@eminefuruncu
|
Hatalarım varsa kusura bakmayın, keyifli okumalar dilerim.
Cihangir’in yengesi Fehime hanım gülümseyerek yanında oturan Gül hanımın koluna dokundu yavaşça. Gül hanım bakışlarını Fehimeye çevirip sorgulayan gözlerle ona baktı. “Kız yenge gelinin pek güzelmiş Maşallah.” Gül hanım dudaklarının üzerinde oluşan tebessümle bakışlarını yavaşça gelinine çevirdi. Mihrimah ellerini dizlerinin üzerinde koymuş sessizce Cihangir’in yanında oturuyordu. Yüreğinin güzelliği yüzüne vurmuş diye düşündü Gül hanım içten içe. Başını yavaşça olumlu anlamda sallayarak Fehimeyi onayladı. “Öyle, güzeldir benim kızım.” Mihrimahı gelini olarak değil bir kızı olarak görüyordu. Oğlu ona kızsada, gönül koysada birgün onu bu evliliğe zorladığı için ona teşekkür edeceğini biliyordu Gül hanım. Cihangir kucağındaki oğluna çevirdi yorgun bakışlarını. Bütün gün hastanede hastalarla ilgilenmek onu yormuştu. Yusuf açtığı kocaman kahverengi gözleriyle etrafa bakıyordu, Cihangir dudaklarının üzerinde oluşan tebessümle oğlunun alnına düşen pamuk gibi olan saçlarını geriye doğru itip alnının açılmasını sağladı. Yusuf babasının kucağında hareketlenip Mihrimah’ın kucağına gitmek istediğinde Cihangir bunu fark ederek duraksadı. Bakışları yanında oturan kıza kaydığında yavaşça yutkundu, onu Yusufa bir daha dokunmaması için uyardığı gün geldi aklın. Gözlerinin önüne mihrimah ın ağlaması geldiğinde gözlerini kapatıp bakışlarını ondan ayırdı, onu ne denli kırdığının farkındaydı. Yusufu kucağına oturtsada Yusuf Mihrimah’ın kucağına gitmek konusunda kararlıydı. Yusuf istediğini alamamış olmanın huysusluğuyla ağlamaya başladığında Cihangir ne yapacağını bilemeyecek oğluna baktı. “Oğlum versene çocuğu kıza ona gitmek istiyor.” Cihangir’in amcası İsmail beyin söyledikleriyle Cihangir’in bakışları yanındaki kıza düştü. Ona nasıl hitap etmesi gerektiğini bile bilmiyordu, kuruyan dudaklarını aralayıp sadece genç kızın duyabileceği ses tonuyla konuştu. “Mihrimah.” İsmi genç adamın dudaklarının arasından fütursuzca döküldüğünde dilne kızgın demirler bastırılmış gibi hissetti, bir ismi söylemek ilk defa ona böylesine zor gelmişti. Genç kız ismini onun sesinden duymasıyla kalbinin ortasına bırakılan kelebekler ile başa çıkmaya çalıştı lakin olmadı, kelebeklerin her biri uçup gittiğinde genç kızın kalbi hızlı bir şekilde göğüs kafesini dövüyordu. Başını cekingen bir şekilde sesin geldiği yöne, Cihangire doğru çevirdi. “Efendim.” Diye konuştu kısık sesiyle. Cihangir kehribar rengi gözlerini genç kızın yüzünde gezdirip kuruyan dudaklarını ıslattı. Onu ağlattıktan sonra ondan böyle birşey istemek.. bu biraz zordu. “Yusuf senin kucağına gelmek istiyor.” Diye konuştu sakin sesiyle. Mihrimah duyduğu kelamlarla şaşkınlıkla gözlerini aralayıp eliyle kendisini gösterdi. “Benim mi.?” Diye sordu genç kız şaşkın sesiyle. “Ama…. ama sen dedin ki…” Cihangir genç kızın söyleyeceği şeyi anlayak sözünü tamamlamasına izin vermeden hızla araya girdi. “Bunu daha sonra konuşuruz, şuan herkes senin onu kucağına almanı bekliyor.” Mihrimah birbirine kenetledi ellerini çözdü. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu beyninin içinde yankılanan Cihangir’in sesi titrek bir nefes almasına sebep oldu, ona söylediği sözler yüreğini yaksada şuan çekine çekine ellerini Cihangire doğru uzattı. “Ver.” Cihangir onun kabul etmeyeceğini düşünsede Mihrimah ellerini ona uzattığında kısa biran şaşkırsada şaşkınlığını üzerinden atıp Yusufu genç kıza doğru uzattı. Mihrimah parmaklarına değen soğuk parmaklarla elleriyle yoklayarak Yusufu koltuk altlarından tutarak Cihangir’in ellerinden alıp kucağına oturttu. Yusuf istediğini almış olmanın mutluluğu ile gülümseyerek Küçük parmaklarını Mihrima’ın saçlarına doladı. Pınar karşısında izlediği manzaraya öfke dolu gözlerle bakarken içinde Mihrimaha beslediği öfke her geçen saniye daha çok artıyordu. “Seni geldiğin o deliğe geri göndereceğim.” İçindeki zehir sesinede yansıyordu. Bu zehiri etrafa saçmaktan biran bile tereddüt etmiyordu. Cihangir kolundaki siyah saate baktı saat 22:08’di. Ortamdaki muhabbet artık onu boğmaya başlıyordu, ağrıyan başının daha çok ağrımasına sebep oluyordu. Dudaklarının arasından sıkkın bir nefes bırakırken bakışlarına yanına çevirdi. Yusuf küçük parmaklarını Mihrimah’ın saçlarına dolamış bir şekilde onun kucağına uyuya kalmıştı. Genç adamın gözleri boşluğa dalar gibi oğluna ve genç kıza baktı. Bakışları oğlunun küçük parmaklarında asılı kaldı bir müddet, ‘demek simsiyah saçlar seninde dikkatini çekti oğlum’ Diye geçirdi içinden. Dudaklarının üzerinde oluşacak olan tebessümün üzerine bir kibrit yakıp atarak o tebessümü söndürdü. İçinden söylediği şeye yine içten içe kızdı. “Dikkatimi falan çekmiyor o siyah saçlar.” Diye fısıldadı kendi kendisine. “Bir şey mi söyledin abi.?” Süreyya’nın abisine sorduğu soruyla Cihangir bakışlarını kardeşine çevirip başını olumsuz anlamda salladı. “Biz kalkalım artık.” Orhan beyin ayağa kalkmasıyla herkes tek tek ayaklanmıştı. “Vural oğlum geldiği zaman buyrun gelin.” “Olur abi geliriz.” İsmail beyin abisini onaylarken bir yandanda salondan çıkıyorlardı. Mihrimah, Yusufu sıkıca kavrayıp yerinden kalkacağı sırada Pınar genç kıza doğru bir adım atarak konuştu. “İstersen çocuğu bana ver Mihrimah şimdi düşersin falan önünü görmeden.” Mihrimah duyduğu sözlerle olduğu yerde kalırken gözlerinin dolmasına engel olamadı, en küçük şeyde gözlerinin dolması onun suçu değildi bu zamana kadar duyduğu hakaretler artık ona ağır geliyordu. Cihangir çevik bir hareketle oturduğu yerden kalkıp keskin bakışlarını Pınara sabitledi. “Gerek yok, düşse bile ben onu tutarım. Sen gidebilirsin.” Pınar içine dolan öfkeyle konuşmak için dudaklarını aralayacaktı ki Cihangir’in bakışlarını görmesiyle yavaşça yutkunarak annesinin peşinden salondan çıktı. Cihangir yorgun bakışların hala koltukta oturan genç kıza çevirdi yavaşça. Dolan gözlerini gördüğünde ellerini yumruk yaparak sıktı. Elini uzatıp genç kızın koluna dokundu yavaşça lakin mihrimah aniden kendisine dokunan elle korkarak yerinde sıçradı. “Korkma benim, hadi kalkta gidelim.” Mihrimah duyduğu tanıdık sesle rahatlarken kucağındaki Yusuf'u babasına uzattı. “O haklı düşerim falan ona zarar vermek istemem.” Aslında bu sözlerin altında Cihangire imada bulunmak istemişti ve istediğini çok güzel yapmıştı, Cihangir genç kızın o gün ona söyledikleri için böyle dediğini anlamıştı. Uzanıp Yusufu genç kızın kucağından aldı sessiz kalarak. Mihrimah kenardaki bastonunu eline alıp yavaş yavaş ilerlemeye başladığında Cihangir onun hemen arkasından geliyordu. Kısa bir vedalaşmanın ardından herkes evden ayrılıp arabalara yönelmişti. Cihangir oğlunu güvenli bir şekilde bebek koltuğuna oturtup arabanın arka kapısını kapattığında Mihrimah’ın arabanın diğer tarafında durduğunu fark etti. Derin bir nefes alarak adımlarını ona doğru çevirdi. Mihrimah kendisine yaklaşan ayak seslerini duyduğunda yavaşça yutkunarak başını eğdi. Soğuktan buz tutmuş parmaklarıyla bastonunu sıkıca kavradı, güç almak istercesine. Adım sesleri yanında durduğunda başını yavaşça kaldırıp sesin olduğu tarafa çevirdi. Cihangir bakışlarını genç kızın yüzünde gezdirdi ağır ağır. Kehribar gözleri onun koyu kahverengi gözlerine düştüğünde usulca yutkunarak gözlerini genç kızın gözlerinden ayırdı. Elini yavaşça uzatıp genç kızın koluna dokundu. Mihrimah kolunu saran parmaklarla korkuyla bir adım geriye gittiğinde Cihangir bu duruma kaşlarını çatarak bakmıştı. Sağ eliyle arabanın ön kapısını açıp düz tuttuğu sesiyle konuştu. “Arabaya bin. 2, 3 adım sonra ayağını kaldırman gerekiyor.” Mihrimah çekingen bir şekilde başını sallayıp bastonuyla önünü kontrol ederek arabaya yaklaştı. bastonunu arabaya değdiğinde ayağını kaldırıp arabaya çıkmaya çalıştı. Cihangir genç kızın kolunu bırakıp onu belinin iki yanından kavrayıp kaldırarak koltuğa oturttu hızlı bir şekilde. Mihrimah şaşkınlıkla gözlerini aralarken Cihangir rahat bir tavırla arabanın kapısını kapatıp kendi tarafına oturarak arabayı çalıştırdı. Arabanın tekerleği yerdeki karları ezerek ilerlerken Mihrimah üzerindeki şaşkınlığı hala atmamıştı. Mihrimah ilk kez böyle hızlı atan kalbine anlam veremezken titreyen ellerini birbirine dolayarak dizlerinin üzerine koydu. Arabanın içindeki sessizlik ve klimanın sıcaklığı zatan olan uykusunu daha çok getiriyordu, gözlerini ağır ağır kapatıp açarak başını koltuğa yaslayıp ağır gelen uykuya teslim oldu. Cihangir yoldaki bakışlarını yavaşça yanında sessizce oturan kıza çevirdiğinde uyuduğunu görmesiyle tek kaşını kaldırarak genç kıza baktı, arabaya bineli henüz 10 dakika olmuştu lakin o çoktan uyumuştu. Bakışlarını yola çevirip dikkatli bir şekilde arabayı sürmeye devam etti. Araba evin önünde durduğunda bakışlarını arka tarafta uyuyan oğlu ve yan koltukta uyuyan karısı arasında dolaştırdı. Arabadan inerek diğer arabadan inen Süreyya’yı el hareketiyle yanına çağırdı. Süreyya yavaş adımlarla abisinin yanına gittiğinde sorgulayan bakışlarını abisinin yüzünde gezdirdi. “Yusuf uyudu, odasına götürür müsün onu.?” Süreyya tek kaşını kaldırarak abisine bakarken üşüyen ellerini kabanının cebine koydu. “Yani götürürüm götürmesinede sen neden götürmüyorsun.?” Diye sordu Süreyya anlamadığını belli ederek. Cihangir kısa biran ne cevap vereceğini düşündü lakin o cevabı bulamadı. Derin bir nefes alarak eliyle arabanın ön tarafını gösterdi. “O uyuya kalmış.” Süreyya'nın bakışları arabanın ön tarafına düştüğünde kaşlarını kaldırıp dudaklarına kondurduğu gülümsemeyle konuştu. “Aaa anladım karımı taşıyacağım sen oğlumu taşı diyorsun yani bana.” Cihangir çattığı kaşlarıyla kardeşine bakıp sert sesiyle konuştu. “Süreyya! asabını bozma benim.” Süreyya abisinin sinirden kasılan yüzüne bakıp umursamazca omzunu kaldırıp indirdi. Adımlarını arabanın arka tarafına çevirip Yusufun olduğu tarafın kapısını açıp Yusufu dikkatli bir şekilde kucağına alıp üşümemesi için battaniyesini üzerine örttü. Adımlarını bu kez eve doğru çevirdiğinde abisinin hala ona baktığını biliyordu. “Hadi sana kolay gelsin, karını incitmeden taşı.” Dudaklarından dökülen kıkırtıyla eve girdiğinde Cihangir öfkeli bakışlarıyla ona bakıyordu. Sert adımlarla Mihrimah’ın olduğu tarafa gelip sert bir şekilde kapıyı açtığında masum bir şekilde uyuyan genç kızı gördüğünde gözlerini kapatıp açarak derin bir nefes aldı. Uzanıp genç kız kucağına aldığında Mihrimah’ın dudaklarından birkaç anlamsız kelime dökülmüştü. Cihangir sert adımlarla eve doğru ilerlerken Mihrimah kollarını boynuna dolaması ile adımları olduğu yerde durmuştu. Başını genç kıza çevirdiğinde burnuna dolan kiraz çiçeği kokusu ciğerlerinin titremesine sebep olmuştu. Mihrimah başını Cihangir’in boynuna koymuş huzurla uyurken Cihangir ciğerlerine dolan eşsiz kokuyu soluyordu. Başını diğer tarafa çevirip aldığı titrek nefesle hızlı adımlarla eve girdi. Yeri döven adımlarıyla üst kata çıkıp kendi kaldıkları odanın önüne geldiğinde Mihrimahı kucağına sabitleyerek odanın kapısını açtı. Adımları koltuğa doğru ilerlerken sabah duyduğu sözler geldi aklına. Bakışları yatağa düştü usulca ardından kucağında huzurla uyuyan karısına. Vicdanını saran eller onu rahat bırakmazken adımları yatağa doğru dönüştü. Yorganı kaldırıp genç kızı yatağa bıraktığında yastığın üzerine dağılan siyah saçlarına baktı, kehribar gözleri siyah saçlarda kaybolmuştu. Boğazını temizleyerek dalan gözlerini genç kızdan ayırdı. Eğilip genç kızın ayakkabılarını ve kabanını çıkartıp yorganı üzerine örttü yavaşça. Mihrimah Yatakta yan dönerek uyumaya devam ettiğinde Cihangir bakışlarını ondan alıp giyinme odasına doğru ilerleyip üzerindeki kıyafetlerden kurtulup rahat bir eşofman takımı giyinerek giyinme odasından çıktı. Yavaş adımlarla banyoya girip ihtiyaclarını giderip ardından abdestini alarak banyodan çıktı. Komodinin üzerindeki seccadeyi alıp yere serip yatsı namazını kıldı. Namazını bitirdikten sonra seccadeyi aldığı yere koyup bakışlarını odanın içerisinde gezdirdi. Koltuğun üzerindeki yastık ve battaniyeye baktı kısa bir süre, onun yastığında Mihrimah uyuyordu odada yatabileceği başka yastık yoktu. Genç adam sıkıntılı bir nefes vererek odayı aydınlatan ışığı kapatıp koltuğa doğru ilerledi. Koltuğun kenarındaki yastığı alıp kısa biran bakışlarını yastığın üzerinde gezdirip usulca yutkunarak yastığı koltuğun üzerine koyarak battaniyeyi koltuğa serdi. Koltuğa yatıp sağ kolunu başının altına koyarak bakışlarını tavana çevirdi. Gözlerini önüne gelen geçmişi ile öfkeyle gözlerini kapatıp açtı. Hayatı boyunca sadece bir kadına güvenmişti oda onu yarı yolda bırakmıştı, genç adamın kanayan yarasını unutmuştu lakin ona yaptığını unutamıyordu. Sol tarafına dönüp başını rahat edeceği şekilde koyup battaniye üzerine çekti. Yorgun olan bedeni uyumak için an kollarken genç adam bunu daha fazla engel olamayarak gözlerini kapattı. Burnuna dolan buram buram kiraz çiçeği kokusuyla kapattığı gözlerini açtı. Kaşlarını çatıp kokunun nereden geldiğini anlamaya çalıştı kısa biran, saniyeler sonra fark ettiği şeyle kaşlarını çattı. Yattığı yastığa Mihrimah’ın kokusu sinmişti. Bakışları yatakta uyuyan kıza döndüğünde öfkeyle gözlerini ondan çekerek sırt üstü yattı. “Nasıl bir kokusu varsa yere yere sindi.” Kolunu başının altına koyarak mırıldandı kendi kendine. Gözlerini kapatıp kendini yavaşça uykunun kollarına bıraktı, her nefes alışında ciğerlerine dolan kiraz çiçeği kokusuyla.
Yavaşça yutkunarak nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Elini yavaşça yastığın ve yattığı yerin üzerinde gezdirdi, burası günlerdir uyandığı koltuk değildi. Kalbi amansız bir telaşa tutulduğunda üzerindeki yorganı kenara atıp bacaklarını yataktan sarkıtıp yere bastı. Elini uzatıp bastonunu bulmak istediğinde eli komodinin üzerindeki sürahiye çarpmasıyla sürahi devrilerek yere düştü. Kırılan cam parçaları etrafa savrulurken genç kız koruyla yerinde sıçramıştı. Genç adam kulaklarını dolduran gürültü ile gözlerini yavaşça açıp uykulu gözlerini odanın içerisinde gezdirdiğinde bakışları genç kızı bulmuştu.Korkunun esir aldığı sinesine korkudan dolan gözleri eşlik ederek açısını bölüşüyordu adeta. Mihrimah korkuyla yerinden kalkıp ileriye doğru bir adım attığında ayağına batan cam parçasıyla dudaklarının arasından acı dolu bir inilti dökülmüştü. Cihangir telaşla yerinden kalkıp yeri döven adımlarıyla genç kıza doğru ilerledi. Bakışları yerdeki cam parçalarında dolaştı kısa biran ardından ayakta güçlükle duran genç kızda. Ayağının kanadığını gördüğünde yüzünü buruşturarak cam parçalarına dikkat ederek ilerledi. “İyi misin.?” Mihrimah duyduğu sesle başını önüne eğerek olumlu anlamda salladı. “Ben.. Ben bilerek yapmadım.” Diye fısıldadı kısık sesiyle. Dolan gözlerinden bir damla yaşın düşmesine engel olamazken aceleyle eliyle akan yaşlarını sildi. Cihangir elini uzattı genç kıza doğru kararsız bir şekilde. Bakışları ağlayan genç kızın yüzünde dolaştığında derin bir nefes alarak genç kızın kolundan tutup ani bir hareketle onu kucağına alarak onu cam parçalarının arasından çıkarıp koltuğun üzerine oturttu. Mihrimah şaşkınlıkla gözlerini aralarken Cihangir bunu görmezden gelerek sert sesiyle konuştu. “Otur orada geliyorum.” Genç kız sessiz kalarak usul usul başını sallarken Cihangir banyoya gidip ilk yardım çantasını alıp geriye gelmişti. Adımları Mihrimah’ın önünde durduğunda sağ dizini kırarak önünde çömeldi. Sağ ayağını yavaşça kaldırıp dikkatli bir şekilde pansuman yapmaya başladı. Mihrimah cekingen bir şekilde titreyen parmaklarını birbirine kenetleyip yavaşça yutkunarak kuruyan dudaklarını ıslatarak konuştu kısık tuttuğu sesiyle. “Kızdın mı bana.? Ben bilerek yapmadım, gelecekten.” Cihangir başını kaldırıp genç kıza baktı kehribar gözleriyle. Genç kızın yüzündeki gitmeyen korkuyu gördüğünde kaşlarını usulca çattı. Neden bu kadar korktuğunu anlayamamıştı. “Hayır, kızmadım.” Sakin tuttuğu ses tonuyla konuşup başını eğerek pansuman yapmaya devam etti. Mihrimah duyduğu sözlerle dudaklarının üzerinde oluşan tebessüme engel olamadı.İlk defa annesi ve babasından sonra yaptığı hata yüzünden ona kızmayan, bağırmayan birisi vardı. Bu onun sebepsizce mutlu olmasına sebep olmuştu, kalbi küçük bir çocuğun şeker aldığında yaşadığı heyecan ile çarpıyordu. “Teşekkür ederim, kızmadığın için.” Cihangir başını kaldırıp kısa biran genç kıza bakıp ardından pansumanı bitirerek çömeldiği yerden kalktı. “Önemi yok.” Arkasını dönüp banyoya gideceği esnada sert adımları sekteye uğrayarak yavaşça durmuştu. Başını omzunun üzerinden çevirip koltuğun üzerinde oturan kıza baktı. “Yerinden kalkma, cam çok derin batmamıştı ama yinede acır üzerine basınca.” Mihrimah onu başını sallayarak onayladığında genç adam banyoya girip elindekileri bırakarak çıktı. Adımları bu kez giyinme odasına doğru ilerleyip dolaptan aldığı siyah pantolon ve siyah kalın kazağı üzerine geçirip kısa biran saçlarına şekilde verecek oradan ayrıldı. Adımları odanın çıkışına doğru giderken kehribar gözleri koltukta oturan kızdaydı, gözlerini aceleyle ondan ayırıp odanın içerisinde gezdirdi. Gözleri genç kızın bastonunu arıyordu lakin bulamıyordu. Aklına düşen görüntülerle gözlerini kapatıp açarak odadan çıkıp merdivenleri indi bir bir. Çıkış kapısına ulaştığında salondan gelen seslerden ev halkının çoktan uyandığını anlamıştı. Evden çıkıp ayağının altındaki karları ezerek arabasının yanına gelerek arabanın kapısını açıp içerisinden genç kızın bastonunu alıp arabanın kapısını sert bir şekilde kapattı. Geldiği yolu geri dönerken merdivenlerden inen Pınarı görmesiyle gözlerini kapatıp açarak derin bir nefes aldı. “Günaydın Cihangir.” Pınar sevecen çıkmasını umduğu sesiyle konuştu gözlerindeki sevinçle. Cihangir, Pınara karşılık olarak başını belli belirsiz sallayarak yanından geçip gitmişti. Mihrimah genç adamın çıkıp gitmesiyle yüzündeki gülümseme bir gülün soluşu gibi solmuştu. Dolan gözlerine ket vursada pınarlarında yeşeren damlaları bir bir düşmüştü kurak topraklarına. Titreyen dudaklarını birbirine bastırıp elinin tersiyle akan yaşlarını sildi. “Ne sanmıştın ki salak Mihrimah, yaranı pansuman etti diye sineme açılan yaralarıda saracağını mı.?” Gördüğü ilk ilgide, merhammette bir kuş gibi çarpan yüreği feryat ediyordu artık. Yaralarla dolu bu kalbin iyileşmesi için feryat ediyordu yüreğindeki kuş. Odanın kapısının bir anda açılmasıyla korkuyla yerinde sıçramıştı genç kız. Açeleyle yüzünü ıslatan yaşları elinin tersiyle silip başını önüne eğsede odaya giren Cihangir genç kızın ağladığını görmüştü. Genç adam biçimli kaşlarını yavaşça çatarak genç kıza doğru ilerledi. Adımları genç kızın önünde durduğunda elindeki bastonu sıktı fark etmeden. “Neden ağladın.?” Diye sordu ondan bağımsızca soğuk çıkan ses ile. Mihrimah gitti sandığı adam gelmesiyle kalbindeki yaralı kuş yeniden kanat çırpmıştı. Yavaşça yutkunarak başını olumsuz anlamda salladı genç kız. “Ağlamadım.” Diye konuştu narin sesiyle. Cihangir dudaklarının üzerine yerleştirdiği yalancı gülüşle başını olumlu anlamda salladı. “Tabi o yüzden kirpiklerin ıslak.” Genç kıza doğru bir adım atıp elindeki bastonu ona doğru uzattı. “Bastonun arabada kalmış.” Mihrimah başını kaldırıp genç adama baktığında Cihangir ağladığı için kızaran gözleriyle karşılamıştı. Bastonu genç kızın yanına bırakıp banyoya doğru ilerledi. Banyodan cam parçalarını süpürmek için gerekli malzemeleri alarak oradan çıktı. Adımları yatağın yanında durduğunda genç kıza bakmadan konuştu. “Ben buraları temizlerken sende hazırlan, kahvaltıya geç kalmayalım. Haa birde ağladığın zaman bana yalan söyleme.” Mihrimah sessiz kalarak genç adama cevap vermemişti. Utançtan yanan yanaklarını saklamak istercesine hızla eliyle yoklayarak bastonunu bulup oturduğu yerden kalktı. Ayağına aniden uyguladığı baskı canının yanmasına sebep olurken dudaklarının arasından acı dolu bir inilti dökülmüştü. Cihangir duyduğu iniltiyle yerdeki bakışlarını genç kıza çevirdi ani bir şekilde. Ona doğru bir adım atacağı esnada adımlarını durdurmuştu genç adam. “İyi misin.?” Diye sordu düz sesiyle. Mihrimah başını usul usul sallayarak onu onayladı. “İyiyim bir anda basınca acıdı sadece.” Ayağına çok basmamaya çalışarak banyoya girip ihtiyaçlarını gidererek çıkmıştı. Adımları bu kez giyinme odasına döndüğünde Cihangir çoktan etrafa saçılan cam parçalarını toplamıştı. Ona ait dolabın önünde durduğunda eline rastgele bir elbise alarak giyindi. Aklına dün Cihangir’in çorapların nerde olduğunu söylediği geldiğinde söylediği yerden bir çift çorap alarak giyindi yavaşça, her hareketi yavaş ve temkinli idi. Saçlarını masanın üzerindeki tarakla tarayıp her iki yanından aldığı tutamı arkadan birbirine tutturdu. Ayağının üzerine çok basmamaya çalışarak odadan çıktığında Cihangir camın önünde dışarıyı izliyordu. Arkasından gelen seslerle bakışlarını dışarıdan ayırıp arkasına döndü. Genç kızın giydiği krem rengi elbisenin üzerini süsleyen siyah saçlarına baktı birkaç saniye. Kuruyan dudaklarını diliyle ıslatıp bakışlarını genç kızdan ayırıp boğazını temizleyerek konuştu. “Hazırsan gidelim.” “Hazırım.” Cihangir, Mihrimaha doğru ilerleyip kapıyı açıp çıkacağı esnada Mihrimah elini hızla ona uzatıp koluna dokundu. Cihangir kolunda dokunan narin parmaklara baktı kısa biran ardından o parmakların sahibine. Normalda ona dokunduğu için rahatsız olması gerekiyordu ama o bu durumdan rahatsız olmuyordu. “Şey..” Diye mırıldandı genç kız nasıl diyeceğini bilmeyerek. “Şey.. aşağıya inerken koluna tutunsam olur mu ayağım açıyorda.” Cihangir kehribar gözlerini ağır ağır genç kızın yüzünde gezdiridi. Ciğerlerine dolan titrek nefesi soluyarak yutkundu. “Olur, tutun.” Mihrimah dudaklarının kenarında yeşeren küçük tebessümle parmaklarının altındaki kolu sıkıca kavrarken onu dikkatli bir şekilde izleyen adamdan haberi yoktu. Cihangir’in durgun bakışları genç kızın dudağının kenarındaki tebessümde takılı kalmıştı, o tebessüm içten içe genç adamın içine işliyordu o fark etmese de. Odadan çıkıp alt kata indiklerinde yavaş adımları salona doğru ilerliyordu. Masanın etrafına oturmuş aile üyeleri duydukları adım sesleri ile bakışlarını onlara çevirmişti. Gül hanım, Mihrimah’ın ayağını fark etmesiyle telaşla oturduğu yerden kalkıp kucağındaki Yusufu yanında oturan Süreyya’nın kucağına bıraktı. “Mihrimah, kızım ne oldu ayağına.?” Sesine yansıyan telaşla konuşurken aceleci adımlarla genç kıza doğru ilerliyordu. Mihrimah duyduğu soruyla yavaşça yutkunarak parmaklarının altındaki kolu farkında olmadan sıkmıştı. Cihangir kolunda hissettiği hafif baskıyla bakışlarını koluna indirdi, Kehribar gözleri yanındaki kıza döndüğünde dudaklarını aralayarak konuştu. “Önemli birşey yok anne.” Sert sesiyle konuşup ilerleyerek önce Mihrimah’ın oturmasına yardım edip ardından kendisi masaya oturdu. “Ne demek yok, ne oldu kıza.?” Cihangir masadaki bakışlarını hızla annesine çevirip sert bakışlarıyla annesine baktı. Annesinin ne demek istediğini gayet iyi anlamıştı dolaylı yoldan ona ‘kıza ne yaptın’ diye sormuştu aslında. Yüzünde oluşan hayal kırıklığı ile baktı annesine. “Ayağına cam battı, ama tasalanma ben birşey yapmadım.” Buz gibi sesiyle konuşup önüne döndüğünde Gül hanım çattığı kaşlarıyla oğluna baktı. “Cihangir.”Diye oğlunun ismini söyledi sert sesiyle, lakin Cihangir başını çevirip annesine bakmamıştı. Mihrimah ortamı saran gerginliği ilkelerine kadar hissediyordu. Herşey onun hatası yüzünden olmuşken Gül hanımın Cihangiri suçluyor olması kalbinin acıyla burkulmasına sebep olmuştu. Cekingen bir şekilde başını kaldırıp kuruyan dudaklarını araladı. “Gül anne.. Ben kendim farkında olmadan kırdığım camın üzerine bastım.” Cihangir başını çevirip gözlerinin ucuyla baktı yanındaki kıza. Titreyen ellerini birbirine bastırıp dizlerinin üzerine koyduğunu gördüğünde gözlerini sıkıca kapatıp açarak önüne döndü. ‘Neden herşeyden bu denli korkuyorsun.?’ İçinden kendi kendine sorduğu sorunun cevabını deliler gibi merak etsede köşesine çekilmeyi seçmişti genç adam. Gül hanım sessizce yerine otururken Pınar nefretin esir aldığı gözleriyle karşısındaki kıza bakıyordu. Sabah ona bir günaydın bile demeyen adam, yanında oturan kızın ona dokunmasına izin veriyor olması içindeki nefreti iliklerine kadar hissetmesine sebep oluyordu. “Bu uğursuz yüzünden huzurumuzda kalmadı.” Herkes sessizce kahvaltısını yaparken Hatice hanımın söylediği kelamalar sessizliğin içine bir enkaz gibi düşmüştü, bu enkezın altında Mihrimahˆın ezileceğini umursamdan, acımadan. “Anne.!”Orhan bey sert sesiyle annesini uyardığında Hatice hanımın umursamaz tavrıyla önündeki çayından bir yudum içti. “Sözlerine dikkat et.” “Ben yanlış birşey söylemedim, bu uğursuz yüzünden yediğimiz yemekten tat almaz olduk.” Acımasız sözleri bir bir Mihrimah'ın kulaklarına dolduğunda genç kız elindeki çatalı yavaşça masanın üzerine bırakıp elini masanın üzerinden çekti. Dolan gözleri kuruyan topraklarını ıslatmak için an kollarken, içindeki küçük kız çocuğu ona arkasını dönerek yavaş ve kırgın adımlarla gitti. Kulaklarında ablasının sözleri yankılanırken gözlerinden akan bir damla yaş kuruyan topraklarını ıslatmaya yemedi. Unutmak istediği sözleri aklının kuytu köşelerinden çıkmıştı bir bir. Sessizce kabuğuna çekilip saatlerce ağlamak istedi, her zaman yaptığı gibi. Cihangir çenesini sıkarak sakin kalmaya çalışarak dişlerinin arasından konuştu. “Babaanne.!” Kehribar rengi gözleri kanında dolaşan öfkenin esiri olarak koyulaşmıştı. Keskin bakışlarıyla babaannesine bakarken, içindeki bu yersiz öfkeye anlama veremiyordu. “Eğer bir daha onun ağlamasına vesile olursan bu masada oturacak bir torunun kalmayacak.” Herkes birbirine şaşkın gözlerle bakarken Cihangir oturduğu sandalyeyi sert bir şekilde iterek kalktı. Elini uzatıp Mihrimah’ın kolundan yumuşak bir şekilde tutup onu oturduğu yerden kaldırdı. Mihrimah bir anda kalkmanın azizliğine uğrayarak yaralı ayağının üzerine bastığında dudaklarının arasından acı dolu bir inilti dökülmüştü. Narin parmakları hissettiği acıdan dolayı Cihangir’in kolunu sıkarken, Cihangir keskin bakışlarını genç kızın ağlamaktan kızaran gözlerinde gezdirdi. Cihangir ani bir hareketle Mihrimahı kucağına almasıyla herkesin ağzı şaşkınlıkla aralanmıştı. Mihrimah korkuyla bağırıp kollarını Cihangir’in omzuma koymuştu. Cihangir sert adımlarıyla salonun çıkışına yürürken, Mihrimah hissettiği utanla konuştu. “Ne yapıyorsun? indir beni.” Cihangir kısa biran genç kıza bakıp ardından ilerlemeye devam etti. “Lan abime bak, helal olsun abilerin kralı” Taner şaşkın ama heyecan dolu sesiyle konuşurken yanına oturan ikizinin koluna vurup abisini gösterdi. “İyi bak iyi, o adam benim abim.” Süreyya acıyan kolunu tutarak Taneri elinin tersiyle itip çattığı kaşlarıyla ona baktı. “Salak o benim de abim.” Taner sanki bunu ilk kez duyuyormuş gibi üzgün bir ifadeyle Süreyya’ya baktı. “Doğru sende bizim asil kanımızı taşıyorsun damarlarında.” Süreyya ikizine ters ters bakarken Taner onun bakışlarını umursamadan çayından bir yudum aldı. “Bakamıyorsun öyle şaşı olacaksın sonunda benden demesi ikiz.” Süreyya aldığı derin nefesle gözlerini devirerek önüne döndü. Cihangir ayağıyla kapıyı iterek sert bir şekilde kapattığın kucağındaki kızın irkildiğini fark ederek ağzının içinden kendi kendine homurdanmıştı. Mihrimahı koltuğun üzerine bırakıp bir adım geriye çekilerek bakışlarını ayağında gezdirdi. “Ayağın çok acıdımı.?” Mihrimah başını olumsuz anlamda sallayarak çevaplamıştı sorusunu. Cihangir bakışlarını genç kızın yüzüne çıkardı ağır ağır, kehribar gözleri ağlamaktan kızaran koyu kahverengi gözleri gördüğünde usulca uykundu. “Ağlama artık, babaannemin söylediklerine takılma” Mihrimah başını kaldırıp ıslak kirpiklerini elinin tersiyle sildi. “Sanırım doğru söylüyor.. Be.. ben hayatım boyunca defalarca duydum bu lafı, insan bir zaman sonra acaba doğru mu diye düşünüyor sonrada doğru olduğunu acı bir şekilde anlıyor.” Dudaklarının arasından çıkan her kelime ilmek ilmek sardığı yaraların tekrar kanamasına sebep olmuştu. Giden küçük kız geriye gelmemişti onu burada bırakıp gitmişti, kırılan kalbi hala sızlarken onu saracak kimse yoktu. Cihangir karşısında ağlayan kıza durgun bakışlarıyla baksada söylediği her kelime soluksuz kalmasına sebep olmuştu. Yavaş adımlarla genç kıza yaklaşıp kararsız bir şekilde koltuğun ucuna oturdu. Mihrimah yanında olan hareketlilik ile başını yan tarafa çevirdiğine Cihangir genç kızın kırgın gözleriyle karşılaştı, bakışları usul usul genç kızın uzun saçlarında ve yüzünde dolaştı. Dudaklarının arasından fütursuzca dökülen kelamlar sessiz odanın içine yayıldı. “Ucube olmayacak kadar güzelsin.” |
0% |