "Bu yaşımdan sonra birde çocuk bakıcılığı yapacağım." Yüzünü memnuniyetsiz bir şekilde buruşturup adımlarını geriye çevirdi. Attığı her adımda annesine olan öfkesi artıyordu, bu kızı başına bela ettiği için. Adımları arabanın yanında durduğunda sert bir şekilde arabanın kapısını açtı. Mihrimah irkilerek başını sesin geldiği yöne çevirdi yavaşça. "İn!" Diye konuştu katı sesiyle. Yağan karın soğuğu yüreğini dondurmuştu sanki. Karşısındaki kişinin ayazda kalmış hibi üşümesine sebep oluyordu. Mihrimah usulca yutkunup elindeki bastonunu sıkıca kavrayıp adım atacağı yeri kontrol etti. Cihangir bastonu basması gerken yere getirip sert sesiyle konuştu. "Buraya basacaksın sonra yere." Mihrimah başını sallayarak Cihangiri onayladı. Bastonunun olduğu yere ayağını koyup ardından dikkatli bir şekilde arabadan indi genç kız, inerken başını vurmasıyla dudaklarının arasından bir 'Ah' nidası dökülmüştü. Mihrimah elini kaldırıp başına koyduğunda Cihangirin kehribar rengi gözleri elinin olduğu yere tırmanmıştı. Simsiyah saçların üzerine düşen kar taneleri saçlarının üzerinde parlıyordu adeta. Cihangir gözlerinde kapatıp derin bir nefes alarak başını yana çevirdi. "Düz karşıya yürü." Sert sesiyle konuşup ilerlemeye başlamıştı. Mihrimah yerdeki karlardan dolayı kaymamaya çalışarak ilerlemeye çalışıyordu, her an düşecek olmanın korkusu vardı narin kalbinde. Cihangir kapının önünde durduğunda sert bir şekilde zile basıp kapının açılmasını bekledi. Başını çevirip genç kıza baktı gözlerinin ucuyla, ürkek adımlarla ona doğru geliyordu. Mihrimahın bir anda ayağının kaymasıyla öne doğru savrulan bedenini Cihangir tutmuştu. Mihrimah korkuyla başını kaldırdığında ona keskin gözlerle bakan kehribar rengi gözlerden habersizdi. "Dikkatli ol, seninle uğraşamam." Acımasız sözleri genç kızın gözlerinin dolmasına sebep olmuştu. Cihangir bakışlarını dolu dolu olan koyu kahverengi gözlere indirdi usulca. Mihrimah yavaşça yutkunup başını usul usul sallayıp kolunu onun ellerinin arasından kurtardı. "Olurum." Diye fısıldadı kuru sesiyle. Aslında olamayacağını biliyordu, sürekli düşüp bedenine zarar vermenin önüne geçemeyecekti. Acılan kapıyla ikisininde başı o tarafa dönmüştü. Süreyya karşısındaki çifte gülümseyerek baktı. Bakışları genç kızın üzerinde dolaştı usul usul, Mihrimah çok güzel gözüküyor diye geçirdi içinden. Geçmeleri için geriye çekilip onlara yer açtı. Cihangir ayakkabılarını çıkartıp kenarda duran terliklerini giyinip bakışlarını kardeşine çevirdi. "İlgilenirsin onunla." Sert sesiyle konuşup arkasını dönüp gittiğinde Mhihrimah duyduğu kelamlarla elini sıktı. "Hadi içeriye gir, üşümüşsün." Mihrimah bastonuyla önünü kontrol ederek eve girdi yavaş adımlarla. Genç kız bu sesin Süreyya'ya ait olduğunu biliyordu, geçen hafta düğün alışverisinde aşina olmuştu bu sese. Süreyya kapıyı kapatıp Mahrimah'ın önüne terlik koydu. "Önüne terlik koydum, giyine bilecek misin.?" Mihrimah usul usul başını sallayarak onayladı karşısındaki genç kızı. Ayağındaki beyaz ayakkabılarını çıkarıp bastonuyla önündeki terlikleri bulmaya çalıştı, bastonunun ucu terliklere değdiğinde gülümseyerek terlikleri giyindi. Süreyya genç kızın koluna girip onu salona doğru yürütmeye başladı yavaş adımlarla. Genç kızın içindeki tedirginlik onu biran bile yalnız bırakmıyordu. İlk defa ona yabancı olan insanlarla kalacaktı, bu insanlar onun ailesi olacak olasa da tedirgin olmadan duramıyordu. İki genç kızın salona girmesiyle salondaki insanların bakışları onlara dönmüştü. Nikah iki aile arasında kıyılacaktı. Mihrimah'ın annesi babası ve ablasından başka kimse yoktu nikaha gelecek lakin Arslanoğllarının öyle dağildi, çoğu akrabaları buradaydı. Süreyya, Mihrimahı abisinin yanındaki boşluğa oturtup geriye çekilmişti. Salondaki herkesin bakışları Mihrimah'ın üzerinde dolaşıyordu. Hatice hanım burnunu kıvırarak baktı genç kıza, onu torununa layık görmediği yüz ifadesiyle açıkca belli ediyordu. Mihrimah üzerinde dolaşan bakışları görmese de hissediyordu. Üşüyen ellerini birbirne kenetleyip dizlerinin üzerine koyarak başını önüne eğdi üzerindeki yoğun bakışlardan kurtulak isedi bir nebzede. Cihangir gergin bir şekilde dizini sallayarak çatık kaşlarıyla etrafa bakıyordu. Başını çevirip yanındaki kıza baktığında genç kızın yüzüne dökülen siyah saçları yüzünü görmesine engel olmuştu. "Gelin hanım annen baban nerede.?" Hatice hanım katı sesiyle konuşup keskin bakışlarını karşısındaki kıza sabitlemişti. Mihrimah eğdiği başını kaldırıp yavaşça yutkunup kuruyan dudaklarını ıslattı. Başını sesin geldiği yöne çevirip dudaklarını araladı konuşmak için lakin başka bir es onun sesini bastırmıştı. "Gelirler birazdan babaanne." Hatice hanım çatık kaşlarıyla Süreyya'ya baktı. Süreyya bakışlarını babaannesinden kaçırıp önünde döndü. Bazen çok ürkütücü oluyordu babaannesi. Ortamda ki gerginliği çalan kapı sesi bozmuştu. Süreyya aceleyle yerinden kalkıp kapıyı açtığında karşısında annesini babasını ve Mihrimah'ın ailesini görmüştü. Gülümseyerek onlara yok açmıştı genç kız. "Hoş geldiniz." Herkesi içeri buyur etti yüzündeki gülümsemeyle. Gelenler salona girdiğinde kısa bir selamlaşmanın ardından herkes bir kenara oturmuş nikah memurunu ve imamı bekliyordu. Aradan gecen dakikalar Mihrimah'ın daha çok gerilmesine sebep oluyordu. Yanında oturan adamda aynı şekildeydi. İki gençte yeni bir hayata adım atacakları olmanın gerginliği içinde savrulup duruyordu. Cihangir'in aklında genç kızın bu evliliği neden kabul ettiği sorusu varken, Mihrimah'ın aklında yanındaki adamın ona ameliyat olmasında yardımcı olacak mı sorusu vardı. Belki görürüm diye girdiği bu yolda kalbinin daha çok kırılmasından korkuyordu genç kız. Aradan gecen dakikaların ardından nikah memuru ve imam gelmişti. İki genç onlar için hazırlanın beyaz örtülü masaya oturdular. Etraftaki fazla ses genç kızı korkutuyordu. Titreyen ellerini sıkıca birbirine kenetleyip dizlerinin üzerine koydu. Titrek bir şekilde aldığı nefesle başını önüne eğdi. İçindeki korkuyu silip atacak bir destek bekledi ama o destek kimseden gelmedi, o kadar insanın içinde kimse genç kızın kalabalığın sesinden korktuğunu fark etmemişti. Resmi nikahın ardından genç kızın annesinin başına örttüğü beyaz tülbentle imam nikahıda kıyılmıştı. Cihangir sert bir şekilde oturduğu yerden kalkıp arkasını dönüp seri adımlarla merdivenleri çıkarak oğlunun odasına gitti. Beşiğinde masum bir şekilde uyuyan oğlunu kucağına alıp mis gibi kokusunu içine çekerken gözleri huzurla kapanırken. Mihrimah yanındaki sandalyenin sert bir şekilde itilmesiyle Cihangir'in gittiğini anlamıştı. Az önce ömrünü ömrüne bağladığı adam onu bu kalabalığın içinde tek başına bırakmıştı. Esma hanım kızını oturduğu yerden kaldırıp boş bir koltuğa oturtup, yanına oturdu kendiside. Tebrik dileklerini ileten akrabalar tek tek evden ayrılıyordu. Mihrimah oturduğu koltukta sessizce etrafındaki konuşulanları dinliyordu. İçinde hissettiği hüzün gittikçe artıyordu. Birazdan aileside gidecekti ve o tanımadığı bir yığın insanın arasında bir başına kalacaktı, bu onu korkutuyordu. Esma hanım kızının korkusunu anladığı için bir an olsun yanından ayrılmıyordu lakin gitme zamanı yavaş yavaş geliyordu. Fazıl bey üzgün bakışlarını karısına çevirip kalkması için işaret verdi ona. Esma hanım usulca yutkundu boğazını saran ellere rağmen. "Bizde kalkalım artık, yol uzun." Fazıl bey kalkmasıyla Esma hanım ve Sedef oturduğu yerden kalkmıştı. Mihrimah'ın gözleri babasının sözleriyle dolmuştu. Böyle olmasını o istemişti, ablasının sözleri kalbini acıtıyordu lakin bu durum daha çok açıtmıştı kalbini. Kenarda duran bastonunu el yardımıyla bulup sıkıca kavradı. Yavaşça oturduğu yerden kalkıp dolu dolu olan gözlerini annesinin olduğu tarafa çevirdi. "Anne." Diye mırıldandı kısık sesiyle. Mihrimah titreyen dudaklarını birbirine bastırıp içindeki ağlama isteğini bastırmaya çalıştı. Esma hanım yüzüne kondurduğu emanet gülüşle kızını kolları arasına alıp sıkıca sarıldı ona. "Ağlama biz seni görmeye geliriz yine." Genç kızın kulağına fısıldadığı kelamlar kurak topraklarında çiçek yeşertmişti adeta. Kalbi sevinçle dolarken, bir gülüş yerleşti dudaklarının üzerine. "Gelir misiniz sahiden.?" Esma hanım bedenini geriye çekip kızının göremeyeceğini bile bile başını olumlu anlamda salladı. Umutla parlayan kahverengi gözlerinde korku vardı kızının. "Geliriz tabi, sende gelirsin." Fazıl bey Esma hanımın koluna dokunup geriye çekilmesi için ona baktı. Esma hanım geriye çekildiğinde Fazıl bey bu kez sıkıca sarılmıştı kızına. Kiraz çiçeği kokan saçlarını koklayıp derin bir öpüçük kondurdu siyah saçlarının üzerine. Fazıl bey kızına çok şey söylemek istesede söyleyememişti. Boğazına dizilen taşlar onun konuşmasına engel oluyordu. "Allaha emanetsin güzel kızım." Fazıl bey son kez kızının saçlarını öpüp geriye çekip ardında bekleyen karısına ve kızına bakıp kaşlarıyla kapıyı işaret etti gitmek için. Sedef ağzının içerisinden kardeşine veda edip annesinin ve babasının peşine takıldı, kardeşine sarılmamıştı bile. Gül hanım ve Orhan bey Mihrimah'ın ailesini yolcu etmek için kapıya kadar onlara eşlik etmişti. Mihrimah dolu gözleriyle çekingen bir şekilde az önce kalktığı yere tekrar oturdu. Uzun kirpikleri birbirine değdiğinde güzel gözlerinden bir damla yaş akmıştı. Süreyya, Mihrimah'ın yanına doğru yavaş adımlarla ilerleyip usulca genç kızın yanına oturdu. Mihrimah irkilerek başını kaldırıdğında Süreyya tereddüt ederek elini uzatıp Mihrimah'ın dizlerinin üzerinde duran ellerinin üzerine koyarak güven verircesine sıktı. "Üzülme, ailen gibi olamayız ama bizde artık senin bir aileniz ." Mihrimah sessiz kalıp usul usul salladı başını. Kalbi korkuyla atıyordu bu korku nasıl geçecekti bilmiyordu genç kız. "İstersen seni odanıza çıkarayım, belki üzerini değiştirmek istersin." Diye sordu Süreyya ılımlı sesiyle. Gül hanım kızına ve gelinine gülümseyerek bakarken Hatice hanım memnuniyetsiz bir şekilde bakıyordu. "Olur." Mihrimah çekingen bir şekilde konuşup uslca yutkundu. Süreyya gülümseyerek oturduğu yerden kalkıp Mihrimah'ın elini tutarak kalkmasına yardımcı oldu. "Hadi gidelim." Mihrimah yanında duran bastonunu alıp sıkıca kavradı parmaklarıyla. Yavaş adımlarla Süreyya'nın peşinden ilerledi. Elini tutan el ona birazda olsa güven veriyordu. "Çabuk olun akşam yemeğini yiyeceğiz." Gül hanımın peşlerinden sesini yükselterek konuştuğunda Süreyya onu aynı şekilde onaylamıştı. Salondan çıkıp merdivenlere ulaştıklarında Mihrimah bastonunun bir yere çarpmasıyla adımları durmuştu, bastonuyla önünü kontrol ederek önündeki şeyin ne olduğunu anlamaya çalıştı. "Merdiven var." Süreyya'nın uyarısına karşılık yavaşça başını salladı . Genç kız her çıktığı basamağı sayarak kaç basamak çıktığını aklında tutmuştu. "Şimdi sola dönüyoruz." Adımlarını sola çevirip çekingen adımlarla ilerledi yavaşça. Bastonu bir yere değince adımları tekardan durmuştu. Kalbi yine korkuyla atmaya başlamıştı. Acaba o içeride mi diye düşünmeden edememişti genç kızç "Şey..." kuruyan dudaklarını yavaşça ıslattı diliyle. Ne söylemesi gerektiğini bilemiyordu. "Abim içeride değil, gel hadi." Süreyya genç kızın çekingenliğini anlamıştı, ürkek bakan gözleri onun nasıl korktuğunu gösteriyordu aslında. Süreyya kapıyı acıp içeriye girerek ardından genç kızın girmesini sağladı. "Odaya girdiğinde direkt karşıya doğru ilerlediğinde boydan camlar karşılıyor bizi ayrıca balona acılan kapı. Sağ tarafta ise yatak var, yatağın her iki tarafında komodin var, sol tarafta koltuk var, koltuğun önünde ise küçük bir masa var. Sol tarafta ise iki tane kapı var sağ taraftaki banyo sol taraftaki giyinme odası." Mihrimah yavaş yavaş başını sallayarak anladığını belli etti. "Anladım." Diye fısıldadı narin sesiyle. "Giyinme odasında iki dolabın ortasında makyaj masası var ve sağ dolap senin için ayrıldı." "Ben teşekkür ederim, yani yardımcı olduğun için." Süreyya gülümseyerek elini havada önemli değil dercesine salladı lakin sonradan hatırladığı şeyle usulca yutkunarak havadaki elini indirdi. "Önemli değil. Ben sana giyinecek bir şeyler getireyim biraz daha oyalanırsak annem kızacak." Süreyya hızlı adımlarla giyinme odasına ilerleyip mihrimah için ayrılan dolaptan triko acı kahverengi bir kazak, ve siyah bir etek alıp genç kızın yanına döndü. "Sen bunları giyin ben kapının önündeyim." Elindeki kıyafetleri koltuğun üzerine bırakıp, genç kızı yavaş adımlaral koltuğun yanına götürdü. "Kıyafetler koltuğun üzerinde bir şey olursa seslenmen yeterli." Mihrimah başını usul usul sallayıp çekingen sesiyle konuştu. "Şey... eğer elbisemin fermuarını açarsan gerisini ben hallederim." Süreyya içten içe kendisine kızarak Mihrimahın yanına yaklaştı. "Tabi, yardımcı olayım ben sana" Mihrimah'ın arkasına geçip uzun siyah saçlarına hayranlıkla baktı. Fermurarı açıp bir kaç adım gerileyerek kapıya doğru ilerlerken konuştu "Sen rahatca giyin ben kapıdayım." Mihrimah kapının kapanma sesini duyduğunda titrek bir nefes aldı, sanki bundan sonra alacağı hiçbir nefes ona yetmeyecekmiş gibi. Üzerindeki elbiseyi çıkartıp koltuğun üzerindeki kıyafetleri eliyle bulup kazağı eline aldı. Eliyle kazağın önünü bulduktan sonra hızla soğuktan üşüyen bedenine geçirdi kazağı ardındanda eteği. Elini yavaşça saçına çıkartıp saçlarını süsleyen tokasını ayırdı saçlarından. Parmak uçları tokanın üzerinde dolaşırken gözleri hüzünle dolmuştu, daha şimdiden ailesini özlemişti. Kenarda duran bastonunu eline alıp Süreyya'nın tarif ettiği şekilde adımlarını yatağın yanındaki komodine çevirdi, bastonu komodine çarptığında eğilerek komodinin üzerini yoklayarak elindeki tokasını komodinin üzerine bıraktı. Derin bir nefes alarak dikkatli adımlarla kapıya doğru ilerledi, stresten titreyen elleriyle kapıyı actı usulca. Süreyya karşısndaki kızı gördüğünde ona gülümseyerek baktı, elini yavaşça ona uzatıp koluna dokundu. "Hadi aşağıya inelim yemek hazır bizi bekliyorlar." Mihrimah başını yavaşça sallayıp onu onayladı. Yavaş adımlarla merdivenleri inip salona girdiklerinde yemek masasında oturan herkesin bakışları onları bulmuştu. "Afiyet olsun." Diye konuştu Süeyya gülümseyerek. Herkes ona gülümseyerek karşılık vermişti. Süreyya Mihrimah'ın koluna tutup onu oturacağı yere doğru yönlendirdi, abisinin yanındaki sandalyeye oturmasına yardımcı olarak ardından kendiside yerine oturmuştu. Cihangir başını çevirip ifadesiz yüz ifadesiyle yanına oturan kıza baktı. Dizlerinin üzerinde sıkıca birbirine kenetlediği ellerine değdi bakışları önce, korktuğunu ve çekindiğini ellerini sıkışından anlamıştı. Göz kapaklarını tembel bir şekilde kapatıp açarak bakışlarını Mihrimah'ın yüzüne çıkardı. Siyah uzun saçları başını eğdiği için yüzünü kapatıyordu. Gözlerini yavaşça kapatıp açarak bakışlarını ondan ayırdı genç adam. Herkes yavaş yavaş yemeğini yerken Mihrimah sessizce masada oturuyordu. Yemek yemesi için ona sinyaller yollayan midesini dinlemek istiyordu lakin çekiniyordu. "Mihrimah kızım neden yemiyorsun.?" Diye Gül hanım yumuşak sesiyle konuştu. Masaya oturduğundan beri Mihrimah'ın bir şey yemediğinin farkındaydı. Mihrimah başını sesin geldiği yere çevirip yavaşça yutkundu. Kuruyan dudaklarını usulca ıslattı. "Şey... ben pek aç hissetmiyorum ondan." "Olurmu öyle şey canım hiç değilse çorbanı iç." Mihrimah usulca başını sallayıp elini kaldırıp parmak uclarıyla önündeki masaya dokundu. Parmakları önce önündeki tabağı buldu, ardından kaşığı. Parmakları sıkıca kaşığı kavrarken çorbayı veya başka bir şeyi üzerine döküp kendisini rezil etmekten korkuyordu. Evlerindeyken annesi ona her zaman masada neyi nereye nasıl koyduğunu tek tek anlatırdı ama burada ona masada neyin nerede olduğunu söyleyecek kimse yoktu. Elindeki kaşığı yavaşça çorba kasesine daldırıp yavaş yavaş içti çorbasını. Kaşığı kasenin kenarına bırakıp elini kasenin çevresinde dolaştırdı. Cihangir parmak uçlarıyla dokunmaktan korkarcasına masada bir şey arayan kıza baktı. Gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı. "Ne arıyorsun.?" Diye konuştu Cihangir sadece onun duyabileceği sert sesiyle. Mihrimah duyduğu sert sesle yavaşça yutkunup parmaklarını çekti masanın üzerinden. "Şey... ben susamıştımda." Cihangir kulaklarına dolan narin ve bir o kadar kırılgan sesle öylece yanındaki kıza baktı. Annesine olan öfkesini onada yansıtıyordu ama o da biliyordu onun bu öfkeyi hak etmediğini. Akılını kurcalayan tek soru neden bu evliliği kabul ettiğiydi. Bu sorunun cevabını alamadığı her saniye yanındaki kıza olan öfkesi artıyordu, o kabul etmese annesi vazgeçmişti belki de. Cihangir bakışlarını masaya çevirip Mihrimah'ın tabağının kenarında duran su dolu bardağı alıp Mihrimah'ın dizlerinin üzerindeki elinin üzerine bıraktı. "Al." Mihrimah eline değen soğuk şeyle ilk önce irkilsede sonradan o şeyin bardak olduğunu anlamıştı. Hızla ellerini aralayıp sıkıca kavradı bardağı. Başını Cihangir'in olduğu tarafa çevirip onu göremesede konuştu. "Teşkkür ederim." Cihangir sessiz kalıp önüne dönerken Mihrimah küçük yudumlarla suyunu içmişti. Sessiz gecen yemeğin ardından herkes oturmuş çayını yudumluyordu. Mihrimah uyumak için yalvaran gözlerini açık tutmakta zorlanıyordu. Başını öne eğip gözlerini açıp kapatarak kapanmak isteyen gözlerine direndi. İçilen çayların ardından herkes salondan tek tek ayrılmaya başlamıştı. Süreyya yanında oturan ikizine ardından abisine bakıp yerinden kalktı. "Mihrimah sana odaya çıkmanda yardımcı olmamı ister misin.?" Diye sordu Süreyya ince sesiyle. Mihrimah sanki bu soruyu bekliyormuş gibi gülümseyerek hızla başını salladı. Süreyya, Mihrimah'ın yanına yaklaşıp bastonunu eline verip kalkamına yardımcı oldu. Yavaş adımlarla merdivenleri çıkıp odanın önüne geldiklerinde Süreyya adımlarını yavaşlattı. "Ben kendi odama geçeyim artık, sana iyi geceler." Mihrimah usul usul başını sallayıp elini uzatarak önündeki kapının kolunu bulmaya çalıştı. Elinin soğuk bir şeye değmesiyle kaşları önce hafifçe çatıldı ardından yaşını yanına çevirdi. Bugün kaç kere duyumsadığını unuttuğu bu kokunun artık Cihangire ait olduğunu biliyordu. Cihangir kapıyı sert bir şekilde acıp yeri döven adımlarıyla odaya girdi. Mihrimah kısa biran şaşırsada kendisini toparlayarak bastonuyla önünü kontrol ederek odaya girip yavaşça kapıyı kapattı. Çekingen adımlarla odanın ortasına ilerleyip usulca yutkunarak konuştu. "Şey.. ben nerede yatacağım.?" Cihangir duyduğu sesle başını çevirip genç kıza baktı. Ayağındaki terlikleri çıkartıp yatağın yorganını kaldırıp yatağın içine girerek umursamaz tavrıyla konuştu. "Umurumda değil, İstediğin yerde yatabilirsin." Mihrimah duyduğu kelimelerle dolan gözlerini sıkıca kapatıp titreyen dudaklarını birbirine bastırdı. Olduğu yere oturup kimseyi umursamadan ağlamak istiyordu. Yabancısı olduğu bu dünyada gün geçtikçe daha da yabancılaşıyordu. |
0% |