Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm

@eminefuruncu

 

Hatalarım varsa kusura bakmayın, keyifli okumalar dilerim.


Kanayan yaralarının iyileşceğine hep inana kişi olmuştu genç kız. Bir çift güzel kelama hasret kalmıştı pas tutmuş kulakları, kalbi tekrardan küçük bir serçenin sevincini paylaşıyordu. Bu sevincin tozlarını yaralı gönlüne serpen yanında oturan adamdı, kocası.

Gözleri şaşkınlıkla aralanırken kuruyan boğazını ıslatmak için art arda yutkundu. Elinin tersiyle yüzünü ıslatan yaşları silip başını hafifçe yana doğru çevirdi dudaklarının üzerini kaplayan buruk bir tebessümle.

“Ne.?” Diye sordu şaşkınlığını gün yüzüne çıkarırken. Kalbi duyacağı kelamlardan ötürü hızlı hızı atarken buna engel olamıyordu. Bir avcı düşmüştü peşine, kalbini sevinçle dolduran serçeyi öldürmek için. serçe öldüğünde genç kızın kalbi yaralarla dolu olarak kalacaktı.

Cihangir ne söyleyeceğini bilmeyerek sıkıntılı bir ifadeyle yanında oturan kıza baktı. Yüzündeki ifade her an solmayı bekleyen bir gül gibiydi, buruk tebessümün altında sakladığı yaralı gülüş yaralamak istemiyordu.

“Güzel miyim yani ben.?” Mihrimah heyecanla sorduğu soruyla Cihangir bakışlarını ondan ayırıp oturduğu yerden ağır bir şekilde kalktı.

“Öylesine söylediğim bir şeydi, ucubeye benzeyip benzememesi pekte umrumda değil yani.” Söylerken diline dolanan kelimeler onu konuşturmamıştı. Bakışları genç kıza kaydığında az önce yüzünü süsleyen tebessümün yavaş yavaş silindiğini onun yerini kanlı güller aldığını gördü. Peşine düşen avcılar serçeyi acımasızca öldürmüştü, seçenin annesi onun için ağlarken Mihrimah için ağlayacak birisi yoktu.

Cihangir genç kızın söylediği kelamları yanlış anladığını anlamıştı o an. Gözlerini kapatıp açarak derin bir nefes doldurdu sıkıntılarla dolu göğsüne. Konuşmak için genç kıza doğru bir adım attığında genç kızın ince sesi doldu kulaklarına.

“Anladım.. ablam haklı sanırım.” Titreyen sesi her an ağlayacak olduğunu belli etsede o akmak için direnen gözyaşlarını tutuyordu. Onun karşısında ağlamak istemiyordu.

“Bak ben öyle…” Mihrimah, Cihangir’in konuşmasını tamamlamasına izin vermeden hızlıca konuşarak lafını kesti.

“Önemli değil, gercekten önemli değil ben ilk kez duymuyorum bu kelamları.. sadece biran güzel olabileceğimi düşündüm.” Dudaklarını birbirine bastırıp dudaklarının arasından kaçacak olan hıçkırığa mani oldu. Başını önüne eğip kısık sesiyle “Ama düşünmemeliydim.” diye konuştu.

Elini yan tarafa uzatıp bastonunu sıkıca kavradı buz tutmuş parmaklarıyla. Oturduğu koltuktan yavaşça kalkıp banyoya doğru ilerledi, yalnız kalıp saatlerce ağlamak istiyordu.

“Mihrimah..” Cihangir dilinin ucunu yakan o ismi söyledi dilinin ucunu yaka yaka. Ona yanlış anladığını söylemek istiyordu lakin genç kız onu dinlemiyordu.

Mihrimah ismini onun sesinden duymuş olmanın heyecanı sardı körpe bedenini, az önce o ses içindeki küçük serçeyi vurmamış gibi. Adımları kısa biran sekteye uğrasada ardından yoluna devam ederek acıyan ayağına basmamaya çalışarak banyoya girdi.

Cihangir boğazına bir taş misali dizilen kelimelerle olduğu yerde kalmıştı. Kahverenginin en koyusu olan o gözlerde gördüğü kırgınlık kalbini zehirli bir sarmaşığın sarmasına sebep olmuştu. Yüreğinin ortasını kaplayan yeis derin bir nefes almasına sebep olmuştu.

Ellerini pantolonun ceplerine koyup camın önüne doğru ilerledi. Kehribar gözleri yağan kar tanelerinde dolaştı, hastaneye gitmesi gerekiyordu lakin ayakları bu odanın dışına çıkmak istemiyordu. Sanki ayaklarına prangalar vurulmuş gibi.

Cebindeki telefonu çıkarıp sekreterine randevularını iptal etmsi için bir mesaj atarak telefonu yerine geri koydu. Duyduğu kapı açılma sesiyle başını ağırca çevirerek oraya baktı.

Mihrimah yaralı ayağına basmamaya çalışarak yürümeye çalışsada bu onun için çok zordu. Dünyaya küsmüştü onun gözleri, kalbinde türlü türlü açan çiçekleri solmasına sebep olanlarada küskündü. Onu en çok üzen ise tek bir güzel kelama yaralı yüreğinin hemen kanmasıydı.

Cihangir sakin bakışlarıyla genç kızı izliyordu, attığı her adımda yaralı ayağının açımasıyla yüzü memnuniyetsiz bir şekilde buruşuyordu. Fark etmeden ayağının üzerine basmasıyla dudaklarının arasından acı dolu bir inilti dökülmüştü.

Cihangir telaşla genç kıza doğru ilerleyip uzun parmaklarıyla genç kızın ince kollarını kavrayarak onu son anda düşmekten kurtardı. Mihrimah korkuyla kollarını kavrayan ellerin üzerine koydu ellerini.

Nefesleri birbirine karışırken Cihangir usulca yutkunarak bakışlarını genç kızın yüzünde gezdirdi. Koyu kahvelerini süsleyen siyah kirpikleri bir yıldız gibi parlıyordu, şaşkınlık ve korkunun esir düştüğü gözleri kehribar gözlerine esir düştüğünde pare pare olmuştu.

“İyi misin.?” Diye sordu genç adam kurşun gibi sesiyle. Mihrimah hızlı hızlı atan kalbine prangalar vurarak başını usul usul salladı.

“İyiyim.. biran düşeceğim sandım. Sağol tuttuğun için.”

“Önemli değil.” Cihangir genç kızdan bir adım uzaklaşarak bakışlarını onun üzerinde dolaştırdı. Gözleri üzerine basamadığı ayağında takılı kaldığında biçimli kaşları derin bir şekilde çatılmıştı.

“Ayağın kanıyor.” Diye konuştu bir fısıltıyı andıran sesiyle. Parmaklarının kavradığı kolu sıkıca kavradı, tuttuğu narin bedenin düşmesinden korkarcasına. “Koltuğa otur pansuman yapayım.” Mihrimah hızla başını olumsuz anlamda sallayarak kolunu onun ellerinden kurtarmaya çalıştı lakin başarılı olamadı.

“Gerek yok, iyiyim ben.” Genç adam başını öne eğen kıza bakarken Mihrimah hissettiği utanç duygusundan dolayı başını öne eğmişti. Sürekli ona yük olduğunu düşünüyordu, bu sebepsizce genç kızın ona karşı utanmasına sebep oluyordu.

“Sana oturmanı söyledim. İyi olup olmadığını sormadım.” Cihangir sert sesiyle konuşmasıyla Mihrimah başını kaldırdı usulca, onu görmesede ona baktığını biliyordu genç kız. Gözlerine yerleştirdiği kırgınlıkla kuruyan dudaklarını araladı.

“Çokta önemli olmamalı senin için, ben bana söylediğin hiçbir şeyi unutmadım. O arabanın içinde söylediklerini unutmadım mesela, senin deyiminle varlığımın günden güne seni çürütmesi gerekmez miydi Cihangir.?” Cihangir duyduğu kelimelerle sarsılmıştı adeta. Genç kızın kolunu kavrayan parmakları gevşerken boğazına batırılan sıcak demirler ona nefes aldırmıyordu. İsmi kulaklarına onun naif sesiyle dolduğunda, bedeninin bir uçurum kenarında savrulduğunu hissetti.

Bazen insanlar dillerinden dökülen kelamlarla kendi sonlarının başlangıcını hazırlıyordu.

“Yüzüne bile dokunmasını istemediğin kadının şimdi neden…. kanayan yarasını pansuman yapmak istiyorsun.?” Cihangir nasıl cevap vermesi gerektiğini bilmiyordu. Neden böyle davrandığını o bile bilmezken ona nasıl cevap verecekti. Dilinin ucuna prangalar vurulmuş gibi konuşamıyordu.

Elini yavaşça genç kızın kolundan çekip bir adım geriledi. Söylediği her kelimede haklı olduğunu biliyordu, annesine hissettiği öfkeyi başta onada yansıtarak nasıl bir hata yaptığını acı bir şekilde fark ediyordu.

“Ben….” Genç adam yavaşça yutkunarak bakışlarını genç kızdan ayırdı, ne söylemesi gerektiğini bilmiyordu. “Kusura bakma.”

Mihrimah dudaklarının üzerinde oluşan tebessümle başını olumsuz anlamda salladı ağır ağır.

“Bakmam.” Başını önüne eğip acıyan ayağının üzerine basmamaya çalışarak konuştu. “Ben senden sevgi dilenmiyorum ama… birgün senden beni sevmeni istesem sevemez misin.?” Cihangir duyduğu soruyla şaşırsada şaşkınlığını üzerinden atarak elini kaldırıp sakallarını karıştırdı sert bir şekilde.

“Konu buraya nereden geldi bilmiyorum ama artık oturda şu yarayı pansuman edeyim.” Mihrimah, Cihangir'in sert ikazıyla başını yavaş yavaş salladı. O farkında olmasada ona bir cevap vermişti sessiz kalarak.

Bastonun ucuyla önünü kontrol ederek koltuğa oturdu. Kalbi neden bu denli üzülmüştü bilmiyordu, sanki koca bir enkazın altında kalmış gibi hissediyordu. ‘Sana vereceği bir sevgisi yok boşuna üzülme, belkide sevgisinin hepsini ölen karısına verdi. Sana verecek bir sevgisi kalmadı.’ İçinden geçirdiği düşünceler beynini istila etmişti adeta.

Ayağında hissettiği soğuklukla irkilerek ayağını geriye çekmek istediğinde bileğini kavrayan soğuk parmaklar buna engel olmuştu.

“Kıpırdama.” Cihangir işine odaklanarak Mihrimah’ın ayağındaki çorabı çıkarıp yarayı pansuman yapmaya başladı. Mihrimah ellerini koltuğun kenarına koyup bedenini hafifce öne doğru eğerek sessizce genç adamın işini bitirmesini bekledi.

Dakikalar sonra Cihangir pansumanı bitirirerek başını kaldırdığında yüzüne değen saçlarla efsunkar bir şekilde genç kıza baktı, burnuna dolan kiraz çiçeğinin kokusu gözlerini yavaşça kapanmasına sebep oldu.

Ağır ağır yutkunarak çömeldiği yerden kalkarak giyinme odasına girip, genç kız için temiz bir çift çorap alarak oradan ayrıldı. Adımları genç kızın önünde durduğun çorapları genç kızın kucağına bıraktı.

Mihrimah kucağına bırakılan şeyin dokunarak ne olduğunu anlamaya çalıştı. Parmaklarının üzerinde dolaştırdığı şeyin bir çorap olduğunu anladığında dudakları burukça kıvrıldı.

Cihangir sessizce odadan çıkıp oğlunun kaldığı odaya doğru ilerledi. Odanın kapısını açıp içeriye girdiğinde Süreyya’nın Yusufla ilgilendiğini gördü. Ağır adımlarla oğlunun yanına giderek onu kucağına alıp kokusunu derin bir şekilde içine çekti.

“Mis kokulum.” Süreyya kenarda baba ve oğlu izledi buğulanan gözleriyle. Genç adamın çöken omuzları nasıl yorgun olduğunu acı bir şekilde gösteriyordu, arta kalan gücüyle ayakta kalmaya çalışsada geçmiyordu. Hissettiği bu tükenmişlik hissi geçmiyordu.

Yana yana sönüp gidecekti kendini kapattığı karanlığın içinde.

“Mihrimah çok üzüldü mü.?” Süreyya abisine sorduğu soruyla Cihangir başını oğlunun boynundan kaldırıp kısa biran kardeşinin gözlerine baktı. Yavaşça yutkunarak başını salladığında genç kızın ağladığı için kızaran gözleri geldi gözlerinin önüne. Sertçe yutkunarak gözlerini kapattı.

“Babaannem ondan ne istiyor anlamıyorum doğrusu.” Süreyya elindeki Yusufun kirli zıbınını yan tarafında bulunan kirli sepetine atıp bakışlarını abisine doğru çevirdi.

“Ne istediğini halamı eve çağırarak gayet belli etti aslında.” Genç adam duygusuz sesiyle konuşurken kardeşi memnuniyetsiz bir şekilde yüzünü buruşturarak yüzüne düşen saç tutamını kulağının arkasına sıkıştırdı.

“Ahh evet şu Pınar meselesi.” Cihangir kucağında uyuyan oğlunu beşiğine koyup üzerini örterek geriye çekildi ağır bir şekilde.

“Ne babaannem nede Pınar’ın düşünceleri umurumda değil Süreyya.” Süreyya gülümseyerek abisine doğru bir adım atarak kollarını beline sararak ona sıkıca sarıldı.

“Biliyorum. Çok yorulduğunun farkındayım abi. Sevda’nın yaptıkları, sonra ölmesi annemin seni evlenmek için zorlaması derken bayağı yoruldun omuzlarına çöken ağırlığı görebiliyorum.”Genç kız başını kaldırak abisine baktığında Cihangir başını eğerek kardeşine baktı. “Ama biz senin yanındayız. Yorulduğun zaman bize yaslanabilirsin.” Cihangir Dudaklarının üzerine kondurduğu kuru tebessümle kardeşine baktı, Sağ elini kaldırıp usul usul kardeşinin saçlarını sevdi.

“Biliyorum.” Süreyya çekingen bir şekilde abisinin gözlerine bakarak gözlerini ondan kaçırdı. Dili söylemek için can çekişse de buna engel olan birşeyler vardı. Yavaşça yutkunarak kararsız bir şekilde dudaklarını araladı.

“Ona, Mihrimah’a nasıl davranıyorsun.?” Diye sordu bilinmezliğin içinde yüzen ses tonuyla. Cihangir duyduğu soruya kaşlarını hafifce çatarak anlamayarak kardeşine baktı.

“Anlamadım.” Tek kaşını kaldırarak sorgularcasına kardeşinin gözlerine bakıyordu. Süreyya abisinden ayrılarak stresle ellerini birbirine dolayıp parmaklarıyla oynamaya başladı.

“Yani şey demek istedim ona kötü davranma, ne kadar masum ve savunmasız olduğu belli oluyor.” Cihangir derin bir nefes alarak kardeşinden bir iki adım uzaklaşarak cama doğru ilerledi. Ellerini pantolonunun cebine koyup keskin bakışlarıyla yağan karı izledi.

“Ben herkese hak ettiği gibi davranırım. Ne az, ne çok sadece hak ettiği gibi davranırım Süreyya.”

Süreyya gülümseyerek abisine bakarak başını olumlu anlamda salladı usul usul.

“Hadi alt kata inelim dışarıya çıkacaktım ben, Yusuf uyusun.”

“Peki.” Cihangir kardeşini onaylayıp önden ilerleyerek odadan çıkıp büyük adımlarıyla ilerlerken adımları odasının önünden geçereken duraksamıştı. ‘Ne yapıyor acaba.?’ Diye düşündü içten içe. Sertçe yutkunarak bakışlarını yanındaki kardeşine çevirdi. “Sen git geliyorum ben.” Süreyya başını sallayarak abisini onaylarak yanından ayrılıp merdivenlere doğru ilerledi yavaş adımlarla.

Genç adam elini uzatıp kapının koluna koyarak sıkı bir şekilde kavradı. İçinde anlam veremediği sesler vardı, sanki bu kapıyı açarsa içindeki seslerde susacakmış gibi hissediyordu.

Yavaşça yutkunarak kapıyı açtı hafifce. Bakışları odanın içerisinde dolaştı yorgun bir şekilde. Kehribar gözleri sanki görmek istediği şeyi görmüş gibi durumuştu. Gözleri siyah saçlarda takılı kalırken kulaklarına dolan hıçkırık sesleri kaşlarını derinden çatılmasına sebep olmuştu.

Kapıyı hızlı bir şekilde kapatıp odaya girmesiyle genç kız korkuyla yerinde sıçramıştı, Cihangir bunu fark ettiğinde gözlerini sıkıca kapatarak ağzının içinde homurdandı. Yeri döven adımları genç kızın yanında durduğunda elini uzatıp ona dokunacağı esnada elini yumruk yaparak geriye indirdi.

“Neden ağlıyorsun.?” Diye sordu sakin tutmaya çalıştığı sesiyle. Mihrimah duyduğu sesle başını sesin geldiği yöne çevirdi. Ağlamaktan kızarmış gözlerle Cihangir'e baktığında Cihangir dikkatli bakışlarıyla onu izliyordu. Islak kirpikleri, kızaran yanakları ve bir küçük kız çocuğu gibi büzdüğü dudakları.

“Tokamı kaybettim.” Diye diye fısıldadı titreyen sesiyle.

“Ne tokası.?” Cihangir anlamadığını belli edercesine sorduğunda Mihrimah Elleriyle tokasını tarif etmeye başlamıştı.

“Üzerinde kiraz çiçeği olan tokamı, babam almıştı onu bana ama kaybettim.” Cihangir ne yapacağını bilemeyerek karşısında hıçkırarak ağlayan kıza bakıyordu.

“Tamam ağlama buluruz, buradadır.” Cihangir bakışlarını odanın içerisinde gezdirerek tokayı bulmaya çalıştı. Eğilerek koltuğun ve ve yatağın altına baksa da aradığı tokayı orada bulamamıştı.

“Nereye bıraktığını hatırlıyor musun.?” Diye sordu genç adam bir yandan odanın içinde tokayı araken. Mihrimah Başını olumsuz anlamda salladı.

“Ha.. hayır hatırlamıyorum.”

“Tamam ağlama bulacağım tokanı.” Küçük bir çocuğu teselli eder gibi teselli ediyordu genç kızı. Mihrimah derin bir nefes alarak ağlamamak için dudaklarını birbirine bastırdı.

Cihangir komodinin arkasına eğilip baktığında gördüğü tokayla dudaklarının arasında oluşan sebepsiz gülümsemeyle eğilerek tokayı yerden aldı. Adımları koltuğun önünde durduğunda koltuğun boş olan yerine oturdu.

Sağ elini uzatıp elindeki tokayı genç kızın dizlerinin üzerindeki ellerinin üzerine bıraktı. Mihrimah elinin üzerinde hissettiği soğuklukla irkilerek ellerini hızla geriye çekmişti.

“Tokan… dizlerinin üzerinde.” Mihrimah duyduğu kelimelere parmak uçlarıyla tokasını buldu. Yüzünde ay gibi parlayan gülümseme hissettiği sevincin buruk bir göstergesiydi. Soğuk parmak uçları tokasını kavradığında parlayan gözlerini ona bakan adama çevirdi.

“Ben çok teşekkür ederim. Bu toka benim bu zamana kadar aldığım tek hediye, babam almıştı bana. Eğer kaybolsaydı çok üzülürdüm.” İçinde hissettiği seviçe engel olamayarak elini uzatıp yanında oturan adama dokunmaya çalıştı. Parmak uçları genç adamın sakallarına dokunduğunda zayıf bedenini genç adama yaklaştırıp ince kollarını genç adamın boynuna sardı.

Cihangir, Mihrimah’ın ona sarılmasıyla bedeni bir taş gibi kaskatı kesilmişti adeta. Aldığı soluklar boğazında takılı kalırken sert bir şekilde yutkundu. Elini kaldırıp genç kızın koluna dokundu usulca, onu kendinden uzaklaştırmak istiyordu lakin burnuna dolan buram buram kiraz çiçeği kokusu buna engel oluyordu.

Mihrimah başını yavaşça kaldırarak genç adamdan uzaklaştı, yaptığı şeyin yeni yeni farkına varıyordu.

“Ben.. özür dilerim. Çok sevinince bir anda şey oldu.” Cihangir kehribar gözlerine genç kızın yüzünde gezdirdi ağır ağır. Ona izinsiz sarıldığı için ona kızdığını düşünüyordu büyük ihtimalle, koyu kahverengi gözleri bunu açıkça belli etsede genç adam sessizce oturduğu yerden kalktı.

“Önemi yok.” Gereksiz temasları sevmeyen adam onun temalarından rahatsız olmuyordu. Cihangir bu gerçeği fark ettiğinde duvara toslamış gibi hissetti. “Bir daha olmazsa sevinirim.” Dudaklarının arasından çıkan her kelime bir zehir gibi sarmıştı her tarafı. Genç kızın yüzündeki gülümseyiş bir gül gibi solmuştu. Kalbi acının esaretin düşmüş gibi sızlıyordu.

Dolan gözlerini acıyla kapatıp, ellerinin arasında tuttuğu tokayı sıkıca kavradı. Titreyen sesini bastırmak için art arda yutkunursa da olmuyordu, boğazını saran elleri onu serbest bırakmıyordu.

Kalbinin ortasında hissettiği canhıraş, sessizce köşesine çekilmesine sebep olmuştu.

“Peki, bir daha olmaz.” Diye fısıldadı kırgın sesiyle. Bir köşede çürüyen umutları, sevinci omuzlarının yorgunca düşmesine sebep oluyordu.

#####


Lapa lapa yağan karın eşsiz güzelliğini yüzündeki tebessümle izliyordu genç kız.Soğuktan üşüyen ellerini kabanının ceplerine koyarak yerdeki karların üzerine basarak ilerlemeye devam etti. Soğuğu iliklerine kadar hissetsede bu pekte onun umrunda değildi.

Adımları ulaşmak istediği yere ulaştığında içinde tuttuğu nefesini bırakıp marketin önündeki basamakları çıkarak marketin içine girdi. Adımları aşinası olduğu rafların arasında ilerlerken kahverengi gözleri etrafta dolaşıyordu.

Annesinin ondan istediklerini alıp abur cubur reyonunda durdu soğuktan üşüyen ayakları. Elini çenesine koyarak hangisini alması gerektiğini düşündü kısa biran. Elini en sevdiği çikolataya doğru uzattığında duyduğu aşinası olduğu sesle eli şaşkınlıkla havada asılı kalmıştı.

Kahverengi gözleri şaşkınlıkla aralanırken başını sesin geldiği tarafa doğru çevirdi. Arkası ona dönük olan bedeni gördüğünde yüzünde sebepsiz bir gülümseme peydah olmuştu.

Arkası ona dönük olarak telefonla konuşan adam doğru bir adım atarak narin sesiyle onun ismini sayıkladı kurumuş dudakları.

“Vural abi.” Genç adam duyduğu tanıdık olan sesle usulca yutkundu. Gözlerini sıkıca kapatıp açarak derin bir nefes alarak elindeki telefonu acele ile kapatarak cebine koyup sağ elini kabanının cebine koyarak yavaşça arkasını döndü.

Ela gözleri karşısında ona gülümseyerek bakan kıza tutunduğunda yorgun bir şekilde gülümsedi ona.

“Süreyya, ne yapıyorsun sen burada.?” Ela gözleri genç kızın kahverengi saçlarının üzerini süsleyen kar tanelerinde dolaşıyordu. İri bedeni ile genç kızın önünde duruyor ondan gelecek bir cevap beklesede aslında sorduğu sorunun anlamsızlığını biliyordu.

“Ben bireyler almak için gelmiştim… asıl senin ne işin var burada sen ne zaman geldin? Biz dün akşam sizin evdeydik ama sen yoktun.” Süreyya elindeki market sepetini gösterip hızlı hızlı konuşurken Vural onun bu haline silik bir tebessümle bakmakla yetinmişti.

“Dün gece geldin ben.” Kısa ve öz cevabına karşılık Süreyya onu başını sallayarak onaylamıştı.

“Anladım.”

Genç kız iki eliyle tuttuğu market sepetini havaya kaldırıp kucağına aldı, kollarıyla septi sardığında ona bakan adama gülümseyerek baktı.

“Şey.. ben gideyim artık. Tekrar göreve gitmeden bize gelmeyi unutma.” Genç kızın söylediği kelimeler ile genç adamın ela gözleri kara bir sis bulutu sarmıştı. Güçlükle yutkunarak başını ağır ağır sallayarak sol elini uzatıp genç kızın güçlükle taşıdığı market sepetini tek eliyle kavrayarak aldı.

“Kendin kadar şeyi taşımaya çalışıyorsun.” Süreyya gülümseyerek ona bakıp raftan aldığı birkaç çikolatayı kucağında tutarken aldığı cips paketini tutması için Vural’a uzattı.

“Bunu tutar mısın?” Çekinerek sorduğu soruya karşılık Vural Reflex olarak sağ elini uzatıp genç kızın elindeki paketi aldığında paket parmaklarının arasından kayarak yere düştü.

Vural telaşla genç kıza bakıp eğilerek sol eliyle paketi alıp sepetin üzerine düşmeyecek şekilde koydu.

“Elimden kaydı.” Sesindeki soğukluk genç kızın usulca yutkunmasına sebep olurken genç adam sağ elini kabanının cebine koyarak gözlerini genç kızdan ayırdı. Süreyya bakışlarını genç adamın cebine koyduğu elinden çekti yavaşça bakışlarını.

“Önemli değil.. Şey benim alacaklarım bu kadar istersen ver onu bana.” Genç kız elindeki çikolataları tek eliyle kavramaya çalışarak konuştuğunda Vural ona arkasını dönerek kasaya doğru ilerledi.

Süreyya attığı büyük adımlarla ona yetişmeye çalışsada dışarıdan bakıldığında sanki onun arkasından koşuyormuş gibi gözüküyordu.

Genç adam kasanın önünde durup sepetteki her şeyi tek eliyle kasiyer kızın önün koyarak ondan bir peket sigara vermesini rica etmişti. Süreyya adımlarını genç adamın yanında durdurduğunda derin bir nefes çekmişti içine.

“Elindekileride koy.” Vural gözleriyle genç kıza elinde tuttuğu çikolataları gösterdiğinde Süreyya elinde tuttuğu şeyleri yeni hatırlamış gibi kısa biran şaşırarak elindeki çikolataları kasaya koydu.

Kasiyer kız tutan miktarı söylediğinde Vural, Süreyya’nın ödemesine izin vermeden elindeki kartla tutan parayı ödemişti.

Süreyya elinde güçlükle taşıdığı poşetle marketin çıkışına doğru ilerlerken yanında ilerleyen adama gözlerini devirerek bakıp, huysuz sesiyle konuştu.

“Böyle bir şeye gerek yoktu Vural abi.” Vural sol elini uzatıp genç kızın elindeki poşete onun elinden aldı.

“Olduğu için yapmadım zaten.” Marketten çıkıp yavaş adımlarla ilerlerken adımları durmuştu genç adamın. Bedenini yavaşça yanındaki kıza çevirdiğinde genç kızın gülümseyerek yağan karı izlediğini gördü. Başına taktığı siyah bere kahverengi saçlarını saklamaya yetmemişti

Vural boğazını yalancı bir öksürükle temizleyerek genç kızın ona bakmasını sağladı. Süreyya yanında duyduğu sesle başını hızla o tarafa çevirerek Vural’a baktı.

“Seni eve kadar bırakmak isterdim lakin gitmem gereken önemli bir yer var.” Süreyya hızla başını olumlu anlamda sallayarak elin uzatarak Vural’ın elindeki poşeti aldı. Vural eline değen soğuk parmaklarla bakışlarını genç kızın soğuktan kızarmış ellerine çevirdi.

“Önemli değil.” Genç adam elini kabanının cebine koyup genç kızdan bir adım geriye gitti.

“Görüşürüz.” Süreyya gülümseyerek genç adama elini sallayıp arkasını dönüp evin yönüne doğru ilerlemeye başladı yavaş adımlarla. Vural yavaşça yutkunarak bakışlarını genç kızdan ayırdı. Sağ elini yavaşça kabanının cebinden çıkarıp solmuş ela gözleriyle eline baktı. Yorgun bedenini arkasındaki arabasına yaslayıp derin bir nefes aldı titreyen ciğerlerine.

Hayata bir sıfır başlamıştı o. Daha ilk doğduğu zaman ailesi onu bir çöp gibi yetimhanenin önüne bırakmıştı. Umutlarının tükendiği küçücük yaşında ona umut olmuşlarıdı, ona gercek bir ailenin sevgisiyle büyütmüştü Arslanoğlu ailesi. Lakin içinde bir yerde hala burukluk vardı, terk edilmiş olmanın burukluğu.


#####

Etrafı saran akşam karanlığı kendisiyle birlikte ölüm sessizliğini andıran bir sessizlik getirmişti. Herkes yemek masasının etrafında toplanmış yemek yiyor gibi gözüksede evin içinde kulakları tırmalayan bir sessizlik vardı. Bu sessizliğin sebebi sabahki yaşanan gerginlik olduğu açık bir şekilde belliydi.

Mihrimah elindeki kaşığı tabağının kenarına bırakıp yavaşça arkasına yaslanarak sessizliğe büründü. Ellerini dizlerini üzerine koyarak kulakalarına dolan çatal kaşık seslerini dinledi.

Cihangir bakışlarını yanında oturan kıza çevirdiğinde genç kızın arkasına yaslanmış sessizce oturduğunu gördü. Bakışları tabağına döndüğünde yemeğin olduğu gibi durduğunu gördü.

Ona söylediği o sözden sonra genç kız bir daha gerekli olmadıkça onunla konuşmamıştı, adeta kendi kabuğuna çekilmişti. Derin bir nefes alarak önüne döndü, çözülmesi oldukça zor olan bir yola girmişti, belkide bu yolda yanıp yanıp solacaklarıdı.

“Şey.. iziniz olursa ben odaya çıkabilir miyim.?” Diye sordu Mihrimah durgun sesiyle. Orhan bey bakışlarını gelinine çevirip ağır ağır başını salladı.

“Çık kızım.” Mihrimah aldığı onayla elini uzatıp bastonunu kavradı ince parmaklarıyla. Yavaşça oturduğu yerden kalkıp yüzüne kondurduğun emanet tebessümle konuştu.

“Afiyet olsun.” Yaralı ayağına basmamaya çalışarak bastonuyla önünü kontrol ederek yavaş adımlarla merdivenlere doğru ilerledi. Genç adam giden kızın arkasından yalnızca bakmakla yetişmişti.

Mihrimah zorlukla merdivenleri çıkıp odanın önüne geldiğinde kapıyı açıp odanın içine girdi yavaş adımlarla. Adımları doğrudan giyinme odasına ilerleyip eline aldığı ilk pijama takımını yavaşça üzerine giyindi. Çıkardığı elbiseyi kirli sepetine atıp oradan ayrılarak odaya girdi.

Ayağının acıması yüzünü buruşturmasına sebep oluyordu. Bastonun koltuğa değmesiyle gelmek istediği yere geldiğini anlamıştı. Eliye kenarları kontrol ederek yastığı ve battaniyeyi bularak koltuğun üzerine yerleştirdi. Bastonunu kenara bırakıp koltuğa yatarak battaniyeyi başına kadar çekti.

Gözleri ağlamak için dirensede o bu isteğin üzerine bir avuç köz dökerek yanarak sönmesine sebep oldu.

Aradan geçen dakikalar saatlere döndüğünde genç kız hala uyuyamamıştı. Huzursuzca koltukta dönüp duruyor rahatsız olan yastıkta başını rahat ettirmeye çalışsada olmuyordu, yastıktan buram buram onun kokusu gelirken uyuyamıyordu.

Odanın kapısı biranda açılmasıyla gözlerini sıkıca kapatarak uyuma takliti yaptı. Cihangir odanın kapısını kapatıp karanlık odanın içinde gezdirdi gözlerini. Gözleri koltuğun üzerindeki kızda durduğun ağır ağır gözlerini kapatıp açtı.

Yüzünde oluşan manasız tebessüm kaşlarını derinden çatmasına sebep olsada kehribar gözlerini genç kızın yüzünden ayıramıyordu. Uyumadığı her halinden belli oluyordu.

Adımları genç kızın yattığı koltuğun önünde durduğunda bakışları keskin bir avcı misali onun üzerinde dolaşıyordu. Elini uzatıp genç kızın üzerindeki battaniyeyi çekerek üzerinden aldığında Mihrimah bu duruma şaşırsada gözlerini açmamıştı.

Cihangir eğilerek genç kızı kucağına aldığında Mihrimah bu kez korkuyla gözlerini açıp korkuyla genç adamın yakasını kavramıştı.

“Ne yapıyorsun, indir beni.” Cihangir genç kızın ikazlarını duymazlıktan gelerek adımlarını yatağa doğru ilerletti. Başını eğip kehribar gözlerini koyu kahverlere sabitledi.

“Madem benden birgün seni sevmemi isteyeceksin bunun için ilk adımı atarak aynı yatakta yatmaya başlayalım değilmi karıcığım.?”

Loading...
0%